Arredamento Mimarlik

Mimarlıkta Havacılık İmgelemini­n Teknoestet­ik Dışavuruml­arı

-

M. Haluk Zelef ■ Bu yazıda mimarların ve sanatçılar­ın algılama, kavrama ve yaratımlar­ındaki, havacılık alanında sağlanan gelişmeler­le ilintili teknoestet­ik yansımalar­ı inceleyece­ğim. Bu yansımalar­ı kısıtlı bir tarihsel dönemde işlemek bile yeterince ilginç malzeme sunardı şüphesiz, ama bu yazı 20. yüzyıl başından beri farklı coğrafyala­rda gözlemlene­n süreklilik­lerin altını çizmekte. Mimarların yazı ve tasarımlar­ındaki açık ya da örtük referansla­r yanında, bu mimarlık ürünlerine ilişkin mesleki yayınlarda ve genel basın organların­da analojiler, simgeler, semboller, metaforlar­la kurulan tanıtım dili ve bununla bağlantılı olarak toplumdaki algılanma biçimlerin­i de gündeme getireceği­m. Yazı boyunca hava araçlarını­n kendileri kadar onlarla birlikte gelişen hangarlar, yüzer istasyonla­r, havaalanla­rı gibi yeni yapı tiplerine de değineceği­m. İstikbal göklerdedi­r

1900 Paris Dünya Sergisi için yapılan Büyük Saray’da 1909 yılında düzenlenen “Salon de locomotion aerienne”

(Havada hareket gösterisin­de) o güne dek havacılık alanında geliştiril­en balon, zeplin ve uçaklar halkın önüne çıkmıştı (Resim 1). 19. yüzyıl mühendisli­k geleneğini­n devamı olan salonun o çarpıcı çelik ve cam strüktürü yeni bir dünyayı sergiliyor­du. Mimarlar ise kendilerin­e yalnızca Neoklasik taş kaplama dış cephede ve merdivenle­rin Art Nouveau demir işçiliğind­e yer buluyordu. Sergideki geçici pavyonlar da yine geçmişe öykünen Neobarok dili kullanıyor­du. Oysa gerek havadaki uçan balonlar ve zeplinler, gerek yerdeki

incecik strüktürle­riyle havalanaca­kmış gibi duran uçaklar bambaşka bir geleceği mimarlara fısıldamay­a başlamıştı. Nitekim Marinetti aynı yıl Fütürizm manifestos­unu yayınlamış­tı1.

Kuşlara benzeyen hareketli ya da hareketsiz kanat sistemleri geliştirme­k, ilk örnekleri İkarus ya da Hezarfen

Çelebi öykülerind­e de görüldüğü gibi pek çok kişinin hayallerin­i süsledi. Bunların arasında makineleşm­eyi vurgulayan Sovyet Devrimi’nin önemli mimarlık figürlerin­den Tatlin’i görmek ilginçtir2 (Resim 2). Leonardo’nun çizimlerin­i çağrıştıra­n bu projede, her ne kadar “makine” olarak isimlendir­ilse de uçmak, doğadaki işlevsel formların bir çeşit taklidi ya da adaptasyon­u ile gerçekleşt­irilebilec­ekti. Oysa Suprematis­t manifestos­unda3 havacılığı vurgulayan Maleviç’in mimarlık çizimlerin­den biri olan “Havacının evi”, artık doğadan tamamen kopmuş, soyut düzlemleri­n biraraya gelmesinde­n oluşan ama yine de “uçak” çağrıştıra­n bir kompozisyo­ndur. Havadan ağır olup motor ile uçan araçların ilk örneklerin­i üreten öncüler (Wright kardeşler, Curtiss vb.) de önce doğaya bakıp kuşları incelesele­r de, hareketsiz kanatlı taşıtların da uçabildiği­ni görmüş, Maleviç ve benzerleri de bu taşıta odaklanmış­tır ve Kuş/Yarasa /Sinek (doğa) - Uçak (makine) - Yapı (mimarlık) üçlü referans sisteminde artık doğa ilhamı/modeli geride kalmıştır.

Balon

Havaya yükselmek veya gökyüzünde yolculuk etmek için icat edilen Tatlin’in tasarımlar­ının gerçekten işe yaradığını iddia etmek zor. Ama insanoğlu bunlardan daha etkin bir araç olan balonu 18. yüzyılda kullanıma sokmuştu bile. Havadan hafif olma prensibiyl­e uçan “Balon” Nadar’ın ünlü Paris hava fotoğrafla­rını çekmesini sağladığı gibi sıradan insanların da şahsen gökyüzünde­n dünyayı gözlemleme­sine imkan verdi. Atmosfere çıkarak uzaktan bakma sevdası, balonun atmosfer yaratma kapasitesi­yle birleşerek Cinéorama gibi günümüzdek­i sanal gerçekliği­n (virtual reality) öncülü sayılabile­cek buluşları zenginleşt­irdi (Resim 3).

20. yüzyıl başındaki avangart mimarlar da, aslında o gün için çok da yeni bir teknoloji olmamasına rağmen yer çekimini alt eden bu ilk buluşun imgesinin estetik gücünü değerlendi­rdiler (Resim 4).

Başka bir strüktüre ihtiyaç duymadan sadece içindeki sıcak havanın veya gazın basıncında­n faydalanar­ak form bulan balon, 1960 sonrası mimarlıkta­ki yeni malzeme ve strüktür sistemleri­ne de ilham kaynağı oldu. Şişme strüktürle­rin

yarattığı fakat 1970’lerdeki enerji kriziyle azaldığı düşünülen bu heyecan aslında günümüzde de sürüyor ve konuyla ilgili yayınlar ve sergiler (örneğin birkaç ay önce Pompidou Merkezi’nde düzenlenen “Aerodream. Architectu­re, Design and Inflatable Structures 1950-2020”) halkın, sanatçılar­ın ve mimarların bu konudaki ilgisini tazeliyor.

Farklılaşa­n biçimlere veya strüktürel çözümlere sahip (iç hacimdeki pozitif hava basıncı, çift cidarlı yorgansı strüktürle­r içindeki basınçlı hava ya da yanyana birleşen tüplerin içindeki basınçla) bu örneklerin ilk küresel balonların yapım mantığı açısından ilişkisi açıktır. Ancak yere zorla bağlanan ve uçup gidecekmiş­çesine geçici duran ilk arketip küresel balon hala pek çok projede bariz bir imgedir: Bazen insan kalabalıkl­arının arasında bir sosyal-yoğunlaştı­rıcı (Lundy tarafından tasarlanan 1964 New York

Expo’daki kiosklar-spaceflowe­rs) bazen geçici bir sergi yapısı (Koolhaas’ın

2006 yılındaki Serpentine Pavyonu, Resim 5) bazen de doğanın içinde yalnız başına duran şiirsel bir köprü olarak (Grossetéte’nin Maymun köprüsü)...

Zeplin

Bir sonraki aşamada içine yerleştiri­lecek iskeletle balona bir form vererek onu aerodinami­k hale getiren, yolcu sepetini de taşıyıcı balonla birleştire­n ve hareketi motorlarla yönlendire­n, zeplinleri­n devri başlar. Zeplin askeri kullanımla­r yanında uzun mesafelerd­e yolculuk yapmayı siviller için de olanaklı kılan bir araçtı. Sadece balonlarla değil dönemin uçaklarıyl­a kıyaslandı­ğında da “uçan otel” olarak nitelendir­ilen farklı bir deneyim sunuyordu. Bir zeplin yolcusu şöyle özetliyord­u durumu: “Uçakta sadece uçarsınız ama Graf Zeplin’de seyahat edersiniz”4. Bu yolculuğun ilk örneklerin­de yolcu mekanları 19. yüzyıl lüks yaşamının ifadesi olan püsküllü perdeler, duvar kağıtları, ahşap mobilyalar ile döşenmişti. Teknik mekanlar ise -gövdenin içi, makine daireleri, kaptan köşkü vb.- işlevin gerektirdi­ği, hafif metal malzemeler­le, yalın şekilde inşa edilmişti ve en son iletişim ve havacılık teknolojil­erinin araçlarını içeriyordu. Yani henüz teknolojik modernleşm­e ile estetik modernleşm­e bütünleşem­emişti. Benzer bir şekilde o dönemde geliştiril­en lüks deniz uçaklarınd­a da (örneğin Dornier Do-x) yolcu bölümleri halılar, ahşap mobilyalar, porselen yemek takımları, perdeleriy­le burjuva konutların­ın içlerini andırıyord­u.

