Osmanlı elyazmalarının dünyasına yolculuk
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, kendi Osmanlı elyazmaları koleksiyonundan yaptığı bir seçkiyle hazırladığı “Hafıza-i Beşer: Osmanlı Yazmalarından Hikâyeler” sergisinde ziyaretçileri metinler, objeler ve zamanlar arasında bir yolculuğa davet ediyor. Sergi 25 Temmuz 2020’ye kadar açık.
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, 19’uncu yüzyılda matbaanın yaygınlaşmasıyla birlikte zamanla etkisini kaybeden ve sonraki yüzyıl boyunca bilgi, hikâye, ya da maneviyat kaynağı olmaktan çıkıp koleksiyonerlerin ilgi alanına giren Osmanlı elyazması kültürünü, “Hafıza-i Beşer: Osmanlı Yazmalarından Hikâyeler” başlıklı sergiyle yeniden gündeme taşıyor.
Osmanlı’nın çok dilli toplumunda, erken modern dönemin sınırları geçişken coğrafyasında şekillenerek ortaya çıkan elyazması kültürü 19’uncu yüzyılda değişmeye başladı. O zamana kadar üretilen, okunan ve elden ele dolaşan yazmalar, matbaanın gelişiyle önemsizleşti. Binlerce nüshası bulunan, okurların kendi kopyalarına sahip olduğu kitaplar başka bir kültür oluşturmaya başladı. Modern tarihçiliğin elyazmalarıyla ilişkisi de yazma ve okumayla ilgili bu değişimlerden etkilendi. “En doğru” metni, “en kıymetli” cildi, “en temiz” nüshayı saptama çabası literatürü biçimlendirdi. Oysa yazmalar çok daha kolektif bir okur-yazarlık dünyasında şekillenmişti. Metinler, onları çoğaltanların ve okurların elinde değişiyor, bu değişikliklerin fiziki izleri kâğıdın üstünde takip edilebiliyor; okur ve yazarlar metin aralarında ve kenarlarında diyaloga giriyordu. Yazmak ve okumak kolektif eylemlerdi. Bir yanda kahvehane ve kıraathanelerde popüler hikâyeleri yüksek sesle okuyanlar, diğer yanda önceki okurların notlarına cevap veren başka okurlar vardı.
“Hafıza-i Beşer: Osmanlı Yazmalarından Hikâyeler” sergisi, bu kolektif okur yazarlık kültürünün ve el yazmalarının dünyasına adım atıyor. Okuma tarihini, yazmaların tarihiyle beraber düşünerek metinleri hareket halinde, ucu açık yaratılar olarak ele almayı talep ediyor. Sergi, elyazmaları üzerinden Osmanlı toplumunda çok dillilik, gündelik hayat, tıp, evren ve zamanın bilgisi, toplumsal cinsiyet ve cinselliğin izlerini sürüyor; İstanbul’un tarihsel coğrafyasının yazmalar aracılığıyla nasıl yeniden yaratılabileceğini de gösteriyor. Van Kalesi’ni beklerken yazma kopyalamaya fırsat bulan muhafız İbrahim Ağa’yı, divanı elden ele gezmiş Zübeyde Hanım’ı, kendi yazmasını düzelten Fransa Sefiri Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’yi, esere “yazan yanlış yazmış” diye müdahale eden Kilisli Rıfat’ı ve yüzlerce meşhur, ya da isimsiz yazarı ve okuru bir araya getiriyor.