Yakın ve Uzak Zamandaki Yarışmalar Üzerine
Batu Kepekçioğlu ■ Yarışmaları aşağıdaki bileşenlere ayırarak tespitlerimi ve sorularımı kısaca aktarmaya çalıştım:
I. Jüriler a. Taksim’de olduğu gibi uluslararası yarışma açınca neden dünyaca tanınan ve yurtdışındaki insanları da yarışmaya girmeye heveslendirecek, katılımı arttıracak, dünyada duyulmasını sağlayacak küresel üne sahip yerli ve yabancı şehir ve bölge plancıları, peyzaj mimarları ve mimarlar jüri üyesi olarak seçilmez? b. Kentsel alanlarda açılan yarışmalarda jüri kompozisyonları içinde neden ulaşım, deprem gibi konularda uzmanlıklara yer verilmez? Bunlar dışında toplum bilimleriyle ilgilenen diğer uzmanlıklar en azından danışman olarak alınamaz mı?
c. Jürilerin performanslarının da ölçülmesi gerekiyor ve katılımın buradan başlanarak dahil edilmesi, jüri seçimlerinde bir şekilde kamuoyunun fikrinin alınması gerekiyor. Hiçbir yarışma öncesinde kimin neden seçildiği açıklanmıyor bile, sadece hangi kurum tarafından seçildiği açıklanıyor: “Mimarlar
Odası bir kişi gönderdi, ikisi şuradan geldi, üçü buradan…” Bu “kontenaj aritmetiğinin” ötesinde artık o kişilerin neden orada olduğunu jüri olarak seçilme nedenlerini de duymamız gerekmiyor mu? Kim yolladıysa seçme ya da yollama sebeplerini de açıklasın, bu kadar zor mu bu iş?
II. Ödüller a. Yarışmalarda belirlenen ödül miktarı ve sayısı, ekonomik krizde enflasyon ve işsizlik ile ters orantılı olarak artan mezun sayısıyla beraber gittikçe çoğalan katılımlar için yetersiz kalıyor. Böyle olunca herkes garantici davranıp ödül alabilmek için o ara ne tip projeler kazandırıyorsa benzerlerini yapıyor. Bu da vasatın yani ortalamanın seviyesini iyice düşürüyor, artık deneysel proje üreten kalmadı neredeyse. Daha önceleri mansiyon ödülleri deneysel olurdu, gelinen noktada onlar bile vasat. Günümüzde yarışmalar için verilen 8 ödül az. Düşünün bir kere 270 tane proje gönderilen Kore Anma ve Ziyaretçi Merkezi Yarışması ile 27 tane proje gönderilen Bakırköy Yarışması’nda ödül sayısı aynı, bu garip değil mi? 270 projede ilk 8’e girmek ile 27 projede ilk 8’e girmek aynı şey olabilir mi? Geçmiş yarışmalara da baktığımda bana göre
bir yarışma için ideal rakam 50 ile 80 katılımın olması. Bu durumda 3 derece ödülü ve 5 eşdeğer mansiyon, toplamda da 8 ödül veriliyorsa, bu yarışmaya katılan projelerin yüzde %10 ile %20’sine tekabül ediyor. Yani bir yarışmaya 270 proje katıldıysa, %10 üzerinden bile oranladığımızda 27 tane ödül verilmesi gerekiyor.
III. Teslimler a. Bina yarışmalarında sanki işi almışız da uygulama öncesi kesin proje teslimi yapıyormuşuz gibi bütün katların 1:200 planları isteniyor. Yarışmalar tek değil iki aşamalı yapılmalı dedikçe de bir sürü bahane ortaya atılıyor. Aslında iki aşamalı yöntemde idare ve jüriye iki kez iş çıktığı için pek istenmiyor. Sadece bina yarışmaları da değil yurtdışında
3-4 turda tamamlanan kentsel tasarım yarışmaları var. Biz iki aşamalı yarışmayı sadece Taksim’e layık gördük. Kadıköy, Bakırköy, Üsküdar daha mı az karmaşıktı? En azından bazı adımlar atılmıyor da değil. Büyükada Yarışması iki aşamalı olma yolunda.
Yarışmaları aşamalı yapmak, hem yarışmacıların emek israfını azaltacak hem de daha çok insanı ikinci tura taşıyarak yenilikçi görüşlere de nefes alma fırsatı verebilecek çok basit bir çözüm. Önce fikri anlatacak A3’leri teslim alıp, ilk turda fikri görüp beğenilen projelerin detaylı çizimleri istense bir sürü konuda tasarruf edilecek. Düşünsenize beğenip beğenilmediği bile belli olmayan bir fikrin alt ölçekte deliler gibi çizilmesini istemek kadar saçma az şey var. Ama “yarışmacılar nasıl olsa bedavaya çiziyor, çizsinler, başka işleri mi var!” deniyor herhalde. Bu karar hem zaman hem emek israfına yol açıyor. 80 katılımın olduğu bir yarışmada ödül alamayan 72 ekip, yarışmayı açan kurumdakiler ve jüri iki kere toplanıp yorulmasın diye, belki de üst ölçekteki kararında eleneceği bir yarışmanın 1:200 otopark katını boşuboşuna çiziyor.
IV. Takvimler a. 2020 senesinde arka arkaya İstanbul’da bir sürü benzer yarışma açıldı. Ama bu çok benzer ölçekte ve konulardaki yarışmalar o kadar sık arayla açıldı ki bırakın yarışmacıları, İstanbullular bile odaklanmakta zorlandı. Nüfusla karşılaştırdığınızda oylamalara katılım inanılmaz derecede düşük kalıyor. Bunun sebepleri ise çok açık: Her biri en az 6 ay 1 sene duyurularak gündeme sokulması gereken, sivil toplum kuruluşlarıyla bir dizi açık toplantılar gerektiren süreçler yerine milyonları ilgilendiren kentsel alanlar doğru düzgün tanıtım bile yapılmadan yarışmaya açıldı. Bakırköy Yarışması’na skandal gibi, 27 ekip girdi. Çünkü Taksim’den hemen sonraydı teslimi. Taksim Yarışması 12 Temmuz 2020 tarihinde teslimleri aldı, Bakırköy Yarışması ise 27 Temmuz 2020. 15 gün. Katılımın az olacağını tahmin etmek bu kadar mı zor? Belki “Ne güzel işte her yarışmada farklı ekipler olur bu kadar üst üste gelirse, problem nerede?” diye sorabilirsiniz ama size kazanan ekip listelerine bakmanızı tavsiye ederim o noktada. Hiç de düşündüğünüz gibi farklı ekipler kazanmıyor. Aksine hepsine girecek insan kaynağı ve deneyimi olan, kısa sürede üretim yapabilen ekipler birden çok yarışmada ödül aldı. Bu yarışmalar belli bir arayla yapılsa elde edilen proje miktarı da, rekabet de artacaktı; yani hem nicelik hem nitelik artacaktı. Burada belediyenin işi aceleye getirdiği ve öncelikle niteliğe değil niceliğe baktığı çok açık.
V. Şartnameler a. Taksim Yarışması’nda AKM’nin çizimleri verilmiyor, kazanan projelerden biri on binlerce metrekarelik AKM yokmuşçasına yerin altına kültür programı yüklüyor. Bu yarışmacının suçu değil. Yerel ve merkezi yönetim arasındaki çatışmanın bedelini tasarımcılar ve kent ödüyor; çünkü AKM projesi yok sayıldı, planları bile verilmedi, sınır dışında tutuldu. Bu yüzden projeler gerçekçi olmaktan uzaklaşıyor. Kadıköy Yarışması’nda da aynı şey oldu: Haydarpaşa yok sayıldı. Trafik düzenlenmedi. Üsküdar’da da liman alanı verilemedi, konu Harem’de bitti. Böyle olunca da sadece bir kıyı düzenleme yarışmasına döndü iş. O yüzden madem bu alanlar siyasi iklim yüzünden gerektiği gibi bütüncül olarak ele alınamıyor, durumu kabul edip yarışmaları fikir projesi statüsünde açmamak neden? Neden “-mış gibi” yarışma yapmaktan, kamusal alanları makyajlamaktan vazgeçmiyoruz. Fikir projeleriyle en azından geleceğe ve mimarlık kültürüne özgür ve özgün katkılar sağlamış oluruz (bkz.: VI. c).
b. Şartnamelerin de geniş katılımlı forumlarla hazırlanması ve hazırlanan şartnamenin öncesinde son bir kez daha tartışılıp bitirilmesi gerekiyor ki sonrasında zamansız itiraz gelmesin. Büyükada Yarışması’nda katılımcı bir süreç deneniyor. Bu önemli bir gelişme ama şartname hazırlanmadığı için şu anda üzerine daha fazla konuşmak mümkün değil.
VI. Yarışma sonrası uygulanamama sorunu a. Hepsinden daha önemlisi de bunların uygulanıp uygulanmayacağının belirsiz olması. Türkiye mimarlık tarihi 80’lerde (hatta neredeyse aynı meydanların) açılmış ama uygulanmamış yarışma projeleriyle dolu.
b. Yarışmayı açan kurumların uygulamadıkları her yarışma için ağır cezalar ödemesi gerekiyor. Ama bırakın uygulanmasını ödül paralarını bile, örneğin İTÜ gibi bir kurumdan icraya giderek alabiliyorsunuz. Ciddi olmayan, yarışma ve tasarım kültüründen zerre nemalanmamış kurumlar da yarışma açmayıversin, zaten hayrı dokunmuyor, bir de boşuboşuna icraat yapmış gibi görünüyorlar yarışmacıların sırtından. Diğer taraftan eti budu belli olan Lüleburgaz Belediyesi kaç tane yarışma açtı ve neredeyse hepsini de uyguladı. Anlayacağınız üzere bu işler bütçe ile falan da ilgili değil, zihniyet meselesi. Manisa Belediyesi 2 tane yarışma açtı belediye binası için, ikisini de uygulamadı. Sonra Emre Arolat’a çizdirdi, Türkiye’nin en pahalı hizmet veren mimarlarından birine. Kamu kaynaklarını yarışma açıp da uygulamayarak fütursuzca harcamanın, israf etmenin, bütün bu ciddiyetsizliğin de bir bedeli, yaptırımı olmalı. Her önüne gelen kurum kafasına göre yarışma açıp sonra da keyfine göre uygulamama kararı alamamalı.
c. Bir de bu siyasi iklimde nasıl olsa uygulanmayacaksa neden fikir projesi açıp daha özgür işler elde etmeyelim? En azından hem katılanlar hem jüri üyeleri otosansür uygulamaz Taksim’deki gibi, sırf uygulansın diye. Öyle bir durumda Taksim’de “Kavuşma Durağı”nın başına gelenlerden sonra kazananların çoğunluğu Gezi Parkı’na yığılıp Anıt çevresine bir şey yapıyormuş gibi yapmaya çalışmazdı.
■ Batu Kepekçioğlu, Dr. Mimar.