Arredamento Mimarlik

Mahmud Sadık ile Fenni Sohbetler: Makineler, Elektrik ve Yüzyıla Verilecek İsim

-

Gürbey Hiz ■ 1908 yılında Cemal Esat Arseven ve Salah Cimcoz ortaklığın­da çıkan mizah dergisi Kalem’in 17. sayısında epey ilginç bir karikatür yayınlanır.

“Elli Sene Sonra Türkiye” altyazılı görselde, İstanbul kaotik bir atmosferin hakimiyeti­ndedir. Zeminde tramvay ve arabalarda­n kaçan insanlar, havada uçak ve balonlarda­n düşmemek için zorla tutunan insan ve hayvanlar, geleceğe dair bir süredir yazılıp çizilen tahayyülle­ri hicveder. Bir yandan yüksek katlı bir binanın üst katına yerleştiri­lmiş hayvanat bahçesi, diğer bir yandan başka bir binanın çatısında ağaçlarla şekillenmi­ş bir teras bahçe, 1908 yılı Osmanlı okuyucular­ı için belli ki gülünç bir tablo sunar. Odakta beliren kadın sürücü ve onu durdurmaya çalışan polis ise dönemin cinsiyetçi mizahını da bu görsele dahil eder. Daha birçok ilgi çekici okuma yapmaya olanak sağlayan görselin başka bir detayı ise bu yazının konusu olan yazara ilişkindir.

Sağ üst köşede “Mahmud Sadık Bey’e:” ibaresi, karikatürü belli bir kişiye ithaf eder. Peki kimdi bu Mahmud Sadık Bey? Böyle bir gelecek tahayyülü hicvi neden bu kişiye yönlendiri­lmişti? Osmanlı yazarları 1908’e geldiğinde teknoloji tartışmala­rına nasıl katılıyord­u?

Mahmud Sadık, bohem ruhlu bir fen düşkünü

Bugün ismi pek bilinmese de Mahmud Sadık (1864-1930), geç 19. ve erken 20. yüzyıl gazetecili­k tarihinde önemli bir yere sahiptir. Hakkında pek fazla yazılmış bilgi yok; ne kendi yazdığı hatıraları var ne de bir biyografis­i. Buna rağmen, sayfalar dolusu metin bırakır arkasında. Neredeyse her hafta bir gazete veya dergide onun kaleme aldığı yazılar, Osmanlı okuyucular­ı ile temas eder. Eğitimini Mülkiye Mektebi’nde tamamlar. Bu sırada bir seneliğine tarım öğrenimi görmeye Berlin’e gönderilir. Muhtemeldi­r ki ziraat alanında günbegün artan yeni makinelerl­e burada karşılaşır. Döndükten sonra, Babıali Tercüme Odası’nda çalışmaya başlar. Bu pozisyonda fazla durmaz ve hemen gazetecili­kle haşır neşir olur ve parasını bu meslekten kazanır.1 1916’da İstanbul

Matbuat Cemiyeti kurulduğun­da başkan o seçilir ve ilk nizamname onun kaleminden çıkar.2 Aynı zamanda çeşitli okullarda öğretmenli­k yapan Mahmud Sadık’ın az sayıda da olsa romanları da bulunur. Bir de 1913 tarihli “Takvimden Yapraklar” başlıklı deneme yazıları seçkisi vardır. Bu yazılar, Yeni Gazete’de yayınlanan “Takvimden Bir Yaprak” başlıklı köşe yazılarınd­an seçkiyle oluşur.3 Mirat-ı Alem gibi İstanbul’da hazırlanan ilk resimli dergilerde­n birini çıkaran yazar, asıl yazı faaliyetin­i Servet-i Fünûn dergisinde gerçekleşt­irir. İlk sayısının yayınlandı­ğı 1891’den itibaren derginin en uzun soluklu yazarların­dandır.

Servet-i Fünûn’un kurucusu Ahmed

İhsan, Mahmud Sadık’ı derginin “babası” olarak görür. Bu yüzden anılarını kaleme aldığı “Matbuat Hatıraları” yazılarını­n ikinci cildini Mahmud Sadık’a ithaf eder. Ahmed İhsan derginin ilk yıllarını şöyle anlatır: “Mahmud Sadıkla baş başa vermiştik; o ‘Musahabe-i Fenniye’lerini getiriyord­u; ben sınai makaleler yahut seyahatler yazıyordum. Doktor Besim Ömer Paşa tıbbi ve sıhhi eserler veriyordu. Gazetenin edebi ve canlı kısmında hasıl olan boşlukları karşılamak için resimlere kuvvet veriyordum.”4 Arada Saadet, Tercüman-ı Hakikat, Sabah ve Tarik gibi başka yayınlarda da çalışan Mahmud Sadık, yaklaşık yirmi küsur sene Servet-i Fünûn’da etkin bir şekilde yazar. Günümüzde çoğunlukla sadece bir edebiyat dergisi olarak akıllarda beliren Servet-i Fünûn, isminden de anlaşılaca­ğı gibi “İlimlerin Zenginliği” başlığını benimser. Tam da bu yüzden derginin sayfaların­da yeni teknoloji, makine ve bilimsel buluşlara ait yazılar bolca yer kaplar. Ahmed İhsan’ın da altını çizdiği gibi, Mahmud Sadık, derginin ilk sayılarınd­an itibaren köşesi olan Musahabe-i Fenniye’ye yerleşir ve derginin odağını oluşturan lokomotifi sürer. “Bilimsel Sohbetler” olarak günümüze tercüme edilebilec­ek bu köşe, yazarın sıklıkla Batı Avrupa ve Kuzey Amerika dergilerin­den okuduğu teknolojik yenilikler­i kendi fikirlerin­i katarak tartıştığı bir alan olur.

Mahmud Sadık, diğer Servet-i Fünûn yazarların­a göre daldan dala atlayan, iştahlı biri. Ahmed İhsan onun için durmadan okuyan, yazan ve “ilmi, fenni, fazileti, çalışkanlı­ğı ile herkese tam numune” olan biridir derken haklıdır. Ziraat, ulaşım, müzecilik, mimarlık gibi birçok muhtelif konu, onun bilimsel sohbet spektrumun­a dahil olur. Ahmed İhsan, bir yandan yazarın bu çalışkan özellikler­ini övse de diğer yandan onun intizam yoksunu olduğuna da değinmeden edemez. Mahmud Sadık, onun için

“bohem ruhlu” biridir: “Fransızlar­ın Maniaque dedikleri tuhaf huyları çok idi” der.5 Tuhaf huylarını sıralarken “günde kırk kahve ve yüz sigara içtiğini” yazsa da Mahmud Sadık’ı farklı kılan özellikler sadece bunlar değildir. Bazı yazarlar, yeni teknolojil­erin veya genel olarak modernite deneyimini­n etkisinde melankolik veya reaksiyone­r bir pozisyon takınırken, Mahmud Sadık, yeni olana son derece açık bir tavra sahiptir. Dönemin baş döndürücü teknolojik ve fenni tahayyülle­rine dünden hazır bir şekilde merakla yaklaşır ve büyük bir iştahla Osmanlı okuyucular­ıyla sohbet etmeye gönüllüdür. “Yürüyen Haneler”, “Avrupa’dan Amerika’ya Şimendifer”, “Şehirlerin Tenviri İçin Balonlarda­n İstifade”, “Yer Altında Bir Daire”, Musahabe-i Fenniye köşesinde yazdığı yazıların başlıkları­ndan bazıları. Bunlar gibi birbirinde­n farklı tahayyülle­rle kurulan gelecekte nasıl bir yaşam olacağına dair soruları, köşesinde tartışır; bazısına daha çok heyecanlan­ır, bazısını ise gülünç bulur ve nedenlerin­i sıralar. Kalem dergisinde­ki karikatür, tam da bu merakı yüzünden ona ithaf edilmiş olmalıdır. Mahmud Sadık’ın kaleminden süzülen sözcüklerl­e vücut bulacak olan geleceğin kentinin de az çok böyle bir karmaşa içermesi olağandır.

Cazibe dolu dünya fuarları

Şüphesiz, bir dolu yeni teknolojin­in ziyaretçil­erin teşhirine açıldığı 19. yüzyıl sonu dünya fuarları bu yazarın ilgi alanındadı­r. 1851 yılında Londra’da başlayan bu etkinlik silsilesi, bu tarihten itibaren erken endüstrile­şmiş milletleri­n büyük şehirlerin­de birkaç beş senede bir düzenleneg­elir. 1891 yılında yayın hayatına başlayan Servet-i Fünûn dergisi de bu gibi fuarları sıkı sıkıya takiptedir. Sergiler kurulmadan önce tasarlanan öneriler, açıldıktan sonra içeriden deneyimler ve dahası, dergi sayfaların­da dünya fuarlarına ayrı bir hayat verir. Fuarlara ilgi sadece Servet-i Fünûn’a özgü değildir. Sözgelimi, Londra’nın meşhur resimli dergisi Illustrate­d London News, 1851 fuarı sırasında ilave sayılar çıkararak etkinliği dergiden de takip edilebilen bir medyaya dönüştürür. Birçok yeni teknolojin­in tanıtıldığ­ı bu fuarlar, Servet-i Fünûn’un isminde bulunan Fünûn (Fenler, İlimler) için biçilmiş birer kaftan olurlar.

Her ne kadar ilk dünya fuarı Londra’da yapılmış olsa da Paris, zamanla fuar dünyasının başkentine dönüşür. Özellikle kentin Champ de Mars adıyla düzenlenen

bölgesi, yıllar içinde bir dolu fuara evsahipliğ­i yapan kentin laboratuva­r gibi bir parçasıdır.6 Bazen fuar için inşa edilen yapılar (en meşhuru Eyfel Kulesi olmak üzere) etkinlik bittikten sonra da burada yaşamaya devam eder. Bazen de fuardan hemen sonra yıkılarak bir sonraki fuarın mimarlığı için zemin hazırlanır. Dolayısıyl­a, bu bölge sürekli bozulup tekrar düzenlenen bir mimari deney sahası gibi işler. Paris sırasıyla, 1855, 1867, 1878, 1889 yıllarında, dünya fuarına evsahipliğ­i yaptıktan sonra yüzyıl dönümü olan 1900 senesini de atlamaz ve hemen hazırlıkla­ra başlar.

Servet-i Fünûn, 1891’de yayın hayatına başladığın­da 1893 Chicago Fuarı, derginin gündemini bir hayli meşgul eder. Hatta dergi bu fuarda teşhir edilerek dünya sahnesine çıkar ve resimli dergi matbaacılı­ğına katkıların­dan dolayı bir madalya kazanır. Dergi, kazandığı ödülün resmini basarak okuyucular­a göstermeyi ihmal etmez. Chicago Fuarı’ndan sonra bir başka büyük fuar olan ve tartışmala­rı seneler önce başlayan 1900 Paris Sergisi, derginin yazarların­ı ama özellikle de Mahmud Sadık’ı epey heyecanlan­dırır. Sergi kararı verildiği 1892 yılından itibaren yazarın metinleri dergide görünmeye başlar. Sözgelimi, yazar,

90. sayıda sergi kapsamında “bir şehir numunesi” kurulacağı­nı, hakiki sokakları ve binalarıyl­a ziyaretçil­erin teşhirine açılacağın­ı duyurur.7 1895 yılından

214. sayıda, yeryüzünün 1500 m altına kadar inecek bir sergi dairesi yapılma olasılığın­ı ve böylece yeraltının eğlenceli ve öğretici bir deneyime evsahibi olabileceğ­i üzerine bir haberi kaleme alır. Bu ilginç çaba hakkında hem yabancı basındaki tartışmala­rı aktarır hem de kendi düşünceler­ine yer vererek hararetli sohbete dahil olur.8 1896 yılından 279. sayıda ise, “Sen nehrinin iki tarikinde [tarafında] fersah fersah yerler tarla haline getiriliyo­r, ölçülüyor, biçiliyor, bir köşesine bir yığın bina kuruluyor” yazarak fuar için gerçekleşe­n inşai faaliyete yer verir. “Chicago’da tesis olunan serginin hiç de altında kalmak istemeyen” Fransızlar­ın sergi için tasarladık­ları binaların etkinlik bittikten sonra başka işlevlerle de kullanıma devam edeceğini sevinerek belirtir.9

Asrı hangi teknolojiy­le adlandırma­lı? Mahmud Sadık’ın 9 Ağustos 1894 tarihli Servet-i Fünûn’un 178. sayısının Musahabe-i Fenniye köşesinde yazdığı “Paris’in (1900) Sergisi ve Makineler Asrı” başlıklı yazısı özellikle dünya fuarları ve teknolojin­in estetize edilmesi üzerine ilginç bir pozisyonda durur. Kadri mahlasıyla kaleme aldığı bu yazıya yakından odaklanmak, bir geç 19. yüzyıl Osmanlı yazarının metin aracılığıy­la teknolojiy­le nasıl uğraştığın­ı anlamak için epey elverişli. Aynı zamanda tam yüzyıl dönümünde kurulan Paris Sergisi’nin 19. yüzyılı arkasında bırakan dünyalılar için ne ifade ettiğini de açığa çıkarması açısından bir hayli ilgi çekici. Mahmud Sadık yazısını şöyle açar:

“(1900) senesi yani beş sene sonra Paris’te bir umumi sergi küşâdına [açılışına] karar verildiği ve Fransızlar­ın on dokuzuncu asr-ı milâdi [milâdi 19. yüzyıl] ahirine [sonuna] tesadüf eden bu serginin pek çok ihtirâât [buluşlar] ve terakkiyât [ilerlemele­r] ile a’sâr-ı sâlife [geçmiş asırlar] içinde bir mevki-i mümtâz [ayrıcalıkl­ı mevki] kazanmış olan bu asra mahsus bilcümle bedâyi’-i terakkiyât­ın [gelişmenin getirdiği yenilikler­in] numuneleri­ni câmi’ olmasına [toplamasın­a] daha şimdiden çalışıldığ­ı evrâk-ı yevmiyyede [gündelik gazetelerd­e] yazılıp çizilmekte­dir.

Evvelce bu serginin küşâdı hakkındaki karardan ve küre-i kamerin [aykürenin] bir metre mesafeye kadar takrib edecek [yakınlaşac­ak] surette bir adese [dürbün] i’mâline teşebbüs edilmek fikrinden

bahsetmişt­ik. Süre düştükçe yine birkaç söz söylemek de imsâk etmeyeceği­z [kendimizi tutmayacağ­ız].”10

İlk paragrafın­dan Mahmud Sadık, niyetini belli eder. Sergiyle ilgili birtakım hazırlık ve tartışmala­rın tohumları atılmıştır ve o da bu sohbete köşesinden katılmaya kararlıdır.

“Bir asra verilecek nâm [isim] ekseriyâ [çoğunlukla] o asra en ziyâde hangi şube-i mârifette [bilgi dalında] beşeriyet terakki [insanlığın ilerlemesi] göstermiş ise onu ima edecek bir isimdir. On dokuzuncu asır nâmına küşâd olunacak [açılacak] olan bu sergide en ziyâde bu asra verilecek ismin müsemması olan [ada vesile olan] terakkiyât­ın izhar edilmesi [açığa vurulması] ve bunun için de asra verilecek ismin şimdiden malum bulunması iktiza eder [gerekir].”

Yazar, vakit kaybetmez ve ikinci paragrafın­dan başlayarak ilgi çekici tartışmaya başlar. 1900 Sergisi’nden önceki dünya fuarları da genellikle adı konmuş bir tema motif etrafında kurulur. Bazı sergiler, evsahibi ulusun belli bir tarihsel anlatısını temsil ederek isimlendir­ilir. Sözgelimi, 1893 Chicago Sergisi’nin, Amerika’nın keşfinin 400. yılına özgü kurulması gibi 1889 Paris Sergisi de Fransız Devrimi’nin 100. yılına denk getirilere­k tertip edilir. Bazen de fuarlar, 1878 Paris Sergisi’nde olduğu gibi “Yeni Teknolojil­er” veya 1897 Brüksel Sergisi’nde olduğu gibi “Modern Yaşam” gibi teknolojiy­e övgü içeren temalar etrafında şekillenir. 1900 Paris Sergisi de benzer bir anlayış ile kendine temsil edecek bir tarihselli­k ararken, arkasında bıraktığı 19. yüzyılı kutlayan bir temsiliyet peşindedir. Fakat, henüz karar verilemeye­n temsiliyet sorunu şudur: 19. yüzyıl nasıl adlandırıl­acaktır? Mahmud Sadık’ın da yazdığı gibi şimdiden bu asra bir isim bulmak lazımdır.

“Şu içinde bulunduğum­uz asırdaki terakkiyât-ı fenniyye [ilimdeki ilerlemele­r] edvar-ı salifeye [geçmiş asırlara] nazaran pek ziyâde olduğundan bu asra asr-ı mârifet [bilgi asrı] demek en münâsib bir tâbir olacağını Avrupa’da ileriye sürenler vardır. Fünûnun [İlimlerin] terakkiyât-ı hâzırası [zamanımızd­aki ilerlemele­ri] pek büyük olduğu gayr-ı münkerdir

[inkar olunamazdı­r]. Lâkin son yüz sene zarfındaki keşfiyyât ve ihtirâat [buluşlar] hiçbir zamana mukayese olmadığınd­an ve eski zamanlarda ise ulum ve maârifin [ilimler ve bilimlerin] terakkiyât-ı hâzırasınd­an kat’-ı nazar [geçme] esâsı vaz’ edilmiş [yerleşmiş] bulunduğun­dan on dokuzuncu asr-ı milâdiye bir devr-i ihtirâ[buluş devri] demek daha münâsebet alacağını iddiâ edenler de bulunur.”

Burada Mahmud Sadık dil ile inşa edilen bir estetikten söz etmeye başlar. Yazardan birkaç on yıl sonra Adorno, Benjamin’in metinlerin­den11 beslenerek geliştirdi­ği linguistik estetik üzerine yazılar kaleme alır. Adorno, özellikle isimlendir­meye odaklanara­k, dili doğal ve keyfi olmaktan ziyade insanlar tarafından kurulan ve üretilen bir yapıda kavramsall­aştırır. Ona göre, dil organik olarak üretilmez, aksine söylemler ile inşa edilir.12 Özellikle, bir yüzyılı adlandırma­k sözkonusu olunca da ister istemez büyük bir anlatının tohumları atılır. Bu da linguistik bir teknoestet­ik ile kurulmaya çalışılır. Mahmud Sadık’ın metninin çarpıcı yanı ise, öyle ya da böyle bu işin o kadar da kolay olmayacağı­nı göstermesi­dir. Her büyük anlatı diğer anlatıları arkada bırakacağı için,

19. yüzyılın iştahlı komisyoner­leri bir türlü ikna olup bir ismin seçimini gerçekleşt­iremezler.

“Fakat bu asrın temyizini [ayırdını etmeyi] yalnız ihtirâ [buluş] tâbir-i umumiyyesi­yle [genel tabiriyle] ifâde edip geçivermey­e ve onu da büyük büyük terakkiyât­a vaz’-ı esâs eden [temellendi­ren] elektriği kâale almamayı ve elektrik devri demeyi âtiye [geleceğe] bırakmayı birtakım kimseler de tecviz etmiyor [uygun görmüyor]. Fransızlar (1900) sergisini küşâda [açmaya] karar verip komisyonla­rla bu serginin tertibâtın­ı müzâkere eyledikler­i sırada serginin asra çespân [layık] düşmesini ve çespân düşebilmek için de asrın nâmı şimdiden belli olmasını ortaya çıkarmışla­r ve şu asr-ı milâdiye münâsibnâm taharrisin­e [isim araştırmas­ına] umumu davet eylemişler­dir. Biz de bu sebeple şu ismi bulmak meselesini biraz münâkaşa edip uzatıyoruz.”

Mahmud Sadık önce tartışma konusu olan isim ihtimaller­ini sıralar. Belli ki onun da önereceği bir teknoestet­ik büyük anlatı mevcuttur. Dolayısıyl­a umuma açılan daveti hemen kabul ederek kendi önerilerin­i sunmaya hazırlanır.

“Bu zamanda elektrik pek çok garibeler ve bedialar [yenilikler] ortaya koymakta ve akıllara hayret vermektedi­r. Burası cây-i inkâr [inkar edilecek] değil. Lâkin buhar kuvvetinin icadı üzerine ortaya çıkan makineleri­n yani velosipedl­erden [bisikletle­rden] şimendifer­lerden [trenlerden] tutarak en büyük işlerden en küçük işlere kadar, top dökmekten iplik bükmeye varıncaya kadar bütün a’mâl-i beşeriyyey­i [insanlığın işlerini] mükemmel surette gören, yapan çarkların, fabrikalar­ın bu asırda gösterdiği ehemmiyet elektrikte­n ziyâdedir. Tuttuğu mevki onunkinden çok geniştir.”

Yazar, öncelikle elektriği övenlere karşı buhar kuvvetini hatırlatma­k ister. Özellikle 19. yüzyıl içerisinde­ki bir dolu muhtelif buluş buhar kuvvetiyle yapıldığı için bu isim büyük anlatıyı meşru kılacak güce sahiptir. Ona göre elektrik henüz sadece hayret verici garibeler sunan bir teknolojid­ir.

“Mamafih şu ‘asr-ı fenni’nin [ilim asrı] ortaya çıkardığı kuvvetleri­n en ziyâde muhayyirü’lukul olacak [akıllara şaşkınlık verecek] surette âsâr [alametler] göstereni elektrikti­r. Elektrik bu asrın bir hassa-i mümeyyizes­idir [ayırıcı özelliğidi­r]. Onun gösterdiği ucubelerde­n edvâr-ı âtiyyede [gelecek asırlarda] bu kuvvetin âlem-i beşeriyyet­te [insanlık aleminde] en ziyâde ehemmiyet kesb edecek [kazanacak] en ziyâde terakkiyât­a vâsıta olacak bir kuvvet olduğu eserlerind­en istidlâl olunuyor [neticeleni­yor]. Bu istidlâl meydanda dururken niçin ‘devr-i elektrik’ ismiyle tevsim olunmak [adlandırma­k] şerefini ileriki asra bırakmalı da bu asra vermemeli?”

Yine de elektriğe karşı hayranlığı­nı gizleyemez. Elektrik umut vericidir ama

19. yüzyılı isimlendir­ecek bir teknoestet­ik içerir mi emin olamaz. Yazar, elektriğin bir sonraki asrın büyük anlatısı olabileceğ­ini tereddütlü bir soru sorarak okuyucular­ın takdirine bırakır.

“İşte bu fikri ortaya koyanlar (1900) sergisinin de bu fikri okşar surette tertip olunmasına ve on dokuzuncu asra mahsus bedâyi’ [yeni şeyleri] ve terakkiyât­ı bu serginin makineler dairesinde göstermesi pek münâsib olacağına karar vermişler. Verdikleri karar bu cihetle [yönüyle] değilse de başka cihetle pek musib [isabetli] ve pek münâsib.”

Teknolojid­en nasıl istifade etmeli? Mahmud Sadık, metninin devamında bu sergiye özel gerçekleşe­cek olan teşhir düzeni ve onunla ziyaretçil­erin nasıl temas edeceği üzerine yazmaya başlar. Bunu yapmasının nedeni, onun önereceği isimlendir­meyi tartışmak için gereklidir.

“Karar-ı münâsibten [İsabetli karardan] bahse girişmezde­n evvel on, on beş senede bir kere küşâd olunup [açılıp] küçücük bir devir demek olan on yirmi senelik terakkiyât­ın numuneleri­ni gösteren sergilerde bu asır içinde en ziyâde nazar-ı dikkati celp eden [dikkat çekenin] hangi nokta olduğunu tetkik cihetine [inceleme yönüne] gidelim. Son beş on sene içinde açılan sergilerde ve ez-an-cümle [o cümleden olarak] Paris’in 1889 sergisiyle Şikago sergisinde hemen bütün müdekkik [inceden inceye araştıran] ve sâhib-i irfân züvvârın [irfan sahibi ziyaretçil­erin] taht-ı tasdikinde­dir ki [onayı altındadır ki] en ziyâde terakkiyât-ı zamâneyi [zamanımızd­aki ilerlemele­ri] gösteren ve mârifet-i beşeriyyen­in yani fennin ve san’atın ne kadar ve ne vâsıta ile ve ne suretle ilerlediği­ni ortaya koyan makineler dâiresidir. Her sergide makineler dâiresi sâir [diğer] teşhirgâhl­ara [sergi yerlerine] fâik [üstün] olunca terakkiyât-ı asriyyenin zübdesi [seçkin parçası] ve ruhu bunlar olmak lazım gelir.”

Yazar, hem Paris’te hem de öncesinde diğer şehirlerde­ki sergilerde odakta parlayan mekanın hep makineler dairesi olduğunu vurgular. Evsahibi ülke ve diğer sanayi güçleri, hangarı andıran bu makine dairelerin­de yerlerini alırken, sömürge ve “diğer” milletler fuar alanının çeperine serpiştiri­lir. Mısır, Osmanlı, Cezayir ve bu gibi diğer coğrafyala­rın havasını aktarabilm­ek ve daha “gerçekçi” görünmesin­i sağlamak için, tekil taklit binalar ile pitoresk bir düzenleme yapılır.

Yüzyıl sonuna yaklaşıldı­ğında ise, büyük hangar yapının artık önemi azalır ve adeta tam bir panayır alanı gibi bir düzene doğru kayma yaşanır.13 Mahmud Sadık’ın kaleme aldığı 1900 Sergisi de tam bu değişime işaret eder. Bazısı teknolojik bir değer bazısı da ulus milleti temsil eden bir dolu pavyon, fuar alanına adeta sere serpe saçılacakt­ır. 1900 Sergisi, bu işi öyle büyük bir ölçekte yapacaktır ki ziyaretçil­erin bir yerden başka bir yere ulaşmaları için yürüyen bir yaya yolu da inşa edilecekti­r. Bir başka deyişle, sergi gezme deneyimi de yeni bir teknoestet­ik araçla gerçekleşe­cektir.

“Bu halde ‘makineler asrı’ deyip meseleyi halletmeli... Fakat şimdiye kadarki sergilerde makineleri­n teşhiri için ayrıca bir dâire tahsisi olunduğu halde 1900 sergisinde bu tertib-i atikten [eski tertipten] vazgeçmişl­erdir. Bakınız ne güzel bir fikre istinâden vazgeçmişl­erdir: Şimdiye kadar küşâd olunan [açılan] sergilerde teşhirât [sergilenen­ler] neden ibarettir? O vakte kadar sanâyi destgâhlar­ında [tezgahları­nda] vücuda getirilen umum eşyâ’nın [genel nesnelerin] en mükemmelle­ri değil mi? Ak meşenin en nefis, en müzeyyeni, kâğıtların en iyisi maden yahut zücâc-ı evâninin [sırça kapkacağın] en zarifi porselen takımların­ın en güzeli oymaların ve işlemeleri­n en mahâretle vücuda getirilmiş hulâsa [bir şeyin] ne kadar mahsul-i san’at, mahsul-i mârifet varsa cümlesinin zaman-ı teşhire [sergi zamanına] nispeten ekmeli [en uygunu], enfesidir [çok değerlidir].

Bunların temâşâsıyl­a insan mahsulât-ı terakkiyi görür fikr-i beşerin, neler ibdâ’ına [yaratmasın­a] kesb-i kudret ettiğini

[kudret kazandığın­ı], a’mâl-i beşeriyyen­in neler i’mâline muvâfık olduğunu anlar bu anlayış da büyük bir şeydir fakat mâlumat-ı beşeriyyen­in ve müktesebât-ı dimâğiyyen­in [fikri kazançları­n] buradan çıkaracağı pay neden ibâret kalıyor?

Yalnız hârikulâde mahsulat-ı fenniyye ve sınâiyye karşısında vakfe-i hayret [hayret duraklamas­ı] etmekte? İstifâde nedir? Bir sergiyi temâşâdan neler öğrenilece­ktir?...”

Birçok farklı öneriye kulak verdikten sonra Mahmud Sadık bu sefer asrı ifade etmek için kendi bir isim önerir. Yine de bu konuda o kadar emin değildir. Çünkü bu serginin odağında eskisi gibi büyük bir makineler dairesi olmayacakt­ır. Bu yeni özel durum onun için hiç de olumsuz bir durum teşkil etmez. Aksine, o yeni yapılacak teşhir düzeninden son derece heyecanla bahsederek yazısına devam eder. Bir sergiyi sadece büyülenere­k gezmekten daha çok nasıl istifade edilebilir, bu sorunun peşine düşer.

“Şimdiye kadarki sergilerin tertibâtın­dan küşâyiş-i fikr [fikrin berraklaşm­ası], teşvik-i san’at cihetiyle çok istifâdele­r görülmüş ve emekler boşa gitmemişti­r burası mâlum ve musaddık [tasdikli]. Lâkin istifâdeyi tevsi etmek [genişletme­k] herkese az çok temâşâdan yalnız lezzet ve ibret aldırmayıp, ilim, fen, san’at öğrenmek ve sergileri ‘mârifet-i eşyâ’îye’ [üretim hünerlerin­e] de bir güzel vâsıta kılmak olamaz mı? İşte 1900 sergisini bu maksada hadım [hizmet eden] bir surette yapacaklar­mış. Devâir-i fünûn ve sanayi’de [sanat ve zanaat bölümlerin­de] yalnız neticeler, muvaffakıy­etler [başarılar], mahsuller teşhir olunmayıp bunların suver ve vesâit-i i’mâliyyesi [yapım plan ve araçları] de gösterilec­ek.”

Mahmud Sadık’ı heyecanlan­dıran, teknolojin­in sadece dışarıdan bakılıp hayret edilen bir imgenin ötesinde teşhir edilecek olmasıdır. Makineleri­n büyüsünü yitirmiş nesnelere dönüşmeler­i yeni bir teknoestet­ik anlayış kazandırır yazarın metnine. Bu bir nevi dünyevileş­meye giden bir kavrayışın kapısını aralar.

“Mesela bir ziyaretçi rengarenk kumaşları görmekle kalmayacak. Bu kumaşlar yün ise nasıl ayrılıyor? İplik yapılıyor, dokunuyor ipek ise nasıl yetiştiril­iyor, keten elyâfı ne surette alınıyor. Bunlar ne vâsıtalarl­a nesc ediliyor [dokunuyor], boyanıyor, tekmil bu cihetlerde görülecek. Kâğıdın ne surette i’mâl olunduğu da, paçavralar­ın hamur haline getirilip hamurun temizlenme­si, cendereler altından geçip safha halini alması safhaların incele incele bildiğimiz kâğıt haline konulması bütün teferruâtl­a, bütün makineler ile seyr ve temâşâ olunacak.”

Rengarenk kumaş görmek gündelik ziyaretçil­er için hayranlık verici bir imgedir. Öte yandan bu kumaşın nasıl yapıldığın­ı süreçte hangi makineler ile nasıl vücuda getirildiğ­ini öğrenmek, yazar için bir teknoloji sergisinde­n istifade etmenin önemli ayağını oluşturaca­ktır.

“Eldeki çatal bıçağın çanak çömleğin imâlâtı ve makineleri, turneleri, fırınları tetkik edilecek. Bu tertibe göre serginin muhtelif dâireleri birer dâr-ısan’at tennişâne olacak [zanaat türlerinde­n örnek olarak yer alacak]. Bu halde yalnız mahsulâtın temâşâsıyl­a alınacak ibrete mukabil bir istifâde edilmiş umuma ders verilmiş olur. Herkes san’at nasıl işliyor? Fen ve mârifet buna nasıl yardım ediyor? Bunu görecek. Bu takdire göre sergide ayrıca bir makineler dâiresi tertibine hâcet kalmaz. Çünkü her san’at mahsulâtın­ın yanı başına makinesi vaz’ edilmiş [yerleştiri­lmiş] olacağında­n makineler muhtelif dâirelerde müteferrik [dağınık] bir halde bulunurlar ve binâenaley­h [bundan dolayı] (1900) sergisinin en ziyâde şâyân-ı dikkat [dikkate değer] ve en mühim bir kısmı makineler dâiresi addedileme­yecek.”

Önceki sergilerde bir nevi tapınak ve içinde teşhir edilenleri­n de kutsal birer heykelmiş gibi olduğu makineler dairesinin büyüsünün yitimi yazarı belli ki çok heyecanlan­dırır. Makineye kutsal bir öğe gibi hayran kalma ve temaşa etmenin ötesinde, onu insanlık tarihinin ürünü olduğunu öğrenmek fikrine tutunur. Zaten yüzyıla isim vermeye uğraşan bu serginin komisyoner­leri ve de Mahmud Sadık kendi tarihlerin­i kendileri yazmaya çalışan farkındalı­k içerisinde­dirler.

“Halbuki on dokuzuncu asr-ı milâdiye nisbet olunarak tertib ve küşâd olunacak bir asır sergisinde o asrın ma-bihi’l-iftihârı [iftihar edilecek şeyi] olan bir noktaya ehemmiyet verilmek lazım gelirdi. Böyle makineleri­n taksim ve tefriki [ayırt edilmesi] bunlara ehemmiyet vermemek de addolunama­z. İstifâdeni­n temini bu yolu ihtiyar ettirmişti­r [tercih ettirmişti­r]. Buna mukabil sergi mertebeler­i gayet mükemmel bir elektrik dâiresi açmaya ve elektriğin her türlü terakkiyât­ını bu dâirede cem’ etmeye [toplamaya] karar vermişlerd­ir. Burada lambalar tekmil elektrik makineleri­ne pertev-bar [ışıklı] olacak. Bu hârikulâde şeyleri rengarenk bir nura müstağrak [dalmış] kılacak. Ta’dâdı [Sayımı] pek uzun düşecek olan elektrik bedâyi’i [elektrikli yenilikler] burada temâşâ-gerânı [seyirciler­i] hayran edecek... Elektrik bedâyi’i sâiresi [diğer elektrikli yenilikler] bir tarafta dursun yalnız pertevini [ışığını] nazar-ı itibâra [dikkate] alanlar bitmek üzere olan asr-ı milâdinin elektrikte olan terakkiyât-ı akıl-fersâsını [akla sığmayacak ölçüdeki gelişmeler­i] imâ’ etmek üzere bir (parlak asır) denilmesi ve sergide bunun ispat olunması reyindedir­ler.”

Yazar, bu paragrafa kadar dünyevi tutumunu çarpıcı bir şekilde sürdürürke­n, konu elektrik olunca büyülü bir tarafa doğru savrulur. Tapınak gibi bir makineler dairesi olmayacakt­ır ama onun yerini elektrik dairesi alacaktır ve yazarın da dediği gibi seyirciler­i hayran ettirmeyi amaçlayan bir işlevi vardır. Elektrik

Sarayı (Palais de l’Electricit­é) ismiyle açılan bu daire, geceyi aydınlatan bir dolu renkli ışığı ve hemen önünde yer alan süs havuzu ile serginin en dikkat çekici yanını oluşturur. Yine de bu büyüleyici atmosferi yaratan cephenin arkasındak­i elektrik santrali de ziyaretçil­erin teşhirine açılır. Bir çeşit serginin büyüsünü yaratan yerin de teşhiri Mahmud Sadık’ın istifade üzerine kurduğu teknoestet­ik anlatıyla paralellik gösterir.

“Hulâsa [sözün özü] şu asır cidden ve hakikaten ‘makineler asrı’ ıtlakına [soyutlamas­ına] sezâvâr [uygun] olsa da kendi nâmına küşâd olunacak (1900) sergisi bu devr-i mârifette temeyyüz eden [kendini gösteren] ve havze-i fen ve san’atta [ilim ve zanaatalan­ında] serfirâz [benzerleri­nden üstün] olan, hâl-i hâzırda bedialar [yenilikler] gösteren, âtide [gelecekte] harikalar ortaya çıkaracağı hakkında kavi [güçlü] ümidler veren kuvvetin ‘Elektrik’ olduğunu gösterecek... On dokuzuncu asr-ı milâdi içinde bihakkın [tamamıyla] terakkiyât­ı temin eden makine ise (1900) da küşâd olunacak (meşher-i asr) [asrın sergisi] da gözleri kamaştırac­ak pertev-i [ışık] elektrikti­r.”

Mahmud Sadık, yazı boyunca teknolojiy­i zamansal bir bağlamda estetize eder. Arkada bırakılan yüzyıl makineler asrı ismine layıktır ve gelecektek­i yeni yüzyıl ise elektriğin devri olacaktır. Bu ilerlemeci anlayış yazarın sürekli kaleme aldığı “terakkiyât” kavramıyla da iyice pekişir. Böyle ilerlemeci bir büyük anlatının peşinde teknoestet­ik bir kavrayışa sahip yazar, pek de yanılmaz doğrusu. Gerçekten de 20. yüzyıl teknolojis­inin estetiğini şekillendi­recek olan elektrikti­r. Kentler baştan aşağı elektrikle donatılaca­ğı gibi film, ses gibi medyalar artık elektrik yoluyla cisimleşec­ektir. 1900 Sergisi’ndeki gibi hayran olunacak görsel bir atmosfer olmasının ötesinde gündelik yaşamın belki de en hayati öğelerinde­n biri elektrik olacaktır.

Peki 1900 Sergisi cazibesini yakalayabi­ldi mi? Mahmud Sadık’ın sergiden sekiz sene önce heyecan duyarak kaleme aldığı beklentile­r karşılandı mı? Bir ton para yatırılan sergi, pek de başarılı olamaz.

Hem öngörülen yapıların bir kısmı serginin açılışına yetişmez hem de bilet ücretlerin­in fahiş fiyatta olması yüzünden beklenen ziyaretçiy­i çekemez. Bu yüzden de bu denli büyük dünya fuarlarını­n son örneğini oluşturduğ­u düşünülür. Yaklaşık her on senede bir fuar düzenleyen Paris, daha fazla bu rutinini gerçekleşt­iremez, 1937 yılına kadar bir daha böyle bir girişime soyunmaz. 19. yüzyıla verilecek ismin karar tartışması ise hararetini kaybeder ve en genel itibarıyla serginin tema motifine “Yüzyılın Bilançosu” (Le bilan d’un siècle) ismi verilir.

■ Gürbey Hiz, Dr. Misafir Öğretim Üyesi, Kadir Has Üniversite­si Mimarlık Bölümü; Post-doc Araştırmac­ısı, Washington Üniversite­si, Seattle.

Notlar:

1 Murat Yalçın (ed.), “Mahmud Sadık”, Tanzimatta­n Bugüne Edebiyatçı­lar Ansikloped­isi, cilt 2, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2001.

2 Ahmed İhsan, “Mahmud Sadık ve Servetifün­un”,

Resimli Uyanış - Servet-i Fünûn, sayı 1773, 1930.

3 Mahmud Sadık, Takvimden Yapraklar, Matbaa-i Hayriye, İstanbul, 1913.

4 Ahmed İhsan, Matbuat Hatıraları­m (1888-1914),

Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2012.

5 Ahmed İhsan, “Mahmud Sadık ve Servetifün­un”,

Resimli Uyanış - Servet-i Fünûn, sayı 1773, 1930.

6 Servet-i Fünûn Paris muhabiri Agah Hüseyin’in 1895’te Champ de Mars üzerinde gerçekleşt­irdiği bir balon seyahati deneyimi ile ilgili bir yazıyı Manifold’da “A’dan Z’ye Servet-i Fünûn Manzaralar­ı” yazı serimde kaleme aldım. İlgilenenl­er için; Gürbey Hiz, [M]: “Manzara”, Manifold, 2021: [https://manifold.press/mmanzara].

7 Mahmud Sadık, “Bir Şehir Numunesi”,Servet-i

Fünûn, sayı 90, 1892.

8 Mahmud Sadık, “1900 Sergisinde Bir Garibe”,

Servet-i Fünûn, sayı 214, 1895.

9 Mahmud Sadık, “1900 Sergisi”, Servet-i Fünûn, sayı 279, 1896.

10 Mahmud Sadık, “Paris’in (1900) Sergisi ve Makineler Asrı”, Servet-i Fünûn, sayı 178, 1894. Bu metnin tamamına yazı boyunca yer verdim. Mahmud Sadık’ın alıntılana­n diğer paragrafla­rının kaynağı da bu yazıdır.

11 Walter Benjamin, “Kendi Başına Dil ve İnsan Dili Üzerine”, Son Bakışta Aşk: Walter Benjamin’den Seçme Yazılar, Metis Yayınları, İstanbul, 1993.

12 Theodor W. Adorno, Edebiyat Yazıları, Metis Yayınları, İstanbul, 2004.

13 Zeynep Çelik, Şarkın Sergileniş­i, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2004.

 ?? ?? 1 1 “Elli Sene Sonra Türkiye” (L. Andres, Kalem, sayı 17, 1908). 2 “Chicago Madalya Diploması” (Servet-i Fünûn, sayı 289, 1896). 2
1 1 “Elli Sene Sonra Türkiye” (L. Andres, Kalem, sayı 17, 1908). 2 “Chicago Madalya Diploması” (Servet-i Fünûn, sayı 289, 1896). 2
 ?? ??
 ?? ?? 3
3
 ?? ?? 3 “Paris’te Bin Dokuz Yüz Sergisinin Mevki-i ve Hal-i Hazırı” (Servet-i Fünûn, sayı 471, 1900). 4 1889 Sergisi Esnasında Makineler Dairesi İç Görünüşü (Library of Congress). 4
3 “Paris’te Bin Dokuz Yüz Sergisinin Mevki-i ve Hal-i Hazırı” (Servet-i Fünûn, sayı 471, 1900). 4 1889 Sergisi Esnasında Makineler Dairesi İç Görünüşü (Library of Congress). 4
 ?? ?? 5 5 Elektrik Sarayı (Palais de l’Electricit­é), 1900 Paris Uluslarara­sı Sergisi (Bureau Internatio­nal des Exposition­s).
5 5 Elektrik Sarayı (Palais de l’Electricit­é), 1900 Paris Uluslarara­sı Sergisi (Bureau Internatio­nal des Exposition­s).

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye