100 Yıldır Kapı Duvar: Sokakla Kamusal Binanın Arayüzünde Demokrasi Tarihimizden İzler
İpek Yürekli ■ Jean-Michel Basquiat, gittiği okullarla bir türlü barışamayıp, en sonunda City as School (Okul olarak Şehir) adlı devlet lisesine başladığında 15 yaşındadır ve bu onun en az yedinci okul değişikliğidir1. Oraya da 2 sene dayanır ve bile isteye mezun olmaz. Bu okul, ismi üzerinde, New York şehrini okul olarak, şehrin kamusal alanlarını, kültür kurumlarını sınıf olarak görmektedir. Öğrencilerine planetaryuma veya MoMA'ya gidebilmeleri için metro bileti dağıtırlar. Öğrenciler, eğitimin esası olarak şehrin bilim, kültür ve sanatla ilgili her yerini gezerler. Basquiat, okulu terketse de bu yöntemi bırakmaz. Şehir ve şehrin sokakları onun okulu olduğu gibi stüdyosudur da, aynı zamanda da galerisi. Adını ilk duyuruşu sokak grafitileriyle olur.
Basquiat'yı İstanbul Modern'de görmek şaşırttı beni. Resmini değil de, üzerine resimlerinin basıldığı nesneleri görmek daha doğrusu. Müzenin dükkanından Basquiat baskılı bir kaykay satın alabilirsiniz. E kaykay da Basquiat gibi bir sokak simgesi sayılır zaten. Peki İstanbul Modern'in sokakla nasıl bir ilişkisi var? Yok ki, gerçekten yok. Adı İstanbul Modern olan en kapsamlı ve ilk modern sanat müzemizin İstanbul sokaklarıyla bağlantısı yok. Kendisi artık bir alışveriş merkezi müzesi çünkü. Ancak alışveriş merkezinden ulaşabilirsiniz. Sokaktan ulaşılamıyor. Müzenin güvenliğinden önce Galataport güvenliğinin kontrolünden geçiyorsunuz. Tabii bu kurtarılmış bölgeden sokağa çıkış da aynı şekilde kontrollü. Halbuki İstanbul Modern 2004'te toplumla içiçe, yaşayan bir müze olma hedefiyle yola çıkıyor2. Sadece sergileri değil; sineması, kütüphanesi ve eğitim programlarıyla da İstanbullulara ulaşıyor. Arada değişen bir şeyler olmuş olmalı.
Galataport'un işgal ettiği Tophane
Meydanı uzun yıllardır belini doğrultamamış bir meydan. 1940'larda liman ve depolarının kıyıyı günlük hayata kapaması yetmemiş gibi zamanla türeyen ara yol üstü nargilecileri ile kıyı bağlantısı da iyice kesilmiş. Bu kamusal alan yenilendiğinde, cami, çeşme, saat kulesi ve hepsini saran dev ağaçlı parkla beraber caddeden kıyıya, denize uzanan bir meydan oluşturabilirdi. Oluşturamadı. Totaliter rejimlerde sıkça gördüğümüz, kamusal alanlar işgal edilerek yapılan büyük ölçekli birçok projede olduğu gibi, kamuya kapalı kararlarla tasarlanıp yapılan, işletilen kıyı işgalcisi Galataport Alışveriş Merkezi, çevresine ördüğü duvarlarla ve keyfince açtığı kontrol noktalarıyla bu şansı yok etti.
Alanda yer alan iki müzeyi Galataport'un parçası haline getirmek muhakkak ki bu şaibeli projeyi meşrulaştırma yöntemlerinin bir parçası. Her iki müzeye de rahatlıkla Galataport dışından giriş verilebilirmiş gibi gözüküyor. Hatta ilk fırsatta dışarı kaçacaklarmış gibi bir halleri var. Ama belli ki emir büyük yerden, bir alışveriş merkezinin içinde kalakalmışlar.
Aylarca gidip gelip sabırsızlıkla şantiyesini seyrettiğim, heyecanla beklediğim yeni İstanbul Modern'in Mayıs ayındaki açılışına herkes gelmiş, konuşmalar yapılmış. Kültür ve sanatta (her yerde olduğu gibi) dev adımlar attığımızı söyleyen Cumhurbaşkanı şöyle demiş açılış konuşmasında: “İstanbul Modern artık bizim için bir ulusal müze değil, uluslararası niteliği olan müze. Bu uluslararası niteliğiyle birlikte burada Galataport'la adeta bütünleşen bir yapı ortaya koyuyor” 3. Sonuçta müze de alışveriş merkezindeki dükkanlardan biri işte, turistik bir aksesuar.
Kamusal binalar; kıyılar, sokaklar, parklar, meydanlar gibi müşterek alanlarımızdır ve kullanımı kent hakkıdır. Sokak ile aralarındaki arayüzler ise her şehir için nefes alma yeridir. Özellikle düzenlenmiş gösteriler, toplanmalar dışında da, buluşulan, bekleşilen, boş boş, aylak aylak kullanılan yerlerdir bu alanlar. Oturulan basamaklar, gölgesinde ferahlanan bir ağaç veya saçak, yağmurdan kaçanlar için bir girinti, bir malzemenin dokusu, göz alan bir sarmaşık, içeriye giren boşluk, dışarı taşan doluluk, aşağıya veya yukarıya akan rampalar, duvar çekmeyen bir sınır, itmeyen davet eden bir giriş, meydanla kurulan ilişki, sokaktan geçenler için durmayı, biraraya gelmeyi sağlayan herhangi bir mimari dokunuş belirleyici olur. Sokaktakilerin hareketini, bakışını, duyularını yönlendirmek önemlidir.
Ama daha önemlisi kapsayıcı olması; ayrıştırıcı, dışlayıcı olmaması. Kamunun her kesimine, sokağın her çeşidine, rengine ve hatta pisliğine yer açma ve onu içerisiyle ilişkilendirme gayreti.
Arayüzler kamusal binanın sokakla ilişkisini güçlendirdikçe, mimari olarak zenginleştikçe, çizgi ve yüzey olmaktan alan ve mekan olmaya geçtikçe dışarıdan içeri, içeriden dışarı akışı, ilişkiyi kolaylaştırır; aslında öyle olmasa bile elini kolunu sallayarak girilen bir kamusal bina izlenimini, ben de buraya aitim ve hatta demokratik bir yerde yaşıyorum hissini kuvvetlendirirler. Geçirgenlik, akışkanlık, süreklilik kavramları önemlidir. Bina şehrin, şehir binanın parçası olur.
Birey ile otoritenin, sermayenin, gücün veya kullanıcı ile verilen hizmetin karşılaştığı arayüzlerdir bunlar. Bu açıdan baktığımızda, kamusal bina arayüzleri, bir nevi demokrasi anlayışımızın yansıması olabilir.
Günümüz demokrasisini anlatan gözetim demokrasisi (monitory democracy) kavramı, gücün kötüye kullanımını engellemek için gözleyen, kayıt tutan ve müdahale eden sivil toplum gücünü vurgular4. Demokrasi, artık çoğunluğun yönetimi olarak görülmekten çıkmış; bütün azınlıkların çoğunluğa, otoriteye karşı çıkma gücüyle, sivil toplumun itiraz etme gücüyle değerlendirilmektedir. Dolayısıyla demokrasinin izini sivil itirazlarda, müdahalelerde, sivil toplumun çeşitliliğinde, kapsayıcılıkta görmeliyiz. Bugün ülkemizde sivil toplumu kuvvetlendirmek için çabalayanların bu çabaları sebebiyle müebbet hapse mahkum edilebiliyor olmaları, sivil toplumun demokrasiyi yücelten ve otoriteyi tehdit eden potansiyel etkisini ve sorgulanmak istemeyen bir yönetimde yarattığı korkuyu anlamamız için yeterli.
Cumhuriyet dönemi boyunca kamusal binaların arayüzlerine baktığımızda, binayı ilk tasarlandığı dönemin, yani kullanıma geçmesinden 10, 20 sene öncesinin toplumsal-politik durumuyla ilişkilendirmek doğru olabilir belki. Burada mimar ile kullanıcı tavırları arasındaki farkı da göz önünde bulundurmak gerekir. Güvenlik, temizlik, bakım kaygılarıyla; kılık kıyafetini beğenmediğimiz dışarıda kalsın, bizden olmayan girmesin düşüncesiyle eklenen kontrol noktaları; önemli birilerinin gelişini bekleyen ve kapalı tutulan ana girişler; hiyerarşiye ve güce duyulan aşkla projeye eklenen sayısız görsel ve fiziksel engel, kullanım
sırasında tasarım kararlarına ters uygulamalar getiriyor elbette. Bu yazıda kamusal binaların sokakla ilişki kurma durumlarına, demokrasi tarihimiz paralelinde bakmaya çalıştım. Bina seçimlerim kişisel hayatımla ilişkili; elime geçen bir resim, okuduğum bir kitap, önünden geçtiğim bir yıkıntı gibi bendeki izleriyle tamamen raslantısaldır.
1930'lar
Genç Cumhuriyet'te henüz tam demokrasiye geçilmese de niyet olarak halkın egemenliği her fırsatta vurgulanıyor5.
Ankara Sergi Evi (Şevki Balmumcu, 1933-1934)
Antikacı komşum bir gün bana, eline geçen eski bir fotoğrafı gösterdi. Fotoğrafta modern bir binanın köşesindeki geniş merdivenler ve gölgeye oturmuş pardösülü bir adam görülüyor. Ne zaman nerede çekildiğine dair bir not yok. Ankara
Sergi Evi'nin girişi burası. Resim binanın henüz Paul Bonatz tarafından rezil rüsva edilmemiş halini gösteriyor. Yani tarih, 1946'dan önce olmalı. Arayüzün saçak ve merdivenle, boşluk doluluklarla, gölgelerle ve eğrisellikle güçlendirilmiş akışkanlığı dikkat çekici.
1940'lar
Çok partili sisteme geçiş. Toplumda bir yandan Batılılaşma, diğer yandan millileşme arzusu varken, Doğu-Batı, alaturka-alafranga çatışması da gündemde.
Spor ve Sergi Sarayı (Paolo Vietti-Violi, Şinasi Şahingiray ve Fazıl Aysu, 1948-1949)
Avrupa Güreş Şampiyonası için inşa edilen bina 1990'ların sonunda yıkılana kadar her türlü spor, sergi, fuar ve etkinlik için kullanılıyor. Benim hafızamda liseler arası müzik yarışması, yapı fuarları ve basketbol maçları var. Taksim tarafına bakan kapılar devamlı açık kalır ve kapanmazdı. O potaya kimse hücum yapmak istemezdi. Hep soğuk olurdu6. Salon oldukça köhneleşmişse de, şehrin göbeğinde olmasıyla, koca bir meydana açılan çok sayıda kapısıyla, girer girmez insanı içerideki etkinliğin içine almasıyla davetkar bir salondu.
1950'ler
Milliyetçiliğin ve tutuculuğun arttığı Türkiye, savaş sonrası taşları yerinden oynamış dünyada kendine yer edinmeye çalışıyor. NATO ve Amerika etkisi başlıyor.
İstanbul Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi (Emin Onat, Sedad Hakkı Eldem, 1943-1952)
Evrensel olmakla yerel olmak arasında kararsız kalıp, sonunda ikisini üstüste bindirmiş gibi duran cephesiyle ana cadde üzerinde yer alan bir bina. Uzaktan sokakla ilişkili bir arayüz alan yaratırmış gibi gözüken kolonatlı galeri kısmı aslında zemin kotta sokağa kapalı. Bir üst kottan avluyla kaldırım arasında görsel ilişki kuruluyor. Dev kolonatın ortasındaki küçük kapı oldukça oransız ama bütün yapının caddelerle kurduğu tek ilişki bu noktadan. İçerideki ağaçlı avlulardan birine açılan görkemli ana giriş ise kapalı tutuluyor, önemli birilerinin gelmesini bekliyor. 1960'lar
Askeri darbe ve sonrasında 1961
Anayasası yürürlüğe giriyor. Güçler ayrılığı vurgulanıyor; temel hak ve özgürlükler ile sosyal devlet gibi kavramlar gündeme sokuluyor; toplum sivilleşiyor.
Kızılay Emek İşhanı (Enver Tokay ve İlhan Tayman, 19591965)
Türkiye'nin ilk gökdeleni. Zemin katta, boşluklar ve basamaklarla sokağı farklı yönlerden içeri alan alışveriş merkezi
(Gima) memlekete Amerikanvari bir hayat tarzı getiriyor. Alçak bloğun üstündeki teras (Set) sayesinde meydan ile kuvvetli bir görsel ilişki kuruluyor. Giriş, birinci ve ikinci katların meydan tarafındaki, içeri doğru hafif kavis yapan brüt beton duvarı üzerine yerleştirilmiş Kuzgun Acar imzalı muhteşem “Türkiye” heykeliyle taçlandırılıyor. Ankaralılar için önemli bir röper noktası ve buluşma yeri haline gelen bina, Sevgi Soysal'ın 1973 yılında yayımladığı Yenişehir’de Bir Öğle Vakti7 adlı romanında da geçiyor: Artık kendini bilen Ankaralılar alışverişi Kızılay’da yapıyorlar. Ucuz ev nevalesi düzmeye meraklı memurlar bile. Hale değil, Gima’ya gidiyorlar artık. Bugün zemin kattaki giriş arayüzünü zenginleştiren bütün mimari elemanlar kaldırılmış, teras da kapatılmış durumda.
İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (Doğan Tekeli, Sami Sisa ve Metin Hepgüler / Tekeli Sisa Mimarlık Ortaklığı, 1957-1967)
İMÇ, şehirle ilişkisini hiç kaybetmeyen bir bina. Çarşı, baştan sona aşağıdan yukarıya yürürken karşılaşılan avlularıyla, sürpriz sanat eserleriyle, beklenmedik tarihi doku görüntüleriyle şehirde yürüyerek gezmenin o harika deneyimini sunuyor. Süleymaniye sokakları farklı kotlardan çarşının içine, çarşı farklı kotlardan bulvara akıyor. Topoğrafyayla kurulan ilişkideki süreklilik modern yapının şehrin içine, şehrin de yapının içine sızdığı bir bütün yaratmış8.
1970'ler
Sokaklarda öğrenci olayları ve işçilerin hak arayış mücadelesi gösterileri. Sivilleşme ve sivil örgütlenmeler açısından çok zengin bir dönem.
Eski AKM (Hayati Tabanlıoğlu 1969/1978)
Fuaye-cephe-meydan ilişkisiyle Taksim'in simgesi olmuş bir bina. O cephe ki, … bütün yakın tarihin yükünü omuzlamış… Bu çeşitliliğe, yoğunluğa hangi bina yetişebilir?9 Yeni halinde, tamamen meydana hakim olan ve meydandan da bütünüyle algılanan üst kattaki büyük fuayenin yok edilmiş olması mimari açıdan ciddi bir kayıp. Yeni AKM, büyük salondaki ahşap kullanımı gibi çok iyi tarafları olmasına rağmen, eski AKM'nin mimari karakterinden topyekun bir vazgeçiş olmuş zaten.
Antalya Müzesi (Doğan Tekeli, Sami Sisa ve Metin Hepgüler, 1964-1971)
Bina, planda dik açılı kütlelerin hareketiyle, cephede farklı kotlardaki döşemelerin yatay vurgusuyla bizi adım adım, kademe kademe giriş noktasına çekiyor. Bu hareketlerin yarattığı gölgeler, içeride birbirine akan kapalı, açık, yarı açık mekanların ipuçlarını veriyor. Kuşlarla, çiçeklerle, sarmaşıklarla, güneş, gölge ve gençlik hayallerimle harmanlanmış çay bahçesi'10 bu mekanların uzandığı avluda yer alıyor.
1980'ler
Askeri darbe ve sonrasında yasakçı 1982 Anayasası yürürlüğe giriyor. Devletle hemfikir olmayan herkes kıyıma uğruyor. Diğer yanda ekonominin liberalleşmesi ve dışa açılma.
İzmir Büyükşehir Belediyesi Hizmet Binası (Özdemir Arnas, Altan Akı ve Erhan Demirok, 1966-1982)
Sokak kotunda kolonatlı, geçirgen, yarı açık mekanlarıyla Konak Meydanı'yla bütünleşen bir bina. Doğan Hasol, binanın sağladığı deniz-meydan-avlu ilişkisini vurguluyor kitabında11. Bina, Mimarlar Odası'nın itirazlarına rağmen geçen sene belediye tarafından yıkılıyor.
Reasürans Çarşı (Sevinç Hadi ve Şandor Hadi, 19851987)
Kaldırımda yürüyen insanı doğal bir şekilde içine çeken bir bina. İçerideki açık ve yarı açık alanlar caddenin uzantısı. Kamusal alan sürekliliği çok kuvvetli. Çarşının iki tarafındaki caddeler arasındaki kot farkı, bina içindeki sirkülasyonla çözülüyor. Girişteki büyük boşluk, oturulan, beklenen, buluşulan kamusal bir yer, şehrin parçası.
1990'lar
Ülkenin bir ucunda savaş; diğer yanda sivil inisiyatiflerin artması ve her alanda sivilleşme.
Askeri Müze
(Nezih Eldem, 1967-1991) Yarışması 1967'de yapılan bina ancak 90'larda tamamlanıyor. Mimari karar olarak kapalı duvarı ve kafesli pencereleriyle sokağa tamamen sırtını dönmüş bir bina. Müze de olsa askeri olduğu unutulmamalı. Sert duvar, inatla yüzeyini saran sarmaşıklarıyla, iki dokunun birlikteliğiyle kaldırıma değer katarken, doğayla bütünleşen bir arayüz oluşturuyor. Bu sarmaşık sürekli temizleniyor.
2000'ler
Özgürleşme dönemi. Çeşitliliğin, kozmopolitliğin iyi bir şey olduğunun kabul edildiğine inanmaya başladığımız yıllar.
Kanyon Alışveriş Merkezi (Jerde Partnership ve Tabanlıoğlu Mimarlık, 2001-2006)
Metro bağlantısı dışında şehirle, önündeki caddeyle ilişki kurmayan, kendi içinde sokak yaratan bir akışı var. İsminden gelen en kuvvetli özelliği doğayı hissettiren
rüzgar iken, onu engellemek için eklenen camlarıyla, tenteleriyle sıradanlaşıyor. Cadde girişindeki, içerisi ve dışarısı arasındaki ilişkisizlik isteği, bıçak gibi kesilme hali şaşırtıcı.
2010'lar
Türkiye'nin yönetim biçiminin zamanla tamamen tutucu, din referanslı ve baskıcı bir rejime dönüşmesi. Darbe girişimi. Başkanlık sistemine geçiş.
Salt Beyoğlu (Mimarlar ve Han Tümertekin, 20062011)
Günün her saati yoğun şekilde kullanılan İstiklal Caddesi'nin üzerinde yer alan binanın cephesinin zemin katta sokağa tamamen açılması ve güvenlik kontrolü olmaması sayesinde, giriş, caddeden ta sinema salonunun sahne önüne kadar kesintisiz akar12 idi. Girişe güvenlik konduğu için bu süreklilik kısmen kesilmiş durumda artık.
Silahtarağa Stüdyo Santral Yurdu (Kerem Erginoğlu ve Hasan Çalışlar / Erginoğlu & Çalışlar, 2012-2014)
İstanbul Bilgi Üniversitesi kampüsünün kuzey sınırında boylu boyunca uzanan yurt binası, işlevi tam olarak kamusal olmamakla birlikte, kampüsün şehir yüzünü belirliyor olması açısından konunun bir parçası. Uzun cephesindeki geri çekmelerle, boşaltmalarla yaratılan mekanlar arayüzü yumuşatıyor. Cephe boyunca bir yurt binasının en önemli özelliklerinden olan özel ve ortak alanlar ikiliğinin yansıması okunabildiği gibi, kenarlarda da şehre açık kullanımlar yer alıyor. Öğrenci-yurt-üniversitesokak ilişkilerini önemsemiş, güvenlik gerekçesiyle şehirle bağını kesmemiş bir mimari yaklaşımı var.
Göbeklitepe Ziyaretçi Merkezi (Aydan Volkan ve Selim Cengiç / Kreatif Mimarlık, 2015-2019)
Bu proje şehir içinde değil, ama bulunduğu yerle kurduğu ilişki açısından konu bağlamında değerlendirilmeye değer bir arayüze sahip. Kot farkıyla, rampa ve basamaklarla birbirine akan iki silindir kütle, rengi ve dokusuyla içinde bulunduğu bölgenin kireçli, açık renk toprağıyla yumuşak topoğrafyası’nın parçası haline geliyor. Katman katman okunan sıkıştırılmış toprak duvarları, içeriğine verdiği güçlü referans bir yana, hem iç mekanın biçimsel yansıması hem de çevredeki dokunun devamı olarak arayüzü oluşturuyor.
ODTÜ Yüksel Proje Amfisi (Alişan Çırakoğlu ve Ilgın Avcı / CAA. Studio, 2017-2018)
Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nin kampüs içi anayollarının kavşağında yer alan bir bina. Sokakla arasındaki arayüzde topoğrafya ile ağaçlara kucak açan büyük gölge boşluklarıyla dikkat çekiyor. Sokak-bina-doğa üçlüsünün kurduğu zarif ilişki, kamusal açık alan kullanımına yepyeni bir alternatif getirmişken, şu anda kullanıcı tarafından gereksiz eklemelerle bozulmakta.
2020'ler
Pandemi. Ekonomik kriz. Totaliter rejimin güçlenmesi.
İstanbul Televizyon Radyo Kulesi (Melike Altınışık / MAA, 2011-2020)
İstanbul'un her köşesinden gece gündüz görülen bir bina. Yani yukarı çıkınca da oradan her yer görülüyor. Dolayısıyla televizyon radyo kulesi olma yanında kamusal bir işlev yüklenmesi çok doğal. Girişin kulenin biçiminden tamamen bağımsız olması, ama çevresinin de doğal bir parçası olarak algılanması istenmiş. İnsanı topoğrafyanın içine çeken bir arayüzü var. Mimari elemanlarla sağlanan süreklilik çok güçlü.
İstanbul Modern (Renzo Piano Building Workshop ve Arup Istanbul Architects, 2016-2023)
Kamusal binaların girişlerindeki kontrol noktalarının rahatsızlığını çözmek yerine çoğaltarak el yükselten bir bina. Bu durum kullanım tercihlerinden kaynaklanıyor. İstanbul Modern pazarlama bölümü, mimar Renzo Piano'nun eskizlerini çok beğenmiş olmalı ki, ikonik imaj olarak her
yerde kullanıyor. Halbuki bu kesitler çok net olarak mimarın, müzenin giriş katını sokakla bütünleştirme niyetini anlatıyor. Deniz tarafına doğru yumuşak bir şekilde inen basamaklar, rampalar, gölge veren geniş saçaklar hep çevreyle ilişkiyi güçlendirmek, kamusal alanı kıyıya, denize doğru yaymak için. Pek öyle kullanıldığı söylenemez. Kesit imajı da, Basquiat baskıları gibi şu andaki müze kullanımı ile hiç uyuşmayan aldatıcı bir temsil olarak seçilmiş.
Cumhuriyet dönemi boyunca kamusal binaların sokakla kurduğu arayüzlere baktığımızda, binayı ilk tasarlandığı dönemin, kullanıma geçmesinden 10, 20 sene öncesinin toplumsal-politik durumuyla ilişkilendirmek gerektiğinden bahsetmiştim. 1970'lerde ve 80'lerde açılmış kamusal binaların arayüzlerinde 60'ların, 70'lerin özgürlükçü tavrını görmek ne kadar doğalsa, 2010'lardaki çeşitliliğin temelini de her alandaki sivilleşmenin yaşandığı, bireyin önem kazandığı 90'lar ve 2000'lerin kimlik zenginliğinde bulabiliriz. 2000'lerin sokakla ilişki kurmayan kapalılık hali de 80'ler yasaklarının ve getirdiği baskının izi olabilir. Böyle baktığımız zaman, önümüzdeki yıllarda bugünün yansıması olacak kamusal binaları sadece Galataport benzeri parmaklıklarla çevrilmiş, sokaktan korkan çok kontrollü steril bölgelerin içinde bulmak şaşırtıcı olmayacaktır.
100 yıldır demokrasimizde yaşanan gelgitlerin mimariye yansımaması düşünülemez. Üniversite gibi herkese açık olması gereken eğitim amaçlı bir kamusal alana bile kimlik kontrolüyle girilmesini çoktandır kanıksamış durumdayız. Köklü bir devlet üniversitesi olarak İTÜ, başka üniversitelerden gelen öğrencilerin kampüsüne girmesine ve devlet parasıyla, vatandaş vergi ve bağışlarıyla kurulup geliştirilen zengin kütüphanesini kullanmasına izin vermiyor. Diğer üniversitelerde de durumun farklı olduğunu sanmam. Boğaziçi Üniversitesi'ne kendi hocaları bile giremiyor artık. İstanbul'un en önemli kültür ve sanat merkezi AKM, yenilenmiş halinde, küçük salon gösterileri, kütüphane kullanımı veya sergi gibi kültürel etkinliklere geçişte, işgal ettiği sokaktaki açık alana x-ray kontrol cihazı engelini rahatlıkla koyabiliyor. Sanki çok fazla insan da bundan pek rahatsız olmuyor.
Halbuki müştereğimiz olan kamusal alanların kısıtlayıcı ve dışlayıcı değil, tam tersine özgürleştirici ve kapsayıcı olması beklenir. Bir kent hakkı olarak kamusal kullanımların herkes tarafından kolayca ulaşılabilir ve her ölçekte erişilebilir olması, ancak gözetim demokrasisinin en önemli parçası olan sivil toplumun etkisiyle sağlanacaktır. Sokaktan, kaldırımdan, meydandan, dışarıdan korkan kamusal bina olmamalı ama sadece mimarlar olarak değil, kullanıcı olarak da itiraz etmeyip işimizi otoriteye bırakırsak sonuç baştan belli; kapı duvar.
■ İpek Yürekli, Doç.Dr. Mimar.
Notlar:
1 Alexxa Gotthardt, “Basquiat Left School at 17 and Made New York Museums His Classroom”, Artsy, 2 Aralık 2017: [https://www.artsy.net/article/artsyeditorial-basquiat-left-school-17-made-new-yorkmuseums-classroom].
2 “İstanbul Modern'in Kuruluşu”, Arkitera: [https:// v3.arkitera.com/v1/sanat/2005/01/mercekalti/hakkinda. htm].
3 “Son dakika... Cumhurbaşkanı Erdoğan: Kültür ve sanatta dev adımlar attık”, CNN Türk, 19 Mayıs 2023: [https://www.cnnturk.com/video/turkiye/son-dakikacumhurbaskani-erdogan-kultur-ve-sanatta-dev-adimlarattik].
4 John Keane, The Shortest History of Democracy, The Experiment, New York, 2022.
5 İpek Yürekli, “Anıtın Günlüğü”, REFLEKTİF Sosyal Bilimler Dergisi, 4/1, s. 99-122, Şubat 2023: [https:// doi.org/10.47613/reflektif.2023.95]. Metindeki bütün dönem tanımları için aynı kaynak geçerli.
6 Altan Kutucu, “Spor Sergi Sarayı Unutulmaz”, Olay, 27 Mart 2019: [https://www.olay.com.tr/yazar/altan-kutucu/spor-sergisarayi-unutulmaz-281038].
7 Sevgi Soysal, Yenişehir’de Bir Öğle Vakti, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1973.
8 İpek Yürekli, “Binalar ve İnsanlar: Kumaş Almayı Sevenler ve Alışverişte Uykusu Gelenler: Çarşı”, Manifold, 18 Ocak 2019: [https://manifold.press/kumasalmayi-sevenler-ve-alisveriste-uykusu-gelenler].
9 İpek Yürekli, “Mimarlık Nedir ki?: Cuma Konserine Gidiyor muyuz? veya İnsan”, Manifold, 22 Haziran 2017: [https://manifold.press/cuma-konserine-gidiyormuyuz].
10 İpek Yürekli, “Kassandra ve Hektor Kardeşlerden Troya Müzesi'ne”, Mimarlık, 422/Kasım-Aralık
2021: [http://www.mimarlikdergisi.com/index. cfm?sayfa=mimarlik&DergiSayi=437&RecID=5454]. 11 Doğan Hasol, 20. Yüzyıl Türkiye Mimarlığı, YEM Yayın, 2021.
12 İpek Yürekli, “Mimarlık Nedir ki?: Hangi İşle Meşgulsünüz Acaba? veya Eşik”, Manifold, 20 Ekim 2017: [https://manifold.press/hangi-isle-mesgulsunuzacaba].