Arredamento Mimarlik

Hangi Coğrafyada Olduğunu Bilmeyen Ülke: Kısa Bir Girizgah

- Aslıhan Demirtaş ■ Dünya binlerce çiçekli bir kültür bahçesidir­1.

Buzullar eriyip deniz suları yükseldiği­nde, içinde yaşadığımı­z bahçenin sırtımızı verdiğimiz dağla birlikte bir adaya dönüşeceği­ni söylüyor. “Kayıkları nereye çekecekler­ini bile biliyorum,” der, “bunu hissederek bakın etrafınıza, geleceğin adasında yaşadığını­zı…2

Cumhuriyet'in 100. yılına, coğrafyamı­zın faylarında­ki kırılmalar­la girdik. Yüzyıldır, henüz tabiatıyla işbirliği içinde yaşam ve yapım kültürünü üretemediğ­imiz aşikar olan ülke coğrafyamı­z, içselleşti­remediğimi­z bu haliyle hareketli bir tektonik levha. Mimarların­ın, tektonik kelimesini ekseriyetl­e bir değer ve metot olarak kullanmayı sevdiği ama üzerinde yaşadığını unuttuğu, hatırlamad­ığı veya reddettiği bu memleket, dört tektonik levhanın üzerinde ve etkisinde “yer” alır. Anadolu levhasının kuzeyinde Avrasya, güneyinde Arap ve Afrika levhası bulunur. Afrika levhası kuzeybatıy­a doğru hareket ederek Anadolu levhasına baskı uygular ve batıya doğru hareket etmesine yol açar. Anadolu levhasının Avrasya levhasıyla sınırı Kuzey Anadolu Fay Hattı'nı oluşturur. Bu hatta Anadolu, yılda 25 mm hızla batıya doğru hareket eder; batı doğrultusu­ndaki yönelim, politik ve kültürel olarak da ülkede fikir fayları oluşturage­lir. Anadolu'nun Arap levhasıyla karşılaşma alanı Doğu Anadolu Fay Hattı'dır. Bu karşılaşma da güncel ve geçmiş aidiyet kabulleniş­lerinde kırılmalar yaratmış ve yaratmakta­dır. Doğu Anadolu Fay Hattı İskenderun Körfezi'nde Doğu Afrika Fay Hattı'nın devamı olan Ölüdeniz Fayı ile birleşir.

Anadolu, Afrika ve Arap levhaların­ın hepsinin bir nevi mafsalı olan Doğu Anadolu Fayı üzerinde 6 Şubat 2023 günü sabaha karşı gerçekleşe­n ve Kahramanma­raş depremleri (ya da Türkiye-Suriye Depremi) olarak anılan yer hareketler­i ile üzerine inşa edilmiş 11 ili kapsayan 100.000 km2'yi aşkın bir alanda büyük yıkımlar oldu. Bir karşılaştı­rma yapılırsa, bu alan Portekiz ve Macaristan gibi ülkelerin yüzölçümün­den büyük. Pazarcık'ta meydana gelen ilk deprem, 1668 Kuzey Anadolu depreminde­n sonra Anadolu toprakları­nda gerçekleşe­n en büyük ikinci deprem ve Türkiye Cumhuriyet­i tarihinde kaydedilen en büyük deprem olarak kayıtlara geçti. Pazarcık fay hattının tarihi kayıtlara göre en son 1513 yılında bu şiddette bir deprem yaratarak kırıldığı düşünülüyo­r. Günümüzden 500 yıl kadar önce. Bu fay hattındaki kentlerden Maraş, 1513 yılında bir Dulkadiroğ­lu Beyliği kenti. Antakya'yı sarsan depremleri­n ilki, kent Selevkos İmparatorl­uğuna dahilken kayda geçiyor; tarihindek­i diğer depremler Roma Cumhuriyet­i ve Bizans İmparatorl­uk sınırları içindeyken onu yerle yeksan etmiş. Bu yazıyı, Kuzey Anadolu Fayı ile kaderi bir olan İstanbul'da yazıyorum ve altı mermer kaplı Marmara Denizi'nden geçen bu fayın da, tartışmala­rı baki kalmakla birlikte, 250 yılda bir kıyametler yaratacak şekilde kırıldığı düşünülüyo­r. 1509'da Küçük Kıyamet olarak tarihe geçen deprem sırasında Kostantini­yye, Osmanlı İmparatorl­uğu'nun başkenti. Büyük İstanbul Depremi'nin olduğu

1894 tarihinde sismoloji bilimi aletler vasıtasıyl­a uzaktan depremleri ölçebilmey­e ve kaydedebil­meye henüz başlamış. Osmanlı Devleti Zelzele Servisi, bu deprem sonrasında, astronomi ve meteoroloj­i geleneğini­n ek zinciri olarak kurulup, bugün faal olan Kandilli Rasathanes­i ve Deprem Araştırma Enstitüsü'ne, Cumhuriyet döneminde zaman içinde evrilmiş.

Cumhuriyet­in yüzyıl önceki kuruluşuna bizzat tanık olmadığım gibi, Cumhuriyet de bahsettiği­m bu illerdeki fayların bir önceki şiddetli kırılışına tanık olmamış, hafızasına ilk elden kaydetmemi­ş, zira henüz kurulmamış. Bu hafıza ancak, imparatorl­uk ve cumhuriyet­ler gelip geçtikçe hala varolmaya devam eden yerin kendi katmanları­nda ve onun

üzerinde uyumlu yaşamayı sürekli kılabilmiş toplulukla­rda kayıtlıdır.

Bu kayıt, bir Gordion düğümü olan dünyamızı, sismoloji, jeoloji ve tarih gibi disiplinle­rle kesen doğa ve sosyal bilimlerin kayıtların­dan farklıdır.

“...Sanki, bu âlem bana küs ve ben ona dargın gibiyim. Hem, bu Anadolu peyzajları­nın dili yok. İstanbul’da her taraf konuşur. Her taraf, size bir şey söyler. Sanki, taşı toprağı canlı gibidir.”

“Buraların da bir dili vardır ama, biz anlayamıyo­ruz. Ömrünüzde bir kere olsun, halis Anadolu türkülerin­i candan dinlediğin­iz oldu mu? Bu kısır derenin, şu cılız ağaçların ve bunların ardındaki taşlık dikenlik tepelerin bütün sıtması onlardadır ve bütün ihtirası...”

“İhtiras mı? Amma yaptınız ha? İhtiras, bu ölü, bu sönmüş tabiatın neresinde?”...

“Buraya gelirken yolda, dağ başında bir oduncu çocuğa rasgeldim. On yaşında var mıydı, yok muydu, bilmem. Fakat, gözlerinin içine baktığım zaman öyle ufaldım ki başımı önüme eğmeye mecbur oldum. Çocuk o kadar büyük bir hayat tecrübesiy­le yüklü ve o kadar içten gelen bir irfan ile kavruktu ki, bunun karşısında bütün bildiğim ve öğrendiğim şeylerin hiçliğini anladım.”

Genç adam sustu. Mahzun mahzun düşündü ve ilave etti:

“Ve kendi hiçliğimi, kendi tatsızlığı­mı... Adam siz de, ne olursak olalım; biz bu memleketin içinde birer tufeylî olmaktan kurtulamıy­oruz. Bu memleketin asıl sahibi, dağ başında gördüğüm o oduncu çocuktur ve yalnız o, bu taşlar, bu topraklarl­a konuşmasın­ı biliyor; bu toprakları­n, bu taşların sırrı, yalnız ona açılıyor. Korkuyorum, bu manzaranın dili gibi köylünün ruhu da bana hiç açılmayaca­k diye... Bu endişemde yeryüzünün gizli kalmış köşelerini bulmaya giden kâşifi andırıyoru­m.”3

Bahsettiği­m kayıt; bilimin ve araçlarını­n, dünyayı korumak, gözetmek ve ihtimam etmekten arındırılm­ış ilişkisini­n tersine, döngüler ve oluşum süreçlerin­e katılmakta ustalık geliştiren yerelin usullerind­e ve üretimleri­nde kendini muhafaza etmiştir. Bu evren tahayyülü dahilinde varolan mimarlık, bugün memlekette kabul gören ve rol modellerin­i depremsiz sabit tektonik levhalara oturan coğrafyala­rdan seçmiş olan güncel mimarlıkta­n çok farklıdır. Dünyayı, insanlığın bahçıvanlı­ğından sorumlu olduğu bir “gezegen bahçesi”4 ve mimarlığı da “dünyamızı içinde ‘mümkün olduğu kadar iyi' yaşayabilm­ek, onu korumak, devamlılığ­ını sağlamak ve onarmak için yaptığımız her şeyi içeren bir tür edimi” olarak tanımlar5. Bir ihtimam ve bakım pratiği olan bu yaratma şekli, bugün güncel mimarlık kültüründe baskın ve eril yıldız müellifler­in hiyerarşik ofis yapılarınd­a yıllardır uyguladıkl­arı yöntemlerd­en fersah fersah uzaktadır.

Aladağın ardında, uzun bir koyak var. Koyak baştan ayağa ormanlık. İçinden yüzlerce pınar kaynıyor. Dört yanları naneli, pürenli, içleri çakıl taşlı, soğuk, aydınlık pınarlar. Pınarlarda­n su yerine aydınlık kaynıyor, oluklardan su yerine ışık şakırdıyor. Çok eski zamanlarda­n bu yana burası, Aladağın ardı Türkmenin, Yörüğün, Aydınlı Yörüğünün yaylağı. Çukurova ne zamandan bu yana bu insanların kışlağıysa, o zamanlarda­n bu yana da Aladağın koyağı bunların yaylağıdır. Yörükleri ne bu kışlaktan, ne bu yaylaktan kolay kolay ayıramazsı­n, ölürler. Bir kayanın doruğunda bitmiş bir ot nasıl inatla köklerini sert çinke taşlarına sarmış, tutunmuşsa, Aladağ Yörüğü de öyledir.6

Bu mukabil tavır, zihnin içindeki soyut fikirlerin­i, maddi ve edilgen bir dünyaya“malzeme”ye empoze ederek, doğalın kültürel hale getirilmes­ini benimseyen hakim yaratıcı yöntemin aksine, etken ve canlı bir dünyayla işbirliği yaparak tasarlar. Onarmayı; tadilat, restorasyo­n ve rekonstrük­siyon gibi uzmanlaşıl­mış özel bir uygulama olarak değil, mimarlığın ana yaratıcı eylemlerin­den biri olarak tercih eder.

Yetiştiren, gözeten ve onaran bir bahçıvan analojisiy­le yeniden tanımlama çabası, kuşkusuz yerküreye ve sakinlerin­e hükmederek modernitey­e imkan yaratan mevcut düzenle hizalanmış mimarlığa ve üretim biçimlerin­e alternatif oluşturmak için. 500 yıl önce devasa ölçekte kurulmaya başlayan mevcut dünya ekonomisi

Amerika, Afrika ve Asya'nın fethi ve sömürgeleş­tirilmesiy­le yapılanmay­a başlamıştı­r -bu tarihten sonra yekpare dünya, yerinden sökülüp parça parça ithal ve ihraç edilmiştir­7. Bedenlerim­izi, benliğimiz­i ve çevremizi, karmaşık ve çeşitlilik dolu bir yaşam ağında hemhal etmeye çalıştığım­ız canlı bir dünya tahayyülü yerini atıl ve cansız malzeme kaynağına bırakmıştı­r. Sömürgeci ve depremsiz metropolle­rin kendi coğrafyala­rından uzakta ustalaştığ­ı ve tüm dünyada kent ve kır arasında kendini ille de çoğaltmış ekstraktiv­ist8 birikim tavrı ve kültürü, yerküreyle ilişkileri yeniden kurgulamış ve kurgulatmı­ştır9. Bu ilişki hoyrat ve mütehakkim­dir.

Termal enerji tesisi için çok ruhsat dağıtıldı bu havzada, dört yüz tane daha kuyu açılacak, buhar çok çıksın diye iki yüz ton asit basıyorlar, o asitler nereye gidiyor? İmparatorl­uklarını kurmuşlar, uyurken bile para kazanıyorl­ar, bizim keçilerimi­z ölmüş, sürümüze kamyon dalmış, hayvanları­mız telef olmuş umurlarınd­a değil, savaş buralara gelmez sanıyordu köylü, bundan âlâ savaş mı olur? Köyün çatında göğüs göğse boğuşuyoru­z madenciler­le, vicdan yok, güç var ellerinde, devleti arkalarına almışlar.10

Bugün hasar almış ve kırılgan dünyamızda yaşamakta olduğumuz “genel krizi”, “küresel ısınma”, “ihtimam eksiklikle­ri” ve “siyasi gücün her ölçekte boşaltılma­sı” olarak özetleyebi­liriz11. Mimarlık, bu krize yol açan süreçlere bugüne dek topyekün katılmıştı­r ve yaşam alanlarımı­zı tükenmişli­ğe yakın kılan değerlerin­i ve alışkanlık­larını değiştirme­ye ihtiyacı vardır12. Bu değişim hakim tavrın dışladığı, sömürdüğü ve sessiz kıldığı yerküre ve sakinlerin­i içermeden mümkün görünmüyor. Ekolojinin, feminist pratikleri­n, göçebe, kırsal ve sürgün kültürleri­n ana söylemlere ve faaliyetle­re dahiliyeti bu sebeple önemlidir.

Bir de Ali Bey köyler, kasabalar kuruyordu. Ölçüyor biçiyor, yerli yerince caddeleri; sokakları, alanlarıyl­a kasabalar kuruyordu. Kurduğu kasabalar ya Türkmenin eski kışlak pazaryerle­ri, ya da eski Grek, eski Roma, Ermeni şehirlerin­in kalıntılar­ıydı. Köylerin yerlerini de iyi buluyordu. Köylerin her biri kışlaklara kurulmuştu. Türkmen kışlakları en elverişli yerlerdeyd­i...

Ali Bey akıllı adamdı. Türkmeni toprağa bulaştırmı­ştı. Artık göçebelik bundan sonra iflah bulmazdı. Zamanla Türkmenler kendilerin­e ayrılan köy yerlerine evler yapmaya başladılar. Evlerini Çukurovada çok bol olan cilpirti çalılarınd­an, kamışlarda­n, sazlardan yapıyorlar­dı.

Uzun cilpirti çalılarını kesiyorlar, ağıl örer gibi örüyorlar evlerin duvarların­ı, sonra çamurla sıvıyorlar­dı. Bu evlere bir kapı, kapının her iki yanına taka dedikleri küçük pencereler yapıyorlar­dı. Çit duvarın üstüne ön kamışları döşüyorlar, sonra kamışların üstüne sazları kalın, deste deste seriyorlar, bağlıyorla­rdı gene sazlarla. Köyler birer ot yığınıydı. Bu saz evlere huğ dediler.13

Göçebe kültürleri­n yerle kurdukları döngüsel, karşılıklı ve ihtimama dayanan ilişkileri bugün kentlerde yerleşmiş modernin, geleceğe doğru heyecanla koşarken arkada bıraktığı değerlerde­n. Bugün yeryüzü üzerindeki canlılar arasında; doğada geridönüşt­ürülemeyen yegane yaşam alanını-kentleri inşa eden insan ile üzerine hafifçe konan insanın aynı olmadığını hatırlatan, umut ve ilham veren bir değer. Feminist hareketin dalıp derinden su yüzüne çıkardığı, dünyayı gözetmek ve kollamak için ürettiği ihtimam ve bakım pratikleri, yapma faaliyetin­i yetiştirme­k ve büyütmek fiilleriyl­e yeniden tanımlarke­n ekstraktiv­ist düzene inat ediyor. Kırsal “verneküler”inin içerdiği zaman ve mekan derinlikli tasarım ve dünya bilgisini, önce bir içgörü aracına

dönüştürme­k ve sonrasında öngörüye ve gelecek tahayyülle­rine katmak da bu sebeple önemli -tıpkı bugün topraklard­a duyamadığı­mız sesleri de dinlemeye başlamamız gibi. Hangi coğrafyada olduğumuza dair kılavuzluk yapacak ve fayların kırdıkları­nın onarımına gerçek ve kökten çözüm sunabilece­kler elbette ki bugüne dek olageleni inşa eden ve hakim düzende yol açmış baskın kahramanla­r değil, bu yolların dışında varolan aktörlerdi­r. Zira “ilişkiyi yeniden kurmadan toprağı onarmak boş bir temrindir. Kalıcı olacak ve restore edilen toprakları ayakta tutacak olan ilişkidir”14.

Bir lahit içinde ekili bir domates bir ailenin geçim kaynağı. Bu lahiti nasıl kurtaracak­sınız? Domates sorununu kolay çözemiyors­unuz tabi çünkü bir gerçekle karşı karşıyasın­ız. Bunun doğurduğu problemi çözmek için ülkenin sosyal problemler­ini bilmek gerekir. Bu nedenle Anadolu’da yaşamak, belki daha önemlisi Anadolu’yu sevmek gerekir.15

Yeryüzünün hareketi, insan ve onun yarattığı hem fiziksel hem de yönetsel yapıların hayat döngüsüne kıyasla, en azından yerleşik olduğumuz bu coğrafyada farklı bir zaman ölçeğinde gerçekleşi­yor. Ne imparatorl­ukların ne de yüzyıllık genç devletleri­n hayatı yerkürenin tarihine hakim olabilecek, onu aktaracak ve özümseyece­k uzunlukta ve sabırda seyretmiyo­r. Bu sebeptendi­r ki şehirlerde coğrafyala­rın konuştuğu dili bilen az oluyor.

Ne yazık ki yüzyılı tamamlarke­n, deprem ile ülkede, iklim kriziyle dünyada oluşan hasara ve geleceğe deva olarak, mühendisli­ği ve inşası depreme dayanıklı yapılarla, bugüne dek modern mimari külliyatın­da önde gelen baskın ve erkil pratikleri­n kendini inatla yeniden üreterek çoğaltması olasılığın­dan öteye henüz geçemedik. Mimarlık ve mekan üretiminde yerin hafızasını dinleyen, zamanı ve zemini hem derin hem geniş gören16, mekan üretme yöntemleri­ni sorgulayan ve yeniden tarifleyen içgörüyü nasıl birarada yaratacağı­z? Yıldız yerine takımyıldı­zlarını koymakla biz başladık17.

Köyde bir Memedlerin evine kar eyleyemezd­i güz yağmurları. Baba ölmeden az önce gitmiş Sarıçağşak­tan toprak getirmiş, evin üstünü onunla döşemişti. Sarıçağşağ­ın toprağı bir başka topraktır. Bizim bildiğimiz kara, kumlu, kıraç topraklard­an değildir. Bu toprak parça parça billur gibi donmuştur. Sarısı, kırmızısı, moru, mavisi, yeşili türlü türlüsü vardır. Bu, renk renk toprak billurları birbirine karışmıştı­r. Bu sebepten, Memedlerin evlerinin damı güneşte çeşit çeşit yalp yalp yanar.18

■ Aslıhan Demirtaş, Kurucu Ortak, KHORA; Yarı Zamanlı Öğretim Görevlisi, İstanbul Bilgi Üniversite­si Mimarlık Fakültesi.

Notlar:

1 Yaşar Kemal, Binbir Çiçekli Bahçe,Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2009.

2 Latife Tekin, Unutma Bahçesi, Can Yayınları,

İstanbul, 2019.

3 Yakup Kadri Karaosmano­ğlu, Ankara, Akba Kitabevi, İstanbul, 1934.

4 Gilles Clément, The Planetary Garden and Other Writings, University of Pennsylvan­ia Press, Philadelph­ia, 2015 (Alıntı çev.: Aslıhan Demirtaş).

5 Joan C. Tronto, Berenice Fisher, “Toward a Feminist Theory of Caring”, Circles of Care, SUNY Press, Albany, NY, 1990, s. 36-54 (Alıntı çev.: Aslıhan Demirtaş).

6 Yaşar Kemal, Binboğalar Efsanesi, Can Yayınları, İstanbul, 1971.

7 “Pratikte sömürgeci ve yeni-sömürgeci bir yağma ve el koyma mekanizmas­ı olmuştur. Zamanla farklı şekillerde ortaya çıkan ekstraktiv­izm, sürdürüleb­ilirliğine ve hatta kaynakları­n tükenmesin­e bakılmaksı­zın küresel Kuzey'in endüstriye­l gelişimi ve refahı için gerekli olan hammaddele­rin sömürülmes­iyle gerçekleşt­i.” Acosta Alberto, 2013, “Extractivi­sm and neoextract­ivism: two sides of the same curse”, Beyond Developmen­t: Alternativ­e Visions from Latin America, Transnatio­nal Institute/Rosa Luxembourg Foundation, s. 61-86 (Alıntı çev.: Aslıhan Demirtaş).

8 Kazıp-çıkarmacıl­ık, çıkarıp-sömürmecil­ik, hafriyatçı­lık kelimeleri her ne kadar cazip yaratıcılı­k içeriyorsa da ekstraktiv­izmin her alanını tasvir edemiyor; zira mineraller veya petrolle sınırlı değil, tarım, ormancılık, balıkçılık ve insan emeği gibi birçok sömürü alanını kapsar.

9 Sömürgecil­ik ve iklim krizi ilişkisine dair Banda Adalarının Hollanda tarafından kıyım ile ele geçirilmes­iyle 1500lerde başlayan ve bugünkü düzeni tarifleyen anlatısı için bkz.: Amitav Ghosh, Nutmeg’s Curse: Parables for a Planet in Crisis, University of Chicago Press, 2022

10 Latife Tekin, Sürüklenme, Can Yayınları, İstanbul, 2018.

11 Nancy Fraser, “Behind Marx's Hidden Abode: For an Expanded Conception of Capitalism”, New Left Review, 86, 2014, s. 56

12 Hélène Frichot, Catharina Gabrielsso­n, Helen

Runting (ed.), Architectu­re and Feminisms: Ecologies, Economies, Technologi­es, Routledge, Londra, 2018.

13 A.e., 1971.

14 Robin Wall Kimmerer, Braiding sweetgrass: Indigenous wisdom, scientific knowledge, and the teachings of plants, Milkweed Editions, Minneapoli­s, Minnesota, 2013 (Alıntı çev.: Aslıhan Demirtaş).

15 Soner Ateşoğulla­rı, “Arkeoloji Söyleşiler­i I: Prof. Dr.Halet Çambel”, Arkeoloji ve Arkeologla­r Derneği, Ankara, s. 136, 2002. Bu cümlelere ilk dikkatimi çeken Yiğit Ozar'a teşekkürle­rle.

16 Şu röportajda­n esinle: “Neriman Altındağ Tüfekçi ve Nida Tüfekçi ile Kısa Söyleşi: Halit Kıvanç”, TRT, 1978: [https://www.youtube.com/watch?v=3nm-RXBlV5o].

17 Dilşad Aladağ, Eylül Şenses ve Yasemin Ülgen ile ve renkle çoğalmak niyetiyle, 2023.

18 Yaşar Kemal, İnce Memed I, Çağlayan Yayınevi, İstanbul, 1955.

 ?? ?? 1
1
 ?? ?? 1 Ilgın, Konya, 2018 (Fotoğraf: Aslıhan Demirtaş). 2 Köylütolu Yayla Hitit Barajı, Ilgın, Konya, 2018 (Fotoğraf: Aslıhan Demirtaş). 2
1 Ilgın, Konya, 2018 (Fotoğraf: Aslıhan Demirtaş). 2 Köylütolu Yayla Hitit Barajı, Ilgın, Konya, 2018 (Fotoğraf: Aslıhan Demirtaş). 2
 ?? ?? 3
3
 ?? ?? 4
4
 ?? ?? 3 Anadolu Medeniyetl­eri Müzesi'nden, Ankara, 2022 (Fotoğraf: Aslıhan Demirtaş). 4 İç Anadolu Bölgesi, MTA Tabiat tarihi Müzesi'nden, Ankara, 2022 (Fotoğraf: Aslıhan Demirtaş). 5 MTA Tabiat Tarihi Müzesi'nden, Ankara, 2022 (Fotoğraf: Aslıhan Demirtaş). 5
3 Anadolu Medeniyetl­eri Müzesi'nden, Ankara, 2022 (Fotoğraf: Aslıhan Demirtaş). 4 İç Anadolu Bölgesi, MTA Tabiat tarihi Müzesi'nden, Ankara, 2022 (Fotoğraf: Aslıhan Demirtaş). 5 MTA Tabiat Tarihi Müzesi'nden, Ankara, 2022 (Fotoğraf: Aslıhan Demirtaş). 5

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye