İhsan Hınçer ile mektup arkadaşıyım
DTCF’DE boykotlu günler. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde, Türk halk edebiyatı dersinin programa konulması isteği boykot gerekçelerimizdendi. Boykot isteğimiz gerçekleşmese de 1980 yılına değin Türk halk edebiyatı benim yaşamıma yön verdi. İzmir Eğitim Enstitüsü’nde (1978-1979) çalıştığım günlerde, dilbilgisi ve Türk halk edebiyatı derslerimi çekici kılmak için Hikmet Dizdaroğlu’na, İhsan Hınçer’e, Ümit Kaftancıoğlu’na, Doğan Aksan’a mektuplar yazmıştım. Ümit Kaftancıoğlu İzmir’e geldi. Öğrencilerimize Köroğlu kollarını anlattı. Aramızda güzel bir dostluk oluştu. İzmir’de çıkardığımız Dönemeç dergisinde öykülerini, söyleşilerini yayımladık. Ölümü nedeniyle geri gelen mektubum, hâlâ içimde bir yara… Bugün, Türk Folklor Araştırmaları’nda (TFA) çıkan yazılarım ve İhsan Hınçer ile yazışmalarımız masamda, önümde duruyor.
İhsan Bey ile mektup arkadaşıyım! Ancak Türk halk kültürü tarihimizin bir doruğu olduğunu iyi biliyorum! Fakülte yıllarımdan beri okuduğum TFA’DA çok az yazım çıktı: “Çukurova Yöresinde Halk Bilimi Ürünleri” (S. 329, Aralık 1976), “Ağıt Geleneği - Ölü Deşetleri” (S. 338, Eylül 1977) ve “Seferberlik Üstüne ve Bir Seferberlik Ağıtı” (S. 358, Mayıs 1979).
“Ağıt Geleneği-ölü Deşetleri” başlıklı yazımı, yaşadığım tanıklık nedeniyle daha bir önemser, daha çok beğenirim. Adana Erkek Lisesi’nde dersim bitti. Öğlen, bekâr evime gidiyorum. Döşeme Mahallesi’ndeki Kızılay Dispanseri’nin bahçesinde bir kalabalık. Bağırışlar, ağlamalar arasında ağıtçı kadınları görüyorum. Sözcükler, ağlayışlara, çırpınışlara, çığlıklara karışıyor. Kulak kabartıyorum, söylediklerini anlamaya çalışıyorum. Yineleyerek söyledikleri “deyişleri”, hemen elimdeki deftere alelacele yazmaya başlıyorum. İlk kez ağıtçıları görüyor, böylesi bir törensellikle karşılaşıyorum. Ağıtçıların çığlıklara karışan deyişlerinin kimi sözcüklerini anlayamıyor, ancak ağıtın dizelerini ağlama sesleri içinde onlar yinelerken ben, kendi kendime “bu dörtlüğü de yazdım, bu dörtlüğü de yazdım” diyerek tuhaf bir sevinç yaşıyorum! Bahçe duvarının dibinde duran, gözü yaşlı, yaşıtım bir gence, “bu kadınlar ne söylüyorlar” diye soruyorum. Şaşkınlıkla yüzüme bakıp “deşetçi bunlar, deşet çığırıyorlar” deyince, kendimce kökbilgisel bir değerlendirme yapıyor, “deşet”in “dehşet”ten geldiğini yazı-yorum!… Yazım, TFA’DA çıkıyor. Seviniyorum… Birkaç sayı sonra, Mehmet Tuğrul Usta, “deşet”in, deyiş türevi olduğunu yazınca da ilk işim, Derleme Sözlüğü ile Tarama Sözlüğü’nü almak oluyor!
TFA dergisini 30 yıl yaşatan, halk kültürümüzün, edebiyatımızın benzersiz kahramanı İhsan Hınçer’in, öğrencilerimize halkbilimi üstüne konuşma yapması çağrıma verdiği incelikli yanıtı yazıma eklerken adına konulan “İhsan Hınçer Ödülü”nü neden yaşatamadık diye sormadan edemiyorum! Anısı önünde saygıyla eğiliyorum…