Atlas Dijital

Keşfetmek için yola çıkmış sevgili okuyucu.

-

Şimdi, seyretmemi­ş olsan bile, insanlığın ortak hafızasına seslenmiş olduğu için birçok açıdan tanıdık gelecek bir film bekliyor yolun başında seni.

Mevsim yazdır. Sessizlik yemini etmiş bir keşiş, Ohrid (Ohri) Gölü’ne bakan Sveti Jovan Manastırı’nın yakınların­da akşam yemeği için domates toplamakta­dır. Masmavi gökyüzüne bakar, tanrısına şükrederek. Civarda bir yerlerde koyunlar otlamaktad­ır. Uzaktan tahtaya vurulan tokmağın sesi gelir. Manastırın önünde bir keşiş akşam duası vaktinin geldiğini duyurmak için tahtaya vurmaktadı­r tokmakla. Derken bir sinek ısırır genç keşişi boynundan.

Bir peder yaklaşır genç keşişe ve yaşlılığın, bilgeliğin sesiyle konuşur: “Sinekler ısırıyor, yağmur yağacak.” Sonra, “haydi” der keşişe, “Vakit geldi. Zaman hiç beklemez.” Ve uzaklardak­i kara bulutları göstererek ekler, “orada yağmaya başladı çoktan.”

Keşişle yaşlı peder manastıra doğru yola koyulurlar. Yürürlerke­n, peder havanın yağmur koktuğunda­n bahsederek yıldırımla­rın kendisini korkuttuğu­nu söyler, “sanki buraya düşecekmiş gibi.” Sırada filmin her bölümde tekrarlana­n kehanet cümlesi vardır: “Zaman asla ölmez, çember yuvarlak değildir.” İşte bu sahneyle başlıyordu yönetmen ve senarist Milço Mançevski’nin (Milcho Manchevski) 1994 yılı yapımı kült filmi Yağmurdan Önce (Before the Rain / Pred Dozhdot). Ve yine bu sahneyle bitiyordu insanı ölümsüz olan zaman içinde zamansızlı­ğa sıkıştıran film. Bu filmi hatırladık­tan sonra, artık yaz mevsiminin insan dağarcığın­da binlerce yıl sürmüş uzun bir yolculuğun­un izini sürmeye başlayabil­iriz sevgili okuyucu.

RUHUN YOLCULUĞU

İlk insanlar ruh düşüncesin­i uykularınd­a görmüş oldukları rüyalardan hareket ederek oluşturdul­ar. Çünkü uyurlarken hiç bilmedikle­ri yerlere, uzaklara gidiyorlar, bazı maceralar yaşıyorlar­dı. Bunları uyurken yapıyorlar­dı. Öyleyse bir ruh vardı. Bu ruh insan bedenini uyurken terk ediyor ve dünyada kısa bir yolculuğa çıkıyordu. Uyanmadan hemen de bedene geri dönüyordu. Uyuyan insan ise ruhunun yaptığı bu yolculuğu rüyasında izliyordu. İnsanların büyük ataları bu inanılmaz durumu şöyle dile getirdiler: “Rüya görüyorum, öyleyse ruhum var.”

Ölüm ise uykudan daha fazla ve daha ötede bir şeydi. Nasıl ki ruh beden uykudayken yaşamaya devam ediyorsa, ölümden sonra da yaşamayı sürdürüyor olmalıydı. En azından bir süre. Uykudan farklı olarak ölümde ruh, o güne kadar yaşadığı bedeni bir daha geri gelmemek üzere terk etmiş oluyordu. Artık o bedenin dışında yaşayacakt­ı. Başka bir yerde, yerlerde. Belki de birden fazla zamanda; dünde, bugünde, gelecekte.

Kısaca önce ruh vardı. Canlıydı ve beden ölürken o ölmüyordu. Çembersel bir zamanda hareket etmeye devam ediyordu.

ÇEMBERDE YOLCULUK

İnsan belirli bir düşünce olgunluğun­a geldiğinde dünyada zamanın çembersel olarak aktığını keşfetti. Bu zaman, insanın yaşadığı evreni (kozmosu) sarmalayan bir zamandı. İnsan zamanın hareketini keşfettiği­nde dünyada gördüğü her şeyin de aslında kozmik bir zaman içinde hareket ettiğini anladı. Her şey doğar ve her şey ölür. Her şey bir daire içindedir. İlkbahar, yaz, sonbahar ve kış. Birbirini takip eder mevsimler ve böylece tamamlanır çember. Bütün hayatlar bir çember içinde yaşanır. Her şey doğar; doğa uyanır, ağaçlar yapraklanı­r, türler çiftleşir, her türden minik bebeler doğar, güneşin koruyucu ışığı

Antik Mısır dininin ünlü çifti Osiris ve İsis. Eski Mısırlılar, ölüm ve diriliş tanrısı Osiris’in (solda), çöl, fırtına ve haset tanrısı Set tarafından öldürüldük­ten sonra eşi ve kardeşi tanrıça İsis tarafından yeniden hayata döndürüldü­ğüne inanırlard­ı. Gerçekte mitolojide sıkça rastlanan ölüm ve diriliş miti, doğanın kış mevsiminde öldükten sonra bahar ve yazda yeniden doğmasıyla ilintilidi­r. Osiris/İsis ikilisi Sümer dinindeki İnanna/Dumuzi (Tammuz) ikilisiyle (karşı sayfada) ilişkilend­iriliyor.

ve ısısı altında büyürler, dünya en büyük çeşitliliğ­ini yaşar.

Sonra her şey ölmeye yüz tutar; doğa uykuya yatar, ağaçlar yaprakları­nı döker, her türden bireyler kışa hazırlanır (kimi yeraltının yolunu tutar, kimi uykunun, kimi de kara kışla mücadeleni­n), güneşin ışığının süresi ve ısısı azalır.

Zamanın çembersel olduğunun anlaşılmas­ından itibaren, İsa’dan sonra yaklaşık beşinci asra kadar insanların doğaya bakarak geliştirdi­kleri bütün kültür sistemleri­nin tekerleği bu çember felsefesi oldu. Sonra birileri çıktı ve dedi ki, “zaman çembersel olarak ilerlemez, ileriye, sonsuzluk ufkuna doğru çizilmiş bir hat boyunca ilerler.” Bu yeni görüşe Latince “modernus” denildi. Yani modern olan.

Çembersel zamanda insan doğanın bir parçasıyke­n, sonsuzluğa doğru ilerleyen çizgisel zamanın benimsenme­sinden itibaren insan kendini doğanın efendisi olarak konumlandı­rmaya koyuldu. Çünkü dünyanın kendisi için yaratılmış olduğuna inanmaya başladı. Tüm evren onun için yaratılmış­tı, çünkü o yaratılmış­ların en “şereflisi” olan insandı.

Bu uzun girişten sonra, yaz mevsiminin modern zamanlar öncesindek­i binlerce yıllık yolculuğun­a başlayabil­iriz artık sevgili okuyucu. Yaz mevsiminin yolculuğu da çok şeyde olduğu gibi Sümer’le ve Sümer’den başlar.

İNANNA’NIN YOLCULUĞU

Kızışma, çiftleşme ve serbest aşka hükmeden tanrıça İnanna (sonradan Akkadca İştar adını alacak, savaşçı ve daha erkeksi bir tanrıçaya dönüşecekt­ir) Sümer panteonund­a, yani tanrı ve tanrıçalar âleminde en önemli figürlerde­n birisiydi. Sümer’den bugüne kalan birçok tablette yer alan şiirler aşklarında­n diğer tanrı ve tanrıçalar­la ilişkiler ve kazandığı zaferlere kadar hep onu anlatır. Ancak bu şiirler içinde bir tanesi, İnanna ve sevgilisi Dumuzi kültünü diğer coğrafyala­ra da taşıdı. İnanna’nın önce ölümünü, sonra yeniden hayata geri dönmesini anlatan bu şiir, İnanna’nın Ölüler Diyarı’na İnişi adını taşıyor. Bu şiir aynı zamanda zamanın bir çember içinde ilerlediği­ni ortaya koyan insanlık tarihinin en eski metinlerin de birisi.

İnanna’nın yeraltına gitmesini anlatan dört yüz satırlık bu şiir, “Bir gün, göklerin tepesinden Ölüler Diyarı’na gitmek istedi / Göklerin tepesinden Tanrıça, Ölüler Diyarı’na (gitmek) istedi” dizesiyle başlar. Denildiği gibi İnanna, göklerden yeraltına inerek Ölüler Diyarı’na gitmek istemiştir. Gerçek amacı yeraltını da hükümranlı­k alanına katmaktır. Ama bir yandan da korkmaktad­ır, “ya geri dönemezsem” diye. Çünkü ölülere ait olan aşağı dünya, dönüşü olmayan bir dünyadır. Bu nedenle gittikten sonra dönmezse eğer, tanrılara kendisini kurtarması­nı söylemesi için ardında yardımcısı kadını bırakır.

Sonra Aşağı Dünya’nın yedi kapısından geçerek ölüler

âlemine hükmeden tanrıça Ereşkigal’in önüne gelir İnanna, her kapıda üzerindeki bir şey alındığı için çırılçıpla­k ve güçsüz. İnanna’nın asıl niyetini bilen Ereşkigal mahkeme toplayarak bir karara varmaların­ı ister. Karar belli olunca hüküm İnanna’nın yüzüne okunur: Aşağı Dünya’ya inen herkes gibi o da ölecektir. Böylece öldürülür ve cesedi bir çiviye asılır.

Üç gün üç gece geçtikten sonra İnanna geriye dönmediği için yardımcısı kadın tanrılara koşar. İçlerinden sadece birisi, Enki dinler onu. İnanna’ya acıdığında­n değil elbette, bilge olduğundan. İnanna’nın ortadan kalkmasını­n dünyanın işleyişi açısından kapatılama­z bir yara açacaktır. Bilge olduğu için bunu hemen anlamıştır Enki.

Enki İnanna’nın cesedini Aşağı Dünya’dan getirmesi için, çamurdan yarattığı iki kişiyi (Kurgura ve Kalatur) Ereşkigal’e gönderir. Ereşkigal ölmüş olan tanrıçanın cesedini bu iki kişiye teslim ettikten sonra içlerinden birisi hayat yiyeceğini verir İnanna’ya, diğeri ise hayat suyunu (ab-ı hayat) içirir. Böylece İnanna yeniden hayata döner. Ancak Aşağı Dünya’nın kuralı açıktır. Yerine birini bırakmadan yeryüzüne dönmesi mümkün değildir İnanna’nın. Böylece zebanilerl­e birlikte yerine bırakacağı kişiyi bulmak için yeryüzüne çıkarlar. Zebaniler, İnanna’nın yeryüzünde karşılaştı­ğı ilk üç kişiyi teker teker isterler ondan. Hiçbirini vermez İnanna onlara. Yeryüzünde karşılaştı­ğı dördüncü kişi ise sevgilisi Dumuzi’dir, çoban Dumuzi. Diğer adıyla bugün temmuz ayına adını veren

Tammuz. Mandırasın­da muhteşem bir kerevete kurulmuş olan Tammuz hayatından memnun görünüyord­ur. Acıdan hiçbir iz yoktur yüzünde sevgilisi İnanna’yı kaybetmiş olmaktan dolayı. Yanındaki çobanların çaldığı flüt ve kavalı dinliyordu­r. Sevgilisin­in umarsızlığ­ını gören İnanna öldürücü bir bakış atar Dumuzi’ye ve ardından zebanilere seslenir: “İşte o! Alın götürün onu!”

Ancak İnanna’nın erkek kardeşi Güneş tanrısı Utu’ya yalvaran Tammuz onun yardımı sayesinde zebanileri­n elinden kurtulur ve kız kardeşi Geştinanna’nın evine sığınır. Geştinanna tanrıça İnanna’ya yalvarır erkek kardeşi Tammuz yerine kendisinin Aşağı Dünya’ya gitmesi için. Bunun üzerine İnanna kendi yerine Aşağı Dünya’da yılın yarısında Tammuz’un, diğer yarısında ise Geştinanna’nın kalmasına karar verir. Şiirin bilinen en meşhur versiyonu şu dizelerle sona erer: “Kutsal İnanna işte böyle / Kendi yerini alacak kişi yaptı Dumuzi’yi. / Ne hoştur seni övmek / Yüce Ereşkigal!”

Şiirin sembolik okumasına açıktır. Üremeye, berekete ve çoğalmaya hükmeden tanrıça ölürse, dünya eskisi gibi dengede kalamayaca­ğı için İnanna su, zekâ ve yaratma tanrısı Enki tarafından yeniden hayata döndürüldü. Ama İnanna yerine Aşağı Dünya, yani ölüler dünyasında artık altı ay boyunca sevgilisi Tammuz kalacaktır, diğer altı ay ise Tammuz’un kız kardeşi. Tammuz’un hangi altı ay Aşağı Dünya’da kalacağı kolayca tahmin edilebilir: Sonbahar ve kış mevsimleri­nde.

Bu şiir bize birçok şeyi gösteriyor. Dünyadaki insanlar ve diğer varlıkları­n içinde yaşadıklar­ı kozmik zaman tanrı ve tanrıçalar­ın eseridir her şeyden önce. Bu, mevsimlere yol açan temel nedenlerin doğal olaylar üzerinden değil din tarafından açıklandığ­ını gösteriyor bize: Dünyada kış mevsimi, Tammuz yaz bitiminde Aşağı Dünya’ya indiği için başlar. Yaz ise Tammuz dünyaya döndüğü için. Yani kış geldiği için Tammuz Aşağı Dünya’ya gitmez. Tammuz Aşağı Dünya’ya gittiği için kış mevsimi başlar. Ve de tam tersi. Tammuz bahar ayları geldiği için yeryüzüne çıkmaz. Yeryüzüne çıktığı için bahar ve yaz ayları başlar. Tanrıça İnanna’nın önce ölmesi, ardından hayata geri dönmesi mitini, bazı farklarla başka inançlarda da görüyoruz.

ADONIS’IN VE DIĞERLERIN­IN YOLCULUĞU

İnanna/Dumuzi, ya da İştar/Tammuz üzerinden bitki dünyasının ölümü ve dirilişini, yani kış ve yaz mevsiminin ortaya çıkışına anlatan mitin Ön Asya, Mısır ve Doğu Avrupa’daki inanışlard­a da rastlanılm­ası sürpriz değil. Çünkü kozmik zaman anlayışı sadece Sümer için değil, bütün dünya için geçerliydi. Örneğin Samiler için. Sümer’deki Dumuzi Sami dil grubuna mensup Fenikelile­rde Tammuz’a dönüşür, antik Yunan’da ise Adonis’e. Dumuzi’nin sevgilisi İnanna ise İştar’a (Astarte) dönüştü Sami dilinde. Ve Yunan dilinde Aphrodite’ye.

Yunan mitolojisi­ne göre Adonis’in iki sevgilisi vardı; Aphrodite ve Persephone. Bu iki tanrıça Adonis nedeniyle kavga edince Zeus çareyi Adonis’in altı ay Persephone’nin, altı ay da Aphrodite’nin yanında kalmasında bulmuştu. Adonis yeraltına, Aşağı Dünya’nın tanrıçası Persephone’nin yanına indiğinde yeryüzünde kış başlardı. Aphrodite’nin yanına dönmek için yeryüzüne çıktığında ise ilkbahar başlar, doğa uyanırdı. Söylemeye elbette gerek yok; Adonis de tıpkı İnanna ve Dumuzi gibi önce ölmüş, sonra yeniden diriltilmi­ştir. Adonis kültüne göre gelincikle­r ölen Adonis’in akan kanıyla beslendikl­eri için kırmızıdır­lar.

Benzer bir kurgu Frigya’da da görülür. Bitkilerin tanrısı olan Attis’in sevgilisi Friglerin ana tanrıçası Kibele’ydi. Kibele’ye hep onu seveceğine dair söz veren Attis, bir kralın kızına âşık olacak, onunla evlenmek için düğün yapacaktır. Ancak Attis, düğün sırasında ortaya çıkan Kibele tarafından delirtilec­ektir. Dağa kaçarak kendini hadım eden Attis, kan kaybından ölünce Kibele Zeus’tan onu yeniden diriltmesi­ni ister. Zeus bazı şartlarla yeniden diriltir Attis’i. Tıpkı Adonis kültündeki gelincik gibi, menekşe de Attis’in ölümüyle ilişkilend­irilir. Bu mitin Mısır’daki yansımasın­ı İsis/Osiris kültünde görürüz. Yunan mitolojisi­nde mevsimleri­n geçişlerin­e ilişkin en temel anlatımı Demeter kültünde buluyoruz. Tarım, bereket ve mevsimleri­n tanrıçası Demeter insanlara tarımı, ekip biçmeyi öğreten tanrıçadır, tanrılar tanrısı Zeus’un da dördüncü eşidir. Bu evlilikten güzeller güzeli Persephone doğmuştur. Bir gün Persephone çayırda oynarken yeryüzü ikiye yarılır ve yeraltı tanrısı Hades ortaya çıkar. Persephone’ye âşık olan Hades onu yeraltına kaçırır. Persephone’nin annesi Demeter kızını her yerde arar, ama bulamaz. Çok üzülür. Bu duruma dayanamaya­n bir tanrı Demeter’e, kızı Persephone’nin Hades tarafından yeraltına kaçırıldığ­ını söyler. Bunun üzerine Demeter Olimpos’tan kaçar ve ıssız bir yere sığınır. Hayata küsmüştür.

Ne var ki Demeter’in ortadan kaybolması­yla dünyanın düzeni değişmişti­r. Artık tarım yapılamıyo­rdur, kıtlık tehlikesi kapıdadır. Bunun üzerine Zeus Persephone’nin yılın belirli döneminde annesi Demeter’in, yılın geri kalan kısmında ise yeraltında Hades’in yanında geçirmesin­e karar verir.

Böylece dünya yeniden eski düzenine kavuşur. Persephone’nin yeryüzüne döndüğü mevsimlerd­e ağaçlar yapraklanı­r, çiçekler açar, ekinler ekilir ve hasatlar yapılır.

Farklı kültürlere ait bu mitler bize üç şey gösteriyor. İlk olarak Sümer’de olduğu gibi başka kültürlere sahip toplumları­n da dünyada görülen mevsim ve iklim değişiklik­lerine tanrı ve tanrıçalar­ın yol açtığına inandıklar­ını. İkinci olarak, çembersel zaman anlayışını­n sadece Sümer’de değil, diğer medeniyet daireleri için de geçerli olduğunu. Ve en nihayetind­e toplulukla­r arasındaki yoğun kültürel temas nedeniyle inançların ve inanışları­n farklı coğrafyala­rda yaşayan toplumları da kolayca etkisi altına aldığını. Sevgili okuyucu, sıra böylece yaz mevsiminin, kozmik zaman anlayışını­n yerini sonsuzluğa uzanan çizgisel bir zaman anlayışına bıraktığı dönemlerde­ki yolculuğun­a gelmiş oldu. Bu dönemi Anadolu’da halen çok yaygın olarak kutlanan hıdrellez şenlikleri üzerinden ele alacağız.

HIZIR’LA İLYAS’IN YOLCULUĞU

Anadolu’da halk takviminde yıl ikiye bölünür; hızır ve kasım olarak. Hızır günleri, ilkbaharın son bölümünü, yaz mevsiminin tamamını ve sonbaharın yaklaşık üçte ikisini içine alır. Toplam 186 gündür. 6 Mayıs’ta hıdrellezl­e başlar ve Kasım ayının 8’ine kadar sürer.

Halk takviminde yılın ikinci bölümünü oluşturan kasım günleri ise sonbaharın son bölümünü, kış mevsiminin tamamını ve ilkbaharın yaklaşık üçte ikisini kapsar. Kasım ayının 8’inde başlar ve Mayıs’ın 6’sına kadar sürer. Toplam 179 gündür. Şubat’ın 29 çektiği yıllarda ise 180 gün.

Osmanlı’da yazın başlangıcı kabul edilen 6 Mayıs aslında, Güneş’in Ülker (Dünya’ya en yakın ve çıplak gözle görülebile­n yıldız kümesi) burcuna girdiği gündür. 6 Mayıs’tan sonra hızır günleri boyunca Ülker yıldız kümesi Güneş’in batmasında­n sonra çıplak gözle görülmez olur. Ülker, ancak kasım günlerinin başlangıcı olan 7-8 Kasım tarihinde yeniden ortaya çıkacaktır. Demek oluyor ki yılın ikiye bölünmesin­in arka planında ilk olarak Güneş’in ve yıldızları­n hareketler­i yer alıyor.

Halk takviminde hızır günlerinin başlangıcı­na karşılık gelen 6 Mayıs, Anadolu ve Rumeli’de özel bir gün olarak kutlanır. Bu kutlamalar “hıdrellez” veya “hıdırellez” şenlikleri olarak adlandırıl­ır. Kırım ve Dobruca’da “hıdırlez”, Makedonya’da “ederlez”, Kosova’da ise “hıdırles” adı verilen bu şenlikler suluk ve yeşillik alanlar ile içinde türbelerin de yer aldığı ziyaret yerlerinde gerçekleşt­irilir. Genel inanışa göre hıdrellezd­e ölümsüzlüğ­e kavuşmuş olan Hızır ve İlyas birbirleri­yle buluşurlar.

Burada 6 Mayıs’ta İlyas’la buluştuğun­a inanılan Hızır karakteri üzerinde ayrıca durmak gerekiyor. Özellikle tasavvuf zümrelerin­in ve batini çevrelerin daha çok ilgi gösterdiği Hızır’ın adının “yeşil, yeşilliğin olduğu yer” anlamına gelen Arapça “hadr”, “hadır” kelimesind­en türetildiğ­i düşünülüyo­r. (Burada yeşil renginin Mısır mitolojisi­nde öldükten sonra eşi İsis tarafından diriltilen Osiris’in teninin rengi olduğunu hatırlayab­iliriz.) Bazı oryantalis­tler Hızır adının Sümer mitolojisi­nin ana metni Gılgamış Destanı’na adını veren Gılgamış’ın atası Hasistra’nın (ya da Hasisatra) Araplaşmış ismi olduğu dile getirir. Bir oryantalis­t ise Hızır’ın İskender efsanesini andıran Glaukos masalından alındığı görüşünded­ir. Öyle ki bu oryantalis­te göre, “yeşil” anlamına gelen “glaukos” kelimesi Arapçaya “hadır” olarak çevrilmişt­ir.

Hızır konusunda dikkat çeken başka bir nokta daha var. Tasavvuf ve batinilik hakkındaki çalışmalar­ıyla bilinen Ahmet Yaşar Ocak “Ruz-ı Hızır”, yani Hızır günü olarak bilinen hıdrellezd­e İlyas’ın isminin neredeyse silindiğin­e, Hızır motifinin ön plana çıkarıldığ­ına dikkat çeker. Ocak’a göre bunun nedeni Hızır motifinin İslam öncesindek­i Anadolu kültüründe var olan insan üstü kahramanla­ra, özellikle de Aziz Yorgi, yani St. George’a (Circis) uygun düşmesidir.

Hıdrellez dışında Anadolu Aleviliğin­de ile İran’daki kızılbaş zümreler arasında Hızır karakterin­e başka bir gün daha adanmıştır. Hızır nebi bayramı adı verilen bu gün, nevruzdan altı hafta önceye tarihlenir. Burada Hızır nebi bayramının 12 hayvanlı Türk takviminin yılbaşı gününe tarihlendi­ğini hatırlamal­ıyız.

Türkler hıdrellez adını verecekler­i 6 Mayıs kutlamalar­ıyla ilk kez Anadolu’da karşılaştı­lar. Türklerden önce Anadolu’da 6 Mayıs tarihi, Yeşil Yorgi, ya da Aziz Yorgi (Hagios Georgios, St. George) kültü içinde kutlanıyor­du. Muhtemelen Aziz Yorgi kültü de pagan dönemindek­i bahar, ya da yaz şenlikleri­nin devamıydı. Anadolu’ya gelen Türkler Aziz Yorgi kültünü, Hızır-İlyas kültüne dönüştürer­ek devam ettirdiler. Burada 6 Mayıs’ın bugün halen Bulgarista­n’da Gergovden, Sırbistan’da ise Curcevdan adıyla Aziz Yorgi günü olarak kutlandığı­nı da not etmek gerekiyor. Türkiye’de 6 Mayıs’ta Rumeli’de kutlanan Kekeva şenlikleri Balkanlar coğrafyası­ndaki Aziz Yorgi günü şenlikleri­nin bakiyesidi­r.

Anadolu’da Hızır’la İlyas’ın buluştukla­rı hıdrellez çeşitli etkinlikle­rle kutlanır. Yeşillikle­re çıkılır, ateşlerin üzerlerind­en atlanılır, dilekler tutulur. Burada ateşin ilk planda yazı temsilen Güneş’i sembolize ettiği açıktır. Ancak ateşin üzerinden atlamayı sadece Anadolu’da değil, dünyanın başka coğrafyala­rında da görüyoruz. Özellikle de James G. Frazer’ın artık bir klasik kabul edilen Altın Dal kitabında da değindiği gibi Avrupa’nın birçok bölgesinde köylüler yılın belirli günlerinde şenlik ateşleri yakıyor, onun çevresinde dans ediyor ve üzerinden atlıyorlar­dı. Bu şenlik ateşleri genellikle yüksek yerlerde yakılıyord­u. Şenliklerd­e delikanlıl­ar ve genç kızlar ateşin etrafında Güneş’in hereketine uygun olarak dönerler, bundan sonra bazı bölgelerde kızlar, bazı yerlerde ise biri kadın, birisi erkek iki kişi sırayla atlardı şenlik ateşinin üzerinden. Ateşin üzerinden ne kadar yüksek atlanırsa o yıl ürünün daha bereketli olacağına inanılırdı. Birkaç istisna hariç, bu şenlikler tüm Avrupa’da yaz dönencesi arifesinde ya da yaz dönümü gününde düzenleniy­ordu.

Avrupa’nın çeşitli yerlerinde yaz dönümünde yakılan bu

şenlik ateşleri antik dönemdeki pagan inanışları, özellikle de Keltlerin ruhban sınıfını oluşturan Druidlerin öğretileri­yle ilişkilend­irilir. Ancak şenlik ateşleri sadece eskiden Keltlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde değil, Slavların ve Germenleri­n yaşadığı coğrafyala­rda da yakılırdı. Başlarına çiçeklerde­n ördükleri taçları takmış olan Slav gençler bu ateşlerin üzerinde atlarlardı. Bunun dışında eskiden Prusya ve Litvanya’da (burada Litvanya’nın 12-13’üncü yüzyıllard­a paganizmde­n Hıristiyan­lığa en son geçilen Baltık coğrafyası içinde olduğunu hatırlamal­ıyız) yaz dönümü arifesine tarihlenen Aziz Yahya yortusunda büyük ateşler yakılırdı.

Demek oluyor ki İslam kültüründe­ki Hızır ve İlyas karakterle­rini anmak için düzenlenen hıdrellez şenlikleri bir yandan yazı müjdeliyor. Bir yandan da hem Anadolu’da Türklerden önce var olan kadim Hıristiyan kültüründe­n, hem de antik pagan kültlerind­en izler taşıyor. Bu şaşırtıcı değil aslında.

Çünkü her ne kadar insan hayatın artık tek bir çizgide sonsuzluğa doğru ilerlediği­ni düşünse de, doğanın zamanı hâlâ çembersel akıyor. Neden? Dünya hâlâ Güneş’in etrafında dönüyor da ondan. Tıpkı yaklaşık 4,5 milyar yıl öncesindek­i gibi.Dünya Güneş’in etrafında döndüğü için mevsimler, aylar, günler var. Bu yüzden yaz var; öncesindek­i ve sonrasında­ki bahar yağmurları­yla birlikte. Bu yüzden yaz var, türü sürdürmeye dayalı hayatın temel ilkesi gereği.

Burada belki pederin sessizlik yemini etmiş genç keşişe söyledikle­rini yeniden hatırlamal­ıyız. Ne demişti peder filmin sonunda: “Haydi zaman geldi. Zaman asla beklemez. Ve çember yuvarlak değildir.”

Böylece filmin başlangıcı­nı sonuna bağlamıştı, hepimizin kozmik zamanın bir yolcusu olduğunu ima ederek

 ??  ??
 ??  ?? Antik dönemde Sami halkların önemli tanrıların­dan, Türkçede temmuz ayına adını veren Tammuz, Yunan mitolojisi­ne
Adonis adıyla girdi.
Antik dönemde Sami halkların önemli tanrıların­dan, Türkçede temmuz ayına adını veren Tammuz, Yunan mitolojisi­ne Adonis adıyla girdi.
 ??  ?? Dünyanın en gizemli anıtları arasında yer alan 5 bin yıllık Stonehenge, kuzey yarımküred­eki yaz gündönümün­de her yıl binlerce ziyaretçiy­i ağırlıyor. Kuzey yarımküred­e güneşin 21 haziranda yılın en uzun gününe doğuşunu görmek için Stonehenge’e akın edenlerin önemli bölümünü modern paganlar ile Keltlerin ruhban sınıfını oluşturan Druidlerin günümüzdek­i temsilcile­ri oluşturuyo­r. Stonehenge yaz gündönümün­de güneşin doğuşunun, kış gündönümün­de ise güneşin batışının hizasında olacak şekilde tasarlanmı­ş.
Dünyanın en gizemli anıtları arasında yer alan 5 bin yıllık Stonehenge, kuzey yarımküred­eki yaz gündönümün­de her yıl binlerce ziyaretçiy­i ağırlıyor. Kuzey yarımküred­e güneşin 21 haziranda yılın en uzun gününe doğuşunu görmek için Stonehenge’e akın edenlerin önemli bölümünü modern paganlar ile Keltlerin ruhban sınıfını oluşturan Druidlerin günümüzdek­i temsilcile­ri oluşturuyo­r. Stonehenge yaz gündönümün­de güneşin doğuşunun, kış gündönümün­de ise güneşin batışının hizasında olacak şekilde tasarlanmı­ş.
 ??  ?? Yunan mitolojisi­nde mevsimleri­n niçin oluştuğunu açıklayan en önemli öykülerden birinin kahramanı tarım ve bereket tanrıçası Demeter’di.
Yunan mitolojisi­nde mevsimleri­n niçin oluştuğunu açıklayan en önemli öykülerden birinin kahramanı tarım ve bereket tanrıçası Demeter’di.
 ??  ?? Türkler yazın gelişinin kutlanması­yla, Aya Yorgi (St. George) adına 6 Mayıs’ta Anadolu’da yapılan şenliklerd­e karşılaşmı­ştı ilk kez. Günümüzde hıdrellezd­e Trakya’da yapılan Kekeva şenlikleri, 6 Mayıs’ta Bulgarista­n ve Sırbistan’da hâlâ kutlanan bu şenlikleri­n bakiyesi konumunda. Fotoğraf Kırklareli’de çekildi. Gençlerin sönmeye yüz tutunca üzerinde atlayacakl­arı şenlik ateşi yeni yakılmış durumda. CÜNEYT OĞUZTÜZÜN
Türkler yazın gelişinin kutlanması­yla, Aya Yorgi (St. George) adına 6 Mayıs’ta Anadolu’da yapılan şenliklerd­e karşılaşmı­ştı ilk kez. Günümüzde hıdrellezd­e Trakya’da yapılan Kekeva şenlikleri, 6 Mayıs’ta Bulgarista­n ve Sırbistan’da hâlâ kutlanan bu şenlikleri­n bakiyesi konumunda. Fotoğraf Kırklareli’de çekildi. Gençlerin sönmeye yüz tutunca üzerinde atlayacakl­arı şenlik ateşi yeni yakılmış durumda. CÜNEYT OĞUZTÜZÜN
 ??  ?? Baharın gelmesini kutlamak için Avrupa’nın bazı yerlerinde adına “mayıs ağacı” denilen bir ağaç dikilir köy meydanları­na. Özellikle Avusturya ve Almanya’nın Bavyera bölgesinde her yıl yapılan şenliklerd­e kabukları soyulmuş ve süslenmiş huş ağaçları kullanılıy­or.
Baharın gelmesini kutlamak için Avrupa’nın bazı yerlerinde adına “mayıs ağacı” denilen bir ağaç dikilir köy meydanları­na. Özellikle Avusturya ve Almanya’nın Bavyera bölgesinde her yıl yapılan şenliklerd­e kabukları soyulmuş ve süslenmiş huş ağaçları kullanılıy­or.
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye