Katılım(n)
Hakan Evkaya ■ İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin açtığı; Taksim, Kadıköy, Salacak ve Bakırköy yarışmalarının süreci katılımcılık ile ilgili öncü birer deneme olmalarının ötesinde kamusal mekanın, nihayetinde yarışma ile elde edilmesinden kaynaklı önemli bir dönem olarak anılacaktır.
Yarışmalar, proje üretiminin en demokratik ve katılımcı halidir. Bu tartışılmaz bir gerçektir. Ayrıca yarışmalar süreç olarak incelendiğinde, mevzuata uygun şekilde işlediği sürece nadiren kötü sonuçlanmıştır. Sonuçları her zaman eleştiriye açık bir zemin sunsa da yarışma metodu kutsallığını hiçbir zaman kaybetmemiştir diyebiliriz.
Peki, neden özellikle Taksim olmak üzere bu yarışma serisi bu kadar eleştiriye maruz kalmış ve hatta Mimarlar Odası bile süreci tamamlanmış ve halk oylamasına sunulmuş olan Taksim Yarışması ile ilgili olumsuz beyanda bulunmuştu? Dikkat edin; süreci tamamlanmış diyorum. Yani, neredeyse bir yıl boyunca süren jüri çalışmaları ve STK’lar ile yapılan sayısız toplantılar bir yana yarışma ilanından sonra ilk aşamada projelerin teslimi, ikinci aşamada ödül gruplarının belirlenmesi ve üçüncü aşamada halk oylaması ile aylarca devam etmiş yorucu bir süreç yaşandı. Bütün bu süreç, idare ve jüri tarafından sürekli açıklamaların yapılması, raporların yayınlanması, ekiplerin ayrı ayrı sunumlarını yapması gibi yöntemlerle şeffaf bir biçimde sürdürüldü. Bu durum hem mimarlık adına hem de toplumsal evrimimiz adına iyi bir şeydi. Gizlilik içinde tamamlanarak kimselere hiçbir şey sorulmadan yapılmış Taksim Meydanı yeniden tasarlanırken demokratik, sosyal ve katılımcı bir süreç işliyordu. Ve bu ilk kez yaşanıyordu. Ne elitist bir grubun soylulaştırmasına ne de muhafazakar bir grubun soyutlaştırmasına maruz kalınmıştı. Katılmak isteyen tüm mimari ekiplerin söylemleri sonucunda üç eşdeğer proje halk ile yüzleştirilmiş ve oy vermek isteyen herkesin fikri alınmıştı.
Ancak sonradan anlaşılıyor ki bazıları için tüm bu süreç gizlilik ve hevesli bir sessizlikle izlenmiş ve en sonunda halk oylaması aşamasına geçildiğinde ise tepkiler yağmuru için hazırlıklar yapılmıştı. Bunun sebebi neydi? Belki de ilk kez meslek insanları, yarışma kurumunun meşruluğunu tartışmışlar, meslek odası ise boykot içeren bir yazı ile yarışmaya tepki göstermişti.
Katılımcılıktan defalarca kereler bahsedilmiş, uluslararası katılımın azlığı sorgulanmıştır. İşte bu ilginç bir durum olmuştu bizim için. Anlayamamıştık. Taksim Yarışması özelinde söyleyebileceğim, yarışmanın uluslararası ve açık oluşu idi. Yani, yarışmaya isteyen katılabilirdi. Gördüğümüz en iyi şartname hazırlanmıştı, ödüller tatmin ediciydi, ilk aşama ve ikinci aşama için ayrımlar doğru düzgün yapılmıştı.
“Katılımcılık” belki kolokyum boyunca en çok duyduğum kelime olmuştu. Tartışmanın kimi zaman çirkinleştiği anlar bile yaşandı. Ne etliye ne de sütlüye dokunan eleştiriler yapmayı güvenli ve hatta belki de eğlenceli bulanlar gönüllerince koşturup oynayabileceği alanı katılımcılık kavramının kaygan zemininde buldular. Zira her seferinde başka şekillerde gerçekleşmesi mümkün olan, bu yüzden de net bir yöntemi tanımlanmamış katılımcılık üzerinden yapılan eleştirilerin zamanlaması da buna hak verir nitelikteydi. Niyeti ortaya çıkan işlere yönelik eleştirileri “dostlar alışverişte görsün” şeklinde geçiştirip, sözlerini katılımcılık üzerinden büyütmeye çalışanlar, projeler için yapılan tanıtım çalışmalarından büyükçe bir ısırık kapma kuyruğuna girdiler adeta. Ama şu soruyu kimse cevaplamadı: “Daha katılımcı bir süreç nasıl olabilirdi?”
Yerinde bir soru bu. Jüri çalışmaları, ilgili sivil toplum kuruluşları ve meslek odaları ile bir yıl boyunca tartışılarak yürütülmüş, şartnamesi hiçbir yarışmada görmediğimiz ustalıkta hazırlanmış bu yarışma, uluslararası katılıma açık olarak ilan edilmişti. Katılım çevrimiçi olarak yapıldı. Altyapı ve ilgili teknik kadro hatasız çalıştı. Jüri çalışmaları her iki aşama için de fiziksel olarak yapıldı. İkinci aşama sonunda belirlenen üç adet eşdeğer ödül sahibi halka sunum yaptı. Projeler anlatıldı, tartışıldı. İstanbullu ya da değil birçok insan ilk kez böyle bir sürece katılmış oldu. İlgili kurum eşitliği sağlamak adına maket ve sunumu üstlendi. Taksim Meydanı’nda sergi yapıldı. Anaakım medya bile bu konuya ilgi gösterdi. Müellifler ile röportajlar yapıldı, halk daha da çok bilgilendirildi. Ünlü isimler paylaşımlar yaptı, herkese ulaşılmaya çalışıldı, en azından denendi.
Daha katılımcı bir süreç olabilir miydi? Bilmiyorum ama bilemediğim başka bir soru nedense hep daha ağır basıyor: “Neden katılmadınız?”