Katılımsızlaştırma Yarışmaları
Umut Özgür Karakuş ■ Dünya üzerinde kent meydanları yapıları gereği her zaman idelolojik mekanlar olmuştur. Sokaklar ve meydanlar tüm zaman aralıklarında ve her kesim için önemli bir rol oynamıştır. Bu yüzden tarih boyu tartışmaların da merkezinde yer almıştır. Ancak kamusal meydanları tasarlamak istiyorsak diğer yapılar ile entegrasyonunu sağlamamız gerekir. Kent meydanları bütün donatılarıyla birlikte bir bütündür. Örneğin Taksim Meydanı’nı AKM’den veya Gezi Parkı’ndan bağımsız düşünemeyiz ve düşünmemeliyiz. Çünkü bu yapılar bu meydanı oluşturan tarihi hafızadır.
Türkiye’de ve dünyada kent meydanlarının bu kadar tartışılması ise öncelikle üstlenmiş oldukları tarihi hafızadan ve bulundukları ideolojik pozisyondan dolayıdır. Özellikle Türkiye’de kent meydanları siyasi iktidarların her zaman hedefinde olmuştur.
Süreçler belki de her zaman benzer şekilde işliyor: İlk olarak kent meydanını oluşturan
diğer tarihi donatılar işlevsizleştirilmeye; meydana bağlanan yollar, yapılar ve meydanın çevresinden akmakta olan hayat değiştirilmeye başlanıyor. Böylece kent meydanı, bağlamından koparılmaya çalışılıyor. Sonrasında da bu tarihi mekana yeni bir işlev yüklenmesiyle planlar gerçekleştiriliyor. Özellikle
Taksim Meydanı ile ilgili uzun soluklu kimliksizlikleştirme çalışmalarına şahit olduk. AKM ile başlayan süreç daha sonra Gezi Parkı ile devam etti ve son olarak da meydana çıkan yollarda “battıçıktı”ların yapılmasıyla siyasi iktidarın hedeflerini görmüş olduk. Bunların bazılarında ne yazık ki başarılı oldular.
Bunu son zamanlarda sadece Taksim Meydanı özelinde değil birçok tarihi kent meydanı için de söyleyebiliriz aslında. Aynı süreçleri yaşamış Kadıköy Rıhtım Meydanı özelinde de konuşabiliriz.
Hafızasını kaybetmiş veya kaybetmeye yüz tutmuş kent meydanlarının “katılımcı” yarışmalarla tasarlanması çok değerli. Ancak bu süreç bir o kadar da tehlikelidir. Özellikle “katılımcıların” ve karar vericilerin konu hakkında yeterli bilgiye sahip olmamaları süreci sonu olmayan bir girdaba sokabilir.
Katılımcılık iddiasında bulunan yarışmaların dünya üzerinde birçok örneği mevcut. Çalıştığım ofisle birlikte dahil olduğum kentsel ölçekteki birçok proje de katılımcılık iddiası taşımasına rağmen şu an Türkiye’de de tartışılmaya devam eden benzer sıkıntıları yaşamaktayız. Dünyanın her yerinde “katılımcılı” yarışmalar hem katılımcı aktörler hem de yöneticiler tarafından sorgulanıyor. Ne denli katılımcılık sağlanabiliyor, oluşturulan programlar ile katılımcıların karar vermesi ne kadar mümkün oluyor veya ne kadar özgürlük tanınıyor? Bu süreçlerde tüm bunların tartışıldığına şahit oldum. Yine parçası olduğum benzerlerinde de sivil toplum kuruluşlarının, farklı disiplinlerden meslek örgütlerinin sürece katılımında sorunlar yaşandığına da şahit oldum.
Ne yazık ki gerçekleşen örneklerde çoğunlukla, sınırlı sayıda “katılımcı
(yasa koyucu)” tarafından yazılmış katı şartnameler ile projelerin çerçevelerinin çok önceden çizilmiş ve yarışmacılara verilmiş olduğunu görüyoruz. Hal böyle olunca bu iddiaya sahip olan yarışmalarda hiçbir zaman yeterli “katılımcılık” sağlanamıyor. Sürecin sonucunda da ortaya çıkan projeler birbirine benzemekle
birlikte farklı olduğu iddia edilen 3,
5, 10 proje ile bir illüzyon yaratılıp vatandaşlardan seçim yapması isteniyor.
“Biz sizin için 3 proje seçtik. Buyurun şimdi siz bunlardan birini seçin” derken “Bakın sizin için projeleri afili render’larla süsledik”, “Çalışmayacağı kesin olan boşlukları da size çalışıyormuş gibi de gösterdik” diyor aslında. “Önce siz seçin, biz sonra onların üzerinde çalışıp hallederiz...” Esasen bu çok tehlikeli bir yöntem. O yüzden katılımcı süreçler aceleye getirilmez. Bu süreçte kaç farklı disiplinle birlikte çalışıldığı, kaç farklı aşamadan geçildiği, hangi aktörlerin dahil edildiği, hangilerinin edilmediği… Bunların hepsi çok önemlidir. Daha da önemlisi dahil edilmek istenen aktörlerin yeterli bilgi birikimine sahip olmasıdır.
Örneğin; kaçımız her gün geçtiğimiz kent meydanlarının aslında ne olduğunu, ne işe yaradığını biliyoruz? Hatta sorumu biraz daha ileri götürerek Taksim Meydanı özelinde soracağım: Yarışmaya katılan projelerden kaçı bu soruların cevabını verebiliyor? Bunu açıkçası merak ediyorum.
Bu tür yarışmalara yapılan eleştirileri okuduğumda birçoğunun yerinde ve yapıcı eleştiriler olduğunu görüyorum. Bu yarışmaların, ancak en başından sonuna yani şartnamelerin hazırlanmasından projenin sonuçlanmasına uzanan sürecin bu tür eleştiriler ve sorgulamalarla şekillenmesi halinde gerçek anlamda katılımcı olabileceğine inanıyorum. Aksi takdirde bu yarışmalar her ne kadar demokratikmiş gibi gözükse de demokrasi illüzyonu olmaktan öteye geçemeyecektir.