Pehlivan tefrikaları
Sonu gelmez “pehlivan tefrikaları” böyle başladı
1930’larda Taksim Stadı’nda yapılan yağlı güreş müsabakalarından bir sahne.
1948 Londra Olimpiyatları’nda Türk güreşçileri 6 altın madalya kazanınca kamuoyunun güreşe olan ilgisi daha da arttı. Bu ilgiyi değerlendiren gazeteci Murat Sertoğlu, eskinin önemli pehlivanlarının güreşlerini anlattığı “pehlivan tefrikaları”nı yazmaya başladı. Artık İstanbul’dan Anadolu’ya okurlar güreş tefrikalı gazeteleri merakla bekliyordu.
Yaşı bu satırların yazarı gibi sekseni geçenler gazete ve dergilerde tefrika romanın basının “olmazsa olmaz” bir öğesi olarak saltanat sürdüğü günleri gayet iyi hatırlarlar. Çocukluklarında da haftalık Sherlock Holmes, Nat Pinkerton gibi “tefrika dergileri” heyecanla okumuşlardır. En “kalını” sekiz sayfa olan gazetelerde en az yerli veya çeviri, iki veya üç tefrika romanın muhakkak bulunduğu, renkli kapaklarıyla “tefrika dergileri”nin cep harçlıklarımızı elimizden aldığı günler çok gerilerde kaldı. Okuyucu sayısını artırmak için dönemin usta tefrika yazarlarını kendilerine çekme savaşı veren gazetelerin çekişmelerini bugün hatırlayan yok. Romanları tefrika edilince gazetelerinin tirajlarını hızla artıran, ilanları bütün İstanbul’un boş duvarlarını süsleyen yazarları bir anı olarak biz ihtiyarlar hatırlıyoruz. Bugün ne her sayısında telif veya çeviri tefrika romanlar yayınlayan gazete ve dergiler var, ne de Attila İlhan’ın “Kim Arar, Kim Sorar?” başlıklı dokunaklı şiirinde söylediği gibi; “En taze rakıların en ıssız kuytularından /Sırılsıklam tefrikalar çıkaran Mahmut Yesari Bey” gibi tefrika romancıları var.
Tefrika romanları genellikle aşk, macera, polisiye ve tarihi romanlar olurdu. Bunlara 1940’lı yılların sonunda ilginç bir tür eklendi: Pehlivan tefrikaları.
1948 Londra Olimpiyatları’nda Türk güreşçileri altı altın madalya kazanıp olimpiyatlara iştirak eden
ülkeler arasında altın madalya sıralamasında yedinci sıraya yerleşince güreş sporu gündemde başat bir yer işgal etmiş ve kamuoyunun ilgisi bu spora yönelmişti. O yılları hatırlayanlar bu ilginin futbola olan ilgiyi bile solladığını, ünlü spor spikeri Eşref Şefik Atabey’in renkli anlatımıyla radyodan nakledilen güreş karşılaşmalarının bütün yurtta nasıl bir ilgiyle izlendiğini hatırlayacaklardır. 1949 yılında İstanbul’da yapılan Avrupa Serbest Güreş Şampiyonası’nda güreşçilerimizin sekiz sikletin yedisinde altın madalya almaları bu ilgiyi daha da artıracaktır. İşte bu ilgiyi değerlendiren Murat Sertoğlu eskinin önemli pehlivanlarının güreşlerini anlatan yazılarıyla tefrika edebiyatına kendine özgü bir yeri olan “pehlivan tefrikaları”nı kazandırmıştır. Aslında bu konuda ilk kalem oynatan yazar M. Sami Karayel olup 1941-1943 yılları arasında 15 ünlü pehlivanın yaşamını anlattığı seri kitapları Ahmet Halit Kitabevi’nce yayınlanmıştı. Ancak tefrika romanlarında “pehlivan tefrikası” denen kendine özgü türü geniş kitlelere tanıtıp sevdiren Murat Sertoğlu’dur. Murat Sertoğlu (1910-1989) Rumeli göçmeni bir ailenin çocuğudur. İstanbul Darülfünu’nun Fen Bölümü’nü bitirip matematik öğretmeni olmuş, ama çok kısa bir öğretmenlik görevinden sonra matbuat hayatına karışmış ve 28 yaşında dönemin önemli gazetelerinden Yeni Sabah’a yazı işleri müdürü atanmış ve o günler için büyük bir başarının da sahibi olmuştur. O da Atatürk’ün ölümünü ilk haber veren gazetenin Yeni Sabah olmasıdır. İlerinin tanınmış gazetecisi Abbas Parmaksızoğlu o günlerde gazetenin Dolmabahçe Sarayı muhabiridir ve Atatürk’ün o sabah öldüğünü herkesten önce öğrenip telefonla Sertoğlu’na haber vermiştir. Sertoğlu genç muhabirine inanarak her türlü riski göze almış ve Yeni Sabah’ın saat 11.00’de “Atatürk Öldü, Vatan Sağolsun” başlığıyla ikinci baskısını yaptırmıştır. Bütün gazeteler atlatılmıştır, öyle ki Anadolu Ajansı bile haberi ancak 13.00’de verecektir.
Sertoğlu daha sonra Hüseyin Cahit Yalçın’ın yeniden çıkaracağı Tanin’de aynı görevi üstlenecek ve bu arada tarihi tefrika romanları da yazacaktır.
Atatürk’ün öldüğünü ilk veren gazete Sertoğlu’nun yazı işleri müdürü olduğu Yeni Sabah’tı.
Murat Sertoğlu’nun 1950’li yıllarda, bir gazeteye kapılanıp sırf o gazetede yazmak yerine, bugünün deyişiyle “serbest gazeteci” olarak birden fazla gazeteye yazı verme yolunu tercih ettiğini görüyoruz. Sertoğlu artık muhabirlik, röportaj yapma, yöneticilik gibi işleri tamamen terketmiş kendini tefrika yazmaya vermiştir. İki türlü tefrika yazmaktadır; biri o tatlı anlatımıyla bir el ense çekmenin üç günde sonuçlandığı pehlivan tefrikaları, ikincisi ise “tarihi roman” ve “efe romanları” olarak tanımlayabileceğimiz yine geniş kitlelerin zevkle okuduğu popüler tefrikalardır.
Murat Sertoğlu önce güreşe meraklı Sultan Abdülaziz’in başpehlivanı ve yirmi yıldan fazla Kırkpınar’da başpehlivan olarak nam salan “gaddar” lakaplı Kel Aliço’nun yaşam öyküsünü kaleme alıp tefrika etmiş ve bu tefrikayı Koca Yusuf, Adalı Halil, Hergeleci İbrahim, Çolak Mümin, Kara Ahmet, Filiz Nurullah, Kurtdereli Mehmet gibi diğer ünlülerin öyküleri izlemiştir. Bu tefrikalar yirmi yılı aşkın çeşitli gazetelerde yayınlanacak, tiryakisi olan bir okuyucu kitlesince zevkle izlenecek ve yayınlandıkları gazetelerin tirajını artıracaklardır. Sertoğlu bu tefrikalarını “Eski Bir Pehlivan” takma adıyla yayınlamaktadır. Herkesin tanıdığı yukarıda isimlerini verdiğimiz pehlivanların öyküleri bitince bu kez daha az tanınan Sivaslı Sicimoğlu veya Yozgatlı Hasbek Köylü Mahmut gibi pehlivanların hikâyeleriyle pehlivan tefrikalarını sürdürecektir.
Sertoğlu 1950’li yıllarda pehlivan tefrikalarını, Mehmet Faruk Gürtunca’nın 1948 yılında çıkarmaya başladığı akşam gazetesi Hergün’e, tarihi ve efe romanlarını ise Ethem İzzet Benice’nin Son Telgraf ve Gece Postası’na vermektedir.
Vapurda ve tramvayda
Sertoğlu’nun o günlerini Benice’nin gazetelerinde çalışan dönemin genç gazetecisi Şemsi Sılkım şöyle anlatmaktadır:
“Murat Sertoğlu, Kadıköy’deki evinden 8.30 vapuru ile Karaköy’e gelir, 34 numaralı çift vagonlu kırmızı tramvayın öndeki koltuğuna kurulur, vapurda yarıda kalmış tefrikasını, Beyazıt Meydanı’na gelinceye kadar kurşun kalemiyle yazıp bitirirdi. Sonra Laleli Koska’ya kadar yürür, nargile tiryakilerin tutkun olduğu Yıldız Kahvehanesi’ne geldiğinde, ahbaplarının koruyup kendisine ayırdığı hasır koltuğuna oturduğunda nargileci başı, elindeki küçük maşa ile elleme mangal kömürünün
külünü savurur, yeni hazırlanmış tömbekili kadife saplı nargilesini de ayağı dibine yerleştirmiş olurdu. İlginçtir; Murat Sertoğlu, Hergün ve Gece Postası gazetelerindeki tefrikaların bir gün önce nerede bittiğini görmeden burada devamını yazmaya başlarken çevresindekilerle sohbetini ve bilhassa günün siyasi konularını tartışma halinde sürdürdüğü gibi çok sayıda hayran ve ziyaretçilerini de bu arada kabul ederdi. Tefrikalarını bitirdiğinde, saat 12.00’de yerinden kalkarken iki çay parası ile nargile ücretini ve bahşişini de öder, Çarşıkapı’ya yönelirdi. Çarşıyı geçerken tanış olduklarıyla ayak üstü kısa sohbetini de ihmal etmez, her selam verene eliyle mukabele ederek gazeteye varırdı. Yazılarını Gece Postası yazı müdürü Murat Kayahanlı’ya teslim ederken, çayını içer 10 dakika kadar süren sohbetin ardından, Hergün gazetesine yürür, Yeni Sabah yazı işleri müdürü iken işe aldığı gazetenin yazı işleri müdürü Abbas Parmaksızoğlu onu masasında saygıyla karşılar, günün siyasi konuları ve yeni tefrikanın şeklini konuşurlardı.
“Yemeğini genellikle Ali Bey’in Sirkeci’deki İstanbul Lokantası’nda yerken masası ve çevresi gazetelerin sahipleriyle yazarların adeta meşveret yerine dönüşürdü. Bu arada işadamları, tanıdık simaların da doluşması ile koyulaşan sohbet saat 15.00’e kadar sürerdi.”
Poğaçalar ve çaylar hazır
Murat Sertoğlu tefrika yazdığı gazetelerle ilişkilerini sağlam esaslara bağlamıştı. Yine Şemsi Sılkım’ın anlattığı şu olay bu durumu açıkça ortaya koyar:
“Gece Postası gazetesi sahip ve başyazarı Etem İzzet Benice, Hergün gazetesinin, tirajının 30 bine varıp, Gece Postası’nı 2 bin aşması üzerine, gazetede Murat Sertoğlu’nun da katılmasını istediği bir toplantı çağrısı yaptı.
“Murat Sertoğlu da o gün sabah Koska yerine gazeteye geldi.. Toplantı başladı. Etem İzzet Bey halinden memnun... Bizlere Bahçekapı börek fırınından, hademe Ahmet Efendi ile bir kutu dolusu karışık poğaça satın aldırmış, çaycı Recep de toplantı masasını tepsi dolusu, ince belli çay bardakları ile donatıp poğaçaları da üç tabağa koyup önümüze sürmüştü.
“Etem İzzet Bey, gazete ile ilgili konuşmaların ardından Murat Sertoğlu’na güleç bir yüzle şu teklifte bulundu:
“-Murat Bey kardeşim, Hergün gazetesine yazdığın tefrikalarla çatışıyoruz. Sana tefrika başına ödenenin iki katını ödeyelim, sadece bize yaz. İki yıllığına anlaşalım, istersen bir yıllığını da hemen ödeyelim, bu rekabet bitsin!”
Masada oturanların hepsinin, birbirlerini dürttüğünü, masanın altından ayaklarını oynattıklarını patron bile fark etti. Hepimiz Murat Sertoğlu’nun bu teklif üzerine perende atacağını sanıyorduk. Böyle bir teklifin değil Etem İzzet Benice, basın tarihinde bile ilk olduğuna inanmıştık. Murat Sertoğlu gayet sakin cevap verdi:
“-Teşekkür ederim fakat benim için mümkün değil. Hergün gazetesi, yazılarımın ücretini bir gün dahi değil geciktirmek, pazar günleri bile aybaşı olsa, bir gün önceden zarf içinde ödemektedir. Bu bakımdan ben sizlerden de aynı nezaketi gördüğüm için, bana oradan da aynı teklif yapılsa, cevabım değişmezdi...”
“Şaşırıp kaldık, ama takdir etmekten de kendimizi alamadık.”
Kültür Bakanlığı’nın jesti
Murat Sertoğlu pehlivan tefrikalarını
1980’lere kadar sürdürecektir. 1980’li yıllarda
Türkiye artık “pehlivan tefrikaları”na meraklı okuyucuların çok azaldığı, futbol topunun tek akla gelen spor olduğu, televizyon denen sihirli kutunun evlere girdiği farklı bir yer olmuştur. Gazeteler artık “pehlivan tefrikaları” değil, tefrika bile yayınlamamaktadır. Murat Sertoğlu da Babıâli’nin yaşarken unutulanlar kafilesine katılır. 1986’da Kültür Bakanlığı Sertoğlu’nun geçmiş kuşakları tiryakisi yaptığı pehlivan tefrikalarından ikisini “Rumeli Pehlivanları” adıyla yayınlar. Yüze yakın pehlivan tefrikasından ikisi, Kurtdereli Mehmet Pehlivan ile Adalı Halil Pehlivan tefrikaları bu kitapta okuyuculara sunulur. Yazarımızın son yayınlanan kitabının “pehlivan tefrikaları” olması muhakkak ki Kültür Bakanlığı’nın eskilerin deyimiyle “hatırşinas” bir tutumunu gösterir ve bu kitap, popüler romanlar içinde kendine özgü bir yeri olan, ama neredeyse hepsi gazete sayfalarında unutulmaya terkedilen bir türün kitap halindeki tek örneği olarak kalır.
Murat Sertoğlu özellikle “pehlivan tefrikası” denilen türün başlatıcısı ve en tanınmış ismidir. Bu tefrikalarda bir ünlü pehlivanın çıraklıktan başlayıp başpehlivanlığa giden serüveni konu alınıp işlenir. Murat Sertoğlu tefrikalarında heyecan öğesini en iyi şekilde kullanır; tefrikayı günlük akışında en heyecanlı yerde bırakıp okuyucusunu merak içinde ertesi günü heyecanla bekletmede çok ustadır. Sertoğlu’nun bir özelliği de güreşleri çok ayrıntılı anlatmasıdır; bir “elense”, veya “kurt kapanı” oyunu günlerce anlatılır. Bu anlatış şekli dilimize “lafı pehlivan tefrikası gibi uzatma” şeklinde bir deyiş bile kazandırmıştır. Bazı arkadaşları Sertoğlu’nun Babıâli’deki geleneksel uygulamaya göre tefrika roman ücretlerini eserin bütünü için değil, tefrika edildiği gün sayısıyla aldığından güreşi bu kadar ayrıntılı yazdığını; gazete patronlarının yazarımıza, “aman üstat Çolak Mümin kündeyi bir haftadır atamadı, lütfet de artık atsın” diye takıldıklarını naklederler.
Yazarımız kendisiyle yapılan pekçok söyleşide “pehlivan tefrikaları”nı yazarken çok araştırma yaptığını söyler; örneğin 1843 yılında doğup 1947’de 104 yaşında ölen Suyolcu Mehmet Pehlivan’ın ana kaynaklarından biri olduğunu ifade eder, eski ünlü pehlivanların yaşayan aile fertlerini bulduğunu, onlardan bilgiler topladığını sürekli vurgular. Tefrika konusu yaptığı pehlivanların yakın akrabaları da bu sözlerini doğrularlar.
Her şeye karşın Sertoğlu 1945 - 1975 arası 30 yıl süreyle “pehlivan tefrikaları”nı büyük bir kitleye keyifle okutmuş, hatta tiryakisi yapmıştır. Bu durum Türkiye’de popüler roman bahsinde az rastlanır özel bir olaydır. Özgünlük bakımından belki 1950’li yıllardaki sahte Mike Hammer yazma furyası ile mukayese edilebilir
“Aman üstat, Çolak Mümin kündeyi bir haftadır atamadı, lütfet de atsın artık...”