Doğru bilinen yanlışlar üzerine
Doğru bilinen yanlışları sağlam argümanlarla düzelten ve okuyucuyu birçok konuda düşünmeye sevk eden Bunu Herkes Bilir adlı kitabıyla Emrah Safa Gürkan’ın bir tarihçi olarak önemli bir kamu hizmetini başarıyla yerine getirmiş olduğunu söyleyebiliriz.
Erken modern dönem Osmanlı-avrupa ilişkileri hakkında önemli çalışmalara imza atmış genç tarihçi Emrah Safa Gürkan, “popüler olanın kötü olmak zorunda olmadığı” düşüncesinden hareketle yazdığı bu ilk popüler tarih çalışmasında akademik camiaya değil, genel okuyucuya hitap ediyor.
Piyasadaki birçok popüler tarih kitabının aksine bu kitabın derin ve gizli gerçekleri ortaya çıkarmak, kahramanları yüceltmek, ya da “hainleri” deşifre etmek gibi iddiaları yok. Bununla beraber kitap, kamuoyunda doğru olduğu şüphe götürmeyen birçok bilgi ve yorumu hedef alması bakımından gayet sansasyonel bir amaç taşıyor. Gürkan kitabında Osmanlı’nın batı karşısında neden geri kaldığı, reformların neden geciktiği, neden Amerika’ya gidilmediği, matbaanın bu topraklara neden geç geldiği gibi bugüne değin sayısız kez tartışılmış, fakat kamuoyunun zihninde cevapları hâlâ birkaç basmakalıp cümleden ibaret olan soruları ele alıyor. Bunu yaparken öncelikle popüler tarih metinlerinde, sosyal medyada ve kahve sohbetlerinde sık sık dile getirilen harcıâlem görüşleri ortaya atıyor, daha sonra onları tek tek sorguluyor ve nihayet bugün birçok tarihçinin bile peşinen doğru kabul ettiği birçok efsaneyi yerle bir ediyor.
Gürkan’ın bu kitabı, önceki iki kitabının aksine orijinal (birincil) bir araştırmaya dayanmıyor. Kitabın akademik literatüre sunduğu yeni bir bulgu yok; zira yazar Osmanlı, Avrupa ve dünya tarihi literatüründe zaten mevcut olan bilgi ve görüşleri esas alıyor. Öte yandan kitap, fevkalade geniş ve güncel bir ikincil literatür kullanarak genel okuyucunun, hatta bu üç alanın tamamına hâkim olmayan profesyonel tarihçilerin dahi farkında olmadığı birçok bilgi ve yorumu bir araya getiriyor. Yazarın böylesine zor ve önemli bir işi üstlenmesi başlı başına takdiri hak ediyor. Kendisi kitabına Bunu Herkes Bilir adını vermiş; ama kitabın adı pekâlâ Bu İyiliği Başkası Yapmaz da olabilirdi. Çünkü dünya, Avrupa ve Osmanlı tarihi hakkında farklı dillerde yazılmış çok sayıda önemli çalışmayı okuyup hazmettikten sonra bunların argümanlarını genel okuyucunun anlayabileceği netlikte ve tek bir kitapta sunmak her tarihçinin teşebbüs, hatta “tenezzül” edeceği bir iş değil.
Kitapta oldukça açık ve keskin bir anlatım göze çarpıyor. Birçok yazarın siyaseten doğru görünmek, ya da bilgisizliğini örtmek gibi amaçlarla başvurduğu yuvarlak ve muğlak ifadelerle Gürkan’ın kitabında pek karşılaşmıyoruz. Yazar özellikle tarihi kasten çarpıtanlara, veya yeterince bilgi sahibi olmadan “malumatfuruşluk” edenlere karşı sözlerini sakınmıyor. Geçmişi görmek istedikleri gibi görmeyi tercih edenlerden alacağı tepkilere aldırmadan tarihin ciddi bir disiplin olduğunu ve popüler algı ve yorumların ne kadar yaygın olurlarsa olsunlar, mutlaka bu alanın akademik süzgecinden geçirilmesi gerektiğinin altını çiziyor.
Gürkan’ın eleştirilerinin odağında Osmanlı’nın “duraklaması” ve “gerilemesine” ilişkin zihinlere yerleşmiş basmakalıp ve yüzeysel açıklamalar bulunuyor. Yazara göre Osmanlı’yı merkeze alarak yapılacak hiçbir
okuma, modern dönemin siyasi, ekonomik, sosyal ve askeri dinamiklerini anlamamız için yeterli değil. Zira erken modern dönemden itibaren dünya tarihinde baş döndürücü bir süratle yaşanan değişimler ve batı ile doğu arasında giderek derinleşen ekonomik ve teknolojik uçurum esasen batıda ortaya çıkan süreçlerin birer sonucu. Osmanlı’nın ise batı dışı toplumların birçoğunun yaptığı gibi bu gelişmeleri dışarıdan izlemek, kendince tepkiler geliştirmek ve bir noktadan sonra ona ayak uydurmaya çalışmaktan başka elinden gelebilecek pek fazla şey bulunmuyordu.
Gürkan, modern dönemde Avrupa’nın gösterdiği gelişimin başlıca sebepleri arasında coğrafi konumunu ve siyasi otoritenin parçalı oluşunu sayıyor. Bilinen dünyanın bir ucunda, zenginlik kaynaklarından yoksun ve ticaret yollarından uzak yaşayan Batı Avrupalıların gerçekleştirdiği denizaşırı seferler ve coğrafi keşifler kendilerini yüzyılların sefaletinden kurtarmak, hatta hayatta kalabilmek için girişmek durumunda kaldıkları büyük çabalardan başka bir şey değildi. Avrupa’nın siyasi yapısında merkezi otoritenin Osmanlı gibi doğu devletlerine nazaran zayıf olması ise ekonomi, bilim ve kültür gibi alanlarda devletten bağımsız aktörlerin etkin olabilmelerini ve birbirleriyle eşit şartlarda rekabet edebilmelerini sağlayarak kapitalizme uygun zemini hazırlamıştı.
Yani batının ilerlemesi akılla ve planlayarak “başlatılmış” değil, uygun şartların varlığı sayesinde “başlamış” bir süreçti. Yazar, bu argümanlarını desteklemek ve renklendirmek adına akademik tarihçilerin pek makbul görmediği “ya tersi olsaydı” tarzında karşı-olgusal zihin egzersizlerine de sıklıkla başvuruyor. Kitabında sorduğu “Osmanlı Viyana’yı alsaydı ne olurdu?”, “Osmanlı Amerika’ya gitseydi ne olurdu?” gibi sorulara verdiği cevaplar ise genellikle pek bir şeyin değişmeyeceği yönünde. Çünkü Gürkan’a göre bunların hiçbiri kapitalizm ve modernitenin makro süreçlerini değiştirecek boyutta bir etki meydana getirmeyecekti.
Kitap her ne kadar genel okuyucuya yönelik olsa da popüler tarih metinlerinde karşılaşılan en yaygın mantık hatalarından biri olan basite indirgemecilikten olabildiğince uzak durmaya çalışıyor. Dünya tarihi perspektifleri, tarihsel sosyoloji ve Annales Ekolü’nün geliştirdiği yaklaşımlardan etkilenmiş görünen yazar, tarihin karmaşık süreçlerle ilerlediği ve hiçbir sonucun tek bir sebebe bağlanamayacağı varsayımını benimsiyor. Böylelikle bilinen sonuçlara görece basit nedenler aramak yerine, tedriciliği ve karmaşıklığı öne çıkaran nasıl sorusuna ağırlık veriyor.
Bunu Herkes Bilir, okumaya fazla zaman bulamayan, bir kitap okuyup Osmanlı tarihi hakkında birçok şey öğrenmek isteyenlerin başvurabileceği en doyurucu kitaplardan biri. Osmanlı’ya özel merakı olanlar ise bu kitabı mutlaka okumalı.