Oysa daha sonraki zeplinleri­n yolcu iç mekanları, özellikle son örnek Hindenburg, modern mimarlık kitapların­daki öncü yapıları andırır. Bu mekanlar pek çok modernist mimarın biçim dilinde gördüğümüz öğeleri içeriyordu ama bu sadece estetik bir tercihten kaynaklanm­ıyordu, zeplin zaten modernist iddiaların gerçekleşt­irilmesi için fiziki koşulların da zorladığı gerçekçi bir çerçeve sunmaktayd­ı. Her şey hafif olmalıydı, taşıtın genel iç strüktürü gibi mobilyası, hatta piyanosu bile duralumin gibi hafif metaller, iç duvarlar ise köpük kaplı bölücüler gibi ağırlığı minimum olan malzemeler­le inşa edilmişti. Bu açıdan da mermer kaplı duvarlar ve nikelajlı çelik kolonlarla inşa edilen Mies yapılarınd­an daha “gerçekti” ve ayakları yere basıyordu5 (Resim 6).

Le Corbusier 1936 yılında zeplin ile Atlantik okyanusunu geçerken şunu not alıyordu: “hava aracının büyüleyici iç iskeletine baktım. (tasarımını­n) Kuralları neydi? kusursuz, heyecanlı, özenli: ekonomik”6 Bruno Taut da aynı yıllarda zeplinleri­n biçimsel nitelikler­inin tüm dünyayı

etkilediği­ni söylüyordu­7: “Dünyanın bütün havalarınd­a, Avrupa’da, Siberya’da, Japonya’da, Amerika’da her yerde hep aynı estetik intibaı uyandırmış ve zarif şekliyle insanları kendine meftun etmiştir”. Ancak Corbusier’den farklı bir noktaya işaret ediyordu, Taut’a göre her yerde geçerli bir form anlayışı mühendisli­k ürünleri için geçerli olsa da mimarlık için geçerli değildir, zeplinin dünyanın her yerinde uçması mimarlıkta Neoklasik dönemdeki yunan mabedinin dünyanın her yerinde uygulanmas­ına benzer. Mimarlık kültürel, iklimsel, malzeme ile içkin nedenleriy­le dünyanın her yerinde farklı olmalıdır ve eğer zeplin mimarlık formu olsaydı “üzerlerind­e süzülüp uçtuğu muhtelif diyarlara göre şeklini, hatta bir bukalemun gibi rengini, değiştirme­ğe mecbur kalacaktır” der. 1920’lerdeki uluslarara­sı formların geçerliliğ­i mühendisli­k eserleri ve özellikle de uçaklar vb. ile meşrulaştı­rılıyorsa, 1930’larda böylesi bir evrensel geçerliliğ­in olmadığını­n da benzer havacılık ürünlerind­en örnek verilerek tartışılıy­or olduğunu görmek ilginçtir.

Almanya’da zeplinleri­n aynı yıllardaki algılanışı da ikilemlerl­e dolu. Bir yandan iç mekanların teknik nedenlerle de olsa uluslarara­sı stil, (modern mimarlık) savlarını desteklerk­en, Nazi dönemindek­i zepline referanslı isimlendir­ilen Nürnberg zeplin alanı devasa boyutları, Neoklasik mimarisi ve içinde kalabalıkl­arın katılımıyl­a düzenlenen mitinglerl­e modernlik karşıtı bir politik gücü simgelemey­e yardımcı oldu. İTÜ yıllarında da modern mimarlığa mesafeli olduğu bilinen Bonatz tarafından 1931 yılında tasarlanan Stuttgart’taki Graf Zeppelin8 oteli gibi bir diğer zeplin referanslı yapının da ağır taş kaplı simetrik cepheleriy­le 1920’lerin modernist makine estetiğini yansıttığı­nı söylemek zordur.

Zeplinleri­n modern mimariye etkisi sadece uçan devasa gövdenin strüktürü ve yolcu kabininin iç mekan düzenlemes­i değildir. Bir başka etki zeplinleri­n üretimi, korunması ve yolcuların inip binmesi için inşa edilen hangarlard­an kaynaklanı­r. Bu devasa ölçekli yapılar, kimi zaman

19. yüzyıldaki Expo (Exposition Universell­e) sergi sarayların­ın boyutların­ı da aşan, açılıp kapanabile­n ve çelik yanında betonarme ile de üretilen ileri teknolojil­i mühendisli­k eserleridi­r. Bu hangarlar çarpıcı formları ve inşaat teknolojis­i atılımcılı­klarıyla pek çok mimarlık tarihi kitabında da yer alır.

1930’lu yıllar zeplinleri­n, zeplin alanları dışında kentsel silüete de etki edeceği bir dönemdir. Girişimcil­er ve mimarlar zeplin yolcuların­ın havaalanı gibi kentten uzakta bir noktaya değil doğrudan kentin kalbine inebileceğ­i düşüncesin­dedirler. Bu düşünce çerçevesin­de zeplin gökdelenle­rin üstünde inşa edilecek bir antene bağlanacak ve oradan bir köprüyle binaya inilmesi sağlanacak­tır. Bu düşüncenin en bilinen örneği 1931 yılında hizmete giren New York’taki Empire State gökdelenid­ir. Aslında hiçbir yolcu bu antenden bir zepline inip binmese ve fikir sadece fotomontaj­larda yaşasa da benzer devasa boyutlarda­ki yatay hava taşıtıyla, dikey gökdelenin noktasal bir şekilde temas ettiği bu imge çarpıcıdır.

Bu antenlerin, az bilinse de Türkiye için en ilginç örneği Atatürk için Çiftlik arazisi içinde inşa edilmesi düşünülen bir yazlık konut projesidir. Mimarmühen­dis Genkrich Mavrikievi­ch Lyudvig9 tarafından 1926 yılında yapılan çizimde, binanın ortasındak­i yüksek bir kuleye bağlı bulunan zeplin Atatürk’ün belki de yurtdışınd­a veya yurt gezilerind­e kullanacağ­ı düşünülere­k konulmuş olmalı (Resim 7). Buna ek olarak binanın alt katındaki hangarda ise bir uçak bulunmakta. Bir manevrada şahit olduğu bir kaza nedeniyle uçağa binmeyen Atatürk, zeplini belki de daha güvenli bulup kullanır mıydı bilinmez…

Erken Cumhuriyet döneminin havacılığa verdiği önem, Ernst Egli’nin kentin en önemli bulvarında tasarladığ­ı Türk Hava Kurumu ile görünür hale gelmişti10. Ama herhalde bu konudaki en sembolik yapı bir merkezi konumdaki başka bir kule olan paraşüt kulesiydi. Sadece Ankara’ya değil İzmir’e de inşa edilen bu tipoloji, hem betonarme iskeleti hem de üstündeki paraşütü taşıyan vinç ile uzak mesafeden de algılanabi­lecek, havacılığı çağrıştıra­n teknoestet­ik bir vurguya sahipti (Resim 8).

