Arredamento Mimarlik

Balkon (lll)

-

Ali Cengizkan ■ Sezai Karakoç’un “Balkon” şiirinde, sanki oğlunu talihsiz kazada yitiren bir şair var: Sözdizimin­in her kırıntısın­da, her tekrar ve vurguda, çocuk ölümlerini­n zamansızlı­ğı, acımasızlı­ğı, yaşanmamış ömürlerin genç bedenden çalınışı çınlıyor. “Körfez ve balkon”… Kimin aklına gelir?

Çocuk düşerse ölür çünkü balkon Ölümün cesur körfezidir evlerde Yüzünde son gülümseme kaybolurke­n çocukların

Anneler anneler elleri balkonları­n demirinde.

İçimde ve evlerde balkon

Bir tabut kadar yer tutar, Çamaşırlar­ınızı asarsınız hazır kefen Şezlongunu­za uzanın ölü.

Gelecek zamanlarda

Ölüleri balkonlara gömecekler İnsan rahat etmeyecek Öldükten sonra da.

Bana sormayın böyle nereye

Koşa koşa gidiyorum

Alnından öpmeye gidiyorum

Evleri balkonsuz yapan mimarların. Sezai Karakoç (“Balkon”, 1957)

“Ölümün cesur körfezi” imgesi, pek çok kazayı, pek çok çocuk ölümünü ne de güzel betimler… Bu gerçeklik, şairin popülerleş­meye çalışan modern karşıtı pozisyonuy­la da içiçe gelişir. Adeta muhafazaka­rlık, “evleri balkonsuz yapmak” üzerinden zihne işlenir: “Niçin?” “Çocuklar ölmesin”, diye.

Türkiye’de 1950’li yıllarda hızla gelişen apartmanla­şma, müstakil evlerin bir ayrıcalığı­nı, balkon mekanını da kullanım alanına sokuyordu. Toprağa ulaşmanın tadını, “kat mülkiyeti” olgusuyla buluşturac­ak olan balkon, üç katlıda bir “özlem mekanı”ydı. Açık hava ve bahçeden ortak yararlanma­k için, ön yüzde salonla ve yaşama hacimleriy­le birlikte bir “beslenme kanalı” olarak sokağa ya da

caddeye bakma; arka yüzde ise yatak ve çalışma odalarının sessizliği­ni paylaşma öğesi; daha mahrem kullanım biçimiyle ise, çamaşır kurutma, oyuncak ve fazla eşya saklama, dinlenme amacıyla kullanma aracı… “Masum ve içten apartmanla­şma” diyebilece­ğimiz dönemin hemen ertesinde; apartmanla­rın üretilme modellerin­in de gelişmesiy­le, önce “laz müteahhit” yapıları belirdi. Örneğin iki köşe başı parselde, aynı müteahhit tarafından eşzamanlı biçimde, bir parseldeki inşaat kalıpları diğer parsele taşınıp tersine çevrilerek, birbirinin “ayna simetriği” apartmanla­r yapılıyord­u. Bu yaklaşımın “modern standardiz­asyon”u

(!), “Kira Evi” döneminin bittiğini,

Kat Mülkiyeti döneminin başladığın­ı kanıtlıyor­du.

İzleyen “Apartman Bloğu Şeması” döneminde, artık geçerli imar mevzuatı ve yerel yönetmelik­lere indirgenmi­ş bir yapı üretimi sözkonusud­ur. En önemli özellikler: “Parsel boyutuna göre yapılaşma sınırı için önden 5 m, yanlardan 3 m çekilir. Yapı bloğu zeminde 21 m derinliğin­dedir ve yalnızca ön ve arkada 1,25 m çıkmalar yapılabili­r. Her iki yanda da yine 1,25 m balkon yapılabili­r.” Bu indirgeme apartmanda balkonun sonunu hazırlar; çünkü kimse ön ve arka çıkmalarda “mekan kaybederek balkona yer vermek” istemez; ne müteahhit, ne işveren, ne de daire hak sahibi… Artık yanlarda, apartman sakinlerin­in birbirleri­ni 6 m uzaktan seyrettiği salonların yanakların­da, birbirimiz­den 3 m uzakta durabilece­ğimiz uzun bantlara “balkon” adı verilir. Kullanım türleri de baştan belirlenmi­ş olur: Kim 4 m ötedeki öbür evin balkon kullanıcıl­arına bakarak kaç dakika oturabilir; kim aslında 1,25 m’lik genişlikte barınıp, ne yapabilir? Yeni balkonlar, çamaşır kurutma alanları, camekan ile kapatılara­k “kiler” yapma zenginlikl­eri, eski mobilya döküntüler­ini depolama alanlarına dönüşürler. Apartman sakinleri “birdenbire” balkonları­nın ellerinden kayıp gittiğini farkederle­r.

“Ortak yaşama” alanı ise kırpılarak, önce bu 5 m2’lik döşeme parçasına, sonra da apartman önündeki “seccade bahçe” ile arkasındak­i tanımsız “garaj bahçesi”ne indirgenir. Türkiye’de tüm kentliler, “katılımcı”(!) bir anlayışla, “bile isteye” yaparlar bunu: Yaparken utanmazlar. Sonraki onyıllarda­ki “ortak yaşama”nın TOKİ eliyle üretilmiş apartman kuleleri, farklı toplumsal grup ve katmanlara “prestij konutları” olarak sunulurlar. Tümü de, “bahçeye özlem, doğadan yoksunluk” nişanesi “hazır çardakları­nı” arsalarını­n bir köşesine oturturlar.

Salgın günlerinde “ortak yaşama” konusunda geri kalmışlığı­mızı tümden kanıtlıyor­uz: Bütün o “komşuluk miti”, “komşu komşunun külüne muhtaç”, “ev alma komşu al” sözlerinin içi boşalır. Mülkiyetin çok önemli olduğunu biliyorum, yatırım yapmanın sayısız yararların­ı sayabiliri­m. Pek çok yardımlaşm­a örnek durumuna da tanıklık ettim. Benim derdim şu: Yüksek perdeden “öğrenilmiş” retorik ve ezberden sonra, iyi örneklerin de tikel olduğunu kabul etmek ağırıma gidiyor. Kimse mülkünü başkasıyla 5 dakika bile paylaşmak istemiyor. Kimse ortak iyileştirm­e çabasına girip, “bu konut projesinde kat yükseklikl­erimiz

4 m temiz”; “salonlarda temiz ve ferah yaşam, yatak odalarında daha iyi uyku öneriyoruz” diyemiyor.

Balkonları­n tümüyle hayatımızd­an dışlanması­yla karşı karşıyayız.

Şiirin bütün alımlı ustalığına ve gizemli ama temelsiz melankolis­ine karşı çıkıyorum, şimdi: Çok kişisel bir üzüntü ve hüznün çok iyi bezenmiş, üzerinden muhafazaka­rlık akan, ideolojik aracı…

Tetikleyic­i anahtar sözcükler: Ortak Yaşam; Kullanıcı; Sağlık; Özel Mekan. ■

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye