Vernaküler
Saitali Köknar ■ Yöresel olan, yerel imkanlarla, geleneksel yöntemlerle yapılan anlamında. Mimarlık literatüründe sıklıkla “vernaküler mimari” tamlamasıyla kullanılır. Dil ile ilişkili kullanıldığında; örneğin Katalanca, vernaküler bir dil olarak tanımlanır. Resmi egemen dilin dışında kalan dilleri kapsar. Mesela vernaküler eğitimden kasıt kolonyal Hindistan sözkonusu olduğunda İngilizce olmayan eğitimdir. Hinduca, Urduca diyerek yerelde olanı tanımak yerine vernaküler sıfatını kullanmak hem operasyonel bir zekaya hem de yeniden bir efendi-köle ilişkisine işaret ediyor.
Doğrudan tek kelime ile Türkçe’ye tercümesi güçtür. Bölgesel, ulusal, otantik, yöresel, yerel, folklorik gibi bir kavram örüntüsü içerisinde, o yere özel bir iklim ve topografyayla bütünleşik, yine o yerin kültürel ve ekonomik birikimini yansıtan üretimler için kullanılır. Kelimenin kökeni Romalı efendilerin evinde çalışan, yanaşma, köle anlamındaki “verna”dan gelir. Dolayısıyla vernaküler mimari pek çok coğrafyaya yayılmış bir uygarlığa mensup bir efendinin gözünden bakmadıkça tarif edilemez. Doğaldır ki yerli olan kendi mimarlığını yerel olarak tarif edemez.
Bazen evrensel, bazen emperyal, bazen kolonyal bir dış göz gerektirir. Bu haliyle modern olanın bir antitezi olarak da konumlandırılır. Halbuki modern mimari kendi etik kurallarını tesis ederken sürekli ilksel olana, kökenlere dolayısıyla vernaküler mimariye başvuragelmiştir. Bu ironik dışlayıcı diyalektikten ötürü vernaküler kavramı ülkemizde yaşanagelen Batılı karşıtı olmak - Batılı olmak kutupları arasına sıkışır kalır. Odadaki fil gibi oradadır ama konuşulmayandır. Tiyatro yazarı ve yönetmeni Sam Shepard’ın “Gömülen Çocuk” oyunundaki gibi evin arka bahçesine gömülü olduğu bilinen ama konuşulmayan, konuşulmadıkça aileyi parçalayan bir bebek cesedi gibi tekinsizdir. Çok dilli etkinliklerde tercüme edilmez, dışarıda bırakılır. Kolaylıkla evrensellik karşıtlığıyla karıştırılır. Pazarlamanın hizmetinde içi boşaltılmış sembolik imgeler üretebilmek için araçsallaştırılır. Belki son zamanlarda ekolojik felaketin eşiğinde olmanın da getirdiği bir arayışla, -özellikle ekolojik niteliklerinden ötürü- vernaküler mimari sosyo-politik gerginlik alanından biraz daha teknik bir alana inerek daha rahat kullanılmaya başlanmış olabilir.
Hal böyleyken vernaküler mimari denildiğinde akla ilk gelen imgeler Harran’ın toprak kümbet evleri, Safranbolu’nun kent dokusu, Karadeniz’in yığma ahşap çantı evleri iken vernakülerin işaret ettiği açmazları tartışarak günümüze taşımak, vernaküleri burada ve şimdi (hic et nunc) olanla ilişkilendirmek; örneğin Beşiktaş Meydanı’nda kaykay yapmanın vernaküler bir pratik olduğunu görebilmek oldukça zor. Nerede olduğu önemli olmayan bir merkezin tarif ettiği çeperin içine doğmuş ve zihni bu merkez-çeper diyalektiği ile esir alınmış birinin yaşadığı yere ve yaşadıklarına uyanması için ise gerekli. ■