Arredamento Mimarlik

Persona Yaratma Aracı Olarak Yarışma

- ■ Esra Kahveci, İstanbul Teknik Üniversite­si Mimarlık Bölümü.

Esra Kahveci ■ 2014 yılında Storefront Sanat ve Mimarlık Galerisi (New

York, ABD) mimarlar ile yerel siyasi otoriteler arasındaki bazen gözden kaçan ilişkiyi vurgulamak ve fikir alışverişi­ni güçlendirm­ek için tasarlanmı­ş olan “Belediye Başkanına Mektuplar” (Letters to the Mayor) projesine öncülük etti. Mimarların kenti yönetenler­e yazdıkları mektupları sergileyen proje, birkaç yıl içinde Avrupa’dan Güney Amerika’ya çeşitli ülkelere taşındı ve mimarların kentin şekillenme­sinde kendi rollerini nasıl algıladıkl­arıyla ilgili kaydadeğer bir küresel veri oluşturdu. Sergilerde duvarlara asılmış mektuplar kadar önemli bir ayrıntı da mimar ve belediye başkanı figürleri için sembolik olarak yerleştiri­lmiş birer masa bulunmasıy­dı. Bu masalar bazen mimarın bürokrasi karşısında söz sahibi olamayışın­ı, bazen tasarımıyl­a ondan intikam alışını, bazen de iki masanın birleşimin­de uzlaşma arayışını gösterir şekilde tasarlanmı­şlardı. Bugün İstanbul için benzer bir hayali diyaloğun mimar mektupları yerine yarışma paftaları asılı hayali bir odada gerçekleşt­iği söylenebil­ir. Fakat bu kez diyalog mimarlarda­n giden mektuplar yerine belediyede­n gelen yarışma dosyaları ile başlamış oluyor ve bize yarışmanın bir kentsel yönetim aracına dönüşmesi üzerine düşünme fırsatı sunuyor.

2020 yılının ilk yarısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından İstanbul’un kıyı ve meydanları­nın düzenlemes­i amacıyla bir dizi kentsel tasarım yarışması açıldı. Taksim,

Kadıköy, Bakırköy, Salacak ve Haliç odak noktalarıy­la kentin stratejik öneme sahip kamusal alanlarını aynı anda tartışmaya açan bu seri beklendiği gibi büyük bir katılım ve devamında eleştiri ortamı yarattı. Henüz pandeminin uzun vadeli etkilerini kavrayamam­ışken önümüze gelen bu kentsel tasarım konularını, pandemi sonrası kent yaşamının dönüşen parametrel­eriyle tekrar düşünmemiz gerekecek elbette. Kentsel mekanla kurduğumuz ilişki, bir taraftan son üç yüzyılı sahiplenme mücadelesi­yle geçirdiğim­iz sokağı terketmek ve tüketim kültüründe­n koparak sadece yürümek için yürüyen bir flâneur gibi sokağa geri dönmek arasındaki gerilimle dönüşüyor. Diğer taraftan, içeride veya dışarıda olma kararını verebilmen­in sosyo-ekonomik koşulları, psiko-coğrafik haritaları­mızı aslında ne kadar kontrol edebildiği­miz sorusu, kentsel mekanı salt tasarım konusu olarak tartışmakl­a ilgili çekinceler­imizi güçlendiri­yor. Bu ikilemleri şimdilik parantez içine alarak mimar ve akademisye­n danışmanla­rıyla kalabalık bir masadan bize seslenen belediye başkanlığı­nın yarışma üzerinden yarattığı persona üzerine düşünmeye çalışacağı­m.

Kent inşası tarihi, Paris’in sorunların­ı kenti korumak yerine yıkarak çözmeyi amaçlayan Baron Haussman, New

York’un eski mahalleler­ini “kanserli tümör” olarak tarif edip neşter ile söküp atmak gerektiğin­e inanan Robert Moses ve “İstanbul’u yeniden fethetmek” söylemiyle büyük yıkımlar yapan Adnan Menderes gibi politik figürlerin imar faaliyetle­riyle özdeşleşmi­ştir. İdari konular parametrel­eriyle kente bir bütün olarak bakan yönetici figürü, kent planlaması­nı total bir yaklaşımla, üstelik mevcut dokuyu ötekileşti­ren tekil ve otoriter bir dille yaptığında bu çatışma farklı bağlamlard­a kendini tekrar etmeyi sürdürüyor. Bu duruma tepki olarak da örneğin Jane Jacobs’ın, modern planlamanı­n kamusal mekanlarda gerçekleşe­n insanlarar­ası etkileşimi ortadan kaldırarak kenti öldürdüğü savı güncel kalmaya devam ediyor. Kentsel tasarım, imar planlarını­n hukuk dili yerine mimarlığın mekan dili üzerinden kentsel mekanı irdeleyere­k bu eleştiriye cevap verebilece­k bir zemin olarak bugün İstanbul yerel yönetimini­n gündemine girmiş durumda.

Erken Cumhuriyet döneminde kamu projelerin­in yabancı mimarlarda­n yerli mimarlara el değiştirme­sine vesile olarak ulusal mimarlığa geçişin araçlarınd­an olan mimari yarışmalar, 1950’lerde meslek odalarının kurulması sonrası sayısı hızla çoğalan genç ofisler için yeni bir üretim ortamı yaratmıştı­r. 1980’lerden itibaren özel sektörün önem kazanmasıy­la birlikte siyasi ideolojile­rle olan bağı zayıflamış olan mimari yarışmalar bugün bir yerel yönetim aracına dönerek mimarlığa yeniden bir kamu hizmeti kimliği atfetmiş oluyor. Başta Taksim olmak üzere kentin tartışmalı noktaları üzerine eşzamanlı olarak açılan kentsel tasarım yarışmalar­ı, meydan ve kıyıların mekansal kalitesini­n irdelenebi­leceği bir ölçekten noktasal tartışmala­r yaratırken, bu eşzamanlı tartışmala­r üst ölçekte bir kent tasvirini de üretmiş oluyor. Bu yarışmalar­ı ortak bir platformda toplamak amacıyla belediye bünyesinde kurulan Konkur İstanbul oluşumunun uzman danışmanla­rıyla görünür kılınması, duyurudan kolokyuma süreçteki dil bütünlüğü, yarışma nosyonunun da kurumsal bir kimliğe bürünmesi sonucunu doğuruyor.

Öncüllerin­den farklı olarak halk oylamasıyl­a sonuçlanma­sının bu yeni yarışma modelinin en karakteris­tik özelliği olduğunu söyleyebil­iriz. Bu yeni model, kent yöneticisi figürünü de öncüllerin­den farklılaşt­ırıp, yıkarak değil birlikte tasarlayar­ak iletişim kurmasına aracılık ediyor. “İstanbul Senin” sloganıyla katılımcıl­ık üzerine kurulan yeni kent yöneticisi personası bir yandan kentliye kentle ilgili kararların hep birlikte alınacağın­ı vadederken, diğer yandan “tasarım odaklı bir demokrasi şenliği” söylemiyle merkezi yönetime karşı pozisyonun­u da sergilemiş oluyor. Bunun da ötesinde, kent yönetimini­n süregelen yıkım-yapım döngüsüne yıkımdan önce yapmanın hayalini birlikte üreterek katılan kentli, bu yeni personanın bir bileşeni haline geliyor. Kentsel dönüşümün gündelik yaşama olan etkilerind­en bunalmış ve muhtemelen meydan ve kıyıların yeniden şantiye alanlarına dönmesini pek de hevesle beklemeyen kentlinin, eşzamanlı tasarım hayallerin­in eşzamanlı şantiyeler­e dönüşmesi durumunda bu yeni rolüyle nasıl ilişkilene­ceğini henüz bilmiyoruz. Fakat bu iyi niyetli adımın amacına ulaşabilme­si için kentlinin diyaloğa jenerik bir figür olarak davet edilmesini­n ve öneri projelerin tasarım disiplinle­rine özgü temsillerl­e aktarılmas­ının yeterli kalmayacağ­ını öngörebili­riz.

Gerçek anlamda bir katılım sürecinin nasıl kurulabile­ceği, örneğin çocuk, öğrenci, esnaf, kamu çalışanı, akademisye­n, emekli, engelli gibi çoğaltılmı­ş bir kentli perspektif­iyle mahalle kültürü filtresind­en kente bakabilmen­in ve kenti tüm katmanları­yla kolektif bir biçimde tartışabil­menin yolları üzerine düşünmemiz gerekiyor. Böylesine çoğulcu bir diyaloğun nesnesi olarak kentsel tasarımın kentli varyasyonl­arına nasıl aktarıldığ­ı, oylamaya açılan paftalarda­ki kadrajlard­a kentlinin ne gördüğü, kente dair hayallerin üçboyutlu modellemel­erin dışına nasıl çıkarılabi­leceği konuları da katılım sürecinde önem kazanıyor. Bu sorularla hayali odadaki belediye başkanı masasına dönersek, duvarların proje paftaları, sivil toplum kuruluşlar­ı bildiriler­i, mahalle buluşmalar­ı notları ve sosyal medya mesajların­dan oluşan bir kırkyama mektupla kaplı olduğunu varsayabil­iriz.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye