Kent, Mimarlık ve Suç Üzerine
■ Bina dikmeyi (İngilizcesi ile erect a building) hayli eril bir eylem olarak algıladım hep. Sürekli sermayeye hizmet ederek, hiç ısınamadığım bina tipleri tasarlamak zorunda kalmaktan dolayı mimarlıktan vazgeçmeden önce, İstanbul'daki bir mimarlık ofisinde toplantıya gittiğimi hatırlıyorum. O sıralar gökdelenler çok yaygın değildi kadim kentte. Ofisin ortaklarından biri bir bankanın gökdelen siparişi verdiğinden bahsediyordu ve işlevsel gereksinimlerden tümüyle bağımsız olarak “en uzun” binayı talep ettikleri ortaya çıktı. Mimar da dirseğini masaya koyup kolunu yukarı doğru dikerek “Biz de dikeceğiz tabii nah böyle!” dedi. Bu ve buna benzer eril erk yaklaşımları mimar olarak hayatıma devam etme hevesimi çok kaçırmıştı.
Mimarlık her zaman gücün yanında olmuş. Yunan, Roma İmparatorlukları ve benzeri güçlü konumdaki uygarlıklar; yöneten sınıfın varlığını, gücünü, gerektiğinde ne derece ezici olabileceğinin ipuçlarını veren ve şaşaa, azamet gibi olguları yansıtan mimarlıklar inşa etmişler. Yönetici kesiminin insanlık tarihi boyunca hiç bitmemiş ve hala devam eden buyurganlığını faşizm düzeyine çıkartan Hitler Almanyası, Mussolini İtalyası, Franco İspanyası, Pinochet Şilisi, Çavuşesku Romanyası vb. diktatöryel baskıcı rejimlerin; mimarlığı ve mimarları, üstünlük taslayan ve halkı ihtişam üzerinden sindirmeyi amaçlayan eserler ürettirerek suistimal ettiğini söylemek olası. Bernard Tschumi “Architecture and Its Double” adlı makalesinin 115. sayfasında Georges Bataille'ın “mimarlık suç mahallini anıtlar ile örter” dediğini söyler. İlaveten, sömürgeci İngiliz İmparatorluğu'nun 20. yüzyıldaki tartışmalı siyasetçilerinden Winston Churchill 1924'te Londra'da bir törende söyledikleri ile yukarıda dikkat çekilen konuları bir nevi teyit ediyor: “Mimarinin ve yapının insan karakteri ve eylemlerine etkisi yadsınamaz. Binalarımızı yaparız ve sonra onlar, […] hayatımızın seyrini düzenler.”
Suç ancak örgütlü bir şekilde işlenebiliyor, bireysel suçların olumsuz sonuçları bireysel zararlar verirken örgütlü suçlar tüm ülkeye, topluma zarar veriyor. Bu örgütlenme şebeke, çete, yerel ve küresel örgü gibi çeşitli yapılanma formatları ile şekilleniyor. Şebeke, çete deyince akla ille de tipik ürkütücü zalim suçlu profilleri gelmesin. Kişisel bilgilerimizi toplayan ve bunları bizden izinsiz sermaye gruplarına satarak küresel değerlerini katlayan sosyal medya ve arama motoru şirketleri de şebekenin ta kendisi! Şebekelerin hiyerarşik ve modüler yapıları oluyor. Çünkü organize suç tek atımlık planlanmıyor, gidebildiği kadar uzun bir süre içerisinde tekrarlanabilmesi amaçlanıyor. Bu da örgü (grid), örüntü (pattern), matris (matrix) kavramlarının kent inşası, mimarlık eylemi ve suç icrasında ne derece merkezde yer aldığına işaret ediyor. Şehir plancısı
Jill L. Grant, şehir planlamanın yaygın yöntemlerinden biri olan ızgara sistemini farklı bir bakışla ele aldığı “Izgara Sisteminin Karanlık Yanı: Güç ve Şehir Tasarımı” başlıklı makalesinde tarihteki bazı rejimlerin toprakları üzerindeki güçlerini tekelleştirmek için ızgara sistemini kullandığını iddia ediyor.
Güçlü konumdaysanız, yani büyük biraderseniz, gerçekleştirdiğiniz suç niteliğindeki zulüm, hamasi vatan millet söylevleri ile örtülebilir. Azınlık ve/veya güçsüz konumda iseniz hakkınızı savunma eylemleriniz “suç” sınıfına sokulur ve baskılanır, engellenir. Gücü elinde bulunduranlar kentin rant potansiyeli olan bölgelerini yandaş emlak geliştiriciler ve müteahhitlere peşkeş çekerken küresel ölçekte hep aynı aygıtı kullanırlar: Suç! Alçak katlı konutlardan oluşan ve görece yoksul, imkanı az hemşehrilerin yaşadığı mahallelere suç zerk edilir. Uyuşturucu tacirleri ve azmettirilmiş tetikçi sabıkalı çeteler; dönüştürülmesi, soylulaştırılması arzu edilen mahalleleri suça boğup yaşanmaz hale getirirler. Sonrasında emlak geliştiriciler devreye girer, evleri kelepir fiyata satın alır, yüksek katlı yapılar dikerler, bu yapılardaki daireleri ise yıktıkları evlere ödedikleri bedellerin en az yirmi katına satarlar, mahalleli yeni dairelerden alamaz, kent çeperine gitmek zorunda kalır ve mahallenin demografisi değişir. Asıl suç mülksüzleştirmedir…
Dokunma! (2021)
Takip eden sayfalarda 24 örneğini göreceğiniz bu seri, kente dair işlenmiş suçların olay yeri incelemesi sırasında çekilen, delil sınıfına girecek fotografik belgelerden oluşan ve Emrah Kavlak ile işbirliği sonucu başkalaştırılan bir arşivsel külliyattan besleniyor. Fotoğraflar, tasarımcı Emrah Kavlak tarafından tasarlanan, uygulanan ve üçboyutlu dünyayı simüle eden bir dijital arayüze
6'lı setler olarak yükleniyor ve parametrik seçimler sonrasında çeşitli bakış açılarından yeni foto-kolajlar türetiliyor. Mevcut fotoğraflardan yeni görsellikler ve içerikler üretiliyor; diğer deyişle somut fotoğraflar soyut görselliklere dönüşüyor. Toplam 24 adet sayısal foto-kolajı içeren çalışma 2 satır ve 12 kolondan oluşan bir yerleştirme formatında sunuluyor. Seri ya kentsel, kültürel, mimari tahribatın boyutlarını ya da rant odaklı kentsel dönüşüm yüzünden mağdur durumdaki vatandaşların korumak istedikleri mahallelerinin duvarlarına yazdıkları protesto metinlerini öne çıkarıyor.
Italo Calvino'nun Görünmez Kentler'i ile kurduğum bağlantı ise, çok sıklıkla ve fazla sayıda olmalarından dolayı artık gündelik, sıradan ve tabi “görünmez” hale gelen kent suçlarının delillerini içeren fotoğrafların başkalaştırılması ile suçlara “başka türlü” bir görünürlük kazandırmak üzerinden kurgulandı.
■ Murat Germen, Sanatçı, Arşivci; Öğretim Görevlisi, Sabancı Üniversitesi, Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi.
Kaynaklar:
Calvino, Italo, Görünmez Kentler, çev.: Işıl Saatçıoğlu, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002.
Grant, Jill L., “The Dark Side of the Grid Revisited: Power and Urban Design”, Planning Perspectives, 16:3, 2010, s. 219-241.
Locton, Dan, “Architecture, Urbanism, Design and Behaviour: A Brief Review”, Erişim: 16 Eylül 2023: [http://architectures.danlockton.co.uk/2011/09/12/ architecture-urbanism-design-and-behaviour-a-briefreview].
Tschumi, Bernard, “Architecture and Its Double”, Architectural Design, sayı 48, Mart 1978, s. 111-116.