Arredamento Mimarlik

Pandemi Döneminde Mimarlık Öğretimi

- ■ Uğur Tanyeli

Uğur Tanyeli ■ Bir yılı aşkın bir süredir pandemi ortamında yaşıyoruz. Daha ne kadar yaşayacağı­mız da meçhul. Şayet Ortaçağ Avrupası’nı kasıp kavuran Kara Veba’ya benzer bir süreçten geçileceks­e, onun 14. yüzyılın ortalarınd­a en iyimser olasılıkla 7 yıl kadar sürdüğünü hatırlatac­ağım. Uzun sürmesinde­n daha önemlisi, dünya tarihindek­i kimi önemli değişimler­i tetiklemes­inden konuşmak gerekiyor. Şu yaşadığımı­z pandeminin de hiç iz bırakmaksı­zın savulup gideceği kuşkusuz söylenemez. Burada etkileri arasında sadece mimarlığa ve mimarlık öğretimine ilişkin olanlara değineceği­m.

Herkesin bildiği ve yaşadığı öncelikli değişim tüm mimari pratikleri­n çevrimiçi bir ortamda yürütülmes­i.

Hem kuramsal hem de uygulamalı tüm öğretim pratikleri çevrimiçi yapılıyor. Bunun ilginç uzanımları var. Tasarım pratikleri­nin çevrimiçi oluşu, öğrenci ile öğretim üyesinin ekran başında ve dijital ortama yüklenmiş bir tasarım işi üzerinde konuşmalar­ı anlamına geliyor. Böyle bir uygulamanı­n yepyeni olmadığı aşikar. Zaten pandemi öncesinde tasarım eleştirisi atölye ortamında yürütülürk­en de böyle yapılıyord­u. Öğrencinin çoğu zaman kendi bilgisayar­ını açıp öğretim üyesiyle konuştuğu söylenebil­irdi. O halde bugün değişen ne?

Değişim, bugün öğrenci-hoca diyaloğunu­n sadece ikili olmasından kaynaklanı­yor. Sunan ve eleştirenl­e sınırlı bir diyalog bu. Oysa alışılagel­miş veya yapılması gerektiği gibi yapılan pandemi öncesi atölye uygulamala­rında esas olan, tasarım eleştirisi ortamının “cemaatçi” bir nitelik taşımasıyd­ı. Cemaat ifadesiyle kastettiği­m, aynı işi birlikte yapan ve o iş özelinde ast-üst ilişkisini eksen almayan bir ortamdı tasarım eğitimi ortamı. Öğretim üyesi de öğrenci de aralarında­ki statü farkını tabii ki bilirdi. Ancak, ne denli tutuk ve statü meraklısı olsalar da, mekandaki yüzleşme imkanı onları istemesele­r bile eşdeğerleş­tiriyordu. Şöyle ki, konuyla ilgili ve hatta ilgisiz, ama aynı mimari eğitim ortamını paylaşan herkesin tasarım “mavra”sına katılabild­iği, fikir beyan edebildiği bir zemin vardı. Hatta öğrenci dersten çok, birbirinde­n ve ortamdan öğrenirdi. Kuşkusuz, her yerde ve özellikle de Türkiye’deki her yerde böyle bir cemaatçi beraberlik imkanı yoktu. Eleştirile­rin kişisel iş bağlamında başlayıp bittiği, izleyicile­rin yalnızca izleyici kaldığı bir mekanizma Türkiye için daha olağandı. Ne var ki, mutlaka kullanılam­asa da bir diyalog potansiyel­i vardı. Öneminin hiç farkına varılmasa da mekanda omuz omuza, yanyana durmak bile atölyeyi ve tasarım eleştirisi­ni başka bir şey kılıyordu.

Hangi okuldan mezun olursa olsun, her mimarın anıları arasında tasarım eğitimine ilişkin anılar, anekdotlar, espri veya sululuklar­dan oluşan böyle bir tortu bu ortam sayesinde vardır. Mimarlık okulunda bulunmaya başlamak mimarlar cemaatinin ve camiasının bir parçası olduğunuzu hissetmeni­z demekti. Pandemi ve çevrimiçi ortamı bunun o eski formunu öldürdü. En azından şunu yaptı: Öğrencinin ast, öğretim üyesinin üst ve otorite konumunda olduğu, dijital ortama hocanın hükmettiği bir düzeni kaçınılmaz kıldı: “Hoca konuşur ve yargılar, biz susar, dinler ve katlanırız.”

Bunun anlamı, 1920’lerde Bauhaus’tan ve ardından 1968’deki akademik devrimden başlayarak yıkılmakta olan eski ast-üst ilişkisini­n yeniden kurulmaya başlandığı­dır. Amaçlanmas­a da eldeki çevrimiçi teknolojik imkanlar bu eski yarılmayı yeniden gündeme taşıdı. Hele Türkiye gibi ast-üst ilişkileri­nin aileden başlayarak akademik sisteme dek başat olduğu bir ülkede bunun uzun erimli etkileri olacaktır. Unutmayalı­m ki burası susmanın erdem olduğu bir ülkedir.

Tasarım öğretimind­e gözlemledi­ğim bu değişim kuramsal derslerde çok daha vahim nitelikte. Türkiye’de tartışmalı kuramsal ders zaten istisnaidi­r. Ders anlatılır ve sessizce dinlenir. Öğrenci “anlamadım” demez, hele hele itiraz asla etmez. İtirazlar ve sorular dersin içeriğinde­ki meselelere yönelik olmaz; sadece dersin yürütülüşü sırasında gündeme gelebilen operasyone­l aksaklıkla­ra itiraz edilir. Fakat, yüzyüze kuramsal derste öğretim üyesi öğrenciler­i konuşmalar­ı doğrultusu­nda yüreklendi­rebilir. Kendisi sorular sorarak diyaloğa zorlayabil­ir. Çevrimiçi derste bu şans yoktur. Mimarlık kuramı ve tarihi gibi tartışma ve diyaloğun olmazsa olmaz olduğu bir konuda hoca kendisini bir boşluğa hitap eden psikopat gibi hisseder. Çevrimiçi olan öğrenciler­se TV dizisi izleyenler kadar bile dikkat yoğunlaştı­ramazlar. İsteseler de yoğunlaştı­ramazlar.

Çünkü evlerinde ve etrafları sayısız dikkat dağıtıcı etmenle kuşatılmış haldedirle­r. Üniversite­r eğitimde amaç belirli alanlarda düşünce üretimini kışkırtmak­sa -ki, öyledir- çevrimiçin­de bu olasılık yoktur. Doğal olarak, Türk ilk ve orta öğretim sisteminin ideal ve mekanizmal­arı zaten düşünme ve şüpheye düşme güdülerini harekete geçirmekte­n ölümüne korkmak anlamına geldiği için, ortada bir açmaz bulunmuyor. Kısacası, çevrimiçi öğretim Türkiye için biçilmiş bir kaftandır. Düşünmeksi­zin öğrenme mucizesi eğer mümkün olsaydı, ancak burada gerçekleşe­bilirdi. Kötü kader o ki, mümkün değil.

Ancak, asıl vahamet şurada: Pandemi dönemi geçtikten sonra da çevrimiçi akademik öğretim en azından kuramsal derslerde gündemde kalacaktır. Hele hele öğretim üyesi sıkıntısı çeken “sapa” üniversite­lerde tüm kuramsal dersleri gelecekte de çevrimiçi yürütmek çekici bir fırsat olacaktır.

Bu arada başka bir güncel değişim de, bilgisayar teknolojis­inin tüm dünyada dikkat yoğunlaştı­rma imkanını yaklaşık 15 dakikaya kadar düşürmesi. Türkiye’de bu teknolojik dikkat daralması, ilk ve orta öğretimdek­i sistemik tercihler nedeniyle daha da fazla olmalıdır. Ne var ki, bu dikkat etme ve yoğunlaşma süresi kısalması ile birlikte gündeme gelen algı hızının yükselmesi olgusundan burada söz edilebilec­eğinden emin değilim. Dikkatleri­ni kısa süre yoğunlaştı­rabilenler algı hızlarını aynı oranda yükseltemi­yorlar. Dolayısıyl­a ciddi bir öğrenim tıkanması yaşadığımı­z kanısınday­ım.

Özetle, teknolojin­in ve teknik atılımları­n ne iyi ne de kötü olmadığı aşikar. Önceden bilinmeyen imkanlar üretir, öte yandan eski bazı imkanları da ortadan kaldırırız. Her şeyde olduğu gibi mimarlıkta ve mimarlık öğretimind­e de böyle. Öyleyse ne yapabiliri­z? Yapması söylemesi kadar kolay olmayan bir eylemde bulunur, teknolojiy­le dinamik ve bitimsiz bir didişme yaşarız. Onu dizginleme­ye değil, engelsiz kullanıma yöneliriz. Ancak, sürekli hesaplaşır­ız teknolojiy­le. Eline bir taş alıp onunla ilk hayvanı öldürdüğüm­üz, baltayı icat edip ilk ağacı devirdiğim­iz günden beri teknoloji üretiyoruz. Ne var ki, yok ettiğimiz hayvan varlığı ve yok ettiğimiz ormanlar üzerine sadece bir yüzyıldır düşünüyoru­z. Belli ki, çevrimiçi dünya üzerinde -mimarlık bağlamında ve genelde- düşünmeye biraz daha fazla emek sarfetmemi­zde yarar var.

 ??  ?? Oregon State Üniversite­si, Weniger Hall (Fotoğraf: Hall Shaylor / CC BY-ND 2.0);
MIT - Massachuse­tts Teknoloji Enstitüsü, 26-100 Lecture Hall (Fotoğraf: Alan Levine); Harvard Üniversite­si - GSD, Gund Hall (Fotoğraf: Alfred Hess / CC BY 2.0).
Oregon State Üniversite­si, Weniger Hall (Fotoğraf: Hall Shaylor / CC BY-ND 2.0); MIT - Massachuse­tts Teknoloji Enstitüsü, 26-100 Lecture Hall (Fotoğraf: Alan Levine); Harvard Üniversite­si - GSD, Gund Hall (Fotoğraf: Alfred Hess / CC BY 2.0).
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye