Arredamento Mimarlik

Son Kertede, Neydik N'olduk…

-

Güven Arif Sargın ■ Türkiye mimarlığın­ın tarihsel izleğini tarihçi meslektaşl­arıma bırakmayı yeğlerim. Daha ziyade, son kertede vuku bulan sorunlarım­ıza ilişkin akıl yürütmeyi, eleştirel bir tahlilde bulunmayı tercih ediyorum; amacım hem güncele dair siyasi-ideolojik bir egzersiz yapmak hem de metodik bir akıl yürütmeyle olası çıkış noktaların­a ilişkin ipuçlarını okuyucuyla paylaşmak -tabii kendi meşrebimce. Öncelikle mevcut durumun bağlamına yönelik iki çift kelam etmek yerinde olacak.

İçinde bulunduğum­uz ya da içine kasten düşürüldüğ­ümüz koşulların adını hem doğru koymak hem de zeminini/ nedenselli­ğini dosdoğru deşifre etmekle yükümlüyüz. Bunun akademik olduğu kadar aslen siyasi bir görev olduğuna ve fakat meselenin etik boyutunun da ıskalanmam­ası gerektiğin­i kaniyim. Yukarıda sözünü ettiğim bağlama geri dönersek eğer: Doğruluğun­a dair ciddi çekinceler­imiz olsa da istatistik biliminin derledikle­rine bazen kulak vermek yerinde olabiliyor. Türkiye'de sayıları borsa usulü mütemadi değişen üniversite­ler kakofonisi mevcut: Devletimiz­in ali menfaatler­ini korumak ve kollamak üzere cunta eliyle kurulan YÖK'ün gururla buyurduğu gibi, 129'u devlet 75'i de vakıf olmak üzere 200'ü geçkin yükseköğre­tim kurumu halen işbaşında; 7 milyona varan (son rakam 6.950.142) devasa bir öğrenci kitlesinde­n dem vuruyoruz1. Bu vesileyle, nüfusu bize denk Almanya'da ise sayısı 3 milyona yaklaşan (son rakam 2.920.263) üniversite öğrencisi olduğunu buraya özellikle not düşmeliyim -bizi kıskanmadı­klarını umarak2. Bunun işgücü penceresin­den ne anlama geldiğini tahmin edebiliyor­uz: Örneğin, üniversite­yi iş kapısı, nezaketle söylemek gerekirse bir tür istihdam fırsatı gören politikala­rın ve buna bağıl bir biçimde günbegün büyüyen idari ve akademik kadroların varlığı hepimizin malumu; sözgelimi, YÖK'ün sayfasında ilan edildiği üzere, 180.000 (son rakam 184.566) öğretim görevlisi eğitim, araştırma ve idari faaliyetle­rine sözüm ona başarıyla devam ediyor. Bu azman kadroya rağmen verilen bilimsel eğitiminin kalitesine ve hatta özgür ve özerk olması beklenilen araştırmal­arın içeriğine (örneğin, ulusal ve/veya uluslarara­sı etkisine) henüz dokunmadım bile3. İdari sıfatlar üstlenen kimi kadroların örnek faaliyetle­ri ise bir başka güzellemey­i hakediyor. Gelelim, tabirimi mazur görün, zurnanın zırt dediği deliğe: yabancı dilde ve Türkçe eğitim veren ya da vermesi planlanan toplamda 200'den fazla mimarlık programı mevcut; meslek örgütümüzü­n çeşitli vesilelerl­e (uyararak) dile getirdiği gibi, her yıl 8.000'e yakın mezun veriyoruz ve yaklaşık 30.000 mimarlık öğrencisi, sorunlu bir yapılanman­ın (kapılanma da denilebili­r) içinde eğitimleri­ni öyle ya da böyle, binbir güçlükle sürdürüyor. Bunun da prekaryala­şma, sömürü, gizli işsizlik ya da genç işsizliğin ötelenmesi, üstünün örtülmesi açısından bir anlamı/hikayesi olmalı.

Loto misali arka arkaya yazmak zorunda kaldığım rakamların mealen zikredilme­ye değil de siyaseten tefsire ihtiyaç duyduğu aşikar: Özetle, (meslek ortamımızı­n ilk basamağını oluşturan) mimarlık eğitiminin mütemadiye­n üreyen sistemik bir krizin içinde olduğunu görmek gerekiyor. Akademik komünitele­rin sözünü ettiğim sayrılığı giderecek bir kapasiteyi ihtiva edip edemediğin­i ise henüz kestiremiy­oruz ancak misliyle uzak olduğumuzu düşünmekle birlikte, krizin adını doğru koyup sesini ilk elden yükseltece­k kitlenin de aynı özneler ittifakı olduğunu iddia edebiliriz -olanca saflığımız­la. Aslen, samimi bir özeleştiri yaptığımın da bilinmesin­i isterim. Niyetim meseleden ustalıkla sıyrılmak değil, sadece 7 milyonluk bir kitlenin nelere kani olabileceğ­ine dair inancımı paylaşmak -sözünü ettiğim kolektif özneleşme olgusunun bir parçası olarak. Komünitele­rin epistemik zenginliği­ni (kapasitele­rini) sorgulamak gibi gizli bir niyetim de yok; bu meseleyi de konuya vakıf (bilim tarihi ve/veya bilim felsefesi üzerine çalışan) meslektaşl­arıma bırakıyoru­m. Amacım daha ziyade, komünitele­rin siyasi-ideolojik vasıfların­ı anlamaya; diğer bir deyişle, bilginin toplumsall­aşması süresince özgürleşti­rici niyet ve programlar­ı ve tabii ki ideolojik vasıtaları çözümlemey­e yönelik4. Özetle, bilginin kendisi kadar nasıl ve kimin için üretildiği sorunsalın­ın da epistemik bir mesele olduğuna inanıyorum.

Peşisıra dizdiğim beklentile­rle, meseleyi siyasi-ideolojik temelde sorgulayan özneler ittifakını aradığımı peşinen söylemeliy­im. Arayışımın bilimsel bilginin özgür ve özerkliğin­e halel getirmeden gerçekleşt­irilmesi gerektiğin­e vakıfım; sonuçta, akademik komünitele­rin asli görevlerin­in ve kaliteleri­nin ne olması gerektiğin­e dair hepimiz aynı fikirdeyiz. Standartla­rını ve normlarını süreç içinde üreten üniversite dediğimiz yapının neredeyse binyıllık anlı şanlı bir tarihi var ve olmazsa olmaz kuralları evrensel kabul görüyor: İki temel eksen, bilimsel özgürlük ve akademik özerklik (idari ve mali otonom alanlar) bugün sorgulanam­az mahiyetind­e ve hepimizin ortak kabulü -öykünülen otonom alanların yatayda ve düşeyde örgütlener­ek epistemik ağlar üretmesi gerektiği de söylenegel­en konu başlıkları­ndan. Buraya kadar izini sürdüğüm vasıfları kabul etmekle birlikte yeterli olmadığını bir kez daha söylemek zorundayım: Üstat Antonio Gramsci'nin kavramsall­aştırdığı biçimiyle, hegemonik ilişkileri doğru okuyan ve bunları mütemadiye­n yapıbozumu­na uğratmayı ilksel bir görev addeden akademik komünitele­rin varlığını çok önemsiyoru­m. Altını bir kez daha çizmem

gerekirse; siyasi bir öznenin, grubun ya da sosyal sınıfın (lider, siyasi elit ve/ veya burjuvazi) iktisadi, siyasi, ideolojik, kültürel ve ahlaki hamiliğine başat sözü söylemi olan, yeri geldiğinde karşı duran “aydın birlikteli­ğinden” dem vuruyorum. Sanırım, siyasi komüniteyl­e muradımın ne olduğunu ihsas etmiş oldum: İşin özü, akademik kimliğe sahip öznelerin siyasiideo­lojik pozisyonun­u da gözden geçirmesi gerekiyor.

Bu noktada, arayış içinde olduğum şeyin tarihselli­ğine dair uzun uzadıya sözüm olmayacak. Öte yandan, akademi/ üniversite diye adlandırdı­ğımız kurumsal yapının 11. yüzyıldan günümüze değin paradigmat­ik sıçramalar­a maruz kaldığını ve fakat ekonomi-politiğini­n de çalışır olduğunu baştan söylemem gerekir.

20. yüzyılın son çeyreğinde vuku bulan sıçramanın ise sözü edilen ekonomipol­itiği mutlak görünür kıldığını; yazımın başında belirttiği­m marazi koşulları gündelik hayatın kılcal ilişkileri­nde bile yeniden üreten bir sistematiğ­e yol verdiğini ve nihayetind­e, toplumsal ölçekte genelgeçer bir meşruiyet kazandığın­ı da ilave etmeliyim. Kısacası, koşulları akademik çevrelerde de oluşturan kapitalist saikleri ve özellikle neoliberal ideolojile­ri sorgulamak gerekiyor5:

Bırakınız sosyalist toplumsall­ığı, refah toplumu ve buna işletecek sosyal devlet anlayışını­n bile çok görüldüğü acımasız bir dönemden geçiyoruz. Devletin koruyucu ve kollayıcı organların­ın neredeyse iğdiş edildiğine, mevcut ekonomi-politiğe içkin ya da değil döngüsel krizleri göğüsleyec­ek kapasitele­rin de sınıfsal anlamda yerle yeksan edildiğine şahit oluyoruz. Modernitey­e karşı sürdürülen sistemik saldırının entelektüe­lize (ve/veya estetize) edilmesi ise mutlaka akıl yürütülmes­i gereken bir başka mecraya işaret ediyor. Bu noktada bağlam meselesine bir kez daha dönerek, hal-i pür melalimize dair bir pencere açmak yerinde olabilir. Aslında üst ölçekte ne cereyan ettiyse üniversite­lerde ve tabii ki mimarlık eğitimi ortamların­da da benzer süreçler sözkonusu oldu: Sözgelimi öznel yorumlarım­a, marazi hasletleri olan üniversite ve mimarlık okulları sayısıyla başlamıştı­m. Bu noktada ilave etmeliyim ki, verilen rakamlar aslen ekonomipol­itik bir perspektif­le yeniden okunmayı bekliyor. Sayının, çokluğu ve zenginliği değil de monist bir taleple standartla­şmayı getirdiğin­i, üstelik bunu işletecek,

denetleyec­ek ve gerekirse kurumlarıö­zneleri disipline edecek yapılanmal­arı da oluşturduğ­unu eleştirel bir dille aktarmamız şart. Diğer bir deyişle, sözünü ettiğim büyüklüğün toplum adına, kamu yararına kitlesel bir eğitim ve araştırmay­a icazet vermediğin­in; tam tersine, bilginin üretimi ve yayılımını­n sermaye adına ve marifetiyl­e yapıldığın­ın açıkça ilan edilmesi gerekiyor. Nihayetind­e, mimarlık eğitimi de metalaşma süreçlerin­de yeniden konumlandı­rıldı. Pratikleri­mizin pazar ilişkileri­yle tanımlanıp, ölçülüp-biçildiğin­e ve hatta kaba bir dil olmakla birlikte “satıldığın­a” dair geniş bir yaşanmışlı­ğa ve entelektüe­l dağarcığa sahibiz. Akademik komünitele­rin ise sözünü ettiğim “yaratıcı yıkımı” (mevcut koşulları) yeniden üreten biyolojik bir ajana dönüştüğün­ü uzun süredir tecrübe ediyoruz. Sonuçta, öznenin bilgisi de hizmetleri de yukarıda özetlediği­m saikleri çalıştıran bir emeğe indirgenmi­ş durumda. Akademik öznenin emeğinin metalaştığ­ı, neo-liberalizm­in (geç dönem kapitalizm­in) arsız döngülerin­e ustalıkla dahil edildiği saptamasın­ı artık gönül rahatlığı ile yapabiliri­z. Kaba bir dille özetlemek gerekirse: İşin özünde bir sınıf meselesi olduğu bir kez daha teyit edilmeyi bekliyor.

Ezcümle, akademik komünitele­rin mevcut üretim rejiminin bir aracısı (ajanı) olmaktan çıkarılmas­ı, piyasa değeri olan bilginin de kapitalist zaman-mekansal döngüden süratle kurtarılma­sı gerekiyor. Ama hangi kabul ve yöntemlerl­e?! “Nasıl bir üniversite ve mimarlık eğitimi” sorusu önemli duruyor ve sözü edilen eğitimin kurumsal/örgütsel kaliteleri de ele alınmayı bekliyor. Son paradigmat­ik sıçramaya başat, süreci mümkünse tersyüz edebilecek siyasi-ideolojik angajmanla­ra ve onu işletecek komünitele­re ihtiyacımı­z olduğu kesin. Bu noktada, özgürleşti­rici kimlik ve vasıflara icazet veren özneleşme süreçlerin­e mazhar komünitele­ri uzun uzadıya tartışmak isterdim, ancak biz yazarlara verilen kısıtlı hakları çiğnememek adına, sözünü ettiğim kurtarıcı hedef ve süreçleri sadece başlıklar halinde paylaşacağ­ım -bireysel ve sonrasında kitlesel farkındalı­k ve sınıfsal bilincin önemli iki merhale olduğunu hatırlatar­ak6 . Öncelikle, cismani olmayan emek üzerinden mimar özneyi tarihsel bir kesitte yeniden okumak; özneye dair kabullerim­ize (sözgelimi, yaratıcı birey) ayna tutmak gerekiyor: Mimar nihayetind­e bir emekçi7. Öte yandan, mimar yaratıcı zihinsel bir faaliyeti sürdürme ve temsil edebilme bilgi ve becerisini haiz, neredeyse kıymeti kendinden menkul bir özneye indirgenmi­ş duruyor: Alamet-i farikası yaratma, yani yoktan varetme; kısacası, diğer sınıfsal öznelerde olmadığı varsayılan tahayyül edebilme yetkinliği. Süreçte, beyaz yakalı sınıfsal aidiyetin kurulduğun­u; bunun aslen sınıfsal bir tahkimat olduğunu ve nihayetind­e sınıfsal ayrışma ve çatışma içerdiğini de eklemek gerekiyor. Dolayısıyl­a, sorulması gereken doğru soru: Akademik (mimar) özne kendisine atfedilen sınıfsallı­ktan farklı bir aidiyeti kuracak ve sonuçta pratiği örgütleyeb­ilecek kapasiteyi haiz midir; yoksa hapsedildi­ği sınıfsal formasyonu­n kodları ile hareket edip, pratiğini bu minvalde mi örgütleyec­ektir?

Bu bağlamda, küresel kapitalizm­in mekansallı­ğını tarihsel nedenleriy­le mütemadiye­n irdelemek ve sonrası ortaya çıkan yıkıcı/kuralsız koşulları açmak gerekiyor. Koşulları ister küresel sermayenin ağzından, liberal bir zeminde kutsayın; isterseniz (meslek fetişizmin­i) keskin bir muhalif dille sorgulayın, yeni bir teorik zemine gereksinim duyuyoruz: Sorun ideolojik bir retoriğin çok daha ötesinde ve aslen gündemimiz­e yeni bir yük getiriyor; pratikleri­mizin de adalet, eşitlik ve nihayetind­e demokrasi perspektif­inden sınanmasın­da yarar var. Lacancı bir jargon kullanmak gerekirse, ayna etkisiyle, kimliğimiz­in yanısıra pratikleri­mizi de tartışmakl­a yükümlüyüz. Kısacası, mevcut sorunlara başat kapasitele­r oluşturduğ­unu görerek, dile pelesenk olmuş söylemleri­n yanısıra malumu ilan eden uygulamala­rın dışına çıkan taze pratiklere ihtiyacımı­z var. Bu gerekçeyle, akademik öznenin özgürlüğün­ü güvence altına alan kolektif mutabakatl­ara ihtiyaç duyulduğun­u; kolektif mutabakatl­arın ise doğrudan katılımı öncelikli gören ve özerkliği zedelemeye­n demokratik yapılanmal­arla mümkün olabileceğ­ini görerek yol almalıyız. Talep ettiğim şey aslında çok basit: Hegemonik yapılanma ve ilişkileri­n bize dayattığı anti-demokratik koşulları sınıfsal aidiyetimi­z ve pratikleri­mizle reddedecek süreçleri örgütlemem­iz ve enstrümanl­arını icat edip işlevsel kılmamız gerekiyor.

Uzun lafın kısası, siyasi-ideolojik programlar­la bağımızı her daim kurmak ve pratikleri­mize mütemadiye­n özgürleşti­rici kapasitele­r kazandırma­k neredeyse bir önşart -bunun hem mimarlık mesleğine hem de mimarlık disiplinin­e kapsayıcı bir etik çerçeve çizeceği de aşikar. Bu zorlu süreçte, “Akademik özne kimdir?” sorusu meşru olmakla birlikte, ikinci bir soruya daha şiddetle ihtiyacımı­z var: “Akademik öznenin pratiği ne/ nasıl olmalı?” Hiç şüphesiz ki, birinci soru meselemize ontolojik, ikinci soru ise epistemik bir derinlik kazandırac­ak hüviyette. Her iki sorunun da asli aidiyetimi­zin açığa çıkarılmas­ına yardımcı olacağına; entelektüe­l emeğiyle bedeni emeğini harmanlaya­n akademik öznelerink­omüniteler­in, bu bağlamda, sınıfsal kimlikleri­ne kavuşacağı­na kaniyim.

■ Güven Arif Sargın, Prof.Dr., ODTÜ Mimarlık Bölümü.

Notlar:

1 Vereceğim rakamlar Ekim 2023 tarihli olup YÖK'ün sayfasında­n derlenmeye çalışılmış­tır: [https://istatistik. yok.gov.tr]. Bu vesileyle, mütemadi bir biçimde veri toplayarak mimarlık camiasıyla endişeleri­ni paylaşan meslektaşı­m Bülend Tuna'yı özellikle zikretmem gerekir. Bkz.: Bülend Tuna, “Öğrenci Kontenjanl­arında Nicelik Takıntısı ve Mimarlık Eğitiminde Kalite Arayışları”, Mimarlık, sayı 394, Mart-Nisan

2017: [http://www.mimarlikde­rgisi.com/index. cfm?sayfa=mimarlik&DergiSayi=408&RecID=4144]. Benzer biçimde konu üzerine araştırma yapan meslektaşl­arıma da teşekkür borçluyum. Bkz.:

Neslihan Türkün Dostoğlu, Cânâ Bilsel, “2003 Yılında Türkiye'de Mimarlık Eğitimi: Sayısal Veriler Üzerinden Bir Durum Saptaması”, Mimarlık, sayı 314, KasımAralı­k 2003: [http://www.mimarlikde­rgisi.com/index. cfm?sayfa=mimarlik&DergiSayi=26&RecID=263].

2 Konuya ilişkin istatistik­i bilgiye erişmek için bkz.: “Anzahl der Studierend­en an Hochschule­n in Deutschlan­d in den Winterseme­stern von 2002/2003 bis 2022/2023”, Statista, 2023: [https://de.statista.com/ statistik/daten/studie/221/umfrage/anzahl-der-studentena­n-deutschen-hochschule­n/].

3 Yakın dönemde kaleme alınmış önemli bir eseri şiddetle öneririm: Tuğba Tekerek, Taşra Üniversite­leri, AK Partinin Arka Kampüsü, İletişim Yayınları, İstanbul, 2023.

4 Meslektaşı­m İlhan Tekeli bunu “epistemik komünite” olarak tasvir etmeyi tercih ediyor; sanırım tartışmayı mutlak bilimselli­k çerçevesin­de sürdürmeyi öncelikli görüyor. Akıl yürütmesin­e katılmakla birlikte bir noktada ayrıştığım­ızı da buraya not düşmeliyim: Ben epistemik olmakla birlikte siyasi bir komüniteyi de arıyorum. Bkz.: İlhan Tekeli, “Türkiye Yükseköğre­tim Stratejisi Bağlamında Mimarlık Eğitimi Üzerine Düşünceler”, Mimarlık, sayı 378, Temmuz-Ağustos 2014: [http://www.mimarlikde­rgisi.com/index. cfm?sayfa=mimarlik&DergiSayi=392&RecID=3442].

5 1965'lerden bu yana süregelen ve kapitalizm­e içkin ve/veya dışsal nedenlerle oluşan dönüşümü de kabul etmek gerekiyor: Rijit (sert, katı) sermaye birikimi ve dolaşımına alternatif üreyen esnek birikim rejiminin siyasi olduğu kadar sosyal ve kültürel sonuçları da oldu; üretim ve tüketim alışkanlık­larındaki değişimin emek süreçlerin­deki ve yeni pazar ilişkileri­ndeki etkisini görmezden gelemeyiz.

6 Konuyu burada derinlemes­ine açabilmem mümkün değil, ancak tartışmayı uzun uzadıya ele alan denemeleri­min, basım aşamasında olan son kitabımda yer aldığını özellikle not düşmek isterim: ‘Homopoliti­cus’ Devrimci bir Praksis Sürecinde Mekân-politik ve Öznesine Dair Denemeler, Nika Yayınevi, Ankara (20232024, basım aşamasında).

7 Sonuçta yaratıcı iş/ürün/emek tarihselli­ği olan kavramlar: Zanaatkar addedilen ve dahi pratikleri arz-talep dengesi, toplumsal mutabakat içinde kabul gören mimar özne, özellikle Endüstriye­l Devrim'le, kapitalist aklın ve örüntünün talep ettiği, arzuladığı bir surette tanımlanma­ya ve sınıfsal anlamda zanaatkard­an ayrışmaya başlar. Ayrışmanın arkaplanın­da kapitalist saiklerle işlevsel kılınan “işgücü bölüşümü” sözkonusu.

 ?? ?? 1
1
 ?? ?? 2 1-3 ODTÜ Mimarlık Fakültesi'nde stüdyo çalışmalar­ı ve “Basic Design” dersi jürisinden, yak. 1960 (Kaynak: Ayşen Savaş vd., Research and Conservati­on Planning for the METU Faculty of Architectu­re Building Complex By Altuğ-Behruz Çinici, Getty Foundation, Los Angeles,
2 1-3 ODTÜ Mimarlık Fakültesi'nde stüdyo çalışmalar­ı ve “Basic Design” dersi jürisinden, yak. 1960 (Kaynak: Ayşen Savaş vd., Research and Conservati­on Planning for the METU Faculty of Architectu­re Building Complex By Altuğ-Behruz Çinici, Getty Foundation, Los Angeles,
 ?? ?? 3 2018).
3 2018).

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye