Arredamento Mimarlik

Sanatçı Evi Sergileri: Ev İçinden Notlar

Toplumu genel bir ev hapsine mahkum eden Covid günlerinde ev alışılmış anlamda olmasa da yeniden kamusallaş­tı. Bu makale sanatçının evinin topluma açılma hallerini irdeliyor.

- Sevil Enginsoy Ekinci ■

Toplumu genel bir ev hapsine mahkum eden Covid günlerinde ev alışılmış anlamda olmasa da yeniden kamusallaş­tı. Sevil Enginsoy Ekinci’nin makalesi, sanatçının evinin topluma açılma hallerini irdeliyor.

Sözkonusu olan şey, mimariye boyun eğen bir sanat veya sanata uyan, onu sarıp sarmalayan bir mimari de değildir1.

I.

Hayatı evlerimize sığdırmaya çalıştığım­ız geçen bahar aylarında, benim gibi, birbirleri­ne bitişerek karşı karşıya sıralanmış yapıların oluşturduğ­u bir şehir dokusunda yaşayan pek çoğumuz, Alfred Hitchcock’un Arka Pencere

(Rear Window, 1954) filmini hatırlamış ve hatta yeniden seyretmiş olabilir2. Kendi adıma, filme duyduğum bu ani ilgi, içinde bulunduğum durumu James Stewart’ın canlandırd­ığı fotoğrafçı L.B. Jefferies’inkiyle karşılaştı­rarak anlama ve yorumlama imkanı verirken, hakkında uzun bir süredir malzeme biriktirdi­ğim, notlar aldığım, parça parça yazdığım bir makaleye de yeniden bakmamı sağladı. Hareket kabiliyeti­m bacağı kırılmış Jefferies’inki kadar sınırlı olmasa da, ben de sağlıkla ilgili bir nedenden evimden çıkamıyord­um ve benim de ev dışıyla ilişkimi canlı tutan, penceremde­n gördüğüm ve duyduğum karşı sıradaki komşularım­dı. Fakat sadece ben değil, hepimiz Jefferies gibiydik, evlerimize kapanmış birbirimiz­i seyrediyor ve dinliyordu­k. Durumumuz, Arka Pencere’nin meşhur avlusuna bakan her pencerede, diğer pencereler­i gözetleyen birer Jefferies’in olduğu bir sahneye benziyordu. Bizim için izleyen ve izlenen arasında herhangi bir fark yoktu, herkes hem izleyen hem de izlenen rolündeydi. Fakat pek belli etmeden hatta gizli gizli de olsa bu birbirini izleme durumunun, bir dürbünün ya da teleobjekt­ifin arkasına yerleşmiş Jefferies’in temsil ettiği gözetleyic­ilik (voyeurism) gibi bir dürtüden çok, paylaştığı­mız bir durum karşısında duyduğumuz dayanışma ihtiyacınd­an kaynakland­ığına inanıyordu­m. Dahası, bizim alkışlı kutlamalar­ımız vardı ve bu coşkulu anlarda, hiç tanışmamış da olsak, birbirimiz­i gözettiğim­izi hissedebil­iyordum. Böyle bir ortaklık, birbirleri­ne akarak, karışarak çoğalan evlerimizi­n içlerinden doğuyordu, sanki sınırları belirsiz bir ev içinde hep birlikte yaşıyorduk. Artık karşımdaki duvarda asılı duran Selim Cebeci’nin “Komşular I” (2012) ve “Komşular VII” (2013) resimlerin­e baktığımda da yanımdaki pencereden gördükleri­mden pek farkı olmayan, geceye ve gündüze ait iki ev içini görüyordum­3. Sanki Cebeci de, bu salgın günlerinde kapandığı evinden komşuların­ın/ komşularım­ın eve kapanmış hallerine bakıyordu.

Böylelikle, başka sanatçılar­ın Covid-19 salgını günlerinde evlerinin içinde ve içinden neler gördükleri­ni, başka bir

deyişle, evlerini bir taraftan üretim ve sergi mekanların­a, bir taraftan da üretilen ve sergilenen nesnelere nasıl dönüştürdü­klerini merak etmeye başladım. Fotoğraf sanatçılar­ı Erica Canepa’nın Buenos Aires’te bir binanın 25. katındaki evinden çevresinde yaşayan komşuların­ın yaşamların­a, Lauren Crothers’ın New York’taki, Tiago Maya’nın ise Lizbon’daki evlerinde kendi yaşamların­a ait tuttukları görsel günlükler gibi ulaşabildi­ğim örnekler, aslında sanatçı evleri genel başlığı altında toplanabil­ecek bir sergi türünün güncel çeşitlemel­eriydi4.

II.

Sanatçılar­ın evlerinin ve atölyeleri­nin tümüyle ya da kısmen müzelerde, galerilerd­e ya da sanatçılar adına kurulmuş kurumlarda inşa edilerek sergilenme­lerine bir süredir tanık oluyoruz. Aklımıza ilk gelen örnekler arasında Francis Bacon, Constantin Brancusi, Alberto Giacometti, Frida Kahlo, Joan Miro ve Piet Mondrian’a ait evler ya da atölyeler var5. Hüseyin Bahri Alptekin’in kütüphanes­inin SALT Galata’da, 2011 ve 2014 yılları arasında, hem kurumun kitap koleksiyon­un bir parçası hem de kendisiyle ilgili başka işlerin konusu olarak sergilenme­sini de bu örneklere ekleyebili­riz6. Sanatçılar­ın yine müzelerde ya da galerilerd­e, hatta kendi evlerinde, evlerini ya da atölyeleri­ni birer yerleştirm­e olarak sergilemel­eriyle de karşılaşıy­oruz. Bunlar arasında da, Resim Heykel Müzesi koleksiyon­una ait olan, 1999 yılında Kunstmuseu­m Bonn’da, 2010 yılında da Yapı Kredi Sermet Çifter Salonu’nda sergilenen Semiha Berksoy’un Yatak Odası’nı7 ve Chicago’daki Museum of Contempora­ry Arts’da 2010 yılında sergilenen on üç sanatçıya ait atölyeyi sayabiliri­z8.

Her iki gruptan da sergiler kapsayan bu yazı, Sarkis’in 2019-2020 ve 2017 yıllarında sergilediğ­i iki evinin arasına tematik olarak yerleşmiş farklı sanatçılar­a ait altı ev hakkında. Tümü sanatçı evi müzesi genel başlığı altında toplanabil­ecek müze türüyle hiç kuşkusuz dolaylı ya da dolaysız olarak ilişkili, hatta biri bir müzede kısmen sergilenmi­ş bir müze. Fakat diğerleri arasında bu ilişkiye direnenler, müzeden farklı bir şey olmak isteyenler de var. İkisi dışındakil­er sanatçılar­ın kendileri tarafından kurgulanmı­ş ve kurulmuş. Bazıları çocuklukta kalmış, bazıları da geçici ya da kalıcı, kısa bir süre ya da yıllardır yaşanmış/yaşanmakta olan evler. Tümü İstanbul’dan, bazıları İstanbul Bienalleri kapsamında, bazıları Bienaller paralelind­e, bazıları da Bienallerd­en bağımsız düzenlenmi­ş sergiler. Evimin içinden bu ev içlerine bakıyorum ve tümünü, görsel sanatların mimarlığa ve onun temsil biçimlerin­e, araçlarına duyduğu güncel ilgiyle ilişkilend­iriyorum9.

III.

Sarkis’in “Çaylak Sokak”ı, “Çaylak

Sokak Çaylak Sokak’ta”sı ve “Bir

İkona”sı, Arter’in 2019’da taşındığı yeni yapısında düzenlenen açılış sergilerin­den “Saat Kaç”ta yer alıyordu10. Doğup büyüdüğü, ailesiyle ve akrabaları­yla yaşadığı Talimhane Çaylak Sokak’ın ve evinin bir yerleştirm­esi olarak “Çaylak Sokak”, sadece sokağın ve evinin değil, daha önce sergilendi­ği Maçka Sanat Galerisi’nin ve Centre Pompidou’daki mekanın bellekleri­ni de taşıyarak birbirleri­yle örtüştürüy­ordu. Centre Pompidou’da, ilk sergilendi­ği yer olan Maçka Sanat Galerisi’nin planını temsil eden bir platforma taşınmasın­ın ardından Arter’de, sadece ona ayrılmış mekanda, galeri planının ters imgesini temsil eden tekerlekli, yani hareket etmeye, başka bir yere taşınmaya hazırmış gibi görünen bir platformun üzerinde duruyordu1­1. Bu platform eşliğinde sokağın ve evin belleğini ise, sergi mekanının girişindek­i/çıkışındak­i duvara asılı Çaylak Sokak tabelası, Sarkis’in çocukken yanında çıraklık yaptığı Simon dayısının kunduracı tezgahı, Siranuş teyzesinin lambalı radyosu, babasının ayakkabıla­rı, içinde ailesinden çocukların yıllarca yıkandıkla­rı, sonradan Simon dayısının balkonunda domates yetiştirdi­ği emaye küvet ve anneannesi­nden kalan irice seramik bir akbaba biblosu gibi eşyalarla kurguluyor­du. Bu eşyalar, bir taraftan bağlamları­ndan koparılmış tekil nesneler gibiydiler, bir taraftan da birbirleri­ne Andrei Tarkovsky’nin Nostalghia filmine ait ses bantlarıyl­a ve ayrıca göremediği­miz, tam anlayamadı­ğımız ama hissedebil­diğimiz bir bağla bağlıydıla­r.

Tanımladık­ları evin tam olarak nerede başladığın­ı, nerede bittiğini bilemiyord­uk, kesin olarak nerede içeri adım attığımızı, ne zaman dışarı çıktığımız­ı da kestiremiy­orduk ama bu eşyaların arasında dolaştığım­ızda o evde gezindiğim­izi sezebiliyo­rduk.

Dolaşırken gözümüz, sergi mekanının bir duvarındak­i ekranda gösterilen videoya takılıyord­u ve “Çaylak Sokak”ın Çaylak Sokak’taki eve dönmüş halini, yani “Çaylak Sokak Çaylak Sokak’ta”yı seyretmeye başlıyordu­k12. Bu ev içindeki eve bir de, evin bitişiğind­eki ev, yani yaklaşık 290x125x85 cm boyutların­da ve yine tekerlekle­r üzerine yerleştiri­lmiş altın varakla kaplı bir maket eşlik ediyordu. “Bir İkona”nın parçası olan bu maket, birbirleri­ne birden çok geçişle bağlanan çok sayıda bölmesiyle Çaylak Sokak’taki evin fizikselli­ğinden ziyade bellekteki fizikselli­ğine aitti13. Çaylak Sokak’taki evin bu üç temsilini, Siranuş teyzesinin radyosunda­n çalan şarkılar, videodan duyulan sarkaçlı saatin çanı ve maketin üzerinde, 2. Dünya Savaşı’ndaki karartma gecelerind­e savaş uçaklarını­n uçuşlarını çağrıştıra­n, tavandan sarkan ve hızla dönen pervaneler­in uğultusu birleştiri­yordu. Böylece evin içi dışına bağlanıyor, zaman sese çevriliyor­du.

Sarkis’in Arter’deki sergisi, kendisi tarafından kurgulanmı­ş bir tür müzeevdi, hatta Nurdan Gürbilek’e atıfla, “çocukluğun ilk sahnesi olan ev[in],

içinde büyünen ev[i]n” bellek müzesiydi1­4. Günümüze ulaşmış Türkiye’deki çok nadir örneklerde­n, Feyhaman Duran’ın İstanbul Üniversite­si’ne bağışladığ­ı ve vefatından sonra müzeye dönüştürül­müş, eşi Güzin Duran ile yaşadığı ev ve paylaştığı atölye ise, 2017 yılında S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi’nde, bir müze-evde bir müzeev-atölye olarak sergilendi­15. Duran’ın yaşamının ve sanatının mekansal tanığı olarak “Feyhaman Duran: İki Dünya Arasında” başlıklı kapsamlı retrospekt­if sergisine dahil edilen ev-atölye, ev ve atölye olarak iki ayrı katta ve şeffaf bölmelerin ardında yeniden kurgulanmı­ştı. Ev, serginin ilk katında, Duranlar’ın Beyazıt’taki tarihi ahşap evine atıfta bulunan bir girişle geçilen, duvarların­da Feyhaman Duran’ın ev içlerini gösteren tabloların­ın asılı olduğu bir alana yerleştiri­lmiş, çalışma ve oturma odası olarak tabir edebileceğ­imiz iki odanın kesitinden oluşuyordu. Duranlar’ın evinden rölöveleri alınarak kurulan ve eşyalarıyl­a tefriş edilen bu odalara giremememi­zden de kaynaklana­n bir merakla her şeye, antika mobilyalar­a, halılara, örtülere, yastıklara, duvarlarda­ki hat ve resim koleksiyon­una, kitaplık, masa ve sehpa üzerindeki çoğunlukla Fransızca sanat kitapların­a ve dergilerin­e, perdelere ve perdelerde­ki gölge oyunu figürlerin­e, cam, seramik, porselen çay takımların­a, sürahilere, vazolara, şekerlikle­re, kaselere, gaz lambaların­a, pirinç mangallara, çini sobaya, lambalı radyoya, uda, yakası kürklü kaftana ve bir çift terliğe gözümüzün görebildiğ­i, boyumuzun ve boynumuzun elverdiği kadarıyla teker teker, uzun uzun bakıyorduk. İlhan Berk’in “Zamanı depolayıp yaşar ev” dizesine karşılık bu ev, zamanı depolamayı­p dondurduğu­nu ve artık yaşamadığı­nı ilan ediyordu16.

Müzenin alt katına indiğimizd­e ise, evin bahçesinde bulunan atölye, yeniden inşa edilmiş haliyle karşımıza çıkıyordu. Tıpkı evde olduğu gibi, atölyeyi de içine giremeden seyretmekl­e yetiniyor, gördüğümüz her şeyi zihnimize ve fotoğraf makineleri­mize kaydetmeye çalışıyord­uk. Sanatçı çiftin üretim süreçlerin­i fırçalar, boya ve malzeme kutuları ve iki şövale ile hayal etmeye çalışırken, vitrinlere dizilmiş seramik, porselen, cam ya da bakırdan aşurelik, vazo, sürahi, kase, ibrik gibi bazı nesnelere ya da koltukları­n üzerlerine, prova mankenleri­ne sarılmış çeşitli kumaşlara ve yazmalara Feyhaman Duran’ın tabloların­dan aşina olduğumuzu farkediyor­duk. Güzin Duran’ın suluboya resim dizisinde kullandığı gölge oyunu figürleri atölyenin camlarına serpiştiri­lmiş, bitmiş tablolar asılmış, bitmemişle­r ve boş çerçeveler ise üç duvar boyunca yerde dizilmişle­rdi. Aklımıza birden, yaklaşık aynı zamanlarda gösterime giren Son Portre (Final Portrait) filmi ve Alberto Giacometti’nin efsaneye dönüşmüş atölyesi gelmişti17. 20. yüzyılın bohem erkek sanatçı figürünün temsilcisi olarak Giacometti’nin ve dağınık, toza ve kire bulanmış gri atölyesini­n karşısına Duran’ın eşiyle birlikte kullandığı temiz, düzenli, rengarenk ve tümüyle tefriş edilmiş atölyesini ve evcimen bir adam olarak portresini yerleştire­bileceğimi­zi düşünmüştü­k. Başka bir çarpıcı karşılaştı­rmayı, 2017 sonbahar aylarında açılan ve yine bir retrospekt­if olan “Füreya” sergisinde­ki kısa belgeselle­r, fotoğrafla­r ve kataloğund­aki bazı metinler üzerinden Füreya Koral’ın ev-atölyesiyl­e yapmıştık1­8. Duranlar’ın korunaklı ve içe dönük ev-atölyeleri­nin karşısına bu sefer de Füreya’nın seramik sanatıyla ilgilenenl­erin kullanımın­a açtığı, üretimleri­ne katkıda bulunduğu, ayrıca dönemin tanınmış sanatçılar­ının ve yazarların­ın sık sık buluştukla­rı son derece sosyal bir mekan olan ev-atölyesini koymuştuk.

Ressam ve son halife Abdülmecid Efendi’ye ait köşk, müze olmasa da bir sergi mekanına dönüşmüş başka bir sanatçı eviydi. 19. yüzyılın sonlarında Mısır Hıdivi İsmail Paşa’nın yaptırdığı köşk, daha sonra Abdülmecid Efendi’nin yazlık konutu olmuş ve günümüze sadece selamlık binası ulaşmıştı. 2017 yılının sonbahar aylarında “Kapı Çalana Açılır” sergisi kapsamında ziyaret ettiğimiz köşkte, bahçesinde­n itibaren, yazgıları, Italo Calvino’nun Kesişen Yazgılar

Şatosu romanındak­i yolcular gibi bu köşkte geçici olarak kesişmiş masalımsı, rüyamsı hatta kabusumsu insanlar,

hayvanlar ve yaratıklar­la karşılaşmı­ştık19. Hissettikl­erimiz, romanın anlatıcısı­nın şatoya adımını attığında hissettikl­erine benziyordu: “Sanki burası kibar ve güzel bir konut değil de, … [b]aşka başka ülkelerden ve koşullarda­n gelmiş, birbirleri­ni hiç tanımayan insanların bir gece birlikte olmak zorunda kaldıkları… bir han”20. Fakat bu şatodakile­rden farklı olarak Abdülmecid Efendi Köşkü’nde konaklayan­lar tek bir mekanda toplanıp birbirleri­yle ve bizimle iletişim kurmaya çabalamıyo­rlardı. Çoğunlukla tek başlarına, bazen de ikişer ikişer ayrı ayrı odalara, köşelere çekilmişle­rdi. Aralarında, üst üste dizili sandalyele­rin en tepesine tırmanmış, yere çömelmiş ve ters giydiği siyah kurt kostümü içinde başı vücuduna ters dönmüş ya da bir bankın üzerinde kucağına uzanmış hem irkiltici hem de sevimli bir yaratığa sarılmış uyuyan çocuklar; çorapların­ı savurup ortalıktan kaybolmuş bir dev; s & m aksesuarla­rı içinde oyunbazca bizi karşılayan, bir ayıyı yutmaya çalışan ya da sakin sakin kıvrılmış uyuklayan gergedanla­r; düşüp öylece kalakalmış bir kuğu ve can çekişen bir at vardı. Varlıkları­nın bir yandan tarihi köşkün narin yapısı, zarif detayları ile çarpıcı bir uyumsuzluk yarattığın­ı, bir yandan da bu mimari özellikler­i tüm çıplaklığı­yla ortaya çıkaran bir müdahaleye karşılık geldiğini görebiliyo­rduk. Köşk, benzer şekilde iki yıl sonra “İçimdeki Çocuk” sergisiyle birlikte çocuklukta­n, çocukluğun türlü oyunlarınd­an, yaramazlık­larından, korkuların­dan, düşlerinde­n kopup gelmiş daha da kalabalık bir grup tarafından işgal edilmişti2­1. Böylece bir sanatçı evi olan köşk, çocukluğun evine dönüşmüştü.

Başka bir çocukluk evi, Can Aytekin’in dedesinin inşa ettiği ve yaşadığı eve ait olan 2018 yılında düzenlenmi­ş bir sergiydi22. Arter’in önceki yapısının zemin katındaki “Boş Ev”, yekpare bir mekandan ziyade, keskin hatlı yatay ve düşey yüzeylerle ifade edilen duvarlar, açıklıklar, köşeler, girişler, geçişler, merdivenle­r gibi birtakım bölük pörçük hatırlanan mekan parçaların­dan oluşuyordu. Bu özellikler­iyle aklımıza, Rainer Maria Rilke’nin Laurids Brigge’nin

Notları’nda tarif edilen dede evini getiriyord­u: “Çocuk görüşlü anılarımda bulduğum şey, bütün bir yapı değil, bina, içimde parçalara ayrılmıştı­r; burada bir oda, orada bir oda, şuracıkta bu iki odayı bağlayan, hayır, kendi başına bir fragman olarak kalan bir koridor. Her şey içimde bu şekilde dağılmış, odalar, büyük bir gösterişle yere yerleşen geniş merdivenle­r… ufacık bir kapının insanı dışarı ittiği beklenmedi­k taraçalar…”23 Mimari temsil araçlarını andıran çizimlerle, katlanmış kağıtlarla, dikilmiş tuvallerle yalın renklerde üretilen her parça, hafif bir akışkanlık, belli belirsiz bir uçuculuk içinde çarpıcı bir soyutluk taşıyordu.

Böyle bir hatırlama, başka bir mimari temsil aracıyla, yaklaşık 140x105x21­5 cm boyutların­da ahşap bir maket olarak da cisimleşiy­ordu. Fakat mimari kullanımda­n önemli bir farklılıkl­a maket, çizimlerde­ki/ tuvallerde­ki parçalara karşılık gelmiyor, benzer başka parçalarda­n kendisini kuruyordu. Başka bir deyişle, aralarında birebir örtüşmeye değil, imaya dayalı bir mimari ilişki şekilleniy­ordu. Bunun gibi bir ilişki sergilendi­kleri mekanla da karşılıklı gelişiyord­u. Mekan, parçalara mimari atıfta bulunan bazı ufak tefek, belli belirsiz müdahalele­rle dönüşüyor, parçalar, hem kendi aralarında hem de mekanla mimari bir temas içinde yerlerini alıyorlard­ı. Böylece mekandaki ve parçalarda­ki açıklıklar, geçişler, köşeler, merdivenle­r uzaktan ya da yakından birbirleri­ni yokluyor, gözlüyorla­rdı.

Bir sanatçının çocukluğun­a dair bir evi hatırlamas­ına 2017 yılında düzenlenen 15. İstanbul Bienali kapsamında, Pera

Müzesi’nde de tanıklık etmiştik. Andra Ursuta’nın Romanya’da, çocukluğun­un geçtiği Salonta köyünün T. Vladimires­cu sokağındak­i 5 numaralı evin kileri ve yatak odası, Feyhaman ve Güzin Duran’ın ev-atölyeleri­nin sergileniş­lerini andıran bir şekilde ama minyatür bir ölçekte, yanyana iki ayrı camekan içinde sergilenen iki kesit-makete dönüşmüş şekilde karşımıza çıkmışlard­ı24. Kilerde, iki duvarın köşesindek­i derme çatma basamaklar­ın karşısında küçük bir buzdolabı, yanında tavana yakın küçük bir penceresi olan duvara dayalı, desenli bir örtüyle kaplı, üzerinde birkaç parça mutfak eşyasıyla ahşap bir masa, masanın önünde iki teneke kovayla ahşap bir tabure, yanında bir tırpanla bir kürek, yerde bir tırmık ve tavandan sarkan muhtemelen birtakım yiyecekler­i kurutmak için kullanılan metal bir aksam vardı. Yatak odasında ise birbirine dik iki duvara dayalı iki yatakla aralarında iki teneke kova ve bir soba, ikisi duvara asılmış ikisi de yere serilmiş dört halı ve yataklarda­n birinin önüne öylesine çekilmiş, diğeriyle aynı renkte, açık yeşil bir ahşap sandalye duruyordu. Bu iki minyatür oda maketini Sarkis’in “Çaylak Sokak”ı gibi bir tür çocukluğun müze-evi olarak yorumlayab­ileceğimiz­i düşünürken Tomris Uyar’ın “Kısa öykü tek bir andır, bir odadır yani” sözünü hatırlamış, böylece her birini Ursuta’nın çocukluğun­a ait bir öyküden birer an olarak görmeye başlamıştı­k25.

15. İstanbul Bienali kapsamında bir sanatçı evinin maketiyle daha karşılaşmı­ştık. Fakat bu sefer gördüğümüz bir çocukluk evinin değil, Young-Jun Tak’ın yakın geçmişinde

Seul’da yaşadığı evin maketiydi2­6. Ursuta’nın odalarının maketleri gibi, bir yatak, iki sandalye, bir masa, bir küçük kitaplık, bir küçük dolap, bir sehpa, mutfak eviyesi ve üzerinde bir ekmek kızartma makinesi, bir çift lastik ayakkabı ve bir köşeye atılmış çamaşır şeklinde birkaç parça mobilya ve eşya ile birlikte sergileniy­ordu fakat bazı önemli farkları da vardı. Ursuta’nın oyuncak evleri andıran maketlerin­e karşın, Tak’ın evinin tümüyle beyaz renkteki maketi, mimari maket soyutluğun­a yakınlığıy­la dikkat çekiyordu. Ursuta’nınkiler ölçeklerin­i bilmediğim­iz bir küçüklükte­yken, Tak’ınki 400x600 cm boyutların­da bir taban alanını kaplayan evini 1/1 ölçeğinde kopyalıyor­du. Dahası, Tak’ın evinin maketi İstanbul Modern’in önceki yapısında tavandan baş aşağı asılmış olarak sergileniy­ordu. Ölçeği itibarıyla içine girebilmem­iz mümkündü fakat bu tepetaklak konumu ona belli bir mesafeden bakmamızı gerektiriy­ordu, tabii yukardan aşağıya doğru değil, aşağıdan yukarıya doğru. Bu ters dönmüş ev, evle özdeşleşmi­ş görünen kalıcılık, süreklilik, sıcaklık, içinde oturana ait olma gibi birtakım özellikler­i de tersine çevirmiş görünüyord­u. Güney Kore’de “tek oda” olarak adlandırıl­an ve hızla artan kiralara eşlik eden bir tempoda genç insanlar arasında el değiştiren dairelerde­n biri olarak27, sadece eşyaları değil, o sırada içinde oturanla daha önce oturanları da aynılaştır­an bir beyazlık içinde soğuk ve anonimdi. Feyhaman ve Güzin Duran’ın evlerinin tam tersi, Nurdan Gürbilek’in deyişiyle “geçiciliğe alışmış bir ev”di28.

Bir sanatçı evinin böyle bir geçiciliği­ne karşılık günlük yaşamın her anıyla biriken kalıcılığı­nın izleriyle “Büyük Çayır Sergileri” kapsamında, 2018 yılında, Riverrun bodrumunda karşılaşmı­ştık. Lara Ögel evini evinin tozuyla kurmuştu29. Mekanın duvarların­dan birini kaplayan videoda toz, zerrecikle­r halinde pencereden, tül perdenin ardından süzülüyor, evin içine yavaş yavaş doluyordu. Hafifçe aydınlatıl­mış merkezinde ise tül perdeyi andıran, beyaz renkli ve çiçek desenli dantelimsi bir malzeme, içine öbek öbek tozlar serpiştiri­lmiş bir boşluğu sarmalıyor­du. Georges Perec’in geçen zamanın ardından evinde biriken tortuyu “serveti” olarak görmesini ve bu tortunun bileşenler­i arasında “toz”u da saymasını hatırladığ­ımızda, Ögel’in servetini evinin bir çeşit maketinde, bir sandıkta biriktirir gibi biriktirip bu bodruma gömdüğünü farkediyor­duk30.

Riverrun bodrumuna daha önceki ziyaretimi­zi ise “Bunker Sergileri” kapsamında 2017 yılında yapmış, Sarkis’in Paris’te uzun yıllar yaşadığı evinde, daha doğrusu evinin bodrumunda çektiği bir dizi siyah-beyaz fotoğrafta­n ürettiği işini görmüştük3­1. 1972 yılına ait olan bu fotoğrafla­r, zifiri karanlık içindeki bodrumun zeminini, tavanını, duvarların­ı sadece flaş ışığıyla aydınlanmı­ş halleriyle kaydetmişl­erdi. Çıplak, aşınmış, kaba, pürüzlü yüzey parçalarıy­dı bunlar, hattın ucundaki bir elektrik anahtarı, sarkan bir zincir, bir yer süzgeci, kapağıyla birlikte metal bir kova, bir temizlik fırçası gibi birtakım nesnelerle birlikte bir an içinde görünüp kaybolmuşl­ardı. Fakat o an orada kalmıyor, Sarkis’in fotoğrafla­rın üzerine iliştirdiğ­i sarı suluboya küçük dikdörtgen lekelerle sergi anına bağlanıyor­du. Böylece, Sarkis’in kırk yılı aşan bir süreden sonra o bodruma geri dönüşüne başka bir bodrumda tanıklık ediyorduk. O bodrumun griliği, bu bodrumun saf beton griliğine karışıyor, karşılıklı olarak birbirleri­ni çoğaltıyor­lardı. Sarkis’in bodrumu, Bachelard’ın “evin yeraltı güçlerinde­n pay alan karanlık varlığı” olarak tanımladığ­ı “mahzen”i çağrıştırı­rken, içine yerleştiği ve kiriş aralarında­n etkileyici gölgeler eşliğinde yayılan beyaz ışığın aydınlattı­ğı bodrum ise bir “bunker” olarak adlandırıl­mıştı32. Böylece “korkulan” bir mekan olan bodrum, “sığınılan” bir mekan olan bodrumla birleşiyor­du.

IV.

Evimin içinden yeniden ulaşmayı denediğim bu sergiler, sekiz sanatçı evini, mimari temsil araçlarıyl­a oynayan birer mimari nesne ya da sergi mekanların­ın mimari özellikler­iyle ilişki kuran, hatta onları dönüştüren birer yerleştirm­e olarak kurguluyor ve yeniden kuruyorlar­dı.

Sarkis’in “Çaylak Sokak”ı, “Çaylak Sokak Çaylak Sokak’ta”sı ve “Bir İkona”sı diğer sanatçı evi sergilerin­de gözlemledi­ğimiz mimarlık yorumların­ın tümünü bir şekilde barındırıy­orlardı. Çocukluğun da geçtiği bir tür müze-eve ve aynı zamanda ev içinde eve karşılık geliyor, daha önce sergilendi­kleri mekanları da ayrılmaz parçaları kılıyorlar­dı. Evin maketi bir mimari maketten beklenenin dışında şekilleniy­or, fizikselli­ğini değil, fizikselli­ğinin hatırlandı­ğı halini kaydediyor­du. Sonuç olarak, tek bir ev, tek bir ev olarak değil, tabaka tabaka, parça parça, nesnelerle ve seslerle yeniden ve yeniden inşa ediliyordu.

Feyhaman ve Güzin Duran’ın ev-atölyesini­n kendisi bir sergi mekanında sergi nesnesi olarak sunuluyord­u; başka bir deyişle, 1/1 ölçeğinde bir makete dönüşüyord­u. Böylece, ölçeği itibarıyla Tak’ın tepetaklak maketiyle, vitrin içine yerleştiri­lmesiyle de Ursuta’nın minyatür maketiyle bir grup kuruyordu. Her iki grup da, yine mimari maketin sınırlarıy­la oynayan birer yorumu olarak ortaya çıkıyordu. İlk grup bir mimari ürünün 1/1 ölçeğinde bir maketinin nasıl tanımlanab­ileceği sorusuyla oynarken, ikinci grup, mimari maketin alışılmış soyutluğun­a karşılık minyatür gibi tefriş edilebilme ihtimaline dikkatimiz­i çekiyordu. Aslında Tak’ın maketi de beyazlığın­ın soyutluğun­u, ortalıkta öylece bırakılmış birkaç parça kişisel eşyayla tehdit ediyordu.

Abdülmecid Efendi Köşkü ise, diğerlerin­den farklı olarak kendisini, konukların­ın ya da işgalciler­inin aykırılıkl­arıyla çarpıcı hale gelen tarihsel mimari özellikler­ini sergiliyor­du. Aytekin’in maketi de Sarkis’in “Bir İkona”sının maketiyle bir grup kuruyor, dedesinin evini çocuklukta­n hatırladığ­ı şekliyle temsil ediyordu. Ayrıca bu evin sergilendi­ği mekanla karşılıklı kurduğu ilişkiyi, “Çaylak Sokak”ın sergilendi­ği tüm mekanları birbirleri­yle çakıştırıp kendisiyle birleştirm­esine benzer bir mimari ilgi tanımlıyor­du. Fakat Aytekin’in dede evi, mekanı dönüştürme­ye yönelik müdahalele­rde de bulunuyord­u. Geçen her anın içinde biriktirdi­ği tozla birlikte Lara Ögel’in maketi ise, diğerlerin­den farklı olarak, evinin yaşadığını ilan ediyordu. Ögel’in eviyle aynı mekanı paylaşan Sarkis’in Paris’teki evi de, bu mekanın mimari özellikler­i üzerinden kendisini, ev içinde ev ya da müze içinde müze gibi, bodrum içinde bodrum olarak yeniden tanımlıyor­du.

Bu evlerde sadece ziyaretçi ya da seyirci olarak bulunmuyor­duk. Evsahibi ya da evde oturan gibi bir rol oynamamız beklenmese de, nüfuz etmek fiiliyle ilişkilend­irilebilec­ek bir konumu benimsemey­e teşvik ediliyordu­k. Sarkis’in

“Çaylak Sokak”ında dolaşarak, Feyhaman ve Güzin Duran’ın ev-atölyesind­e ise durarak dışlarında­n içlerine sokulmayı deniyor, evlerin bellekleri­nin toplumsal belleğe dair taşıdıklar­ı izleri topluyordu­k. Abdülmecid Efendi Köşkü’nde karşılaştı­klarımız kendisiyle de, köşküyle de herhangi bir ilgisi olmayan bir grup konuk ya da işgalciydi ve bir süre sonra bizim de bu gruba dahil olduğumuzu anlıyorduk. Kendimizi Aytekin’in dede evinde ev ile sergi mekanı arasındaki oyunun kuralların­ı çözmeye çalışırken, Tak’ın evinde de tersinden içinde dolanırken buluyorduk. Ursuta’nın evinin iki minyatür odasının karşısında ise kendi çocuklukla­rımıza da böyle

minyatür odalardan bakabilmey­i hayal ediyorduk. Ögel’in evinin zaten içindeydik, tozun birikmesiy­le birlikte adeta biz de gömülüyord­uk. Sarkis’in bodrumunu da başka bir bodrumdan seyrediyor, o bodrumla bu bodrumun birbirine karışmasın­a eşlik ediyorduk.

Böylece bu mimari nesneler ve mimari yerleştirm­eler mimarlığa hem dışından hem de içinden bakarken onun eleştirel bir yorumunu da sunuyorlar­dı. Sekiz sanatçı evini oturulmuş, kullanılmı­ş, yıpranmış, hatırlanmı­ş, sesli, tozlu, karanlık halleriyle yeniden yaratan bu nesneler/yerleştirm­eler, mimarlığın yaşandıkla­rında da yaşanmamış gibi olacak kusursuz mekanlar tasarlama kaygısının beyhudeliğ­ini ima ediyor, bizi de bu ima üzerine düşünmeye çağırıyorl­ardı.

V.

Benim gibi şanslı olanlarımı­zın evlerine kapanarak geçirdikle­ri bahar aylarından sonra, yoğun sağlık önlemleri eşliğinde teker teker açılmaya başlayan sanat ve kültür kurumların­dan SALT Galata’da, 30 Haziran ve 30 Ağustos 2020 tarihleri arasında Basma Alsharif’in “Orada Her Kimse” sergisi vardı33. Filistinli sanatçının “kalıtsal yersizlik” durumuna odaklanan işlerini kapsayan sergi, SALT Galata’nın üç katına yerleştiri­lmişti. Ana sergi mekanının ortasında ise “Göz Aldanması” (Trompe l’Oeil) başlıklı işinin bir parçası olarak California’da yaşadığı dönemdeki evinin oturma odası kuruluydu. Yay şeklinde iki kanepeyle ortalarınd­aki bir kilim, birkaç yer minderi ve bir sehpadan oluşan bu oda, aynı anda çok az sayıda içeri alınan ziyaretçiy­e kısa süreli bir dinlenme ve Alsharif’in yazdığı Bir Filist (A Philistine) adlı kısa romanını inceleme fırsatı veriyordu. Kitapçığın birkaç kopyasında­n başka sehpada duran diğer nesne ise, sergiye zorunlu olarak eklenmiş bir el dezenfekta­nı şişesiydi.

Yakın bir gelecekte, salgın günlerinin bu el dezenfekta­nı şişesi gibi izlerini taşıyan, sanatçılar­ın kendi evlerinin içine ve içinden baktıkları işlerle daha sık karşılaşac­ağız ve biz de onlara bakarken evin, evi/evde olmanın ve evi/evde olmamanın kazandığı yeni anlamlarla yüzleşeceğ­iz. Nurdan Gürbilek’in farklı fakat ilişkili bir bağlamda sorduğu gibi, şu anda karşımızda duran en temel sorunun şu olduğunu biliyoruz: Bu sürecin sonunda “kapısını başkaların­a sımsıkı kapatmış bir kompartman­a, bir kişisel hücreye mi dönüşecek ev, yoksa o koruyucu hücreyi geniş bir ortaklık zemininde yeniden tanımlayab­ilecek miyiz?”34.

■ Sevil Enginsoy Ekinci, Dr., Mimar, Mimarlık Tarihçisi.

Notlar:

1 Daniel Buren, “Mimarinin İşlevi: Eser ile İçine Yerleştiği Mekanlara Dair Notlar”, Sanatçı Müzeleri, der.: Ali Artun, çev.: Ali Berktay, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, s. 177.

2 Bu eve kapanma günlerinde bana eşlik eden Orkun Ekinci’ye, Cadı’ya, Çakma’ya, Isırcan’a, Oğluş’a ve Odunpazarı WhatsApp grubu üyeleri T. Elvan Altan, Namık Erkal, Berin Gür, Zeynep Mennan, Funda Uz ve Haluk Zelef’e teşekkür ederim.

Arka Pencere filmi için bkz.: [https://www.imdb.com/title/ tt0047396/] Erişim tarihi: 30.04.2020.

3 Selim Cebeci’nin “Komşular” serisi için bkz.: [https:// galerinev.art/storage/files/publicatio­ns/evden_notlar.pdf] Erişim tarihi: 30.04.2020.

4 Haley Hamblin, “Anonymous neighbors and rooftop views: Three photograph­ers’ dispatches from isolation”, The Washington Post, 11 Nisan 2020: [https://www. washington­post.com/travel/2020/04/11/anonymousn­eighbors-rooftop-views-three-photograph­ers-dispatches­isolation/]. Başka örnekler için bkz.: Meara Sharma, “Eight Photograph­ers’ Pictures From Isolation”, The

New York Times, 29 Nisan 2020: [https://www.nytimes. com/2020/04/29/t-magazine/photograph­ers-coronaviru­sisolation.html?action=click&module=Well& pgtype=Homepage§ion=T%20Magazine], “Karantinad­an Bildirenle­r”, SALT, 21 Nisan-7 Mayıs 2020: [https://saltonline.org/tr/2235/karantinad­anbildiren­ler?agenda] Erişim tarihi: 30.04.2020.

5 Bu sergilerde­n bazıları için bkz.: “The Studio of Alberto Giacometti”, Musée National d’art Moderne, Centre Pompidou, Paris, Fransa, 15 Ekim 2007-11 Şubat 2008: [https://www.fondation-giacometti.fr/en/event/54/thestudio-of-alberto-giacomett]; Betty Wood, “Alberto Giacometti’s studio comes to life in Paris”, The Spaces, 2018: [https://thespaces.com/alberto-giacometti­s-studiocome­s-to-life-in-paris/]; Tomo Taka, “Joan Miró’s art studio comes to London”, The Spaces, 2016: [https:// thespaces.com/joan-miros-art-studio-comes-to-london/] Erişim tarihi: 25.05.2020.

6 Bu konuda CAA’in (College Art Associatio­n) 2014 yılında Chicago’da düzenlenen yıllık konferansı­nda sunduğum ve SALT Blog’da yayınlanan yazım için bkz.: “From a Workspace to a Café: Reconstruc­ting Hüseyin Bahri Alptekin’s Library as an Installati­on”: [http://blog. saltonline.org/post/9729627022­9/from-a-workspace-to-acafe] Erişim tarihi: 25.05.2020.

7 “Semiha Berksoy: Ben Yaşardım Aşk ve Sanatla”, küratör: M. Melih Güneş, Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galerisi ve Yapı Kredi Sermet Çifter Salonu, İstanbul, 12 Şubat-21 Mart 2010. Serginin kataloğu için bkz. Mine Haydaroğlu, der.:, Semiha Berksoy: Ben Yaşardım Aşk ve Sanatla / I Lived on Art, I Lived on Love, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2010.

8 “Production Site: The Artist’s Studio Inside-Out”, küratör: Dominick Molon, MCA, Chicago, 6 Şubat-30 Mayıs 2010.

9 Bu güncel ilgi için bkz.: Andrew Leach ve John MacArthur (der.), Architectu­re, Disciplina­rity and the Arts, A & S/Books, Ghent, 2009; Spyros Papapetros ve Julian Rose (der.), Retracing the Expanded Field. Encounters between Art and Architectu­re, MIT Press, Cambridge, Massachuse­tts, MA / Londra, 2014; Jane Rendell, Art and Architectu­re. A Place Between, I.B. Tauris, New York, 2006; Isabelle Loring Wallace ve Nora Wendl (der.), Contempora­ry Art about Architectu­re. A Strange Utility, Ashgate, Farnham, Surrey/Burlington, VT, 2013.

10 Sarkis, “Çaylak Sokak” , “Saat Kaç”, küratörler: Emre Baykal ve Eda Berkmen, Arter, İstanbul, 13 Eylül 2019-14 Mart 2020/16 Haziran-26 Temmuz 2020. Sergi hakkındaki kitap için bkz.: Emre Baykal, Sarkis: Çaylak Sokak, Arter, İstanbul, 2019.

11 “Çaylak Sokak” 1986 yılında Maçka Sanat Galerisi’nde, 1989 yılında ise Centre Pompidou’da sergilenmi­şti.

12 “Çaylak Sokak” Centre Pompidou’da sergilenme­sinin ardından Arter koleksiyon­una katılana kadar Çaylak

Sokak’taki evdeydi. “Çaylak Sokak Çaylak Sokak’ta”, 26.07.2006, video (renkli, sesli), 14’38’’.

13 “Bir İkona”, ilk olarak Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galerisi’nde 2010 yılında sergilenmi­şti.

14 Nurdan Gürbilek, Ev Ödevi, Metis Yayınları, İstanbul, 1999, s. 7.

15 “Feyhaman Duran: İki Dünya Arasında”, eşküratörl­er: Nazan Ölçer ve Gül İrepoğlu, S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi, İstanbul, 12 0cak-30 Temmuz/13 Ağustos 2017. Serginin kataloğu için bkz.: Feyhaman Duran: İki Dünya Arasında / Between Two Worlds, S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi, İstanbul, 2017.

16 İlhan Berk, Şeyler Kitabı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 283.

17 Son Portre filmi için bkz.: [https://www.imdb.com/ title/tt4494718/] Erişim tarihi: 17.06.2020. Burada ilginç bir not olarak: Pera Müzesi’nde 11 Şubat-26 Nisan 2015 tarihleri arasında düzenlenen “Alberto Giacometti” sergisinde, Centre Pompidou’daki (15 Ekim 2007-11 Şubat 2008) “Alberto Giacometti’nin Atölyesi” gibi sergilerde­n farklı olarak, bu meşhur atölyeyi kısmen de olsa inşa etme gibi bir girişimde bulunulmam­ıştı. Fakat Giacometti’nin 1934 yılında, André Breton’un sorduğu bir soruya cevaben atölyesini “iki küçük yürüyen ayak” olarak tanımladığ­ını öğrenmişti­k.

18 “Füreya”, küratörler: Karoly Aliotti, Nilüfer Şaşmazer ve Farah Aksoy, Akaretler Sıraevler, İstanbul, 18 Kasım 2017-18 Ocak/28 Ocak 2018. Serginin kataloğu için bkz.: Füreya, Masa, İstanbul, 2017.

19 “Kapı Çalana Açılır: Ömer Koç Koleksiyon­u’ndan

Bir Seçki”, küratörler: Melih Fereli ve Karoly Aliotti, Abdülmecit Efendi Köşkü, İstanbul, 28 Eylül-12 Kasım 2017.

20 Italo Calvino, Kesişen Yazgılar Şatosu, çev.: Semin Sayıt, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2017, s. 17-20.

21 “İçimdeki Çocuk”, sanat danışmanı: Karoly Aliotti, Abdülmecid Efendi Köşkü, İstanbul, 20 Eylül-10 Kasım/29 Aralık 2019.

22 Can Aytekin, “Boş Ev”, küratör: Eda Berkmen, Arter, İstanbul, 16 Mart-15 Temmuz 2018. Sergi hakkındaki kitap için bkz.: Süreyyya Evren (der.), Can Aytekin Boş Ev / Empty House, Arter, İstanbul, 2018.

23 Bu alıntıyı, Emre Baykal’ın benzer bir bağlantıyı Sarkis’in “Çaylak Sokak”ıyla kurduğu bölümden aldığımı not etmeliyim. Bkz.: Emre Baykal, a.g.e., s. 82, n. 80.

24 Andra Ursuta, “T. Vladimires­cu no. 5, Kiler ve

Yatak Odası”, 2013, 15. İstanbul Bienali, küratörler: Elmgreen & Dragset, Pera Müzesi, İstanbul, 16 Eylül-12 Kasım 2017. İyi Bir Komşu / A Good Neighbour, Bienal Kataloğu, İKSV, İstanbul, 2017, s. 350-353.

25 Sırma Köksal, “Oda”, Okumanın Halleri, Metis, İstanbul, s. 30.

26 Young-Jun Tak, “Objelerin Sessizliği ve Belagatı”, 2017, 15. İstanbul Bienali, küratörler: Elmgreen & Dragset, İstanbul Modern, İstanbul, 16 Eylül-12 Kasım 2017. İyi Bir Komşu / A Good Neighbour, a.g.e., s. 322325.

27 A.g.e., s. 322.

28 Nurdan Gürbilek, a.g.e., s. 66.

29 Lara Ögel, “Büyük Çayır 2018 Sergileri”, Riverrun, İstanbul, 2 Ağustos-15 Eylül 2018.

30 Georges Perec, Mekan Feşmekan, çev.: Ayberk Erkay, Everest Yayınları, İstanbul, 2017, s. 44.

31 Sarkis, “Bunker Sergileri - Sarı Punctum”, Riverrun, İstanbul, 8 Eylül-11 Kasım 2017. Sergi için bkz.: Bunker Sergileri Sarı Punctum, Norgunk Yayıncılık, İstanbul, 2018.

32 Gaston Bachelard, Mekanın Poetikası, çev.: Alp Tümertekin, İthaki Yayınları, İstanbul, s. 49.

33 Basma Alsharif, “Orada Her Kimse /Trompe l’Oeil”, 2016, programlay­an: Farah Aksoy, SALT

Galata, İstanbul, 30 Haziran-30 Ağustos 2020. Sergi hakkında bkz.: [https://saltonline.org/tr/2255/orada-herkimse?q=orada+her+kimse] Erişim tarihi: 10.09.2020. 34 Nurdan Gürbilek, İkinci Hayat: Kaçmak, Kovulmak, Dönmek Üzerine Denemeler, Metis Yayınları, İstanbul, 2020, s. 13.

 ??  ?? 1
1
 ??  ?? 2
2
 ??  ?? 1-2 Sarkis, “Çaylak Sokak” / “Bir İkona”,“Saat Kaç” (Küratörler: Emre Baykal ve Eda Berkmen) Arter, İstanbul, 13 Eylül 201914 Mart 2020/16 Haziran-26 Temmuz 2020 (Fotoğraf: Sevil Enginsoy Ekinci). 3 “Feyhaman Duran: İki Dünya Arasında” (Eşküratörl­er: Nazan Ölçer ve Gül İrepoğlu), S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi, İstanbul, 12 0cak30 Temmuz/13 Ağustos 2017 (Fotoğraf: Sevil Enginsoy Ekinci). 3
1-2 Sarkis, “Çaylak Sokak” / “Bir İkona”,“Saat Kaç” (Küratörler: Emre Baykal ve Eda Berkmen) Arter, İstanbul, 13 Eylül 201914 Mart 2020/16 Haziran-26 Temmuz 2020 (Fotoğraf: Sevil Enginsoy Ekinci). 3 “Feyhaman Duran: İki Dünya Arasında” (Eşküratörl­er: Nazan Ölçer ve Gül İrepoğlu), S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi, İstanbul, 12 0cak30 Temmuz/13 Ağustos 2017 (Fotoğraf: Sevil Enginsoy Ekinci). 3
 ??  ?? 4
4
 ??  ?? 5
5
 ??  ?? 4 İsmi Bilinmeyen Sanatçı, “Gergedan”, “Kapı Çalana Açılır: Ömer Koç Koleksiyon­u’ndan Bir Seçki” (Küratörler: Melih Fereli ve Karoly Aliotti), Abdülmecit Efendi Köşkü, İstanbul, 28 Eylül-12 Kasım 2017 (Fotoğraf: Sevil Enginsoy Ekinci). 5 Can Aytekin, “Boş Ev” (Küratör: Eda Berkmen), Arter, İstanbul, 16 Mart-15 Temmuz 2018 (Fotoğraf: Sevil Enginsoy Ekinci). 6 Andra Ursuta, “T. Vladimires­cuno. 5, Yatak Odası”, 2013, 15. İstanbul Bienali (Küratörler: Elmgreen&Dragset), Pera Müzesi, İstanbul, 16 Eylül-12 Kasım 2017 (Fotoğraf: Sevil Enginsoy Ekinci). 6
4 İsmi Bilinmeyen Sanatçı, “Gergedan”, “Kapı Çalana Açılır: Ömer Koç Koleksiyon­u’ndan Bir Seçki” (Küratörler: Melih Fereli ve Karoly Aliotti), Abdülmecit Efendi Köşkü, İstanbul, 28 Eylül-12 Kasım 2017 (Fotoğraf: Sevil Enginsoy Ekinci). 5 Can Aytekin, “Boş Ev” (Küratör: Eda Berkmen), Arter, İstanbul, 16 Mart-15 Temmuz 2018 (Fotoğraf: Sevil Enginsoy Ekinci). 6 Andra Ursuta, “T. Vladimires­cuno. 5, Yatak Odası”, 2013, 15. İstanbul Bienali (Küratörler: Elmgreen&Dragset), Pera Müzesi, İstanbul, 16 Eylül-12 Kasım 2017 (Fotoğraf: Sevil Enginsoy Ekinci). 6
 ??  ?? 7
7
 ??  ?? 8
8
 ??  ?? 7 Young-Jun Tak, “Objelerin Sessizliği ve Belagatı”, 2017, 15. İstanbul Bienali (Küratörler: Elmgreen&Dragset), İstanbul Modern, İstanbul, 16 Eylül-12 Kasım 2017 (Fotoğraf: Sevil Enginsoy Ekinci). 8 Lara Ögel, “Büyük Çayır 2018 Sergileri”, Riverrun, İstanbul, 2 Ağustos-15 Eylül 2018 (Fotoğraf: Sevil Enginsoy Ekinci). 9 Sarkis, “Bunker Sergileri - Sarı Punctum”, Riverrun, İstanbul, 8 Eylül-11 Kasım 2017 (Fotoğraf: Sevil Enginsoy Ekinci). 10 Basma Alsharif, “Orada Her Kimse” / “Göz Aldanması”, 2016 (Programlay­an: Farah Aksoy), SALT Galata, İstanbul, 30 Haziran-30 Ağustos 2020 (Fotoğraf: Sevil Enginsoy Ekinci). 9
7 Young-Jun Tak, “Objelerin Sessizliği ve Belagatı”, 2017, 15. İstanbul Bienali (Küratörler: Elmgreen&Dragset), İstanbul Modern, İstanbul, 16 Eylül-12 Kasım 2017 (Fotoğraf: Sevil Enginsoy Ekinci). 8 Lara Ögel, “Büyük Çayır 2018 Sergileri”, Riverrun, İstanbul, 2 Ağustos-15 Eylül 2018 (Fotoğraf: Sevil Enginsoy Ekinci). 9 Sarkis, “Bunker Sergileri - Sarı Punctum”, Riverrun, İstanbul, 8 Eylül-11 Kasım 2017 (Fotoğraf: Sevil Enginsoy Ekinci). 10 Basma Alsharif, “Orada Her Kimse” / “Göz Aldanması”, 2016 (Programlay­an: Farah Aksoy), SALT Galata, İstanbul, 30 Haziran-30 Ağustos 2020 (Fotoğraf: Sevil Enginsoy Ekinci). 9
 ??  ?? 10
10

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye