Mahmud Sadık ile Fenni Sohbetler: Makineler, Elektrik ve Yüzyıla Verilecek İsim
Gürbey Hiz ■ 1908 yılında Cemal Esat Arseven ve Salah Cimcoz ortaklığında çıkan mizah dergisi Kalem’in 17. sayısında epey ilginç bir karikatür yayınlanır.
“Elli Sene Sonra Türkiye” altyazılı görselde, İstanbul kaotik bir atmosferin hakimiyetindedir. Zeminde tramvay ve arabalardan kaçan insanlar, havada uçak ve balonlardan düşmemek için zorla tutunan insan ve hayvanlar, geleceğe dair bir süredir yazılıp çizilen tahayyülleri hicveder. Bir yandan yüksek katlı bir binanın üst katına yerleştirilmiş hayvanat bahçesi, diğer bir yandan başka bir binanın çatısında ağaçlarla şekillenmiş bir teras bahçe, 1908 yılı Osmanlı okuyucuları için belli ki gülünç bir tablo sunar. Odakta beliren kadın sürücü ve onu durdurmaya çalışan polis ise dönemin cinsiyetçi mizahını da bu görsele dahil eder. Daha birçok ilgi çekici okuma yapmaya olanak sağlayan görselin başka bir detayı ise bu yazının konusu olan yazara ilişkindir.
Sağ üst köşede “Mahmud Sadık Bey’e:” ibaresi, karikatürü belli bir kişiye ithaf eder. Peki kimdi bu Mahmud Sadık Bey? Böyle bir gelecek tahayyülü hicvi neden bu kişiye yönlendirilmişti? Osmanlı yazarları 1908’e geldiğinde teknoloji tartışmalarına nasıl katılıyordu?
Mahmud Sadık, bohem ruhlu bir fen düşkünü
Bugün ismi pek bilinmese de Mahmud Sadık (1864-1930), geç 19. ve erken 20. yüzyıl gazetecilik tarihinde önemli bir yere sahiptir. Hakkında pek fazla yazılmış bilgi yok; ne kendi yazdığı hatıraları var ne de bir biyografisi. Buna rağmen, sayfalar dolusu metin bırakır arkasında. Neredeyse her hafta bir gazete veya dergide onun kaleme aldığı yazılar, Osmanlı okuyucuları ile temas eder. Eğitimini Mülkiye Mektebi’nde tamamlar. Bu sırada bir seneliğine tarım öğrenimi görmeye Berlin’e gönderilir. Muhtemeldir ki ziraat alanında günbegün artan yeni makinelerle burada karşılaşır. Döndükten sonra, Babıali Tercüme Odası’nda çalışmaya başlar. Bu pozisyonda fazla durmaz ve hemen gazetecilikle haşır neşir olur ve parasını bu meslekten kazanır.1 1916’da İstanbul
Matbuat Cemiyeti kurulduğunda başkan o seçilir ve ilk nizamname onun kaleminden çıkar.2 Aynı zamanda çeşitli okullarda öğretmenlik yapan Mahmud Sadık’ın az sayıda da olsa romanları da bulunur. Bir de 1913 tarihli “Takvimden Yapraklar” başlıklı deneme yazıları seçkisi vardır. Bu yazılar, Yeni Gazete’de yayınlanan “Takvimden Bir Yaprak” başlıklı köşe yazılarından seçkiyle oluşur.3 Mirat-ı Alem gibi İstanbul’da hazırlanan ilk resimli dergilerden birini çıkaran yazar, asıl yazı faaliyetini Servet-i Fünûn dergisinde gerçekleştirir. İlk sayısının yayınlandığı 1891’den itibaren derginin en uzun soluklu yazarlarındandır.
Servet-i Fünûn’un kurucusu Ahmed
İhsan, Mahmud Sadık’ı derginin “babası” olarak görür. Bu yüzden anılarını kaleme aldığı “Matbuat Hatıraları” yazılarının ikinci cildini Mahmud Sadık’a ithaf eder. Ahmed İhsan derginin ilk yıllarını şöyle anlatır: “Mahmud Sadıkla baş başa vermiştik; o ‘Musahabe-i Fenniye’lerini getiriyordu; ben sınai makaleler yahut seyahatler yazıyordum. Doktor Besim Ömer Paşa tıbbi ve sıhhi eserler veriyordu. Gazetenin edebi ve canlı kısmında hasıl olan boşlukları karşılamak için resimlere kuvvet veriyordum.”4 Arada Saadet, Tercüman-ı Hakikat, Sabah ve Tarik gibi başka yayınlarda da çalışan Mahmud Sadık, yaklaşık yirmi küsur sene Servet-i Fünûn’da etkin bir şekilde yazar. Günümüzde çoğunlukla sadece bir edebiyat dergisi olarak akıllarda beliren Servet-i Fünûn, isminden de anlaşılacağı gibi “İlimlerin Zenginliği” başlığını benimser. Tam da bu yüzden derginin sayfalarında yeni teknoloji, makine ve bilimsel buluşlara ait yazılar bolca yer kaplar. Ahmed İhsan’ın da altını çizdiği gibi, Mahmud Sadık, derginin ilk sayılarından itibaren köşesi olan Musahabe-i Fenniye’ye yerleşir ve derginin odağını oluşturan lokomotifi sürer. “Bilimsel Sohbetler” olarak günümüze tercüme edilebilecek bu köşe, yazarın sıklıkla Batı Avrupa ve Kuzey Amerika dergilerinden okuduğu teknolojik yenilikleri kendi fikirlerini katarak tartıştığı bir alan olur.
Mahmud Sadık, diğer Servet-i Fünûn yazarlarına göre daldan dala atlayan, iştahlı biri. Ahmed İhsan onun için durmadan okuyan, yazan ve “ilmi, fenni, fazileti, çalışkanlığı ile herkese tam numune” olan biridir derken haklıdır. Ziraat, ulaşım, müzecilik, mimarlık gibi birçok muhtelif konu, onun bilimsel sohbet spektrumuna dahil olur. Ahmed İhsan, bir yandan yazarın bu çalışkan özelliklerini övse de diğer yandan onun intizam yoksunu olduğuna da değinmeden edemez. Mahmud Sadık, onun için
“bohem ruhlu” biridir: “Fransızların Maniaque dedikleri tuhaf huyları çok idi” der.5 Tuhaf huylarını sıralarken “günde kırk kahve ve yüz sigara içtiğini” yazsa da Mahmud Sadık’ı farklı kılan özellikler sadece bunlar değildir. Bazı yazarlar, yeni teknolojilerin veya genel olarak modernite deneyiminin etkisinde melankolik veya reaksiyoner bir pozisyon takınırken, Mahmud Sadık, yeni olana son derece açık bir tavra sahiptir. Dönemin baş döndürücü teknolojik ve fenni tahayyüllerine dünden hazır bir şekilde merakla yaklaşır ve büyük bir iştahla Osmanlı okuyucularıyla sohbet etmeye gönüllüdür. “Yürüyen Haneler”, “Avrupa’dan Amerika’ya Şimendifer”, “Şehirlerin Tenviri İçin Balonlardan İstifade”, “Yer Altında Bir Daire”, Musahabe-i Fenniye köşesinde yazdığı yazıların başlıklarından bazıları. Bunlar gibi birbirinden farklı tahayyüllerle kurulan gelecekte nasıl bir yaşam olacağına dair soruları, köşesinde tartışır; bazısına daha çok heyecanlanır, bazısını ise gülünç bulur ve nedenlerini sıralar. Kalem dergisindeki karikatür, tam da bu merakı yüzünden ona ithaf edilmiş olmalıdır. Mahmud Sadık’ın kaleminden süzülen sözcüklerle vücut bulacak olan geleceğin kentinin de az çok böyle bir karmaşa içermesi olağandır.
Cazibe dolu dünya fuarları
Şüphesiz, bir dolu yeni teknolojinin ziyaretçilerin teşhirine açıldığı 19. yüzyıl sonu dünya fuarları bu yazarın ilgi alanındadır. 1851 yılında Londra’da başlayan bu etkinlik silsilesi, bu tarihten itibaren erken endüstrileşmiş milletlerin büyük şehirlerinde birkaç beş senede bir düzenlenegelir. 1891 yılında yayın hayatına başlayan Servet-i Fünûn dergisi de bu gibi fuarları sıkı sıkıya takiptedir. Sergiler kurulmadan önce tasarlanan öneriler, açıldıktan sonra içeriden deneyimler ve dahası, dergi sayfalarında dünya fuarlarına ayrı bir hayat verir. Fuarlara ilgi sadece Servet-i Fünûn’a özgü değildir. Sözgelimi, Londra’nın meşhur resimli dergisi Illustrated London News, 1851 fuarı sırasında ilave sayılar çıkararak etkinliği dergiden de takip edilebilen bir medyaya dönüştürür. Birçok yeni teknolojinin tanıtıldığı bu fuarlar, Servet-i Fünûn’un isminde bulunan Fünûn (Fenler, İlimler) için biçilmiş birer kaftan olurlar.
Her ne kadar ilk dünya fuarı Londra’da yapılmış olsa da Paris, zamanla fuar dünyasının başkentine dönüşür. Özellikle kentin Champ de Mars adıyla düzenlenen
bölgesi, yıllar içinde bir dolu fuara evsahipliği yapan kentin laboratuvar gibi bir parçasıdır.6 Bazen fuar için inşa edilen yapılar (en meşhuru Eyfel Kulesi olmak üzere) etkinlik bittikten sonra da burada yaşamaya devam eder. Bazen de fuardan hemen sonra yıkılarak bir sonraki fuarın mimarlığı için zemin hazırlanır. Dolayısıyla, bu bölge sürekli bozulup tekrar düzenlenen bir mimari deney sahası gibi işler. Paris sırasıyla, 1855, 1867, 1878, 1889 yıllarında, dünya fuarına evsahipliği yaptıktan sonra yüzyıl dönümü olan 1900 senesini de atlamaz ve hemen hazırlıklara başlar.
Servet-i Fünûn, 1891’de yayın hayatına başladığında 1893 Chicago Fuarı, derginin gündemini bir hayli meşgul eder. Hatta dergi bu fuarda teşhir edilerek dünya sahnesine çıkar ve resimli dergi matbaacılığına katkılarından dolayı bir madalya kazanır. Dergi, kazandığı ödülün resmini basarak okuyuculara göstermeyi ihmal etmez. Chicago Fuarı’ndan sonra bir başka büyük fuar olan ve tartışmaları seneler önce başlayan 1900 Paris Sergisi, derginin yazarlarını ama özellikle de Mahmud Sadık’ı epey heyecanlandırır. Sergi kararı verildiği 1892 yılından itibaren yazarın metinleri dergide görünmeye başlar. Sözgelimi, yazar,
90. sayıda sergi kapsamında “bir şehir numunesi” kurulacağını, hakiki sokakları ve binalarıyla ziyaretçilerin teşhirine açılacağını duyurur.7 1895 yılından
214. sayıda, yeryüzünün 1500 m altına kadar inecek bir sergi dairesi yapılma olasılığını ve böylece yeraltının eğlenceli ve öğretici bir deneyime evsahibi olabileceği üzerine bir haberi kaleme alır. Bu ilginç çaba hakkında hem yabancı basındaki tartışmaları aktarır hem de kendi düşüncelerine yer vererek hararetli sohbete dahil olur.8 1896 yılından 279. sayıda ise, “Sen nehrinin iki tarikinde [tarafında] fersah fersah yerler tarla haline getiriliyor, ölçülüyor, biçiliyor, bir köşesine bir yığın bina kuruluyor” yazarak fuar için gerçekleşen inşai faaliyete yer verir. “Chicago’da tesis olunan serginin hiç de altında kalmak istemeyen” Fransızların sergi için tasarladıkları binaların etkinlik bittikten sonra başka işlevlerle de kullanıma devam edeceğini sevinerek belirtir.9
Asrı hangi teknolojiyle adlandırmalı? Mahmud Sadık’ın 9 Ağustos 1894 tarihli Servet-i Fünûn’un 178. sayısının Musahabe-i Fenniye köşesinde yazdığı “Paris’in (1900) Sergisi ve Makineler Asrı” başlıklı yazısı özellikle dünya fuarları ve teknolojinin estetize edilmesi üzerine ilginç bir pozisyonda durur. Kadri mahlasıyla kaleme aldığı bu yazıya yakından odaklanmak, bir geç 19. yüzyıl Osmanlı yazarının metin aracılığıyla teknolojiyle nasıl uğraştığını anlamak için epey elverişli. Aynı zamanda tam yüzyıl dönümünde kurulan Paris Sergisi’nin 19. yüzyılı arkasında bırakan dünyalılar için ne ifade ettiğini de açığa çıkarması açısından bir hayli ilgi çekici. Mahmud Sadık yazısını şöyle açar:
“(1900) senesi yani beş sene sonra Paris’te bir umumi sergi küşâdına [açılışına] karar verildiği ve Fransızların on dokuzuncu asr-ı milâdi [milâdi 19. yüzyıl] ahirine [sonuna] tesadüf eden bu serginin pek çok ihtirâât [buluşlar] ve terakkiyât [ilerlemeler] ile a’sâr-ı sâlife [geçmiş asırlar] içinde bir mevki-i mümtâz [ayrıcalıklı mevki] kazanmış olan bu asra mahsus bilcümle bedâyi’-i terakkiyâtın [gelişmenin getirdiği yeniliklerin] numunelerini câmi’ olmasına [toplamasına] daha şimdiden çalışıldığı evrâk-ı yevmiyyede [gündelik gazetelerde] yazılıp çizilmektedir.
Evvelce bu serginin küşâdı hakkındaki karardan ve küre-i kamerin [aykürenin] bir metre mesafeye kadar takrib edecek [yakınlaşacak] surette bir adese [dürbün] i’mâline teşebbüs edilmek fikrinden
bahsetmiştik. Süre düştükçe yine birkaç söz söylemek de imsâk etmeyeceğiz [kendimizi tutmayacağız].”10
İlk paragrafından Mahmud Sadık, niyetini belli eder. Sergiyle ilgili birtakım hazırlık ve tartışmaların tohumları atılmıştır ve o da bu sohbete köşesinden katılmaya kararlıdır.
“Bir asra verilecek nâm [isim] ekseriyâ [çoğunlukla] o asra en ziyâde hangi şube-i mârifette [bilgi dalında] beşeriyet terakki [insanlığın ilerlemesi] göstermiş ise onu ima edecek bir isimdir. On dokuzuncu asır nâmına küşâd olunacak [açılacak] olan bu sergide en ziyâde bu asra verilecek ismin müsemması olan [ada vesile olan] terakkiyâtın izhar edilmesi [açığa vurulması] ve bunun için de asra verilecek ismin şimdiden malum bulunması iktiza eder [gerekir].”
Yazar, vakit kaybetmez ve ikinci paragrafından başlayarak ilgi çekici tartışmaya başlar. 1900 Sergisi’nden önceki dünya fuarları da genellikle adı konmuş bir tema motif etrafında kurulur. Bazı sergiler, evsahibi ulusun belli bir tarihsel anlatısını temsil ederek isimlendirilir. Sözgelimi, 1893 Chicago Sergisi’nin, Amerika’nın keşfinin 400. yılına özgü kurulması gibi 1889 Paris Sergisi de Fransız Devrimi’nin 100. yılına denk getirilerek tertip edilir. Bazen de fuarlar, 1878 Paris Sergisi’nde olduğu gibi “Yeni Teknolojiler” veya 1897 Brüksel Sergisi’nde olduğu gibi “Modern Yaşam” gibi teknolojiye övgü içeren temalar etrafında şekillenir. 1900 Paris Sergisi de benzer bir anlayış ile kendine temsil edecek bir tarihsellik ararken, arkasında bıraktığı 19. yüzyılı kutlayan bir temsiliyet peşindedir. Fakat, henüz karar verilemeyen temsiliyet sorunu şudur: 19. yüzyıl nasıl adlandırılacaktır? Mahmud Sadık’ın da yazdığı gibi şimdiden bu asra bir isim bulmak lazımdır.
“Şu içinde bulunduğumuz asırdaki terakkiyât-ı fenniyye [ilimdeki ilerlemeler] edvar-ı salifeye [geçmiş asırlara] nazaran pek ziyâde olduğundan bu asra asr-ı mârifet [bilgi asrı] demek en münâsib bir tâbir olacağını Avrupa’da ileriye sürenler vardır. Fünûnun [İlimlerin] terakkiyât-ı hâzırası [zamanımızdaki ilerlemeleri] pek büyük olduğu gayr-ı münkerdir
[inkar olunamazdır]. Lâkin son yüz sene zarfındaki keşfiyyât ve ihtirâat [buluşlar] hiçbir zamana mukayese olmadığından ve eski zamanlarda ise ulum ve maârifin [ilimler ve bilimlerin] terakkiyât-ı hâzırasından kat’-ı nazar [geçme] esâsı vaz’ edilmiş [yerleşmiş] bulunduğundan on dokuzuncu asr-ı milâdiye bir devr-i ihtirâ[buluş devri] demek daha münâsebet alacağını iddiâ edenler de bulunur.”
Burada Mahmud Sadık dil ile inşa edilen bir estetikten söz etmeye başlar. Yazardan birkaç on yıl sonra Adorno, Benjamin’in metinlerinden11 beslenerek geliştirdiği linguistik estetik üzerine yazılar kaleme alır. Adorno, özellikle isimlendirmeye odaklanarak, dili doğal ve keyfi olmaktan ziyade insanlar tarafından kurulan ve üretilen bir yapıda kavramsallaştırır. Ona göre, dil organik olarak üretilmez, aksine söylemler ile inşa edilir.12 Özellikle, bir yüzyılı adlandırmak sözkonusu olunca da ister istemez büyük bir anlatının tohumları atılır. Bu da linguistik bir teknoestetik ile kurulmaya çalışılır. Mahmud Sadık’ın metninin çarpıcı yanı ise, öyle ya da böyle bu işin o kadar da kolay olmayacağını göstermesidir. Her büyük anlatı diğer anlatıları arkada bırakacağı için,
19. yüzyılın iştahlı komisyonerleri bir türlü ikna olup bir ismin seçimini gerçekleştiremezler.
“Fakat bu asrın temyizini [ayırdını etmeyi] yalnız ihtirâ [buluş] tâbir-i umumiyyesiyle [genel tabiriyle] ifâde edip geçivermeye ve onu da büyük büyük terakkiyâta vaz’-ı esâs eden [temellendiren] elektriği kâale almamayı ve elektrik devri demeyi âtiye [geleceğe] bırakmayı birtakım kimseler de tecviz etmiyor [uygun görmüyor]. Fransızlar (1900) sergisini küşâda [açmaya] karar verip komisyonlarla bu serginin tertibâtını müzâkere eyledikleri sırada serginin asra çespân [layık] düşmesini ve çespân düşebilmek için de asrın nâmı şimdiden belli olmasını ortaya çıkarmışlar ve şu asr-ı milâdiye münâsibnâm taharrisine [isim araştırmasına] umumu davet eylemişlerdir. Biz de bu sebeple şu ismi bulmak meselesini biraz münâkaşa edip uzatıyoruz.”
Mahmud Sadık önce tartışma konusu olan isim ihtimallerini sıralar. Belli ki onun da önereceği bir teknoestetik büyük anlatı mevcuttur. Dolayısıyla umuma açılan daveti hemen kabul ederek kendi önerilerini sunmaya hazırlanır.
“Bu zamanda elektrik pek çok garibeler ve bedialar [yenilikler] ortaya koymakta ve akıllara hayret vermektedir. Burası cây-i inkâr [inkar edilecek] değil. Lâkin buhar kuvvetinin icadı üzerine ortaya çıkan makinelerin yani velosipedlerden [bisikletlerden] şimendiferlerden [trenlerden] tutarak en büyük işlerden en küçük işlere kadar, top dökmekten iplik bükmeye varıncaya kadar bütün a’mâl-i beşeriyyeyi [insanlığın işlerini] mükemmel surette gören, yapan çarkların, fabrikaların bu asırda gösterdiği ehemmiyet elektrikten ziyâdedir. Tuttuğu mevki onunkinden çok geniştir.”
Yazar, öncelikle elektriği övenlere karşı buhar kuvvetini hatırlatmak ister. Özellikle 19. yüzyıl içerisindeki bir dolu muhtelif buluş buhar kuvvetiyle yapıldığı için bu isim büyük anlatıyı meşru kılacak güce sahiptir. Ona göre elektrik henüz sadece hayret verici garibeler sunan bir teknolojidir.
“Mamafih şu ‘asr-ı fenni’nin [ilim asrı] ortaya çıkardığı kuvvetlerin en ziyâde muhayyirü’lukul olacak [akıllara şaşkınlık verecek] surette âsâr [alametler] göstereni elektriktir. Elektrik bu asrın bir hassa-i mümeyyizesidir [ayırıcı özelliğidir]. Onun gösterdiği ucubelerden edvâr-ı âtiyyede [gelecek asırlarda] bu kuvvetin âlem-i beşeriyyette [insanlık aleminde] en ziyâde ehemmiyet kesb edecek [kazanacak] en ziyâde terakkiyâta vâsıta olacak bir kuvvet olduğu eserlerinden istidlâl olunuyor [neticeleniyor]. Bu istidlâl meydanda dururken niçin ‘devr-i elektrik’ ismiyle tevsim olunmak [adlandırmak] şerefini ileriki asra bırakmalı da bu asra vermemeli?”
Yine de elektriğe karşı hayranlığını gizleyemez. Elektrik umut vericidir ama
19. yüzyılı isimlendirecek bir teknoestetik içerir mi emin olamaz. Yazar, elektriğin bir sonraki asrın büyük anlatısı olabileceğini tereddütlü bir soru sorarak okuyucuların takdirine bırakır.
“İşte bu fikri ortaya koyanlar (1900) sergisinin de bu fikri okşar surette tertip olunmasına ve on dokuzuncu asra mahsus bedâyi’ [yeni şeyleri] ve terakkiyâtı bu serginin makineler dairesinde göstermesi pek münâsib olacağına karar vermişler. Verdikleri karar bu cihetle [yönüyle] değilse de başka cihetle pek musib [isabetli] ve pek münâsib.”
Teknolojiden nasıl istifade etmeli? Mahmud Sadık, metninin devamında bu sergiye özel gerçekleşecek olan teşhir düzeni ve onunla ziyaretçilerin nasıl temas edeceği üzerine yazmaya başlar. Bunu yapmasının nedeni, onun önereceği isimlendirmeyi tartışmak için gereklidir.
“Karar-ı münâsibten [İsabetli karardan] bahse girişmezden evvel on, on beş senede bir kere küşâd olunup [açılıp] küçücük bir devir demek olan on yirmi senelik terakkiyâtın numunelerini gösteren sergilerde bu asır içinde en ziyâde nazar-ı dikkati celp eden [dikkat çekenin] hangi nokta olduğunu tetkik cihetine [inceleme yönüne] gidelim. Son beş on sene içinde açılan sergilerde ve ez-an-cümle [o cümleden olarak] Paris’in 1889 sergisiyle Şikago sergisinde hemen bütün müdekkik [inceden inceye araştıran] ve sâhib-i irfân züvvârın [irfan sahibi ziyaretçilerin] taht-ı tasdikindedir ki [onayı altındadır ki] en ziyâde terakkiyât-ı zamâneyi [zamanımızdaki ilerlemeleri] gösteren ve mârifet-i beşeriyyenin yani fennin ve san’atın ne kadar ve ne vâsıta ile ve ne suretle ilerlediğini ortaya koyan makineler dâiresidir. Her sergide makineler dâiresi sâir [diğer] teşhirgâhlara [sergi yerlerine] fâik [üstün] olunca terakkiyât-ı asriyyenin zübdesi [seçkin parçası] ve ruhu bunlar olmak lazım gelir.”
Yazar, hem Paris’te hem de öncesinde diğer şehirlerdeki sergilerde odakta parlayan mekanın hep makineler dairesi olduğunu vurgular. Evsahibi ülke ve diğer sanayi güçleri, hangarı andıran bu makine dairelerinde yerlerini alırken, sömürge ve “diğer” milletler fuar alanının çeperine serpiştirilir. Mısır, Osmanlı, Cezayir ve bu gibi diğer coğrafyaların havasını aktarabilmek ve daha “gerçekçi” görünmesini sağlamak için, tekil taklit binalar ile pitoresk bir düzenleme yapılır.
Yüzyıl sonuna yaklaşıldığında ise, büyük hangar yapının artık önemi azalır ve adeta tam bir panayır alanı gibi bir düzene doğru kayma yaşanır.13 Mahmud Sadık’ın kaleme aldığı 1900 Sergisi de tam bu değişime işaret eder. Bazısı teknolojik bir değer bazısı da ulus milleti temsil eden bir dolu pavyon, fuar alanına adeta sere serpe saçılacaktır. 1900 Sergisi, bu işi öyle büyük bir ölçekte yapacaktır ki ziyaretçilerin bir yerden başka bir yere ulaşmaları için yürüyen bir yaya yolu da inşa edilecektir. Bir başka deyişle, sergi gezme deneyimi de yeni bir teknoestetik araçla gerçekleşecektir.
“Bu halde ‘makineler asrı’ deyip meseleyi halletmeli... Fakat şimdiye kadarki sergilerde makinelerin teşhiri için ayrıca bir dâire tahsisi olunduğu halde 1900 sergisinde bu tertib-i atikten [eski tertipten] vazgeçmişlerdir. Bakınız ne güzel bir fikre istinâden vazgeçmişlerdir: Şimdiye kadar küşâd olunan [açılan] sergilerde teşhirât [sergilenenler] neden ibarettir? O vakte kadar sanâyi destgâhlarında [tezgahlarında] vücuda getirilen umum eşyâ’nın [genel nesnelerin] en mükemmelleri değil mi? Ak meşenin en nefis, en müzeyyeni, kâğıtların en iyisi maden yahut zücâc-ı evâninin [sırça kapkacağın] en zarifi porselen takımlarının en güzeli oymaların ve işlemelerin en mahâretle vücuda getirilmiş hulâsa [bir şeyin] ne kadar mahsul-i san’at, mahsul-i mârifet varsa cümlesinin zaman-ı teşhire [sergi zamanına] nispeten ekmeli [en uygunu], enfesidir [çok değerlidir].
Bunların temâşâsıyla insan mahsulât-ı terakkiyi görür fikr-i beşerin, neler ibdâ’ına [yaratmasına] kesb-i kudret ettiğini
[kudret kazandığını], a’mâl-i beşeriyyenin neler i’mâline muvâfık olduğunu anlar bu anlayış da büyük bir şeydir fakat mâlumat-ı beşeriyyenin ve müktesebât-ı dimâğiyyenin [fikri kazançların] buradan çıkaracağı pay neden ibâret kalıyor?
Yalnız hârikulâde mahsulat-ı fenniyye ve sınâiyye karşısında vakfe-i hayret [hayret duraklaması] etmekte? İstifâde nedir? Bir sergiyi temâşâdan neler öğrenilecektir?...”
Birçok farklı öneriye kulak verdikten sonra Mahmud Sadık bu sefer asrı ifade etmek için kendi bir isim önerir. Yine de bu konuda o kadar emin değildir. Çünkü bu serginin odağında eskisi gibi büyük bir makineler dairesi olmayacaktır. Bu yeni özel durum onun için hiç de olumsuz bir durum teşkil etmez. Aksine, o yeni yapılacak teşhir düzeninden son derece heyecanla bahsederek yazısına devam eder. Bir sergiyi sadece büyülenerek gezmekten daha çok nasıl istifade edilebilir, bu sorunun peşine düşer.
“Şimdiye kadarki sergilerin tertibâtından küşâyiş-i fikr [fikrin berraklaşması], teşvik-i san’at cihetiyle çok istifâdeler görülmüş ve emekler boşa gitmemiştir burası mâlum ve musaddık [tasdikli]. Lâkin istifâdeyi tevsi etmek [genişletmek] herkese az çok temâşâdan yalnız lezzet ve ibret aldırmayıp, ilim, fen, san’at öğrenmek ve sergileri ‘mârifet-i eşyâ’îye’ [üretim hünerlerine] de bir güzel vâsıta kılmak olamaz mı? İşte 1900 sergisini bu maksada hadım [hizmet eden] bir surette yapacaklarmış. Devâir-i fünûn ve sanayi’de [sanat ve zanaat bölümlerinde] yalnız neticeler, muvaffakıyetler [başarılar], mahsuller teşhir olunmayıp bunların suver ve vesâit-i i’mâliyyesi [yapım plan ve araçları] de gösterilecek.”
Mahmud Sadık’ı heyecanlandıran, teknolojinin sadece dışarıdan bakılıp hayret edilen bir imgenin ötesinde teşhir edilecek olmasıdır. Makinelerin büyüsünü yitirmiş nesnelere dönüşmeleri yeni bir teknoestetik anlayış kazandırır yazarın metnine. Bu bir nevi dünyevileşmeye giden bir kavrayışın kapısını aralar.
“Mesela bir ziyaretçi rengarenk kumaşları görmekle kalmayacak. Bu kumaşlar yün ise nasıl ayrılıyor? İplik yapılıyor, dokunuyor ipek ise nasıl yetiştiriliyor, keten elyâfı ne surette alınıyor. Bunlar ne vâsıtalarla nesc ediliyor [dokunuyor], boyanıyor, tekmil bu cihetlerde görülecek. Kâğıdın ne surette i’mâl olunduğu da, paçavraların hamur haline getirilip hamurun temizlenmesi, cendereler altından geçip safha halini alması safhaların incele incele bildiğimiz kâğıt haline konulması bütün teferruâtla, bütün makineler ile seyr ve temâşâ olunacak.”
Rengarenk kumaş görmek gündelik ziyaretçiler için hayranlık verici bir imgedir. Öte yandan bu kumaşın nasıl yapıldığını süreçte hangi makineler ile nasıl vücuda getirildiğini öğrenmek, yazar için bir teknoloji sergisinden istifade etmenin önemli ayağını oluşturacaktır.
“Eldeki çatal bıçağın çanak çömleğin imâlâtı ve makineleri, turneleri, fırınları tetkik edilecek. Bu tertibe göre serginin muhtelif dâireleri birer dâr-ısan’at tennişâne olacak [zanaat türlerinden örnek olarak yer alacak]. Bu halde yalnız mahsulâtın temâşâsıyla alınacak ibrete mukabil bir istifâde edilmiş umuma ders verilmiş olur. Herkes san’at nasıl işliyor? Fen ve mârifet buna nasıl yardım ediyor? Bunu görecek. Bu takdire göre sergide ayrıca bir makineler dâiresi tertibine hâcet kalmaz. Çünkü her san’at mahsulâtının yanı başına makinesi vaz’ edilmiş [yerleştirilmiş] olacağından makineler muhtelif dâirelerde müteferrik [dağınık] bir halde bulunurlar ve binâenaleyh [bundan dolayı] (1900) sergisinin en ziyâde şâyân-ı dikkat [dikkate değer] ve en mühim bir kısmı makineler dâiresi addedilemeyecek.”
Önceki sergilerde bir nevi tapınak ve içinde teşhir edilenlerin de kutsal birer heykelmiş gibi olduğu makineler dairesinin büyüsünün yitimi yazarı belli ki çok heyecanlandırır. Makineye kutsal bir öğe gibi hayran kalma ve temaşa etmenin ötesinde, onu insanlık tarihinin ürünü olduğunu öğrenmek fikrine tutunur. Zaten yüzyıla isim vermeye uğraşan bu serginin komisyonerleri ve de Mahmud Sadık kendi tarihlerini kendileri yazmaya çalışan farkındalık içerisindedirler.
“Halbuki on dokuzuncu asr-ı milâdiye nisbet olunarak tertib ve küşâd olunacak bir asır sergisinde o asrın ma-bihi’l-iftihârı [iftihar edilecek şeyi] olan bir noktaya ehemmiyet verilmek lazım gelirdi. Böyle makinelerin taksim ve tefriki [ayırt edilmesi] bunlara ehemmiyet vermemek de addolunamaz. İstifâdenin temini bu yolu ihtiyar ettirmiştir [tercih ettirmiştir]. Buna mukabil sergi mertebeleri gayet mükemmel bir elektrik dâiresi açmaya ve elektriğin her türlü terakkiyâtını bu dâirede cem’ etmeye [toplamaya] karar vermişlerdir. Burada lambalar tekmil elektrik makinelerine pertev-bar [ışıklı] olacak. Bu hârikulâde şeyleri rengarenk bir nura müstağrak [dalmış] kılacak. Ta’dâdı [Sayımı] pek uzun düşecek olan elektrik bedâyi’i [elektrikli yenilikler] burada temâşâ-gerânı [seyircileri] hayran edecek... Elektrik bedâyi’i sâiresi [diğer elektrikli yenilikler] bir tarafta dursun yalnız pertevini [ışığını] nazar-ı itibâra [dikkate] alanlar bitmek üzere olan asr-ı milâdinin elektrikte olan terakkiyât-ı akıl-fersâsını [akla sığmayacak ölçüdeki gelişmeleri] imâ’ etmek üzere bir (parlak asır) denilmesi ve sergide bunun ispat olunması reyindedirler.”
Yazar, bu paragrafa kadar dünyevi tutumunu çarpıcı bir şekilde sürdürürken, konu elektrik olunca büyülü bir tarafa doğru savrulur. Tapınak gibi bir makineler dairesi olmayacaktır ama onun yerini elektrik dairesi alacaktır ve yazarın da dediği gibi seyircileri hayran ettirmeyi amaçlayan bir işlevi vardır. Elektrik
Sarayı (Palais de l’Electricité) ismiyle açılan bu daire, geceyi aydınlatan bir dolu renkli ışığı ve hemen önünde yer alan süs havuzu ile serginin en dikkat çekici yanını oluşturur. Yine de bu büyüleyici atmosferi yaratan cephenin arkasındaki elektrik santrali de ziyaretçilerin teşhirine açılır. Bir çeşit serginin büyüsünü yaratan yerin de teşhiri Mahmud Sadık’ın istifade üzerine kurduğu teknoestetik anlatıyla paralellik gösterir.
“Hulâsa [sözün özü] şu asır cidden ve hakikaten ‘makineler asrı’ ıtlakına [soyutlamasına] sezâvâr [uygun] olsa da kendi nâmına küşâd olunacak (1900) sergisi bu devr-i mârifette temeyyüz eden [kendini gösteren] ve havze-i fen ve san’atta [ilim ve zanaatalanında] serfirâz [benzerlerinden üstün] olan, hâl-i hâzırda bedialar [yenilikler] gösteren, âtide [gelecekte] harikalar ortaya çıkaracağı hakkında kavi [güçlü] ümidler veren kuvvetin ‘Elektrik’ olduğunu gösterecek... On dokuzuncu asr-ı milâdi içinde bihakkın [tamamıyla] terakkiyâtı temin eden makine ise (1900) da küşâd olunacak (meşher-i asr) [asrın sergisi] da gözleri kamaştıracak pertev-i [ışık] elektriktir.”
Mahmud Sadık, yazı boyunca teknolojiyi zamansal bir bağlamda estetize eder. Arkada bırakılan yüzyıl makineler asrı ismine layıktır ve gelecekteki yeni yüzyıl ise elektriğin devri olacaktır. Bu ilerlemeci anlayış yazarın sürekli kaleme aldığı “terakkiyât” kavramıyla da iyice pekişir. Böyle ilerlemeci bir büyük anlatının peşinde teknoestetik bir kavrayışa sahip yazar, pek de yanılmaz doğrusu. Gerçekten de 20. yüzyıl teknolojisinin estetiğini şekillendirecek olan elektriktir. Kentler baştan aşağı elektrikle donatılacağı gibi film, ses gibi medyalar artık elektrik yoluyla cisimleşecektir. 1900 Sergisi’ndeki gibi hayran olunacak görsel bir atmosfer olmasının ötesinde gündelik yaşamın belki de en hayati öğelerinden biri elektrik olacaktır.
Peki 1900 Sergisi cazibesini yakalayabildi mi? Mahmud Sadık’ın sergiden sekiz sene önce heyecan duyarak kaleme aldığı beklentiler karşılandı mı? Bir ton para yatırılan sergi, pek de başarılı olamaz.
Hem öngörülen yapıların bir kısmı serginin açılışına yetişmez hem de bilet ücretlerinin fahiş fiyatta olması yüzünden beklenen ziyaretçiyi çekemez. Bu yüzden de bu denli büyük dünya fuarlarının son örneğini oluşturduğu düşünülür. Yaklaşık her on senede bir fuar düzenleyen Paris, daha fazla bu rutinini gerçekleştiremez, 1937 yılına kadar bir daha böyle bir girişime soyunmaz. 19. yüzyıla verilecek ismin karar tartışması ise hararetini kaybeder ve en genel itibarıyla serginin tema motifine “Yüzyılın Bilançosu” (Le bilan d’un siècle) ismi verilir.
■ Gürbey Hiz, Dr. Misafir Öğretim Üyesi, Kadir Has Üniversitesi Mimarlık Bölümü; Post-doc Araştırmacısı, Washington Üniversitesi, Seattle.
Notlar:
1 Murat Yalçın (ed.), “Mahmud Sadık”, Tanzimattan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, cilt 2, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2001.
2 Ahmed İhsan, “Mahmud Sadık ve Servetifünun”,
Resimli Uyanış - Servet-i Fünûn, sayı 1773, 1930.
3 Mahmud Sadık, Takvimden Yapraklar, Matbaa-i Hayriye, İstanbul, 1913.
4 Ahmed İhsan, Matbuat Hatıralarım (1888-1914),
Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2012.
5 Ahmed İhsan, “Mahmud Sadık ve Servetifünun”,
Resimli Uyanış - Servet-i Fünûn, sayı 1773, 1930.
6 Servet-i Fünûn Paris muhabiri Agah Hüseyin’in 1895’te Champ de Mars üzerinde gerçekleştirdiği bir balon seyahati deneyimi ile ilgili bir yazıyı Manifold’da “A’dan Z’ye Servet-i Fünûn Manzaraları” yazı serimde kaleme aldım. İlgilenenler için; Gürbey Hiz, [M]: “Manzara”, Manifold, 2021: [https://manifold.press/mmanzara].
7 Mahmud Sadık, “Bir Şehir Numunesi”,Servet-i
Fünûn, sayı 90, 1892.
8 Mahmud Sadık, “1900 Sergisinde Bir Garibe”,
Servet-i Fünûn, sayı 214, 1895.
9 Mahmud Sadık, “1900 Sergisi”, Servet-i Fünûn, sayı 279, 1896.
10 Mahmud Sadık, “Paris’in (1900) Sergisi ve Makineler Asrı”, Servet-i Fünûn, sayı 178, 1894. Bu metnin tamamına yazı boyunca yer verdim. Mahmud Sadık’ın alıntılanan diğer paragraflarının kaynağı da bu yazıdır.
11 Walter Benjamin, “Kendi Başına Dil ve İnsan Dili Üzerine”, Son Bakışta Aşk: Walter Benjamin’den Seçme Yazılar, Metis Yayınları, İstanbul, 1993.
12 Theodor W. Adorno, Edebiyat Yazıları, Metis Yayınları, İstanbul, 2004.
13 Zeynep Çelik, Şarkın Sergilenişi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2004.