Tasarımda Kamu Katılımının Düşündürdükleri
Ali Önalp ■ 20. yüzyılın ilk çeyreğinde toplumsal sorunların yapılı çevrenin sorunlarıyla doğrudan ilişkili olduğu kabul edilmiş olup bu kabul “Mimarlık ve Devrim” söylemiyle adeta sloganlaştırılmıştır. Fakat toptan planlama stratejileri öngörüldüğü gibi başarıyla sonuçlanmayınca, kentsel ve mimari tasarım süreçlerinde yeni yaklaşımlar denenmeye başlamıştır. Bu aşamada bahsedebileceğimiz ve günümüzde toplumun süreç ve tasarıma entegrasyonu noktalarından çok da ileri götürülemeyen “katılımcılık”, “katılımcı tasarım” kavramları da bu süreçte ortaya çıkmıştır. Bir yöntem olarak da bahsedebileceğimiz “katılımcı tasarım” ile uygulaması tamamlanmış ya da devam etmekte olan projeler olsa da, birçok mimar için katılımcı mimarlık ideal bir durumu temsil etmekte ve akademik çevrelerde tartışılmaktadır. Katılımcı tasarımda amaç, disiplinlerarası kuram ve uygulamaları sistematik bir şekilde birleştirmek, kullanıcıları fiziksel çevrelerinin planlama ve tasarım süreçlerine katmaktır. Böylece kullanıcılar, çevrelerini biçimlendirmede kendilerine güvenen aktif bireyler olabileceklerdir.
Kamusal katılım, merkezi ve bürokratik yapılanmalara sahip toplumların tümünde, halkın politika, siyaset ve kültür gibi konularda kendilerini ve menfaatlerini birincil dereceden etkileyen süreçlere oluşum-gelişim, karar aşamalarında dahil olma inisiyatiflerinin tümüdür. Toplumlarda kamu katılımının ve inisiyatifinin gözardı edilmemesi, bireylerin kamusal katılımı -tüm süreçlerde- bir “hak” olarak görmesinden geçmektedir. Mimarlık mesleği doğası gereği kullanıcılar ile yüzyüze ilişkiyi gerektirir. Bu noktada kamusal alanların ve toplumsal mekan/ meydanların tasarımında katılımcı tasarım süreçlerinin karşılıklı şeffaf ortamı sağlamak adına en işlevsel ve uygun yöntem olduğunu söyleyebiliriz. Bu süreçte kullanıcılar içinde bulundukları ortamı değiştirme-dönüştürme noktasında söz sahibi olduklarından otorite konumundadırlar.
Özge Ünlü’nün 2009 tarihli “Kentsel Dönüşüm Projelerinde Aktörlerin
Sürece Katılımları ve İlişkileri, Kartal Örneği” başlıklı yüksek lisans tezinde geleneksel tasarım süreçlerinin tanımını yapmıştır. Buna göre alışılagelmiş tasarım süreçlerinde, ilk aşama olan bilgi alışverişi geleneksel yöntemde konunun uzmanları tarafından sözel teknikler ve alışılmış söylemler üzerinden idare edilen bir tartışma ortamı ile sağlanmaktadır. Düşünce ve fikirlerin gelişimi ve iletişim süreçleri çizgisel ve didaktik, genellikle dışa kapalı ilerlemektedir. Kentliler ve konu uzmanları arasında, bireylerin gereksinimleri doğrultusunda, istekleri konu uzmanları ve otoriteler tarafından sağlanan bir çıkar alışverişi bulunmaktadır. Bu durum bireyin enformatif süreçten ayrı tutulmasına sebep olur. Bunun sonucunda ürün olarak ortaya çıkan işlerprojeler ise, programa göre öncelikleri şekillenen ve bu doğrultuda bellibaşlı doğruları olan tek yönlü çalışmalardan öteye gidememektedir. Bu tek yönlülük toplum içerisinde memnuniyet açısından bölünmeler yarattığı gibi kamusal alanı da bölünmüş grupların kullanımına bir anda sunamamakta, mekansal bölünmeler ve kullanım ortamları oluşturmaktadır.
Katılımcı süreçlerde bilgi alışverişi grafik ve sözel metotların kombinasyonundan oluşur. Jenerasyonların kültür ve eğitim farklılıklarının gözetilmesinden dolayı görsel anlatıma dayalı bilgi aktarımı daha fonksiyoneldir. Düşüncelerin gelişimi ve aktarımı çizgisel ve didaktik olmasının yerine daha diyaloğa dayalı ve fikir alışverişi esaslıdır. Kamusal alan kullanıcıları mekan üzerine plan ve tasarımlarını sözlü-yazılı veya görsel teknikler ile ifade ederler, arzularını bu şekilde dile getirirler. Bu yöntem uzmanların ya da karar vericilerin tekil yorumlarının dışında daha somut ve objektiftir. Yardımlaşmanın başat faktör olduğu katılımcı tasarım metodunda
ortaya çıkan ürün bütünleştirici rol oynamaktadır. Toplumu bölücü ya da sadece belli bir kesimine hitap eden, tek yönlü bir ürünün ortaya çıkması durumu gözlenmemektedir. Tüm grupları genel bir kolokyum ortamında toplayan katılım esaslı çalışma metodu gündemi kendinin oluşturduğu ve kamusal tavrın ortak alındığı bir sistem oluşundan dolayı demokratik ve bütünleştiricidir.
Bakırköy açısından durumu inceleyecek olursak; Bakırköy’ün İstanbul gibi gerek nüfus açısından gerek kültür ve jeopolitik önem açısından tarih boyunca yerini üst sıralarda korumayı başarabilmiş bir metropolün Avrupa yakasında Beyoğlu’ndan sonra ilk sırada gelen çekim merkezi olduğunu görürüz. Hatta etki alanı ve İstanbul’un halen daha büyümekte olan batı çeperi boyunca kentin sınırlarıyla birlikte ilerlemeye devam etmekte ve gündelik yerel nüfus sirkülasyonu Beyoğlu’ndan daha geniş bir kitleden oluşmaktadır. Bakırköy Cumhuriyet (Özgürlük) Meydanı
Kentsel Tasarım Yarışması, 2020 yılı ve önümüzdeki dönemde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kentsel meydanları yarışmayla tasarlama gayesinin ilk denemelerinden sayılabilir. Yarışmanın sonuçlanmasıyla birlikte eşdeğer ödül olarak seçilen üç proje arasından uygulama safhasına gidilecek projenin seçimi için birtakım kriterler belirlenmiş ve bu kriterlere göre değerlendirmeler yapılmıştır. Üç ayaklı bir sistemden bahsedebileceğimiz bu yöntemde; halk oylaması, idarenin seçimi ve jüri üyelerinin kanaatleri doğrultusunda sıralama yapılarak projeler değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmeler sonucunda ise üç aşamanın çoğunluğundan geçer görüşü alan proje ile uygulama projesi aşamasına gidilmesine karar verilmiştir. Aynı yöntem, birbirine yakın zamanlarda açılan Kadıköy ve Taksim Meydanları Yarışmaları ve Salacak sahil kesiminin yeniden ele alındığı Salacak Kentsel Tasarım Yarışması’nda da uygulanmıştır. Yarışmalarda uygulamaya gidilecek projelerin seçimi aşamasındaki kriterlerden biri olan “halk oylaması” süreci için internet üzerinden açılan bir sitede iki haftalık bir zaman zarfında oylar toplanmıştır. Bu süreç, içinde bulunduğumuz pandemi koşullarında yarışma müelliflerinin halk oylamasının birincil aktörü olan “halk” ile biraraya gelmesine engel teşkil ettiği için projelerin anlatım ve sunumları dijital platformlar üzerinden aktarılmak durumunda kalınmıştır. Tek taraflı ve zaruri olan bu platform üzerinden kentlilerin projeleri değerlendirmesi her ne kadar talihsizlik olarak görülebilse de önümüzdeki süreçlere örnek teşkil edebileceği gerçeğini değiştirmemektedir.
Fakat tüm bunların yanında İstanbul’un kent meydanı tasarımlarının tartışıldığı bu dönemde meydanların topyekün “katılımcı tasarım” bakış açısıyla tasarlanabildiğini söylemek için henüz çok erken diyebiliriz. Her ne kadar kullanıcılar gelecekte kullanacağı mekanların tasarımlarını seçmede söz sahibi olmuş olsa da, müellifler tarafından tasarlanan mekanlara ne derece müdahil olabileceklerini henüz deneyimleyebilmiş değiliz. Süreçlerin de daha çok başında olduğunu düşünürsek önümüzdeki zaman zarfında kullanıcıların tasarıma olası müdahalelerini gözlemlemek, henüz emekleme aşamasındaki bu niyetin kapsamının derinleşmesine şüphesiz ki katkı sağlayacaktır.