Calvino'nun Rotası: Kentler ve Arzu
■
Mimarlık eğitimi ve Calvino
Mimarlık eğitimim sırasında ve sonrasında, mimarlık kuramı ve tarihi serüvenim boyunca adım adım düşünerek, eskize dökerek kavradığım, ağır ağır inşa ederek kurduğum mekan kavramını bugün kendi öğrencilerime aktarmaya her çaba sarfettiğimde, belleğim beni hep Tuğyan Aytaç ve Aydan Balamir hocalarımın ODTÜ Mimarlık'ta birinci sınıf Temel Tasarım stüdyosunda bir aşkla tasarlayıp önümüze getirdiği “Görünmez Kentler” projesine götürüyor. Mekan kavramı hem fiziksel, hem yazınsal bir sorun olarak ilk defa orada bizlere apaçık sunuluvermişti. Aradan geçen 30 yılı aşkın sürede, düşüncem ve mesleki pratiğim mimari koruma ve kentsel tasarımdan mimarlık tarihi ile peyzaj arkeolojisine evrildi, ama Calvino'nun arzu dolu ve karmaşık kent peyzajları tahayyülü peşimi bırakmadı.
1990'larda ODTÜ'de mimarlık okuyan arkadaşlarım iyi hatırlayacaklardır: Calvino'nun Görünmez Kentler'ini okuyup yazarın çılgınca bir tahayyülle kurduğu kent tasvirlerinden birinin fiziksel mekana çevirisini yapmak, kurmaca anlatıdan imgeye ve üçboyutlu mekana dönüştürmek bizlere bir tasarım problemi olarak sunulmuştu. O 4 yıl boyunca, Brecht'in bir oyununa tasarladığımız sahne ve kostüm tasarımı haricinde, bana bu kadar ilham veren ve heyecanlandıran bir proje hatırlamıyorum. Bu proje benim için bir egzersiz olmanın ötesinde, yeni bir yöntem, yeni bir düşünme ve çalışma biçimi olarak beni şaşırtmış ve etkilemişti. Dolayısıyla, bir eskiçağ mimarlık tarihçisi ve peyzaj arkeoloğu olarak hem verdiğim derslerde hem de eskiçağ kent, mimarlık ve peyzaj tarihi üzerine yazdığım yazılarda Calvino'nun çizdiği rota bir düşünsel izlek olarak beni hemen hemen hiç bırakmadı. Bu kısa yazıda bu izleğin ne olduğuna ilişkin okurla birlikte düşünmeye çalışacağım.
“Her kent biçimini karşısında durduğu çölden alır”: Tarihyazımının şiiri
Arkeologlar eskiçağ dünyasını, fiziksel kalıntılar, harabeler, artakalan eşyalar, birtakım mistik, törensel yahut siyasi bölük pörçük metinler, yitip gitmiş insan hayatları üzerinden tahayyül ederken sürekli olarak bir kurmaca düşünme yöntemi ile beslenirler. Bir arkeolog olarak eski toplumlara dair anlattığımız hikayeler, tabii ki somut verilere sadık kalarak ilerler, ama eninde sonunda üzerimizde iz bırakmış öykü kurgularından da beslenirler. Bunu tarihyazımının şiirselliği ve yaratıcılığı sayesinde anlayabiliriz. Bugünün kaygılarını, inançlarını ve hatta mekansal çerçevesini, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, eskiçağ içinde tahayyül ettiğimiz peyzajlara iletiriz bir mektup gibi. Bu ütopik geçmişin tam karşıtı olarak da bugün içinde yaşadığımız ve günbegün deneyimlediğimiz iklim krizi ve distopik Antroposen mekanları, eskiçağın romantik Holosen peyzajlarına bir ayna teşkil eder. Calvino'nun kitabında, bir sahra ile denizin kesiştiği noktaya inşa edilmiş Despina kenti hakkında dediği gibi “her kent biçimini karşısında durduğu çölden alır” (Calvino 2010: 68). Nasıl nostaljk bir geçmiş temsili içeren Holosen'in kültürel miras peyzajlarında insan soyunun derin tarih içerisindeki arzu dolu bir portresini görüyorsak (Resim 1), çölleştirdiğimiz gezegenin distopik Antroposen peyzajlarında da, mesela derin kazılmış uçsuz bucaksız açık kömür ocaklarında, bugüne ve yarına ait realist ve korku dolu bir resmini görüyoruz (Resim 2). Calvino'nun kentlerinde hem bu korkunun hem de o arzunun izlerini sürebiliriz, hem derin geçmişin sürpriz dolu egzotik havasını soluyabiliriz hem de apokaliptik bir geleceğin çölleri ile ürpeririz. Bugün keyifle ziyaret ettiğimiz eski kent kalıntıları bize endüstriyel devrim öncesi kentsel yaşamın, dengeli, bilge ve uygarca yaşam tarzları hakkında romantik bir portre çizer. Orada insan-çevre ilişkisi saygılı bir uyuma dayalıdır. Öte yandan görmemize izin verilmeyen, karşı-miras distopik mekanlar, mesela açık kömür ocakları, tam da bu uyumun erimesi ve insan, hayvan, bitki, jeoloji peyzajlarının, ekolojilerin yıkımını görselleştirir. Arkeoloji pratiğinde bu karşıtlığa dikkat çekmekle sorumluyuz, görünmezi görünür kılarak. Calvino'nun yaptığı gibi.
Italo Calvino'nun Görünmez Kentler'inin en çarpıcı tarafı, Saidiya Hartman'ın da bugün savunduğu tarihsel şiirsellikleri içeriyor olmasıdır benim için. Eleştirel hikayelendirme diye adlandırabileceğimiz bu tahayyül ve kültürel tarihyazımı biçimi, kent mekanının büyülü diyebileceğimiz duyumsal ve arzu dolu niteliğinin kapısını, şenlikli bir metnin içerisinde yetkin bir hikaye anlatıcılığı diliyle bizlere açar ve görünür kılar. Mimarlık ve kent tarihçileri olarak, yerleşimler tarihi üzerine çalışan peyzaj tarihçileri ve arkeologlar olarak, ya da kültürel ve tarihsel coğrafyacılar olarak, mekan tarihi ile boğuşurken, hep o zengin fiziksel mekanlardan, binalardan, sokaklardan, meydanlardan ve eşyalardan yola çıkıyoruz. Ancak bu mekanları canlandıran, damarlarına cansuyu veren, belleklere kazıtan ise mekanın içine sızarak onu çepeçevre sarmalayan bir anlamlar, duyumsamalar, çağrışımlar ve hikayeler yumağıdır. Mekanın bu ele avuca gelmez, belleğe, duygulara, arzuya ve hikayeye dayalı bu niteliğinin temsili, dilde ve görsel olarak zordur. Calvino'nun yazısı tam bu açıdan bize yol gösterir.
Mekansal hikayeler, bellek ve duygulanımlar, sürekli ve dinamik bir şekilde dönüşürken fiziksel mekanla nasıl biraraya gelir ve örtüşür? Mimarlık tarihçiliği kariyerim boyunca sanırım okuyup yazdıklarımda inşa etmeye çalıştığım en önemli mesele bu oldu. Verdiğim derslerde (mesela lisans öğrencilerine sunduğum “Mimarlık ve Bellek” ya da “Eskiçağ Yakındoğu'sunda Kentler ve Festivaller” derslerimde veya yüksek lisans öğrencilerine verdiğim “Mimarlık, Beden ve Performans” dersinde) tam olarak kurmaya çalıştığım bu oldu. Calvino'nun kısa ve dinamik kent metinleri, tasvir ve hikaye anlatıcılığı arasında gidip gelirken fiziksel mekanla bellek, kentsel mekanla arzu, taş yüzeylerle kurduğumuz dokunsal ya da görsel ilişkiyi, sayfalardan bal gibi süzülen bir dille sunar ve okuyucuyu büyüler. Bir yandan Marko Polo ve Kubilay Han gibi tarihsel aktörleri konuştururken, okuru aynı zamanda tahayyül coğrafyasının şenlikli sokaklarında, peyzajlarında gezdirir. Daha da önemlisi, okur bu imkansız kentlerin hikayesine dalıp gitmişken ve mekan tasvirleri içinde dünya değiştirmişken, Calvino kente dair, kent kuramı ve eleştirisinden beslenen gayet çarpıcı ve kahince cümleler ile okuru bu hayal dünyasından uyandırır. Bu cümleler, kentin ne olduğuna dair bilgece dile getirilmiş, üzerine yazılar, kitaplar yazılabilecek derinlikte salvolardır. Hemen örneklemeye çalışayım da havada bir iddia gibi kalmasın.
Görünmez Kentler'in üçüncü bölümünün açılışında Kubilay Han tam da edilgen hikaye dinleyici rolünden, imparatorluğu sınırlarındaki kentleri düşleyen bir konuma geçerken, Marko Polo kentlerle rüyalar arasında şöyle bir bağ kurar:
Kentlerle ilişkimiz rüyalarla olduğu gibidir: hayal edilebilen her şey aynı zamanda düşlenebilir, oysa en beklenmedik rüyalar
bile bir arzuyu, ya da arzunun tersi, bir korkuyu gizleyen resimli bir bilmecedir. Kentleri de rüyalar gibi arzular veya korkular kurar; söylediklerinin ana hattı gizli, kuralları saçma, verdiği umutlar aldatıcı, her şey, başka bir şeyi gizliyor olsa da (Calvino, 2010: 87).
Kent mekanı deneyimini ve bu deneyimin kurduğu duygular coğrafyasını rüya, korku ve arzu metaforlarını harekete geçirerek bu kadar yetkinlikle tarifleyen başka bir edebi metin pek nadir bulunur. Calvino için kent, kendi tarihini, tesadüfen keşfedilen kadim bir yazıtın bilim insanlarınca çözülüvermesi gibi kolaycacık sırrını açığa vurmaz, çünkü kentin tarihi aslında taşa işlenmiş simgesel işaretler, kraliyet yazıtları ya da dilbilimsel metaforlardan oluşan durağan bir arşive indirgenemez. Kentler, Calvino yazınının satıraralarından okunabileceği gibi, sürekli dönüşen bir montaj, bir öbekleşme (asemblaj) olarak düşünülebilir (Harmanşah 2019).
Endüstriyel kent eleştirisi ve Calvino
Leticia Modena'nın, Italo Calvino's Architecture of Lightness (Italo Calvino'nun Hafiflik Mimarlığı) kitabında savunduğu gibi, Calvino'nun bir kent ve kentlilik kuramı olarak sunduğu şiirsel yazısının kökenleri aslında 1960'ları etkisine almış olan modern kent planlama ve kentsel tasarım eleştirisi ve kentli insanın yabancılaşmasına dair akademik tartışma ile kurduğu içli dışlı ilişkiye dayanır. Calvino'nun özellikle o dönemin Guy Debord ya da Henri Lefebvre gibi isimleriyle ilişkilendirilen Sitüasyonist Enternasyonal öncü akımı ile kurduğu diyalog ve bilgi alışverişi, Modena'nın çalışmasında, yazarın romanları, metinleri ve özellikle de daha az bilinen denemeleri üzerinden incelenir. Kentsel mekan ve yaşamın (örneğin festivaller, sebze pazarları, kentsel ritüeller, kent mekanının yapısını tutan rotalar) tam da 1960'larda endüstriyel moderniteye bağımlı kent anlayışının hüsrana uğradığı, imar bölgelemeleri ile insan gruplarının ve kentsel işlevlerin ayrıştığı, kent merkezlerinin suç mahallerine dönüştüğü ve ABD'nin Missouri eyaletindeki PruittIgoe konut yerleşimi gibi yapıların 197276'da kendi kullanıcılarının kararları ile yıkımının gerçekleştiği zamanlardır işte, Calvino'nun Görünmez Kentler (Le città invisibili 1972) kitabının ortaya çıktığı tarihsel ortam.
Bu tartışmalar ve kentsel dönüşüm çevçevesinde, Calvino'nun önümüze sunduğu kentsel mekan tahayyülü, farklı şekillerde modern öncesi kentlerin zenginliğine, görselliğine, mekansal sürekliliğine, renklerine ve şiirsel eylemselliğine işaret etmesi dolayısıyla hiç de tesadüf eseri değildi. Burada hemen, Sitüasyonist Enternasyonal akımının kent planlama alanında en iyi bilinen ismi Constant Anton Nieuwenhuys ve onun oldukça yankı yapmış olan kent ütopyası projesi “Yeni Babil” akla geliyor. Constant'ın 1950'lerin sonlarında başlayıp 1973'e kadar sürdürdüğü “Yeni Babil”; çizimler, kolajlar, litograflar, mimari maketler, resimler, haritalar ve manifesto metinlerinden oluşan karmaşık mecralarla temsil edilen bir projeydi ve endüstriyel kent planlamanın dinamik bir eleştirisi olarak ortaya atılmıştı. Hilde Heynen bu projeyi “tüm normların, düzenin, geleneklerin ve alışkanlıkların ortadan kaldırıldığı tam bir özgürleşme durumunun simülasyonu” olarak tanımlar (Heynen 1999: 151). “Yeni Babil”, kentsel mekana bir kuraldışılık, bir canlılık, kolektif bir enerji ve gündelik gösteri potansiyeli, kent sakinlerinin sosyal mekanın yazarları haline geldiği radikal bir efemerallik ve yaratıcı bir oyunsuluk getirdi. Aynı akışkan, efemeral duyumsamayı, oyun dolu yaratıcılığı biz Calvino'nun metninde de buluyoruz kuşkusuz.
Sonuç
O zaman, Görünmez Kentler'de güçlü bir şekilde görselleştirilen ve şiirselliklerine hikayelerle referans verilen kent
mekanı, mekansal pratikler ve kentsel imgelem gerçek dünyada da olabildiğine coşkunluk dolu ve akışkandır, hiçbir zaman son haline, son formuna ulaşıp tamamlanmaz. Calvino tarafından Marko Polo ve Kubilay Han arasında tarihsel bir söyleşme ve hikayeleşme ile kurulan izlekte rüyalar ve arzular aslında zaman içinde kentin geçmişi, şimdisi ve geleceği ile birlikte katmanlı bir hal alır. Rüyalar ve bellek sayesinde hem geçmişten hem de gelecekten devşirilen duygular şimdiki zamana sızar. Geçmişten ve gelecekten gelen bu sızıntılar, bu akıntılar, başta da belirttiğim gibi fiziksel mekanın kıvrımlarına siner ve yerleşir, hatta onu şekillendirir. Walter Benjamin kentin bu hızlı değişimini ve geçmişle olan ilişkisini uzun soluklu ve bitirilmemiş edebi projesi Pasajlar'da yetkince belgelemeyi ve tariflemeyi başarmıştır (Benjamin 1993). O projeden de bildiğimiz gibi, kent mekanının duyuşsal deneyimi ve tarihsellik bilinci, eskiye dair fragmanlara, yıkık kalıntılara, enkazlara ve hayaletlere bakarak mümkün olur. Bunu da yine Calvino'nun satır aralarında izliyoruz.
Aradan geçen yıllara rağmen, Görünmez Kentler bugün hala mimarlık ve mimarlık tarihi öğrencilerinin tahayyül sınırlarını zorluyor, onları modern-öncesi kentlerinin capcanlı dünyasına, karmaşık mekansal pratiklerine bir rüyada olduğu gibi götürüyor, kent mekanının arzular coğrafyasını Marko Polo'nun rotası ile çiziyor. Bu rotayı, bu yazıda Ersilia ile tamamlayalım.
Ersilia'yı başka yerde yeniden kurarlar. Eskisinden daha karmaşık olmakla birlikte kurallara daha uygun olmasını istedikleri aynı şekli dokurlar iplerle. Sonra onu da terk eder, kendilerini ve evleri daha da uzaklara taşırlar. İşte bu yüzden Ersilia topraklarından geçerken dayanıksız duvarları yıkılmış, rüzgarın savurduğu ölü kemiklerinden yoksun, terk edilmiş kent kalıntıları görürsün: bir biçim arayan karmakarışık ilişkilerin örümcek ağları (Calvino 2010: 120).
Bir arkeolog olarak uzun zamandır, kent formu ile kentin içinde bulunduğu derin ekoloji arasındaki uzun vadeli ilişki ile ilgileniyorum. Bu derin tarih içerisinde kentler ve yerleşimler peyzaj içinde dinamik bir ritim ile dönüşürler, yer değiştirirler, toprağa karışırlar, yeni bir mekanda tekrar ortaya çıkıverirler. Mesela Mezopotamya'da Tunç çağının, Fırat ve Dicle boylarındaki, suya bağımlı zengin şehirleri, uzun vadede bu nehirlerin yataklarının konum değiştirmesi ile onlar da yer değiştirir. Yani, Ersilia kenti özelinde Calvino'nun anlattığı hikaye aslında bütün kentlerin hikayesidir, bütün kentlere dair bir kuram olarak okunabilir. Kent kuramını indirgemeden dilde görselleştirebilmek, bir gezginin kendi rotasını çizdiği harita gibi görünür, ulaşılabilir ve anlaşılır kılmak ancak böyle bir yazınsal yetkinlikle mümkün olabilir.
■ Ömür Harmanşah, Doç.Dr., University of Illinois Chicago (UIC), Mimarlık, Tasarım ve Güzel Sanatlar Fakültesi, Güzel Sanatlar ve Sanat Tarihi Okulu Direktörü.
Kaynaklar:
Benjamin, Walter, Pasajlar, çev.: Ahmet Cemal, Kazım Taşkent Klasik Yapıtlar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1993.
Calvino, Italo, Görünmez Kentler, çev.: Işıl Saatçioğlu, 7. baskı, Yapı Kredi Yayınları, Istanbul, 2010. Harmanşah, Ömür, “Cities, the Underworld and the Infrastructure: The Ecology of Water in the Hittite World”, New Materialisms, Ancient Urbanisms, ed.: Susan M. Alt, Timothy R. Pauketat, Routledge/Taylor & Francis Group, Londra ve New York, 2019, s. 218-244. Heynen, Hilde, Architecture and Modernity: A Critique, The MIT Press, Cambridge, MA ve Londra, 1999. Modena, Leticia, Italo Calvino’s Architecture of Lightness: The Utopian Imagination in An Age of Urban Crisis, Routledge, Londra ve New York, 2014.