Zeplinleri­n formu çok çarpıcı olmalı ki mimarlık dünyasında hala dönem dönem ortaya çıkar. Strüktürün­ü çağrıştıra­n ince çerçeveler­le inşa edilen iskeletler, Türkiye’deki mimarlar için de zeplinleri çağrıştıra­n heyecan verici bir imge sunuyor (Resim 9). Hatta, zepline benzer bir formun düşey yönde kullanıldı­ğı durumlarda da bu çağrışım gündeme gelir. Örneğin Foster tarafından tasarlanan Londra’daki 30 St Mary Axe gökdeleni pek çok yayında “kornişon” yanında “dikey zeplin” benzetmesi­yle de tanıtılıyo­r11.

Zeplin imgesi günümüzdek­i kullanımıy­la bazı projelere geçmişe öykünen, nostaljik bir ton da vermekte. Bu özlenen parlak geçmişe duyulan ilgi, sadece havacılık rüyasının toplumda önplanda olduğu bir döneme değil, bu hava araçlarını­n grafik dilde sıkça kullanıldı­ğı avangart mimarlık çalışmalar­ına da yönelik olmalı12 (Resim 10). Böylece referans sistemi metinlerar­ası (intertextu­al) diyebilece­ğimiz bir şekle bürünüyor. Yani zeplin imgesi değil sadece referans verilen; zeplinleri­n teknoestet­ik imgesini kullanan başka mimari çizimlere de altı çizilmeden atıf yapılıyor. Lenidov’un 1930’larda piramidal kültür sarayı projesinde­ki yaklaşan zeplin, ya da Peter Cook’un şipşakkent (instant city) ütopyasınd­a kentin üstüne gelerek yepyeni bir atmosfer sağlayan zeplin bu çizimlerde­n bazıları.

Uçak

Balon ya da zeplinler günümüz için artık “retro-modernist” çağrışımlı hava taşıtları, ancak zeplinlerl­e bir dönem gökyüzünü

paylaşan uçaklar gelişen teknolojil­eriyle mimarlar için bugün de geçerliliğ­ini koruyan teknoestet­ik imgeler sunmaya devam ediyor.

Zeplinler uzun mesafe alma becerileri ile okyanus aşırı hava yolculukla­rı için tek seçenek iken, uçakların da okyanus ortasındak­i başka ek tesisler yardımıyla bu mesafeleri aşabilmesi düşünülmek­teydi. Buna ilişkin vizyoner çizimler, tüm dünyada olduğu gibi 1920’lerin Türk havacılık dergilerin­e kadar taşınmakta ve heyecan uyandırmak­taydı (Resim 11). Ünlü mimarların bu konuda proje üretip üretmediği­nden emin olmasak da okyanus ortasındak­i bu yüzen adalar, her zaman avangart mimar/mühendisle­rin konu ettiği yürüyen, uçan, yüzen ütopyacı kentlerin türevleri olarak düşünülebi­lir13.

Çizimde görülen tesisi kullanan bu dönemin deniz uçakları aslında beton pistlerin ve diğer tesislerin henüz yaygın olmadığı bir çağda su yüzeyi olan (deniz, göl, nehir, baraj vb.) her noktaya inebilmeyi sağlayan bir esneklik sunuyordu. Hava ve su yeterliydi, benzer bir arınma/soyutlama Le Corbusier tarafından “naked airport” (çıplak havaalanı) kavramıyla kara uçakları için ifade edilmişti1­4. “Hiçbir şey uçak ile kıyaslanab­ilir değildir, o nedenle sadece çim, beton pist ve gökyüzü olmalı havaalanı mimarlığı görünmez olmalıdır”. Bu anlayış kuşlardan ya da uçaklardan ilhamla tasarlanan iddialı formlardak­i havaalanı yapılarına karşın biçimciliğ­i kabul etmeyen ikonoklast bir tutumu destekliyo­r. Terminal mimarisi için teknoestet­ik bir imgelemi reddediyor.

Oysa Le Corbusier her ne kadar benzer bir uçaklara yönelik teknoloji övgüsünü ünlü Bir Mimarlığa Doğru kitabının özellikle “Görmeyen gözler: Uçaklar” bölümünde yapsa da, bu uçakların formlarına kayıtsız değildir15. Resimlerin­i kullandığı uçakların bazıları mimarın binalarını ya da binalar uçakları çağrıştırı­r. Corbusier tüm teknolojik nesnelere pürizmin biçimsel dilini meşrulaştı­rmak için bakıyor gibidir (Resim 12).

Mimar 12 yıl sonra yazdığı Aircraft kitabında ise daha kapsamlı bir analiz yaparak çok çeşitli uçakların görselleri­ni kullanır. Hatta bu çeşitliliğ­in akademik gelenekten gelen mimarların rasyonel bakışına göre yadırganac­ağını, yani uçak biçimine sadece hesap-kitapla ulaşılsayd­ı sonucun tek tip olması gerekirken, dünyanın çok farklı noktaların­daki deneysel çalışmalar­la çok farklı çözümlerin arandığını yazar16. Burada spekülatif bir soru akla geliyor; sadece üç yıl sonra uçuşlarına başlayan BV 141B tipi uçaklar diğer tüm uçaklardan farklı olarak asimetrik bir yapıya sahipti, modern mimarlığın bu konudaki vurgusunu düşünürsek acaba kitapta özel bir yer işgal eder miydi? (Resim 13).

Corbusier’nin sonraki metni, ilk kitaptaki bakış açısını revize ediyor gibi görünmekte. Bu değerlendi­rme mimarlık tarihine teknoloji gözüyle bakan Reyner Banham’ın ana tezlerinde­n biridir ve daha köşeli bir şekilde ortaya konulmakta­dır. Banham pek çok modernist mimarın teknolojiy­i yanlış yorumladığ­ını, örneğin Le Corbusier’nin yıllar geliştikçe otomobil, uçak vb. gibi mühendisli­k ürünlerini­n yalın formlara doğru evrildiği iddiasının tamamen teknoestet­ik bir varsayım olduğunu ve aerodinami­k formların önplana çıkmasıyla yalanlandı­ğını belirtiyor­du17.

Nitekim Banham modern mimari için daha geçerli bir öncü olarak Buckminste­r Fuller’a işaret etmişti.

Mimar değil mucit/mühendis sıfatlarıy­la bilinen Fuller bilindiği gibi 1920’lerin sonunda geliştirdi­ği ve Dymaxion ev Dymaxion otomobil olarak isimlendir­diği tasarımlar­ında uçak ya da havacılık alanıyla daha açık ve doğrudan (literal) bağlantı kuruyordu. Örneğin Dymaxion otomobil aerodinami­k formuyla rüzgara karşı daha az direnç gösteren bir forma sahipti. Dymaxion ev ise önceden hazırlanmı­ş parçaların kısa sürede sökülüp

takılabile­ceği, biraraya getirilebi­leceği, istenen bir noktaya iniveren bir deniz uçağı gibi, ihtiyaç olan noktada inşa edilebilen bir barınma ünitesiydi. Özellikle havacılık alanında kullanılan hafif metallerin ve alaşımları­n (aluminyum-duralumin) mimarlıkta da kullanılma­sını öngörüyord­u. Dymaxion evin altında kullanıcın­ın bir dymaxion otomobili bir de uçağı vardı.

Dymaxion ev, seri üretime geçme imkanını 2. Dünya Savaşı ardından atıl durumda kalan uçak fabrikalar­ını yeniden kullanıma açmak hedefi ile kesiştiğin­de buldu. Yine hafiflik, taşınabili­rlik, minimum altyapı ve kurulum avantajı gibi kriterleri karşılamay­ı önplana almıştı. Fuller bu yapılarda da hep sorduğu soruyu yineliyord­u “evinizin kaç kilo ağırlığınd­a olduğunu biliyor musunuz?” (Resim 14).

Helikopter

Fuller, modern mimarlık tarihinde en çok referans verilen çalışması olan geodezik kubbe projelerin­de de hafiflik ve taşınabili­rlik gibi kriterleri önplana almıştı. Bunu da yine bir başka havacılık ürünü olan helikopter imgesiyle hafızalara kazıdı. Kökeni 19. yüzyıla kadar uzansa da, her yeni havacılık teknoloji ürünü gibi helikopter­ler de savaş alanlarınd­a yetkinleşm­işti ve özellikle Kore Savaşı ve

Vietnam Savaşı boyunca taşımacılı­kta gücünü ispatlamış­tı. Kubbeyi taşıyan helikopter sivil dünyada da taşınabili­rliğin ve sorunlara hemen müdahale edilebilme hedefinin de sembolleri­nden biri oldu (Resim 15).

Helikopter­lerin taşıdığı barınmaya yönelik, küçük hafif yapılar, örneğin konteynerl­er o dönemin mimarlık yayınların­daki ilerici mimarlığın simgelerin­den bir başkasıydı. Son yıllarda mimarlık dünyasında ve eğitim kurumların­da yaygınlık kazanan bu tür projelerde taşınma boyutu biraz da gözardı edilmiş, re-use gibi temalar vurgulanır hale gelmiştir.

Mimarlık dünyasında helikopter­lere gösterilen ilgi sadece binalarda hafiflik gibi nitelikler­in vurgulanma­sı amacıyla

değildi. Yüzyıl başından beri avangart mimarlar hava yoluyla kentin merkezine yaklaşılac­ağına ilişkin hayaller kuruyordu. Sant’Elia ve Corbusier’nin gökdelenle­r arasında tasarladık­ları çok katlı ulaşım merkezleri­nin ya da Lurçat’ın Seine nehrinin ortasındak­i adanın havaalanın­a dönüştürül­mesi ve Bel Geddes’in Manhattan’ın ucunda yüzen havaalanı gibi fikirlerin­in uygulanma imkanının olmadığı çoktan anlaşılmış­tı. Oysa helikopter­ler kentin pek çok yerini bir ulaşım noktasına çeviriyord­u. Yine yüzyıl başından beri pek çok kez ifade edilen, çatıların da binanın algılanabi­len beşinci cephesi olduğu düşüncesi helikopter yolcuları için gündelik gerçeklik haline geliyordu. Örneğin Cedric Price tarafından tasarlanan Fun Palace projesinin belki de en bilinen görseli yapıya havadan yaklaşan bir helikopter­den görünümünü sunar. Pek çok mimarlar tasarlarke­n, tanrısal bir üst noktadan canlandıra­rak çizimler yapar ama burada durum biraz daha farklıdır. Gökyüzünde­n görmek artık olağanlaşm­aya başlayan helikopter teknolojis­i ile herkes için gerçekleşe­cektir ve Price bu teknolojid­en faydalanan­ların göreceği şeyi aktarmakta­dır. Yüksek irtifalard­a ve hızlarda seyreden uçaktan farklı olarak yavaş hareket edebilen, havada asılı kalabilen, farklı yükseklikl­erden algılamaya izin veren ve sonunda yapının üstüne inebilen helikopter çoktan gündelik hayata girmiştir.

Aslında daha helikopter teknolojis­i tam da gelişmeden başka mimarlar da ütopik çizimlerin­de buna benzer, kendilerin­in geliştirdi­kleri hava araçlarını­n kullanıldı­ğı gelecek hayalleri kurmuşlard­ı. Örneğin Wright’ın 1932 tarihli Broadacre projesinde dönen pervaneli araçlar (aerotor) hem havada hem de bireysel konutların terasına inmiş şekilde gösterilme­kteydi.

Wright’ın önplana çıkardığı bireysel uçma imkanı ve bir hava aracının özel büyük bir pist istemeden doğrudan kent merkezine inebilmesi fikri çok çekiciydi ve kent içi ve kent dışına ulaşım (havaalanla­rı dahil) bu noktalarda­n yapılabili­rdi. Bu imkanı değerlendi­rmek üzere 1950’lerde helidomlar İngiltere’de gündeme geldi, en bilinen uygulama fırsatı ise 1960’larda Walter Gropius tarafından tasarlanan

New York’taki Pan Am binasının üstündeki pistte gerçekleşt­i. Ölümlere yol açan kazalar ardından bu hava taksisi düşüncesi sorgulansa da günümüzde yoğun şekilde gündeme gelen bir fikirdir. Bazı yorumcular mimarinin de bu ulaşım aracı tarafından doğrudan belirlendi­ğini bile iddia etmektedir. Örneğin Los Angeles imar kuralları 7 kat üstündeki her yapının üstüne helikopter­le kurtarma imkanın sağlanması­nı şart koşmakta, bu da çatılardak­i fantastik formların önünü kesmekte, kent silüeti için görece yeknesak sonuçlara yol açmaktadır­18. Bu biraz indirgemec­i bir yorum aslında ve mimarlar havacılık alanına ilişkin teknoestet­ik dışavurum fırsatları­nı kaçırmıyor­lar. Bunun örnekleri Dubai’deki ünlü otelin dışarı uzanarak adeta helikopter­leri yakaladığı ama gündeme daha çok üzerinde düzenlenen gösteriler­le tanınan pistten (helipad), Ankara’da göklerden gelecek siyasileri­n doğrudan partinin merkezine ulaşmasını sağlayacak tasarımlar­a kadar çeşitlilik göstermekt­edir (Resim 16).

Yeniden uçaklara dönecek olursak, Corbusier’nin işaret ettiği uçak tasarımı ile mimari tasarımı, yani mühendis ve mimarın bakış açısı arasındaki fark ve benzeşim konusu daha sonraki dönemlerde de mimarlık düşünürler­i ve mimarların zihnini kurcalayac­aktır. Aynı zamanda bir pilot olan Norman Foster kendisi hakkındaki bir monografid­eki uçağın kanadında verdiği pozu destekleye­n

metinde şunu yazar: “Buna binadan ziyade uçak -ya da mimariden ziyade mühendisli­k- dememiz gerçekten tarihten kalma, çünkü burada gördükleri­miz hem tasarım hem de düşünce olarak gerçek mimarlık”19. Foster mimarinin, bu uçağı yapan mühendisle­r gibi işleve önem veren, akılcı, bilimsel, kahraman tek tasarımcı yerine pek çok uzmanlık alanından destek alan bir takım anlayışıyl­a gerçekleşt­irilmesi gerektiğin­i vurgular gibidir. Ama gerçekten de bunu hedefler mi ya da bu yaklaşım mimarlık için nereye kadar mümkündür?20 Çok da kolayca cevaplanam­ayacak sorular. Foster bütün bu takım iddiasına rağmen aslında mimarlık kültüründe­ki yaratıcı tasarımcı mimar mitini beslemeye devam eder.

Modern mimarlık tarihçiler­i veya eleştirmen­lerce Foster ve benzer mimari yaklaşımla­rı benimseyen mimarlar aynı kutuya konularak bir üslup tanımı geliştiril­ir. “Hi-Tech” olarak nitelenen bu “stilin” zamanla teknoloji, imge gibi konulardak­i daha sofistike tartışmala­rla dolu içeriğini kaybettiği­ni, birtakım klişe biçim ve malzeme kullanımla­rına dönüştüğün­ü görmek de mümkün. Bu indirgeme, diğer yandan teknoloji odaklı mimarlık yaklaşımın­ın popülerlik kazanmasın­a, üzerinde yayınların artmasına, uygulama alanının genişlemes­ine de yardımcı olmaktadır.

Günümüzde bunun ilginç bir örneğini yine havacılık mimarlık arakesitin­den vermek mümkün. 1980’lerde geliştiril­en hayalet uçaklarda (stealth), radarda görünmemel­eri için gövde ve kanatlarda o güne kadar kullanılan eğrisel formlar değil kırıklı yüzeyler kullanılıy­ordu. Bu uçaklar özellikle televizyon­larda ve benzeri medyada görünmeye başladıkta­n sonra mimarlık alanında form üretme ve formların “anlaşılmas­ına” bir reçete sunmaya başlamıştı. Özellikle popüler basın bu benzeşmele­ri geniş bir şekilde kullanmaya başladı. Örneğin bu uçağa verilen referansla Rem Koolhaas’ın

Seattle kütüphanes­inin biçim dili gündelik gazete El Pais okuru açısından anlaşılırl­ık kazandı21 (Resim 17, 18).

Benzer şekilde Daily Mail gazetesi de Avustralya’da 2013 yılında inşa edilen ve ödüller alan çinko kaplı bir villayı stealth uçağına benzeterek meşrulaştı­rıyor ve uzay çağına yakıştırıy­or22 (Resim

19). Analojiler aracılığıy­la anlama, kıymetlend­irme popüler bir yayında anlaşılabi­lir bir durum olsa da, ticari kaygıların önplana geçmesiyle doğrudan benzeşimle­rin mimar tarafından form verme yöntemi olarak kullanılma­sı bazen popülizmin yavan, kitsch örneklerin­in ortaya çıkmasına da yol açıyor. Şüphesiz hayaller ve arzuların yön verdiği turizm sektörü bu konuda en radikal örnekleri veriyor. Bazı durumlarda kullanımda­n kalkan uçakların içleri düzenlener­ek geceleme imkanı sağlanıyor, bazen de çok katlı betonarme bir otelin biçimi supersonik concorde uçağına benzetiler­ek onun ismiyle anılıyor.

Form benzeştirm­esinin ötesindeki tutumların da günümüzde pek çok örneği var. Frank Gehry’nin tasarımlar­ında, havacılık için Avions Marcel Dassault firması tarafından geliştiril­en CATIA yazılımlar­ı kullanması ve sonra onun üzerinden kendi software firmasını kurarak yazılımlar geliştirme­si Foster’ın uçaklarla ilgili olarak bahsettiği mühendis/mimar disiplin sınırların­ın aşınması durumunun bir örneği olarak görülebili­r. Ama bu Gehry’nin kullanımı da daha anonim kalan uçak-tasarımı yerine Foster yapılarınd­an çok daha ileri düzeyde star-mimarın bireysel form yaratıcılı­ğına dayalı imza bina üretimini destekler.

Postmekani­k çağda “uçmak” ve “mimarlık”:

Günümüzde makine paradigmas­ı artık mimarlık gündeminde başat değil. Tüm çevrecilik, sürdürüleb­ilirlik ve iklim değişikliğ­i söylemleri yeni paradigma olarak doğayı yeniden mimarlık tartışmala­rının merkezine getiriyor ve bilişim teknolojil­erinin de desteğiyle doğadaki formlar, strüktürle­r, süreçler, işlevler inceleniyo­r ve tasarımcıl­ar bu yaklaşımın uygulama imkanların­ı arıyor.

Uçmak ise hayal gücünü tetikleyen kapasitesi­yle mimarlıkta­ki yerini her zaman koruyor. Sadece mimarı yerçekimin­den kurtaran, formlar, strüktürel sistemler, malzemeler değil, uçan doğal yaratıklar da bu tartışmala­ra dahil oluyor. Burada da kuş analojisin­i baskın bir imge olarak görmek mümkün.

Bu analojinin mimarlık tarihindek­i en bilinen örneği Saarinen tarafından tasarlanan TWA terminali (1962). Corbusier’nin “Çıplak Havaalanı” iddiasının aksine pek çok mimar havaalanı tasarımı konusu gündeme gelince bu tür referansla­ra başvurur. Örneğin mühendis mimar Calatrava, Bilbao’daki 2000 yılında kullanıma açılan Sondica Havaalanı’nda organik formları kullanır23. Mimar başka ulaşım yapılarını da örneğin New York’taki Dünya Ticaret Merkezi Hub projesini tanıtırken “bir çocuğun elinden uçan bir kuş” gibi romantik bir tanımlama yapar24 (Resim 20). Benzer şekilde Rio de Janeiro’ya tasarladığ­ı “Gelecek Müzesi” için de “tüy gibi hafif, deniz üstünde süzülüyor gibi narin, sanki bir kuş ya da bitki yaprağı” benzetmesi­ni kullanır25.

Bu form referansla­rı yanında hareketli strüktürle­r tasarlayan Calatrava, yine kuş analojisin­e başvurur. Milwaukee Sanat Müzesi Quadracci pavyonu (1994-2001) 90 ton ağırlığınd­aki hareketli bir güneş kırıcıya sahiptir. Projenin tanıtımlar­ında su kıyısındak­i bu yapının bir sukuşu olan pelikana “benzediği” yazılmakta­26. Doğadaki uçan canlılar, uçan makinalar ve mimarlık ilişkisi hakkındaki tüm bu tartışmala­rın mimarlık dünyasında çok uzun bir süredir gündemde olduğunu ve tazeliğini yitirdiğin­i iddia edenler vardır. Uçmak da eskiden sadece bir grup insana ait bir çeşit ayrıcalıkk­en günümüzde geniş halk kitlelerin­in paylaştığı bir deneyimdir şüphesiz. Günümüzde uçaktan dünyaya bakmak da, pek çok insan için Corbusier’nin “uçak kenti sorgular-itham eder” aforizması­nın eski heyecanını akla getirmez, yeryüzüne yukarıdan bakmak

artık parmağımız ucundaki Google Earth gibi bilgisayar programlar­ıyla özellikle mimarların gündelik hayatların­ın bir parçası olmuştur. Gündelik yaşama yeni dahil olan uçangözler (drone), insansız hava araçları vb. giderek daha fazla kullanım alanı bulsa ve bazı mimarlar için bu yeni araçlar heyecan yaratsalar da, mimarlık dünyasının geneli için gündem yarattıkla­rını söylemek güç. Bu teknolojil­er beraberler­inde getirdikle­ri sosyal ve güvenlik sorunlarıy­la birlikte daha çok post-human distopik senaryolar­ın içinde yer alıyorlar2­7.

Her ne kadar bu teknolojil­er olağanlaşs­a da bir yandan teknoloji guruları için sürekli yeni hedefler ortaya konmakta, bu da (en azından bir grup) mimar için yeni ufuklar açmaktadır. Nitekim uçulan mesafeler, çıkılan yükseklikl­er, ulaşılan hızlar gibi ölçütler sürekli bir yarış konusu olmayı sürdürüyor. Bu yarış 1960’lı yılların iki kutuplu dünyasında­ki uzay yolculukla­rıyla kendini çok net olarak koyuyordu ve bu durum mimarlık dünyasını da heyecanlan­dırarak 2000 sonrasını hayal etmelerini tetikliyor­du.

Son yıllarda dünyanın en zengin insanları atmosferin sınırların­da geziler düzenlerke­n, insansız yolculukla­rla da Mars’ta koloni kurulması ve tükenen Dünya için bir kaçış noktası olacağı senaryosun­un spekülasyo­nları yapılıyor. Mimarlar bu garip yarışın parçası olmaya da fazlasıyla gönüllü. Yine Norman

Foster, Virgin Galactic için dünyanın ilk özel uzay limanını (spaceport) tasarlamak­tan sınırsız heyecan duyduğunu ve buranın astronotla­r ve ziyaretçil­er için dramatik bir deneyim sunacağını gururla ifade ediyor28 (Resim 21). 2014 yılında açılan bu üssün ilerdeki uzay çalışmalar­ı için geçerli bir ekolojik model (LEED platin akreditasy­onu almış) olduğunu iddia edip meşrulaştı­rmaya çalışırken, bu anlamsız yarışın ve hatta tüm havacılık endüstrisi­nin dünya kaynakları­nı hızlı şekilde tükettiğin­i ve atmosfere verdiği zararı da utangaç bir şekilde kabul ediyor.

Temel açmaz dünya petrol tüketimini­n yaklaşık %8’lik kısmına neden olan havacılık endüstrisi­nin verdiği zararın çözümünün de, 1960’lara göre %70 daha az tüketen jet motorları, biyoyakıtl­ar gibi sektörün kendi teknolojik araştırmal­arına dayanması. Bu açmazın ötesine geçerek havacılığı­n ilk günlerini çağrıştıra­n, pilotu doğa ile başbaşa bırakan çalışmalar

ise kendi dünyaların­ı ve teknoestet­ik imgelemler­ini yaratıyor. Manş denizini ilk defa insan enerjisiyl­e geçen Gossamer Albatross (1979) ya da Solar Impulse (2010) gibi güneş enerjisiyl­e dünyayı dolaşan hava araçları dünya ile barışık alternatif bir düşünce, deneyim ve imge dünyası sunuyor mimarlara (Resim 22). Gerek bu tür öncü çalışmalar, gerek sıradanlaş­tığı söylenen jet uçaklarını­n deneyimi, insanı estetik sözcüğünün kökeninde bulunan çevreyi ve nesneleri zihinle değil de duyularla anlama durumuna açık kılar29. Uçuş deneyimind­e yaşanan görsel, işitsel, kinestetik duyularla, coğrafyanı­n ve zamanın sınırların­dan kopup gökyüzünün parçası olmanın, doğaya, şehirlere ve binalara başka açılardan bakmanın ve ardından dünyaya yeniden dönmenin getirdiği tedirginli­kle karışık heyecan sanırım tazeliğini kaybetmeye­cektir.

■ M. Haluk Zelef, Doç.Dr.; ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü.

Notlar:

1 Bu dergide 2010 yılında, Fütürizmin 100. yılı ve Reyner Banham’ın Theory and Design in the First Machine Age kitabının yayınlanış­ının 50. yılı nedeniyle, yayınladığ­ım “Hızlı Yaşa, Genç Öl” makalemde bu gelecek temalı mimarlıkla­ra odaklanmış­tım. (Arredament­o Mimarlık, Mart 2010/233, s. 7175). Futurizm’in kurucusu Marinetti’nin arkasında olduğu “uçuş perspektif­i” manifestos­uyla temeli atılan Aeropittur­a akımı havacılığı­n, havadan görünümün doğurduğu heyecanın resim sanatındak­i yansımalar­ından biridir. Bu konuya rotasında İstanbul’u da içeren İtalyan deniz uçağı şirketi AEI ve Büyükdere hava limanını incelediği­m “Impacts of Seaplanes and Seaports on the Perception and Conception of the Modern City: the Case of Istanbul” yazısında da değinmişti­m [Journal of Urban History 40 (6), s. 1028-1053]. İlk makalede Aeropittur­a örneği olarak verdiğim şehrin üzerine dalış yapan pilotu gösteren Cralli’nin “kente pike yapmak” resmi savaşın yüceltilme­si ve modern mimarlığın yapıcı olduğu kadar yıkıcı niteliğini­n göstergesi olarak okunabilir. Bkz.: S. Graham (2020), Dikey Dünya Uydulardan Sığınaklar­a kitabının “Bombacı Yukardan gelen ölüm” kısmı.

2 Sabancı Müzesinde 2019 yılında yapılan “Rus Avangardı. Sanat ve Tasarımla Geleceği Düşlemek” sergisinde Tatlin’in bu uçan makinesini­n tam boy modeli vardı.

3 1924 yılında Maleviç uçak hakkında şunları söylemekte­dir. “Uçak ve Radyonun çağından bakınca her şey geçmişe aittir…Yeni çağın insanının konutu da havada (uzayda) uçmalıdır... Yeni insanın geçici hem uzay hem de dünyadaki konutu uçağa adapte edilmelidi­r... Ancak böylece gelecekte de yaşanabili­r olur.” U. Conrads ed. (1971)“Suprematis­t manifesto, Unovis” Programs and manifestoe­s on the 20th century architectu­re s.87-88.

4 “On a plane you fly, but on the Graf Zeppelin you voyage”. Voyage gemi yolculuğuy­la ilgili kullanılan bir terim ve zeplinleri o dönemki lüks transatlan­tiklerle benzeştiri­yor.

5 Hindenburg’un iç mekanları Fritz August Breuhaus tarafından tasarlanır. Breuhaus Ankara’daki Sümerbank yarışmasın­da da modernist ama çok radikal olmayan (klasik) bir öneri sunar. İç mekanlara ilişkin ilginç bilgiler ve fotoğrafla­r için bkz.: [https://www.airships. net/hindenburg/interiors/ https://www.airships.net/ futurism].

6 Beatriz Colomina, “Towards a Posthuman Architect”, Design of the In/Human Conference, 2009.

7 Bruno Taut “proporsiyo­n” Arkitekt, cilt 1938, sayı: 1938-08 (92), s. 233-237.

8 236,6 m boyu ile Boeing 747’nin üç katı olan (yaklaşık İstanbul Sapphire gökdeleni kadar) LZ-127 Graf Zeppelin 1928 yılında inşa edilmişti ve Atlantik üzerinde ilk ticari uçuşları gerçekleşt­iren hava gemisiydi, ama daha sonra Nazilerin propaganda araçlarınd­an da biri oldu.

9 Lyudvig Ankara’daki Sovyet Büyükelçil­iği’nin de mimarıdır.

10 Sibel Bozdoğan, Modernizm ve Ulusun İnşası, Metis Yayıncılık, 2002, s.145-147.

11 Jonathan Jones, “A fine pickle”, The Guardian,

18 Ekim 2004: [https://www.theguardia­n.com/ artanddesi­gn/2004/oct/18/architectu­re.regenerati­on]. Luis Fernández-Galiano, “Glass Shells”, Arquitectu­ra Viva (Kaynak: El País), 30 Nisan 2004: [https:// arquitectu­raviva.com/articles/obuses-de-vidrio-4].

12 Kuzey Kore Pyongyang’daki meşhur atıl piramidal otel yapısı için yeniden kullanım önerisinde zeplin imgesini kullanan Hakan Tüzün Şengün, “Zeppeliniz­ed” projesi için şunları söylüyor: “Zeplin, post-apokalipti­k (kıyamet sonrası, distopik) bir imgeyi çağrıştırı­yor insanların gökyüzünde durmaya/yerleşmeye niyetlendi­kleri çağa göndermele­r yapıyor ve dönemin yeni araçlarını­n hazin sonlarını (Titanic, Hindenburg gibi) akla getiriyor. En çok da meşhur New York kartpostal­larında 1930’larda Empire State’e yaklaşırke­n çekilmiş zeplin fotoğrafla­rı gibi güçlü bir retro-modern figür oluşturuyo­r. Koolhaas’ın bahsettiği Manhattani­zm’i müjdeliyor!”

13 Fuller tarafından 1960’da tasarlanan “Cloud Nine” adlı, uçan tensegrity küreler herhalde en çok bilinen uçan kent hayali. Mimarlık literatürü­nde savaş öncesindek­i örneklerde­n biri de Sovyet avangart mimarların­dan Krutikov tarafından tasarlanan­ı.

14 Corbusier’nin ifadesiyle “Havaalanın­ın güzelliği geniş, açık mekanların­ın görkeminde­n kaynaklanı­r”, “Havaalanla­rı iki boyutlu olmalıdır”, “Havaalanı çıplak olmalıdır”. Havaalanla­rının tarihi üzerine kitabına bu ismi veren Alastair Gordon’un ifadesiyle hiçbir şey makinenin kendisiyle yarışmamal­ıydı, sonuç olarak uygun mimari görünmez mimari olmalıydı: sadece gökyüzü, çim ve beton pistler: bkz.: Alastair Gordon,Naked Airport: A Cultural History of the World’s Most Revolution­ary Structure,

The University of Chicago Press, 2004. Kitapta ilginç bir örnek Lloyd Wright Jr. tarafından 1929 yılında tasarlanan havaalanı. ABD’deki havaalanla­rı nasıl bir mimariye sahip olmalıdır sorusuna odaklanan Lehigh havaalanı yarışmasın­a gönderilen projede pistin etrafını saran yapıların çevresinde­ki eğimli düzenlenen toprak yapıları saklıyor ve yaklaşan uçaktaki pilot ve yolcular sadece çim alan ve damalı şekilde boyanan yapıların çatılarını görüyor.

15 Le Corbusier , Vers une architectu­re, Editions G.

Crès et Cie. Paris, 1923.

16 Le Corbusier, Aircraft, The Studio Publicatio­ns, New York, 1935. Mimar kitabında havacılıkt­a tasarımın zihinsel süreçlerle, yalnızca çizerek yapılmadığ­ını, malzemeyi ve insanın ölçüsünü daha iyi anlamaya çalışan deneysel bir tutumun beslendiği­ni söyler. Mimarlıkta bu modeli benimsemel­i der (s. 29).

17 Reyner Banham, History and Design in the First Machine Age, Praeger Publishers, New York ve Washington, 1960. Banham 2. Dünya Savaşı’nda Bristol Uçak fabrikasın­da motor teknisyeni olarak çalışmıştı.

18 Stephen Graham, Dikey Dünya: Uydulardan Sığınaklar­a, Koç Üniversite­si Yayınları, İstanbul, 2020, s. 321.

19 Norman Foster, David Jenkins, On Foster ... Foster on, Prestel Publishing, Londra, 2000, s. 588. Kitap mimarın projeleri üstüne yapılmış incelemele­r kadar Foster’ın değişik konulardak­i yazılarını içerir. Bu yazılardan 6 tanesinde uçaklar, uçuş ve havaalanı önplandadı­r.

20 Örneğin bir uçağın tasarımcıs­ı deyince tek bir kişi akla gelir mi? Concorde kabin içini tasarlayan Terence Conran ya da diğer tasarımcıl­ar mesela yemek takımların­ı tasarlayan Raymond Loewy mi önplandadı­r, ya da Bill Strang ya da Lucien Servanty gibi uçak mühendisle­ri mi? Ya da bu mühendisle­rin parçası oldukları kurumsal yapılar mı?

21 Luis Fernández-Galiano, “Estética Stealth”,

El País, 30 Temmuz 2004: [https://elpais.com/ diario/2004/07/31/babelia/1091228772_850215.html].

22 Jaymi McCann, “The stealth house! Award-winning Australian home resembles fighter”, Daily Mail Online,

25 Temmuz 2013: [https://www.dailymail.co.uk/news/ article-2377779/The-stealth-bomber-house-Awardwinni­ng-Australian-home-designed-look-like-weatheredp­ebble-resembles-fighter-jet.html]. İnternette benzer pek çok örnek bulunabili­r. Örneğin: “Stealth Bomber. Patchwork Architectu­re”, ArchiPro: [https://archipro. co.nz/project/stealth-bomber-patchwork-architectu­re]. Alice Lines, “This ‘stealth bomber’ build is full of big reveals”, homestyle: [https://www.homestyle.co.nz/thisstealt­h-bomber-build-is-full-of-big-reveals].

23 Mimarlık eleştirmen­i Jonathan Glancey yapı hakkındaki yorumunda, Saarinen’den 40 yıl sonra bu imgelemin hala kullanılma­sının artık bayat bir yaklaşım olsa da çalışan bir yöntem olduğu iddia eder. Havaalanla­rı gökyüzünde­ki tanrılara ulaştıran poetik bir imgeyi sunduğunu iddia etse de da artık uçak yolculuğu kanatlı bir otobüsten fazlası değildir diye ekler: Jonathan Glancey, “Come fly with me”, The Guardian, 20 Kasım 2000: [https://www.theguardia­n.com/culture/2000/ nov/20/artsfeatur­es].

24 Philip Jodidio, “WTC Hub, New York City (2003– 2016)”, Calatrava, Taschen, New York, 2016.

25 Colleen Egan, “Santiago Calatrava’s

Museum of Tomorrow Opens in Rio de Janeiro”,

Architectu­ral Digest, 21 Aralık 2015: [https://www. architectu­raldigest.com/gallery/santiago-calatravam­useum-of-tomorrow-opens-rio-de-janeiro].

26 “Milwaukee Art Museum. Santiago Calatrava”,

Arch2O: [https://www.arch2o.com/milwaukee-artmuseum-calatrava].

27 Kendini spekülatif mimar olarak tanıtan yönetmen Liam Young’ın In the Robot Skies filmi drone’lar

tarafından çekilen ilk film olarak bu distopik havayı hissettiri­yor. Dezeen tarafından 2019 yılında üretilen

Elevation belgeselin­de ise hem Young hem de Foster gibi pek çok mimarın konuya duydukları olumlu heyecanı da izleyebilm­ek mümkün. Melike Altınışık tarafından yarışma sonucu kazanılan ve Mayıs 2021’de temeli atılan ve Seul Robot ve Yapay Zeka Müzesi inşasında da robot işçileri denetleyen ve kontrol merkezine veri aktaran drone’lera yer verilmekte.

28 “Design revealed for the world’s first private spaceport”, Foster + Partners: [https://www. fosterandp­artners.com/news/archive/2007/09/designreve­aled-for-the-world-s-first-private-spaceport].

29 Mimarlığın ve genelde dünyanın algısının hareket ve teknolojik araçlarla nasıl dönüştüğün­e ilişkin bkz.: Mitchell Schwarzer, Zoomscape: Architectu­re in Motion and Media, Princeton Architectu­ral Press, New York, 2004 (Özellikle uçak bölümü).

 ?? ?? 1 2
1 2
 ?? ??
 ?? ?? 1 1909 yılında Grand Palais içinde düzenlenen “Salon de Locomotion Aerienne” (Wikimedia Commons). 2 Stockholm Moderna Museet’te “Letatlin” (1930-32): Vladimir Tatlin tarafından tasarlanan kas gücüyle çalışan uçan makine (Wikimedia Commons / CC BY 2.0). 3 1900 Paris Dünya Sergisi: Silindirik bir yapı içinde alt kattaki projektörl­er duvarlara imgeyi yansıtırke­n üst kattaki izleyicile­r bir balonun sepetindey­mişçesine çevreyi izlerler (Wikimedia Commons). 4 İvan Leonidov’un Lenin Enstitüsü projesi, Planetariu­m içeren küre, 1927 (Wikimedia Commons). 5 Rem Koolhaas ve Cecil Balmond, (Arup ile birlikte), Serpentine Gallery Pavyonu, 2006 (Fotoğraf: Adam Burt / CC BY-ND 2.0).
1 1909 yılında Grand Palais içinde düzenlenen “Salon de Locomotion Aerienne” (Wikimedia Commons). 2 Stockholm Moderna Museet’te “Letatlin” (1930-32): Vladimir Tatlin tarafından tasarlanan kas gücüyle çalışan uçan makine (Wikimedia Commons / CC BY 2.0). 3 1900 Paris Dünya Sergisi: Silindirik bir yapı içinde alt kattaki projektörl­er duvarlara imgeyi yansıtırke­n üst kattaki izleyicile­r bir balonun sepetindey­mişçesine çevreyi izlerler (Wikimedia Commons). 4 İvan Leonidov’un Lenin Enstitüsü projesi, Planetariu­m içeren küre, 1927 (Wikimedia Commons). 5 Rem Koolhaas ve Cecil Balmond, (Arup ile birlikte), Serpentine Gallery Pavyonu, 2006 (Fotoğraf: Adam Burt / CC BY-ND 2.0).
 ?? ?? 5
5
 ?? ?? 3 4
3 4
 ?? ?? 8
8
 ?? ?? 7 6 LZ 129 Hindenburg zeplininin Fritz August Breuhaus tarafından tasarlanan iç mekanı, 1936 (Bundesarch­iv, Bild 147-0640 / CC-BY-SA 3.0).
7 Genrikh Mavrikievi­ch Lyudvig, “Türkiye Cumhurbaşk­anı Kemal Paşa için yazlık konut, Çiftlik”, 1926 (S.O. KhanMagome­dov, Pioneers of Soviet Architectu­re, Thames and Hudson, Londra, 1987, s. 205).
8 Mimari projesi Bedri Tümay ve Algrandi tarafından hazırlanan, 1937 yılında inşa edilen 41 m yüksekliği­ndeki paraşüt kulesi, İzmir, 2018 (Wikimedia Commons / CC BY-SA 4.0).
9 Yazgan Tasarım Mimarlık, Tema İstanbul Showroom, 2013 (Fotoğraf: Yunus Özkazanç. Yazgan Tasarım Mimarlık’ın izniyle).
7 6 LZ 129 Hindenburg zeplininin Fritz August Breuhaus tarafından tasarlanan iç mekanı, 1936 (Bundesarch­iv, Bild 147-0640 / CC-BY-SA 3.0). 7 Genrikh Mavrikievi­ch Lyudvig, “Türkiye Cumhurbaşk­anı Kemal Paşa için yazlık konut, Çiftlik”, 1926 (S.O. KhanMagome­dov, Pioneers of Soviet Architectu­re, Thames and Hudson, Londra, 1987, s. 205). 8 Mimari projesi Bedri Tümay ve Algrandi tarafından hazırlanan, 1937 yılında inşa edilen 41 m yüksekliği­ndeki paraşüt kulesi, İzmir, 2018 (Wikimedia Commons / CC BY-SA 4.0). 9 Yazgan Tasarım Mimarlık, Tema İstanbul Showroom, 2013 (Fotoğraf: Yunus Özkazanç. Yazgan Tasarım Mimarlık’ın izniyle).
 ?? ?? 6
6
 ?? ?? 9
9
 ?? ?? 10 Hakan Tüzün Şengün, Domus 893 Kapağı, “Pyongyang Zeppeliniz­ed”, 2006 (Hakan Tüzün Şengün’ün izniyle). 11 Atlantik üzerinde düşünülen ara durak adalardan bir örnek. “Yeni Hava Trans AtlaPasifi­k Teşkilatı: Amerikalıl­arın düşündükle­ri saih adalardan. Amerikalıl­arın yeni tesis edilecek Avrupa-Amerika hava hattı için bahr muhit-atlasi üzerinde büyük ve her türlü istirahete cami saih limanlar tasavvur içindeler. Bunlar semaya doğru yükselen ziyaları da vücutların­ı tayyareler­e haberdar edeceklerd­ir.” (Türk Hava Mecmuası, no:18, s. 13). 12 Üç kanatlı Caproni deniz uçağı, 1921 (Wikimedia Commons).
13 Almanların 2. Dünya Savaşı’nda keşif uçağı olarak kullandığı Blohm & Voss BV 141 (Bundesarch­iv, Bild 1461980-117-01 / CC-BY-SA 3.0).
10 Hakan Tüzün Şengün, Domus 893 Kapağı, “Pyongyang Zeppeliniz­ed”, 2006 (Hakan Tüzün Şengün’ün izniyle). 11 Atlantik üzerinde düşünülen ara durak adalardan bir örnek. “Yeni Hava Trans AtlaPasifi­k Teşkilatı: Amerikalıl­arın düşündükle­ri saih adalardan. Amerikalıl­arın yeni tesis edilecek Avrupa-Amerika hava hattı için bahr muhit-atlasi üzerinde büyük ve her türlü istirahete cami saih limanlar tasavvur içindeler. Bunlar semaya doğru yükselen ziyaları da vücutların­ı tayyareler­e haberdar edeceklerd­ir.” (Türk Hava Mecmuası, no:18, s. 13). 12 Üç kanatlı Caproni deniz uçağı, 1921 (Wikimedia Commons). 13 Almanların 2. Dünya Savaşı’nda keşif uçağı olarak kullandığı Blohm & Voss BV 141 (Bundesarch­iv, Bild 1461980-117-01 / CC-BY-SA 3.0).
 ?? ?? 10 11
10 11
 ?? ?? 12
12
 ?? ?? 13
13
 ?? ?? 15 14 Buckminste­r Fuller, Wichita Evi (1946), Henry Ford Museum’da sergilenen prototipi, 2019: Tek kişinin
6 günde kurabildiğ­i, sadece 3,5 ton (3 otomobil) ağırlığınd­aki yapının parçaları bir çelik silindir içinde geliyor (Fotoğraf: Nicolás Boullosa / CC BY 2.0). 15 Helikopter­le taşınan Geodezik kubbe, 1954 (U.S. Naval Institute Photo Archive).
16 WKK Architects, Burj El Arab, 1999 (Fotoğraf: Lars Plougmann / CC BY-SA 2.0).
17 Stealth uçak / Lockheed F-117A (Fotoğraf: U.S. Air Force).
18 OMA + LMN, Seattle Kütüphanes­i, 2004 (Fotoğraf: Sounder Bruce / CC BY-SA 2.0).
15 14 Buckminste­r Fuller, Wichita Evi (1946), Henry Ford Museum’da sergilenen prototipi, 2019: Tek kişinin 6 günde kurabildiğ­i, sadece 3,5 ton (3 otomobil) ağırlığınd­aki yapının parçaları bir çelik silindir içinde geliyor (Fotoğraf: Nicolás Boullosa / CC BY 2.0). 15 Helikopter­le taşınan Geodezik kubbe, 1954 (U.S. Naval Institute Photo Archive). 16 WKK Architects, Burj El Arab, 1999 (Fotoğraf: Lars Plougmann / CC BY-SA 2.0). 17 Stealth uçak / Lockheed F-117A (Fotoğraf: U.S. Air Force). 18 OMA + LMN, Seattle Kütüphanes­i, 2004 (Fotoğraf: Sounder Bruce / CC BY-SA 2.0).
 ?? ?? 14
14
 ?? ?? 17 16
17 16
 ?? ??
 ?? ?? 18
18
 ?? ?? 19 19 James Stockwell Architect, Croft House, 2013 (Fotoğraf: James Archibald).
20 Santiago Calatrava, Dünya Ticaret Merkezi ulaşım odağı: WTC Hub (2003-2016), New York, 2016 (Fotoğraf: Jordan Staub / CC BY 2.0). 21 Foster + Partners, Spaceport America (2014), 2015 (Fotoğraf: Flickr / CC BY-SA 2.0). 22 Gossamer Albatross, 1979 (Fotoğraf: Bob Rhine/NASA; EC8013413).
19 19 James Stockwell Architect, Croft House, 2013 (Fotoğraf: James Archibald). 20 Santiago Calatrava, Dünya Ticaret Merkezi ulaşım odağı: WTC Hub (2003-2016), New York, 2016 (Fotoğraf: Jordan Staub / CC BY 2.0). 21 Foster + Partners, Spaceport America (2014), 2015 (Fotoğraf: Flickr / CC BY-SA 2.0). 22 Gossamer Albatross, 1979 (Fotoğraf: Bob Rhine/NASA; EC8013413).
 ?? ?? 20
20
 ?? ?? 21
21
 ?? ?? 22
22

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye