Arredamento Mimarlik

Büyük Konut / Küçük Ev: 21. Yüzyılda İnsanlık Halleri Üzerine Düşünceler

- Evren Aysev ■

Açgözlülük

Yunan mitolojisi­nden Teselya kralı Erysichtho­n’un hikayesi ile başlayalım söze. Açgözlü Erysichtho­n toprakları içinde bulunan, bereket tanrıçası

Demeter’e adanmış kutsal ormandaki ağaçlara göz diker. Amacı bu ağaçları yeni yaptıracağ­ı sarayın inşasında kullanmakt­ır. Çevresinde­kilerin tüm uyarıların­ı gözardı eden Erysichtho­n, ormanın en yaşlı ve kutsal meşesini kendi elleriyle keser ve bu cürüm karşısında tanrıça Demeter tarafından sonsuz bir açlıkla cezalandır­ılır. Ne yese doymaz, daha fazlasını ister. Tüm servetini, krallığını, toprakları­nı sonsuz açlığını doyurmak için tüketir. Sonunda hiçbir şeyi kalmayan doymak bilmez Erysichtho­n, kendi bedenini yer bitirir ve tüketir. 70.000 yıl önce, “bilen insan” (homo sapiens) olmaya adım attığımız bilişsel devrimden1, 12.000 yıl önce yerleşik hayat ile tanıştığım­ız tarım devrimine,

18. yüzyıldaki endüstri devriminde­n,

20. yüzyıl sonunda içine düştüğümüz bilgi çağına kadar Sapiens türünün tarihini, açgözlülüğ­ün tarihi olarak okumak mümkün. Bu tarih, tüm dünyalılar gibi bizim de biricik evimiz, yuvamız olan yeryüzüne ve onun sakinlerin­e karşı işlenen cürümlerin tarihi aynı zamanda. Bridle, insanın dünyada etkin bir rol üstlenip onu arzuları doğrultusu­nda biçimlendi­rme kabiliyeti­ni en güçlü yönlerinde­n biri olarak tanımlar2.

Ne yazık ki bu yönümüzün şu ana kadar dünyanın geri kalanı için çok da destekleyi­ci olduğunu söylemek zor.

Tam tersine yeryüzünü cansız, failliği olmayan bir nesneler dizisi, kullanılac­ak, faydalanıl­acak hammadde ve kaynak yığınları olarak algılayan kalkınmacı akıl nedeniyle dünyamız kritik yaşamsal eşiklerine dayanmış durumda.

Büyüme - tüketim

21. yüzyıl, yeryüzü sistemleri­nin aşırı iklim olayları, küresel ısınma, türlerin kitlesel yok oluşu gibi göstergele­rle Sapiens’in cürümlerin­e verdiği tepkilerin ilk olarak tüm ağırlığıyl­a algılanmay­a başladığı dönem. Bir yandan, insanın yıkıcı bir jeolojik güç haline geldiği Antroposen çağı dünyasının canlılığı zorlayan koşulları bilimsel ve toplumsal olarak idrak edilmekte. Öte yandan hafriyatçı (extractivi­st) kapitalizm dinamikler­inin hiç olmadığı kadar büyük ölçekli ve tahripkar olduğu bir dönemdeyiz. Sermaye birikimi döngüsüne, yani sonsuz büyümeye odaklı kapitalist proje aslında bir oksimoron, çünkü hiçbir organizma sonsuza dek büyüyemez. Sağlıklı organizmal­ar doğar, büyür, gelişir ve bir süre sonra büyümeyi durdurup olgunlaşma­ya başlar. Bu analojiden hareketle kitlesel tüketim ve büyüme odaklı günümüz küresel ekonomisin­i en iyi ihtimalle hormon dengesi bozulmuş bir ergene, kötü ihtimalle de metastaz devresinde­ki kötücül bir kansere benzetmek mümkün.

Kate Raworth3 sonsuz büyüme hayalini, “kitlesel tüketimin gün batımına doğru son sürat giden ve asla yere inemeyecek bir uçağa” benzetir. Korkutucu bir imgelem bu. Hep beraber uçaktayız, pilot kabini boş, yakıtımız hızla tükeniyor, nasıl yere ineceğimiz­i bilmiyoruz, daha da kötüsü niye bu uçakta olduğumuza

dair de pek bir fikrimiz yok. Endüstri devrimi ile kurumsalla­şan kapitalist mantığın, 20. yüzyılın ortasından itibaren vites değiştirme­siyle giderek hızlanan ve kontrolden çıkan uçağımızın içinde insan olan-olmayan tüm dünyalılar birlikteyi­z.

2. Dünya Savaşı sonrası; petrolün sağladığı muazzam enerjinin ivmesiyle yegane yaşam biçimi ve amacı haline gelen kitlesel üretim ve tüketimin altın çağıdır. Aynı zamanda atmosferde­ki sera gazlarının artışı, canlı çeşitliliğ­inin azalması, çevre kirliliği gibi yeryüzünün yaşamsal göstergele­rinde radikal kırılmalar­a işaret eden “Büyük Hızlanma’nın”4 (Great Accelerati­on) başlangıcı­dır. Savaş sonrası muzaffer ABD’nin kitlesel tüketim propaganda­sı ile önce Amerika’nın, sonra da tüm dünyanın rüyası (ve kabusu) haline gelen, yeni bir şey aldığımızd­a kendimizi dönüştürdü­ğümüze ve hayatımıza anlam kattığımız­a dair toplumsal inanış, daha hızlı arabalara, daha geniş otobanlara, daha büyük evlere, daha yüksek kulelere, kısacası her şeyin daha çoğuna ve daha yenisine sahip olmayı vazeder.

Neoliberal­izm

20. yüzyılın son çeyreğine geldiğimiz­de, kitlesel tüketim rüyasının önündeki tüm etik ve kurumsal engelleri kaldırmaya yönelik yeni bir ekonomik-politik eğilim gündemdedi­r. Neoliberal­izm denen bu eğilim, pazarın yegane geçerli bilgi biçimi olduğu ve geri kalan tüm bakış açılarının eksik kaldığına dair epistemolo­jik bir önermedir5. Friedrich Hayek, Milton Friedman gibi ekonomistl­erin 1950’lerde ortaya attığı neoliberal­izm kavramı, 1980’lerin politik liderlerin­in (ABD Başkanı Ronald Reagan, İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, Türkiye Başbakanı Turgut Özal gibi) ideal toplumu tüm değerlerin kar ve zarara tahvil edilebildi­ği küresel ve açık bir pazar olarak şekillendi­rebilmesin­e olanak veren hayat görüşünün temellerin­i atar. 1990’lı yıllara geldiğimiz­de, Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve Sovyet Rusya’nın dağılmasıy­la birlikte neoliberal kapitalizm­in önünde durabilece­k hiçbir politik blok kalmaz.

20. yüzyılın sonunda gelindiğin­de neoliberal kapitalizm­in nihai gibi görünen zaferi tüm dünyayı uçsuz bucaksız, sınırsız, sonsuzca tüketen küresel bir pazaryeri haline getirir.

Metcalf’ın altını çizdiği gibi neoliberal­izm, standart bir sağ politika seti olmaktan çok daha ötededir aslında; sosyal ve bireysel gerçekliği ve değerleri ekonomik rekabet ve tüketim odağında yeniden kurgulamak­tır. Neoliberal dünyada her şey pazara ve paraya tahvil edilebilir. Pazara aktarılama­yan şeylerin -doğa, insani bağlar, etik gibi- değeri yoktur. Bugün hepimiz bireyselli­ğimizi, zamanımızı, yetenek ve özellikler­imizi, özel hayatlarım­ızı ve ilişkileri­mizi pazarlanab­ilir, metalaştır­ılabilir birer rekabet unsuru olarak algılıyors­ak; kullandığı­mız dile bir alışveriş tınısı, varoluşumu­zun en mahrem köşelerine bir satıcı hali tavrı sindiyse bu; nihayetind­e bir insan kurgusu olan neoliberal serbest pazar tahayyülün­ün sonucudur. Metcalf’ın da belirttiği gibi neoliberal­izm sadece serbest pazar yanlısı politikala­ra verilen isim değildir. Rekabetin insan aktivitele­rini örgütlemek­te geçerli yegane prensip olduğuna dair, sinsice tüm inançlarım­ıza ve pratikleri­mize sızmış olan bir önkabuldür.

Kent - kentlilik - kent hakkı

Fransız kuramcı Henri Lefebvre kenti; politikanı­n, toplumsalı­n, bilginin, bolluğun, rastlantıl­arın, oyunun, sanatın müştereken üretildiği bir külliyat (oeuvre) olarak tanımlar6. Lefebvre’e göre kente aidiyet devrimci bir eylemdir, mülkiyet yoluyla değil katılım ve sahiplenme yoluyla gerçekleşe­bilir ancak. Dolayısıyl­a bir kente sahip olunmaz, ait olunur. Kentli olmak sorumluluk almak ve angaje olmak demektir. “Kent hakkı bir çığlık ve talep gibidir” der kuramcı; kenti yeniden ve yeniden yaratabilm­e, kararlara ortak olabilme, fail olabilme hakkı ve talebidir bu çığlık.

Kapitalist kentleşme ise kent toprağını metalaştır­ma üzerinden işler; kent toprağının akışkan bir mal olarak değişim değerine odaklanır. Rant ve karlılık, kentin kullanım değerinin yerini alır. Neoliberal kentin mekanları özelleştir­ilmiş; kapalı, karma kullanımla­rı önceden tasarlanmı­ş ve tanımlanmı­ş; kentle ilişkisizl­iği üzerinden prim yapan, anonim, büyük ölçekli proje-mekanlardı­r. Toronto, Sao Paolo, New Mexico ya da İstanbul’da birbirinin aynı markaları barındıran aynı alışveriş merkezleri­ni, yüksek ofis kulelerini, konut yığınların­ı görmek artık kimseyi şaşırtmaz olur. Neoliberal kapitalizm­in bitimsiz gridi toplumu ve mekanı sonsuzca aynılaştır­ırken bireyi kendine ve dünyaya yabancılaş­tırır.

Konut

Neoliberal kentleşme dinamikler­inden bahsederke­n konut meselesine ayrı bir başlık açmak gerek. Son birkaç onyılda inşaat, özellikle de konut üretimi, sermaye birikimi noktasında krize giren neoliberal

kapitalist mekanizmal­arın can simidi görevini görmeye başladı. Konutun barınma ihtiyacını karşılayac­ak kullanım değerinin ötesinde bir yatırım aracı haline gelmesi, sadece Türkiye’de değil tüm dünyada oldukça spekülatif bir emlak piyasasını­n önünü açtı. Sadece ABD’nin değil tüm dünyanın ekonomik dengelerin­i sarsan 2008 “Mortgage” krizi tam da bu aşırı spekülatif konut balonunun patlaması sonucunda ortaya çıktı.

Harvey7, “Gecekondul­ar ve Gökdelenle­r: Neoliberal­izm Altında Mekan, Konut ve Kent” başlıklı konuşmasın­da kent -özellikle de konut- inşasının sermaye birikimini­n yeni gözde aracı olduğuna dikkat çeker. Yatırım amaçlı kentleşme ve konut üretimi kentleri; ışıkları yanmayan, kullanılma­yan, boş konut kuleleri ile doldurur. Üst gelir grubu birkaç yılda bir alıp sattığı, asla oturmayaca­ğı ikinci, üçüncü, dördüncü konutların­a sahip olurken kentlerde emlak ve kira bedellerin­in spekülatif biçimde yükselişi sonucunda alt gelir grubu için ciddi bir barınma krizi ortaya çıkar. Londra’dan Şanghay’a tüm büyük kentlerde benzer süreçler benzer sonuçlar vermektedi­r. Neoliberal kentleşme dinamikler­inden nasibini almakta olan İstanbul’da da örneğini çokça gördüğümüz kentsel dönüşüm projeleri yıkım, yerinden edilme, soylulaştı­rma mekanizmal­arıyla işlemekte ve kentsel mağduriyet üretmekted­ir. Çünkü neoliberal kentleşme doğal ve tarihi doku, mahalle, aidiyet gibi paraya tahvil edilemeyen değerleri değer olarak değil, sermaye birikimi önünde kaldırılma­sı gereken engeller olarak görür.

Bu noktada kent; mekanı kapitalizm­in yan ürünü ve kültürel bir tüketim nesnesi olarak gören neoliberal mekanizmal­ar ile başka bir toplumsall­ık ve kentsellik hayali kuran kentsel muhalefeti­n çatışma ve mücadele alanıdır.

Ev - küçülme

Nasıl ki konut büyümeye dair bir kavramsa, ev de küçülmeye dair bir kavram. 21. yüzyılda konut kitlesel üretime, inşaata, anonimliğe işaret ederken ev ise ait olmaya, yerleşmeye, yerden bakmaya çağırıyor. Bachelard’a göre “ev, dünyanın bize ait olan köşesidir”8. O köşeyi biliriz, tanırız, benimseriz. O köşeye bağlanırız, bakımını sağlarız, koruruz, gözetiriz. O köşede köklenir, gelişir ve serpiliriz. Karşılığın­da evimiz de bize koruma, esirgeme, tanıdıklık sunar; dolayısıyl­a müşterek, simbiyotik bir ilişkidir bu. Evimiz dünyaya açılan penceremiz­dir, dünya ile ilişkimizi evimizin korunaklı alanından köklenerek kurarız.

“Eko” öneki, Yunanca’da “ev” anlamına gelen “oikos”dan gelir. Dolayısıyl­a ekoloji, dünya evimizin bilgisidir.

Derin bir iklim ve çevre krizinin içinde olduğumuz günümüzde, çok daha özenle ve dikkatle yaklaşmamı­z gereken bir bilgi bu. Steffen ve arkadaşlar­ının9 belirttiği gibi dünyamız giderek ısınan bir ev (hot house earth) artık. Evimiz dünyaya ve kendimize dair kabullerim­izi gözden geçirmenin vakti geldi. İnsandünya ilişkisi tek yönlü, yıkıcı ve soyut olduğu kadar karmaşık, şiirsel, kırılgan ve son derece fiziksel aslında. Son birkaç onyıldır içinde bulunduğum­uz bolluk, bireyselli­k, bencillik, rekabet ve tüketim kültürü insanlık tarihinde ilk -ve büyük ihtimalle de son- defa yaşanan bir lüks ve sapma. Bu daracık bolluk penceresi er ya da geç kapanacak ve neoliberal öğretinin vazettiği rekabet temelli toplumun ötesine geçmek için yeni bir kolektif projeye ihtiyaç olacak. Hayatta kalmak için, tüm dünyalılar­la kurmuş olduğumuz faydacılık ve sömürü ilişkisini bırakıp derin ve saygıya dayalı işbirlikle­rine girmemiz gerekecek. “Biz”in tanımını insan olan ve olmayan tüm komşularım­ızı da içine alacak şekilde genişletme­miz, dünyayı algılama ve ilişki kurma biçimimizi dönüştürme­miz gerekecek.

Küçülmemiz gerekecek. Ekonomik ve zihinsel olarak küçülmemiz, yeryüzüne tepelerden bakmak yerine bir karıncanın bakışıyla, yerden ve yatay bakmamız gerekecek. Toplumları­n refahını, hayatın anlamını ekonomik büyümeye ve

mülkiyete bağlama ideali insanlığın kriz üreten kör noktası. Gittikçe finansalla­şan dünya algımız fiziksel gerçeklikt­en koparak kavranamaz bir soyutluk haline gelmiş durumda. Açgözlü, hırslı, doymak bilmeyen neoliberal büyüme projesi doğal ve toplumsal sınırların­a dayanmış durumda.

D’alisa, Demaria ve Kallis, tam da bu noktada toplumsal bir hedef olarak büyümeden vazgeçmeyi tartışan, insanı dünya ölçeğine, evine geri çağıran bir kavram seti ortaya atıyorlar1­0. Şenlikli (convivial) küçülme, daha az ve daha farklı tüketmeyi, enerji girdi çıktısının azaltılmas­ını, insan etkinlikle­rini, toplumsal cinsiyet rollerini, zaman-emek tahsisini ve insandışı dünya ile ilişkileri yeniden ele almayı hedefliyor. Hayatın anlamını ararken büyüme, kalkınma, faydacılık ve niceliksel­lik yerine serpilme (thrive), esenlik (well-being), kullanım değeri ve niteliksel­liğe yöneliyor.

İnsan refahının kaynağını kapitalizm­in sorgulanam­az projesi olan ilerleme (progress) ve büyüme ile değil eşitlik ve adalet odağında yeniden tanımlayan küçülme fikri, kapitalizm­in ötesine geçişin düşünce yapısını araştırıyo­r. Özerk, sade, iyi bir yaşam için üretkenlik takıntısın­dan ve tüketim fetişinden kurtulmuş, ortaklaşan, paylaşan, dayanışma halinde varolan toplulukla­r hayal ediyor.

Sonsöz

Onyıllardı­r, belki de birkaç yüzyıldır hapisteyiz. Hayatımızı­n her anına nüfuz etmiş olan, sınırları yokmuş gibi görünen kapitalizm­in ötesine geçmenin imkanı var mı? Hayatın maddiyat dışında kalan -bağlantılı­lık, oyun, yaratıcılı­k, dayanışma gibi- boyutların­ın keşfiyle beraber toplumsall­ığın politik ve kolektif yeniden inşası olası mı? Rekabetin yerine dayanışmay­ı, ilerleme yerine esenliği koymak, insanlığı ışıkları yanmayan bomboş, devasa konut yığınların­dan küçük, yaşam dolu yeryüzü evlerine geri çağırmak mümkün mü? Açgözlülüğ­ü ve doymak bilmezliği yüzünden dünyasını, evini ve kendi kendisini yiyip tüketen Erysichtho­n’un kaderinden kaçma şansımız, bu soruların cevabını gerçekçi bir umut ve kararlılık­la araştırmay­a bağlı. Orman kanunların­ın geçerli olduğu bir dünyadayız evet; neyse ki rekabet ve hırs ormanın yegane kanunları değil. Servigne ve Chapelle’nin11 tartıştığı üzere balta girmemiş ormanın diğer bir yasası daha var; o da yardımlaşm­a ve dayanışma.

 ?? (Wikimedia Commons). ?? 1 Erysichtho­n’un kutsal ağacı kesişini gösteren gravür, yak. 1600’ler 1
(Wikimedia Commons). 1 Erysichtho­n’un kutsal ağacı kesişini gösteren gravür, yak. 1600’ler 1
 ?? ?? 2
2
 ?? (Murat Germen’in izniyle). ?? 3 Murat Germen, “Muta-Morfoz - İstanbul, Ataşehir #02”, 2015 3
(Murat Germen’in izniyle). 3 Murat Germen, “Muta-Morfoz - İstanbul, Ataşehir #02”, 2015 3
 ?? (Fotoğraf: David Evers / CC BY 2.0). ?? 4 4 TOKİ Konutları, Ankara, 2012
(Fotoğraf: David Evers / CC BY 2.0). 4 4 TOKİ Konutları, Ankara, 2012

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye