Bir Kentin Yarışma Kültürü Rehabilitasyonu
Selahattin Tüysüz ■ İstanbul Büyükşehir Belediyesi, tasarım kültürünün önemli figürlerinden biri olarak yaklaşık on senelik bir suskunluğun ardından, alternatif bir proje elde etme yöntemi olan yarışmaları tercih ederek kent ve mimarlık ortamının gelişimi için önemli bir fırsatın oluşmasını sağladı. Mimarlık, peyzaj, şehir planlama, mühendislik, endüstriyel tasarım ve plastik sanatlar gibi farklı tasarım dallarının birarada üretim yapmasını teşvik eden bu yarışmalar, aynı zamanda konuları itibarıyla arkeologlar, tarihçiler, sosyologlar gibi danışmanlıkların da dolaylı olarak bu süreçlere katılmalarını sağlayarak ortaya çıkan ürünlerin daha nitelikli olmasına zemin hazırladı.
Bu dönemde açılan ulusal ve uluslararası her bir yarışmada, uygulanacak projelerin seçimi için farklı yöntemler denendi. “Haliç kıyıları tasarımı” ve “Aydınlatma ürünleri tasarımı” gibi jürinin ön eleme kriterlerine cevap veren ekiplerin seçilmesiyle iki aşamalı olarak gerçekleştirilen yarışmaların yanısıra, “Theodosius Limanı”, “İstanbul’un mezarları” ve “Kent mobilyaları” gibi serbest katılımlı yarışmalar açıldı. Bakırköy, Salacak, Kadıköy ve Taksim
Meydanları ile “Üsküdar’da Mimar Sinan’ı Anmak” yarışmasında jürinin yanısıra halk ve idare oylarına başvurularak katılımcılığın esas alındığı bir yöntem tercih edildi. Büyükada Fayton Meydanı Yarışması ise diğerlerinden farklı
olarak şartname oluşturma aşamasında katılımcılığın esas alındığı bir kurguya sahip.
Yarışmaların açıklanmasıyla birlikte, tasarım alanı sınırlarının belirlenme kriterleri, yarışmaların birbiri peşisıra açılması, pandemi sürecinde yaşanan kısıtlamaların proje üretimine etkisi ve meslek odalarının, sivil toplum kuruluşlarının ve yerel halkın sürece dahil edilme biçimi gibi birçok tartışma konusu gündeme geldi.
Haliç Yarışması özelinde ise ön eleme sistemi ve Haliç’in bir bütün olarak değil de yedi ayrı parçaya ayrılarak ele alınması üzerine görüş ayrılıkları yaşandı. Jürinin ön seçim kriterleri, benzer konularda ve ölçeklerde açılan yarışmalarda ödül almış olmak, uygulama yapmış olmak ve farklı disiplinlerle çalışma pratiğine sahip olmak gibi bazı deneyimler üzerine kuruldu. Haliç’in serbest katılım ile düşünülmesi kentsel sorunlara çözüm bulmak adına birçok fırsatın ortaya çıkmasını sağlayabilirdi. Haliç’i bir bütün olarak tasarlamak ise, tarihi, kültürel, ekonomik ve ekolojik farklılıklar barındıran 3 milyon m2’den geniş bir alan için daha önemli bir meydan okuma olurdu. Buna rağmen ödül alan projelerin çoğu üst ölçek kararlarında her bir yedi bölge ile kurulacak bağlantılar üzerine de söz söylemiş durumdalar. Yarışmanın ardından, müelliflerin biraraya geldiği ve bölgelerarası kentsel ilişkilerin kurulması adına yoğun mesailerin harcandığı çalıştaylar gerçekleştirildi. Bu çalışmalar sonucunda yönetimin, Haliç’i iki yakaya ayırıp öncelikli olarak Eminönü-Balat-Alibeyköy kısmını kapsayan ilk dört bölge ile uygulama süreçlerini başlatma kararı, ödül kazanan projelerin uygulanacağını kamuya gösteren güçlü bir tavır oldu.
Kadıköy Meydanı Kentsel Tasarım Yarışması ise serbest katılımlı olarak düzenlendi. Jüri tarafından seçilen üç proje, revizyonları da tamamlandıktan sonra canlı toplantılar vasıtasıyla kentlilere tanıtıldı. Süreç, jüri oyu, yerel yönetimin oyu ve halkoyu sonucu en yüksek puanı alan ekibin projesinin uygulanmaya hak kazanması ile devam etti. Taksim, Salacak ve Bakırköy yarışmalarında da başvurulan bu yöntem sayesinde çok verimli tartışma ortamları gelişti. Sivil toplum kuruluşlarının fikirleri, halk sunumlarında gelen olumlu ve olumsuz eleştiriler, kentlilerin de yaşam alanlarına dair daha güçlü fikirlere sahip olmalarını ve oy vererek sürece katılmalarını sağladı.
Yerel yönetim “İstanbul Senin” sloganı ile şehrin meydanlarının yarışmalar ile tasarlanacağını ve uygulanacak ürünleri seçerken kentlilere de danışacağını bu aşamaların en başında bildirdi. Bu noktada gerek sosyal medyadan gerekse yazılı basından projelerin tanıtımlarının yapılmasına rağmen oy kullanma oranlarının düşük olması, oy kullananların hangi öncelikler doğrultusunda bu seçimi yaptıkları ve hatta oylama yönteminin sosyal medyanın gücü sayesinde manipülasyona ne denli açık olduğu ayrı tartışma konuları olabilir.
Kentsel tasarım yarışmaları, özellikle de tarihi dokuya sahip alanlarda açılan yarışmalar, uygulanma ihtimali göz önünde bulundurulduğunda, tasarımcılar için üstesinden gelinmesi gereken büyük zorlukları da beraberinde getirir. Tasarımlarda önerilen ve kritik önem taşıyan birçok kentsel çözümün uygulanması, mülkiyetlerin farklı aktörlerin elinde olmasından dolayı ancak yerel yönetim ve merkezi yönetimin uyumu ile gerçekleşebilir. Bu uyum sağlanmadığı takdirde tasarımcı bütüncül bir kurguda ele aldığı projesinden taviz vermek zorunda kalır. Bu noktada, oluşturulan şartnamelerin ne denli kesin sınırlarla belirlenmesi gerektiği tartışılması gereken bir konudur. Kentsel eşiklerin mülkiyet sorunları ile çakıştığı birçok nokta için hem şartname hazırlıklarında hem de proje üretim sürecinde cesur davranmamak önemli fırsatların kaçmasına neden olabilirdi. Neyse ki Taksim, Salacak, Kadıköy ve Bakırköy yarışmalarında, oylamaya kalan projeler arasında bu durumdaki kent eşiklerine dair söz söyleme cesareti gösteren projeler de vardı.
Sadece mülkiyet özelinde değil aynı zamanda bellekte yer etmiş ve uzun zamandır çözüm geliştirilememiş
Haliç Tersanesi, Haydarpaşa Garı,
Gezi Parkı gibi alanların da yarışma konularının odağında yer alması, sivil toplum kuruluşlarının görüşlerinin de ne kadar önemli olduğunu ortaya çıkardı. Yarışmalar serisi hem kurum hem yarışmacılar hem de sivil toplum kuruluşları ve yerel halk için beraber deneyimlenen bir süreç olmuştur. Bu noktada seçilen sistemler üzerine dönen tartışmaların ve tepkilerin ilk açılan
Haliç Yarışması’ndan bu yana azalması, doğru yolda gidildiğini gösteriyor. Ülkemizde kentsel tasarım yarışmaları sonucu uygulanmış proje sayısının azlığı bilinen bir gerçek olmasına rağmen yerel yönetimin kararlı bir şekilde projelerin hayata geçirilmesine yönelik adımları birer birer atması çok önemli. Seçilen projelerin bitmiş nihai ürünler olarak algılanamayacağı ve tasarım süreçlerinin halkın görüşleri alınarak devam etmesi gerektiği göz önünde bulundurulmalıdır. Bu nedenle süreç, uygulama aşaması aceleye getirilmeden, kentlilerin yaşam alanları ile kurdukları ilişkinin çok daha iyi anlaşılacağı ve meydan tasarımlarının şekillenmesinde aktif rol alacağı toplantılar çevresinde gelişmelidir. En önemlisi de bu çalışmaları politik bir gösteri malzemesine dönüştürmeden farklı görüşlere sahip katılımcılarla gerçekleştirebilmek.
İdarecilerin, tasarımcıların, yerel halk ve sivil toplum kuruluşlarının bu denli özgürce fikir beyan ederek sürecin şekillenmesini sağladığı bir ortamda üretim gerçekleştirebilmek kent adına çok önemli bir kazanım. Mesleki üretimin bu denli heyecan verici bir dönemine şahitlik etmek ise biz tasarımcıların karşılaşmaya pek alışık olmadığı ama geleceğe umutla bakmasını sağlayan bir durum ortaya çıkarıyor.