Belge: Saray mezatı
Sultan I. Abdülhamit zamanında Rusya ve Macaristan seferlerinin savaş masraflarını karşılamak için hazinedeki bazı kitaplar bir mezat düzenlenerek satılmıştı.
Eski yazma kitapların üzerindeki, özellikle zahriye sayfası olarak da anılan ilk yaprağın ön yüzündeki notlar, kitabın geçmişine dair ilginç ayrıntılar barındırabilir. Gerçi bu notların büyük kısmı kitap sahiplerinin kaleminden çıkan, kendi adlarını ve kitabı ne zaman aldıklarını bildiren, basit ve kısa açıklamalardır. Genellikle “temlik”, “temellük”, veya “istishab” kaydı olarak tanımlanan bu notlar, birtakım kalıp ifadeler bir yana bırakılacak olursa, kitap sahibinin adından ve kitabı edinme tarihinden ibaret olup esasen benzerlerine bugün de rastladığımız -hatta birçoğumuzun bizzat devam ettirdiği- bir alışkanlığın geçmişteki örnekleridir. Bazen bu isimlerin altında mütevazı mühürler de dikkat çeker. Kitabın sahibi, adını eserin başındaki boş sayfaya kaydedip mührünü basarak hem kitabın kendisine ait olduğunu tescillemiş, hem de adeta tarihe küçük bir not düşmüştür. Kitap kendisinden sonra başkalarına intikal
Savaş masrafları için saray hazinesinden kitap satıldı
ettikçe, okundukça, elden ele dolaştıkça onun da adı anılacak, belki onun için de bir hayır duası okunacaktır. Birçok yazmada örneği görüleceği üzere kitabı yeni edinen kişinin eski kayıtları silmesi, veya silmeye çalışması da dikkat çekicidir. Belli ki yeni sahip, şu ya da bu sebeple eskileri unutturmaya çalışmış, ya da yeni edindiği güzel kitabın üstünde başkalarının adını görmeye tahammül edememiştir. Aynı zamanda kütüphane kurucusu da olan ekâbirden kişilerin, mesela sultanların, devlet adamlarının, vakıf sahiplerinin, veya tarikat büyüklerinin kitaplarında yer alan bu tür kayıtlara zaman zaman görsel açıdan etkileyici, alımlı mühürlerin de eşlik ettiğini unutmamak gerekir. Kitapların ilk sayfalarına yazılan bu notlar sadece eserin kimlerin elinden geçtiğini belgelemekle kalmaz. Bu kayıtlardaki bazı ayrıntılar bazen hiç ummadık bir tarihi olayı, ya da herhangi bir kaynakta rastlanması mümkün olmayan bir konuyu gün ışığına çıkarabilir. Bu yazının konusu olan Süleymaniye Kütüphanesi, Esat Efendi, 2872 numarada kayıtlı Nevizade Atayi Külliyatı da da içinde bugüne kadar dikkat çekmeyen, ilk defa bu yazıyla tanıtılan böyle bir kayıt barındırması bakımından bu tip eserlerin güzel örneklerinden biridir.
Nevizade Atayi (1583-1635) 17’nci yüzyılın ilmiye kökenli meşhur ve üretken şairlerinden biridir. Hacimli bir divan kaleme almış olmakla beraber daha çok mesnevi şairi olarak tanınmaktadır. Beş mesneviden oluşan “Hamse”si klasik Türk edebiyatında türünün başarılı örnekleri arasında kabul edilir. Şair aynı zamanda döneminin en önemli biyografik kaynaklarından biri olan “Hadaikul Hakayık” isimli eserin de müellifidir. İşte yukarıda künyesi verilen ve bu yazının konusu olan kitap hem Atayi Divanı’nı, hem de Hamse’yi, yani şairin bütün manzum eserlerini ihtiva eden külliyat şeklinde düzenlenmiş bir yazmadır. Daha ilk sayfada yer alan “musannif hattından yazılmıştır, gayet sahih ve tamam nüshadır” notu ve eserin farklı yerlerinde müstensih tarafından yazılan diğer kayıtlar bu yazmanın ne kadar önemli ve değerli olduğunu açıkça göstermektedir. Bu tip kayıtlardan hareketle Atayi külliyatına ait bu nüshanın, şairin bizzat temize çektiği esas nüshadan istinsah edildiği için eserin en değerli yazması olduğu rahatlıkla söylenebilir. Yazmanın müstensihi Mesut b. İbrahim, külliyatı 1668 yılında, yani şairin ölümünden yaklaşık 30 yıl sonra üç ay içinde peyderpey kopyalamıştır.
Yukarıda sözü edilen istishab kayıtlarına, yani daha önce bu kitaba sahip olan kişilere
baktığımızda da karşımıza yine ilginç bir tablo çıkar. Kitaba sahip olan dört kişinin hepsi dönemlerinde aynı zamanda şair olarak da tanınan saraya yakın meşhur bürokratlarıdır. Sırasıyla Habeşizade Abdurrahim (ö. 1727), Neylizade Mehmet Hamit (ö. 1767), Ahmet Paşazade İbrahim Naşit (ö. 1792) ve kitabın son sahibi olup bugün Süleymaniye Kütüphanesi’nde kendi adına büyük bir koleksiyon bulunan son vakanüvislerden Sahhaflarşeyhizade Mehmed Esat (ö. 1848).
Fakat asıl şaşırtıcı olan bu yazmanın sarayla ilgisini gösteren kayıtlardır. Kitabın baş tarafında bulunan ve III. Mustafa’nın tuğrasından oluşan mühür yazımıza konu olan Atayi külliyatının 1757-1774 yıllarında hüküm süren bu padişah döneminde saraya veya sultanın vakıflarından birine dahil olmak üzere hazineye girdiğini gösterir. Kitabın adı geçen padişah zamanında vefat eden Neylizade Hamit veya mirasçıları üzerinden bir şekilde saraya geçtiğini tahmin edebiliriz. III. Mustafa’ya ait mührün sol tarafında mail hatla, kitabın üçüncü sahibi dönemin divan sahibi meşhur şairi ve hattatı İbrahim Naşit tarafından yazılan Arapça not ise yazımızın asıl konusunu oluşturmaktadır. Naşit, burada yazmayı III. Mustafa’nın halefi I. Abdülhamit zamanında (1774-1789) düzenlenen mezad-ı sultaniden satın aldığını, bu mezatta birçok kitabın da satıldığını ve daha da önemlisi, böyle bir mezadın düzenlenmesine Rus ve Engürüs (Macar) seferlerinin masrafları dolayısıyla baş gösteren ekonomik krizin yol açtığını söyler. Dolayısıyla III. Mustafa zamanında saraya dahil olan yazma, I. Abdülhamit zamanında bir mezatla satılmış, hazineden çıkmıştır. Söz konusu Arapça kaydın, dua cümleleri hariç, tam tercümesi şöyledir: “Bu kitabı Abdülhamit zamanında menhus [uğursuz] Engürüs ve Rus keferesi üzerine yapılan seferin masrafları dolayısıyla meydana gelen muzayaka [darboğaz / ekonomik kriz] sebebiyle sultanın hazinesinden çıkan birçok kitabın da satıldığı mezad-ı sultaniden satın aldım.el-fakir Naşit.”
Naşit istishab kaydında kitabı Cemaziyelevvel 1203 (yani Ocak / Şubat 1789) yılında satın aldığını açıkça yazmıştır. Dolayısıyla bu tarihlerde saraydan çıkan kitaplar için bir mezat yapılmış olması gerekir. Bu bilgiyi teyit etmek için başvuracağımız yer ise tabii ki Topkapı Sarayı arşivi olmalı. Nitekim arşivde yapılacak kısa bir araştırmayla tam da 1203 Cemaziyelevvel ayı içinde mezatta satılmak üzere Kavak Sarayı eşyasından olup Has Ahır’dan gelen ve hazineye ait olup Bağdat Odası’ndan çıkan eşyaların ve bu arada çok sayıda kitabın satıldığını gösteren hesap defterlerinin varlığını öğreniyoruz.
Bu defterlerde kitapları satın alan kişiler
-ki bunların bir kısmı saray mensubu, bir kısmı da kitapçıdır- ve ödedikleri paralar kayıtlıdır. İşin doğrusu bu listelerde Naşit Bey’in adına rastlayamıyoruz; fakat kendisinin bu yazıya konu olan kitabı doğrudan müzayedeye katılıp almasa bile mezatta bulunan bir tanışı vasıtasıyla elde ettiğini tahmin edebiliriz. İlginç olan başka bir durum ise bu defterlerde saraydan çıkan eşyanın ve kitapların ne için satıldığına dair bir açıklama bulunmamasıdır. Belki de görevliler deftere savaş masrafı için saray eşyasının satıldığını açıklayan bir kayıt düşmeyi zül olarak görüyorlardı ve hiç yazmamayı tercih ettiler. Yani Naşit satın aldığı kitabın üstüne yukarıdaki açıklamayı yazmasa, muhtemelen saray hazinesinden çıkan bu malzemenin neden mezada verildiği meçhul kalacaktı. I. Abdülhamit’in, saltanatının son yıllarında, 1787’de Rusya’ya savaş açtığı ve cepheden gelen kötü haberler üzerine, özellikle Özi Kalesi’nin düştüğü haberiyle aniden felç geçirerek 7 Nisan 1789’da vefat ettiği bilinmektedir.
Dolayısıyla I. Abdülhamit zamanında savaş masraflarını karşılamak için birçok kitabın satılmak zorunda kalındığı mezad-ı sultaninin de bu sırada, yani ekonomik durumun kötüye gittiği savaşın son aşamasında, padişahın vefatından yaklaşık iki ay önce düzenlendiği ortadadır.