Dünden Sonra Yarından Önce…
Gökçeçiçek Savaşır ■ Bu dosyanın, çok geniş bir kapsama işaret eden “Türkiye'de Mimarlığın Yüzyılı” başlığının, daha önce derinlemesine yapılmış sayısız incelemeye ya da yoruma konu olduğunu söylemek güç değil. Örneğin “mimarlığın yüzyılı”, “Türkiye'nin yüzyılı”, “Türkiye mimarlığı” gibi tamlamalara ayrılsalar bile bunların her biri kendi başına, mimarlık dünyasının kavramsal, olgusal, düşünsel, toplumsal vb. farklı katmanlarında arkeolojisi yapılagelen üç büyük alan. Dolayısıyla, bu kapsamda bir konuyu bu kısa yazıda ele almanın zorluğunu -dönemselleştirmelerin genellemelere neden olduğunun ve genellemelerin de açmazları ve eksiklikleri beraberinde getirdiğinin altını çizerek- kavramsal bir çerçeve kurarak aşmaya çalışacağım. Dolayısıyla, konuyu bu başlığın vurgusunu oluşturan “yüzyıl” sözcüğünden yola çıkarak, kronolojik (zamansal) eksende ve geçmiş-bugün-gelecek odaklarında ele alacağım. Başlıktaki ikinci vurgu “Türkiye” sözcüğünde ve o da coğrafi (mekansal) eksene işaret ediyor. Mimarlık ise, diğer iki sözcüğü ve bu yazının okurlarını bağlayan/kapsayan değersel (anlamsal) ekseni oluşturuyor; o eksenin çevresinde genişleyen belli bir kültürün, düşünme-üretme-irdeleme dünyasının göstereni oluyor. Tüm bu eksenlere oturan başlığın omurgasını oluşturan kavram ise “modernlik”. Modernlik, Batı'da 19. yüzyıl ortalarında endüstriyel ve seri üretim süreçlerinin beraberinde getirdiği toplumsal yaşam ve örgütlenme biçimleri, modern olma durumu/ zihniyeti ve belli bir bakışla inşa edilmiş modern kurumlar/yapılar ile tanımlanır. Modernlik, modernleşme, modernizm gibi kavramların çekirdeğinde ise, bir isim ve sıfat olarak kullanılan “modern” sözcüğü yer alır.
Kavramsal çerçeveyi kurmaya, Türkiye Cumhuriyeti'nin yüzyılına atfen kullanılan “modern” sıfatından başlayalım. Sözcüğün ilk anlamı “yeni, anı yakalayan” olsa da, Cumhuriyet Türkiyesi ya da mimarlığı sözkonusu olduğunda kavram “şimdiye, bugüne, çağa ait olan, çağdaş (muassır)” anlamlarını taşır. Geçtiğimiz yüzyılın, farklı coğrafyalarda ve bağlamlarda farklı deneyimlendiğini akılda tutarak, bu coğrafyada 1923 yılının genç ulus devletin kuruluşunu, simgesel olarak da modern ve devrimci bir kopuşu, bilimsel ve teknik ilerlemelerle birlikte atılan siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel modernleşme adımlarının başlangıcını imlediğinin altını çizelim. Farklı tarihyazım olasılıkları olsa da Cumhuriyet ideolojisi; Tanzimat ve Batılılaşma hareketlerini modern öncesi, Cumhuriyet'in kuruluşunu ise yeni bir başlangıç (tabula rasa), bir devrim, bir kırılma ve böylelikle toplumsal, siyasal, kültürel modernleşmenin miladı kabul eder. Erken Cumhuriyet döneminde bilgi, görgü, cesaret, inanç ve adanmışlıkla sürdürülen “modern olana ulaşma, çağdaş medeniyetler seviyesine erişme” idealine eşlik eden görüş, düşünce ve değerlerin mimarlıkta, kentte ve sanattaki karşılığı olan estetik modernizmin, neredeyse 2. Dünya Savaşı'na kadar Batı'daki dönemdeşlerine oldukça yakın bir çizgide ilerlediğini söylemek mümkün. “Modernist” bir Türkiye'nin değişimi, dönüşümü ve her anlamdaki inşası ile özdeşleşen bu dönemin mekan üretim pratiklerinde ve tasarımlarında, Uluslararası Stil'in hakim ilkelerinin, sanat ve mimarlıkta Kübizm, Pürizm ve Neoplastisizm'in soyut zihinsel, yapısal, geometrik eğilimli sanatsal arayışlarının, Konstrüktivizm ve Bauhaus Okulu'nun endüstrileşme, işlevsellik, rasyonellik, deneysellik odaklı yeni bir dünyanın inşasını hedefleyen toplumcu ideallerinin izleri sürülebiliyor. Odağında toplumsal gerçekliklerin yer aldığı her türlü üretimin yanısıra mimarlık ve kentsel tasarım ölçeklerinde toplumsal-faydacı içerikler ve idealize edilmiş vizyonların görüldüğü bu dönemin ruhunun (zeitgeist) kültürel, toplumsal, siyasi, entelektüel, estetik ve mimari açılardan çağdaş dünyayla eşzamanlı ilerleme hedefiyle biçimlendiği, dolayısıyla Türkiye mimarlığının en “modern” dönemi olduğu iddia edilebilir.
Cumhuriyet Türkiyesi de, 2. Dünya Savaşı'yla yaşanan demografik, ekonomik, siyasi altüst oluşlar, kopuşlar ve yıkımların ardından gelen toplumsal yüzleşmelerden, ulus devletlerin sınırlarının dağılıp yeniden kurulması, küresel güç savaşlarının askeri, ekonomik, kültürel vb. açılardan çift kutuplu hale gelmesi, kapitalist dünya pazarının kurulması gibi süreçlerden etkilendi. Bağlamın küresel ölçekteki etkileri, sanatta Yeni Gerçekçilik, Soyut Dışavurumculuk ve
Pop Art; mimarlıkta ve kentsel tasarımda ise gerçekliğin brütal kavrayışı, modern mimarlığın ve Uluslararası Stil'in toplumsal açıdan eleştirisini yapan Yeni Brütalizm ile kendini gösterdi. Türkiye'de ise mimarlık, eldeki imkanlar dahilinde, modern mimarlığın rasyonel-işlevsel anadamarından ilerlemek durumunda kaldı; dönemin yerleşim ölçeğinden kent ölçeğine genişleyen mimarlık üretimlerinde Uluslararası Stil'in ilkelerinin ve
“yüzyıl ortası modernizmi”nin biçimsel özelliklerinin taşınmasına gayret edildi. Siyasi, toplumsal ve kültürel çatışmalar, bilim ve teknikteki ilerlemeler, kentleşme, kitle iletişim sistemlerindeki gelişmeler ile şekillenen 1960'lı yıllarda; felsefe, sanat ve mimarlıkta kurumsallaşmış yapılara, büyük sloganlara, “modern” her türlü düşünce ve yaklaşıma yöneltilen eleştirinin yansımaları ya da yeni söz/söylem üretme arayışı Türkiye mimarlık ortamında yok denecek kadar azdı. Bir yanda mimarlık dünyasında karmaşıklıklar, çelişkiler, stiller-ötesi davranış ve eylemler meşrulaşmaya başlamış olsa da; iki ihtilal arasında geçen 1960-1980 döneminin Türkiye mimarlık ortamında, hala rasyonel, işlevci ve gerçekçi yaklaşımlar hakimdi; mimarlığın odağında siyasi ve toplumsal konular vardı. Mimari üretimin ölçeği, kent ölçeğinden şehir planlama ölçeğine çıkmıştı. Mekan üretim pratiklerinin kapsamı konvansiyonel, kalıplaşmış ve ayağı yere basan fiziksel üretimlerle sınırlıydı; bu anadamar dışında farklı izlekler süren yaklaşımlar neredeyse yoktu. Mimarlık üretiminde cılız kalan eleştirellik 1970'li yıllarda da sürerken, devrimci muhalefet söylemleri mimarlık pratiğinin açmazlarını siyasi ve ekonomik dinamiklerle meşrulaştırıyordu. Çoğunlukla ithal referanslarla şekillenen mimarlık pratiğinin fiziksel üretimleri ve düşünce dünyasındaki çabalar, uluslararası ortamda üretilen tartışmaları, söylemleri ya da kuramları anlamanın ötesine çok geçemiyordu. 1920'lerin “tarihsel avangardları”ndan sonra
“neo-avangard”ın Batı'daki avangard oluşumlarla yeniden gündeme geldiği; sanat, mimarlık ve gündelik hayatın yeniden birbirine yakınsadığı 1960'lı ve 70'li yıllarda Türkiye'de avangard bir yana, sanat ve mimarlıkta ancak hakim eğilimler takip edilebildi; mimarlığın hayatı dönüştürebilme potansiyeli tam anlamıyla kullanılamadı.
Yüzyıl ortası için ikonoklastik sayılabilecek bir tartışma konusu olarak; sibernetiğin ve programlamanın mimarlıkla birlikte düşünülmesinin ve ilk bilgisayarların 1970'li yıllarda kullanılmasının ardından, 1980'lerden itibaren dijital devrimin parçalı otomasyon, özerklik, transdisiplinerlik vb. kavramlarına ilişkin tartışmalar gündeme geldi; bilgi teknolojisi pek çok üretim sürecinde olduğu gibi mimarlık üretim süreçlerinde de bir kırılma yarattı. Öte yandan, Batı'da postmodern düşüncenin hayatın her alanına getirdiği eleştiri, 1980'lerden günümüze mevcut kurulu yapıları, kavramları, anlamları parçalamaya devam etti; adı konmuş stilleri, akımları ya da manifestoları tedavülden kaldırdı. Öyle ki, 2000'li yıllardan sonra elde, eleştirilebilecek / parçalanabilecek / sökülebilecek bir bütünlük de kalmadı; fiziksel ya da zihinsel üretimlerin üzerine basabileceği düzlemler eridi, zaten ufalanmış olan parçalar deyim yerindeyse atomlarına ayrıldı. Kimliklerin ve markaların yanısıra hayat tarzlarının ve hakikatlerin de tasarlanıp inşa edildiği bu “post-postmodern” (postmodern sonrası/ ötesi) dönemde, mimarlıktaki hakim eğilimler küresel ve kapitalist üretim ile onun temsili değerlerine, teknoloji temelli imaj/imge ve yüzey üretimine yöneldi. Batı'da neoliberal çağın başlangıcı olan 1980'li yıllar Türkiye'de bir ihtilalle başladı ve bu yerel kırılma nedeniyle gündelik hayattaki ya da mimarlık mesleğindeki pratiklerde, toplumsal ya da mesleki örgütlenmelerde karşımıza çıkan çekingen muhalefetler ve cılız sıradışı denemeler varlıklarını sürdüremedi; ekonomik, siyasi, toplumsal, kültürel vb. çözülmelerin hızı arttı. Öte yandan 1980'li yıllarda postyapısalcı ya da postmodern düşünceleri üreten değil ama postmoderni daha biçimsel uygulamalar, eklektik ve popüler mimarlık örnekleriyle eşzamanlı olarak deneyimleyen bir Türkiye mimarlık ortamından bahsedilebilir. Dolayısıyla, ulusal bağlamdaki bu Postmodern Mimarlık üretimleri -Erken Cumhuriyet Dönemi'nden sonra- yeniden çağdaşlarıyla yakın saflarda yer aldı. 1990'lı yılların uluslararası mimarlık ortamına, kapitalist sistem içinde çoğunluğu kurumsallaşmış olan ya da arabulucu rolü üstlenen mimar öznelerin ya da şirketleşmiş mimarlık ofislerinin pratik-estetik odaklı üretimleri hakim oldu. Bunun yanısıra, kentsel deneyim üzerinden eleştirel bir farkındalık yaratmak için kültürel dönüşümü de gündeme getiren, mimarlıkla kentsel tasarım ölçeklerini birleştirerek tartışmaya açan mimarlar/ofisler mimarlık dünyasının parlayan yıldızları, onların çılgın vizyonları da mimarlık düşüncesinin günümüze kadar etkisini sürdüren son kanonları oldular. 1990'lı yıllarda küresel ölçekte olduğu gibi Türkiye mimarlığında da, teknoloji ve iletişim araçlarındaki gelişmelerin peşinden gidildi; mimarlık üretiminin sermayeyle olan ilişkisi neoliberalizmle körüklendi. Yüzyıl dönümünde mimarlık ve kentsel tasarım arakesitindeki üretimleri ile uluslararası mimarlık söylemini de belirleyen star mimarların etkisi, Türkiye mimarlığında da muadillerinin görülmesine yol açtı.
2000'ler sonrasındaki ekonomik, toplumsal ve kültürel yarılmalar bir yana, mimarlık oluşumları, eğilimleri, üretimlerindeki dağılmayı ve merkez-dışına saçılmayı bir paydada tutan ise ancak teknoloji, iletişim araçları ve dijitalleşme olabildi. Neoliberalizmin mimarlığı ile coğrafitoplumsal-kültürel bütünlükler sökülüp ekonomik-teknolojik-estetik eksende yeniden kuruldu. Türkiye mimarlığının ve kentlerinin yüzyıllık panoramasında, erken Cumhuriyet'in Batılı modernleşme süreçleriyle ivmelenen, postmodern yaklaşımlar ve neoliberal pratiklerle odağı dağılan mekansal üretim pratiklerinde tüm zorluklara karşın oluşturulan değerlerin ve anlamların 2000'li yıllardan itibaren ters yönde bir ivmeyle aşındırıldığını ve kaybedildiğini söylemek güç olmayacak. Teknoloji temelli fiziksel üretimler üzerinden değerlendirildiğinde, Türkiye'de mimarlığın çağdaşlarıyla birlikte yol almaya çabaladığı; söylemsel ve kuramsal düzlemlerdeki kısırlığın Türkiye düşünsel ortamında da geçerli olduğu söylenebilir. Türkiye'de mimarlık düşüncesinin ve pratiğinin yüzyıldır katettiği yolun kaç arpa boyu olduğunu, geçmişten gelenler kadar bugünden geleceğe uzanacak edimlerimiz ve üretimlerimiz belirleyecek.
Bugünden geleceğe projeksiyonlar
Hakim katı sınırların, tanımların, oluşumların postmodern düşünce ile sorgulanmasının, delinmesinin, erimesinin, yıkılmasının ardından günümüzün toplumsal, siyasal, ekonomik, ekolojik, etik vb. ilişkilenme biçimlerinin neoliberalizm tarafından şekillendiğini biliyoruz. Bugün ulus devletlerin coğrafi ve anlamsal sınırlarının, ekonomi politiğin ulus temelli üretim-bölüşüm-değişim değerlerinin her anlamda erimeye başladığı; ekolojik ve çevresel yıkımların doğurduğu paydaşlıkların yanısıra zorunlu siyasi, toplumsal, ekonomik veya iklimsel göçlerle bu sınırların yeniden örüldüğü; sosyo-kültürel yapıların tarih, dil, din vb. üzerinden kurulagelen temellerinin sarsıldığı ve anlam arayışındaki insanoğluna teknoloji, popülizm ve medya aracılığıyla sunulan kamplaştırıcı sahte deneyim paydaşlıklarının baskın olduğu bir dünyadayız: Bir tarafta 20. yüzyılın başat üretim biçimleri yerine kapitalizm aracılığıyla ikame edilen devasa boşluk, doldurulamaz ve doyurulamaz tüketim sistemi; diğer tarafta siyasi ve toplumsal çatışmalar ve kaos… Ekonomik büyüme, teknolojik ilerleme, sanayileşme, tüketim gibi büyümenin kurumsallaşmış yapılanmaları ve onların emareleri; ekonomik, toplumsal, siyasal, kentsel, iklimsel vb. pek çok açıdan acı bir şekilde yaşanan adaletsizlikler… Ekolojik çöküş, iklim krizi, doğal afetler, hakikatle ilişkisi deforme edilmiş sürdürülebilirlik politika ve uygulamaları…
Batı'nın uygarlık olarak sunduğu teknik ve teknolojik ilerlemenin çözüm bulamadığı küresel ölçekli sistemsel problemlerimiz var ve artık bundan sonra ekonomiye, ekolojiye, teknolojiye, enerjiye, eğitime, kültüre, sınıf farklılıkları ve eşitsizliklerine, cinsiyete ilişkin sistemsel problemlere ilişkin acil çözüm önerilerini hep birlikte, küresel ölçekte ve disiplinlerarası/ disiplinlerötesi ilişkilenme biçimleriyle ve pratiklerle geliştirmemiz gerekiyor. Çevresel problemlerin başlıca failleri olan sermaye ve söz sahibi ülkelerin, kurumların, kişilerin düşünce ve davranışlarının etik boyutlarının da odağa alındığı yeni bir bakışa, geçen yüzyılın modernleşme süreçleri yerine çevresel, toplumsal ve ekonomik düzeylerde hiyerarşik yerine yatayda eşağırlıklı olarak ilişkilenen “biraradalığın inşa edilmesi”ne ihtiyacımız var. Bu çerçeveden, mimarlığın ya da insanlığın yerkürede varolmaya, neoliberal çağda azmanlaşan insan-doğa, birey-toplum, emek-sermaye vb. ikiliklerin aşılacağı post-hümanist, disiplinlerötesi, kapsayıcı, hassas ve farklı bir yaklaşımla devam etmesi elzem görünüyor. Diğer türlü, ufuktaki ekolojik çöküşlerin, ekonomik krizlerin, toplumsal adaletsizliklerin, siyasal çıkmazların, etik deformasyonların baskın etkileriyle sürüklenen mimarlığın, insanlığın, yerkürenin yeni yüzyılına şahitlik edeceğiz.
■ Gökçeçiçek Savaşır, Prof.Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Bölümü.