Phébus Fotoğrafhanesi
İstanbul Kumkapı’da doğan Boğos Tarkulyan’ın babası Haçik isminde fakir bir balıkçıydı. İstanbul’un ünlü fotoğrafçı kardeşleri Abdullah Biraderler’in yanında çalışarak fotoğrafçılık mesleğini öğrendi. Çocukluğundan itibaren resme merakı olan Boğos Tarkulyan zamanla portre fotoğrafçılığı konusunda İstanbul’un en önemli fotoğrafçılarından oldu. 1935 yılında Haber gazetesinde Murat Sertoğlu’na bu merakı sayesinde Abdullah Biraderler’in yanında çalışmaya başladığını şöyle anlattı:
“Küçükten beri resme karşı çok merakım vardı. Gözlerim bozuk olduğundan mektepte pek okuyamadım. Ve genç yaşımda mektebi terkederek fotoğrafçılığa başladım. İlk zamanlar Sultan Hamit’in resimci başısı olup, o zaman memleketin en büyük fotoğraf atölyesini işleten Abdullah Biraderler’in yanında çalışmaya başladım.”
Boğos Tarkulyan 1880’li yıllarda Pangaltı’daki Büyükdere Caddesi 30 numarada bir fotoğraf stüdyosu açtı. 1886 yılında stüdyosunu Beyoğlu’nda Cadde-i Kebir’de (İstiklal Caddesi) 310 numaraya taşıdı. Bu tarihten itibaren gazete ve dergilere verdiği ilanlarda adının Fransızca hali olan Paul Tarkoul’u kullanan fotoğrafçı, stüdyosunun ismini Phébus (Febüs) koydu. Bu nedenle ilerleyen tarihlerde “Febüs Efendi” olarak da anıldı. Yunan mitolojisinde Tanrı Apollo’nun sıfatı olan “Phoebus” “ışık saçan” anlamına gelmekteydi.
Portre fotoğrafçılığından yeterince kazanç sağlayamayacağını anlayan Boğos Tarkulyan, 1890 yılından itibaren saraydan izin alarak İstanbul ve Bursa’da manzara fotoğrafları çekmeye başladı. Çektiği fotoğraflarda “Phébus” imzasını kullandı.
II. Abdülhamit için hazırlanan ve Yıldız Albümleri olarak bilinen fotoğraf arşivinde Phébus imzasıyla İstanbul ve Bursa’nın çeşitli semtlerine ait fotoğraflar bulunmaktadır. Boğos Tarkulyan döneminin önemli olaylarının da fotoğraflarını çekerek Malumat, Resimli Kitap, Servet-i Fünun gibi dergilere servis etmiştir.
1900 yılında Cadde-i Kebir 310 numarada bulunan stüdyosu bir yangında kül olunca Boğos Tarkulyan 1901 yılı başında kısa süreliğine yine aynı caddedeki 365 numaralı dükkânı stüdyo olarak kullanmaya başladı. Birkaç yıl sonra ise stüdyosunu Cadde-i Kebir’de 359 numaraya taşıdı. Uzun yıllar kullandığı bu yeni stüdyo, Pigmalion mağazasının ikinci katında yer alıyordu. 1937 yılında Ayda Bir dergisine verdiği ilanda ise yeni adresinin Tokatlıyan Oteli karşısındaki 272 numarada olduğunu bildiriyordu. Birçok kaynakta ölüm tarihi 1941 yılı olarak gösterilse de Cumhuriyet gazetesinde yer alan ölüm ilanından 1945 yılı Kasım ayında vefat ettiğini öğreniyoruz:
İstanbul’daki fotoğrafhaneler arasında 1886-1937 yıllarında Febüs Efendi olarak bilinen Boğos Tarkulyan’ın özel bir yeri var. Portre fotoğrafçılığı konusunda önemli bir isim olan Boğos Tarkulyan’ın çektiği aktüel fotoğraflar dergilerde yayımlanmıştı.
“Ölüm
Bayan dul Elen Tarkul (Febus), Bay Edgard D’andria, Bay C. Papakonstantin ve ailesi (Atina) Bayan dul Rosa Kurdacı, Bayan dul Agavni Saryan, Bay ve Bayan Levon Kurdacı ve çocukları, Bay ve Bayan Arman, kendi zevç ve akrabaları Bay Pol Tarkul’un (Febüs) vefat ettiğini teessürle bildirirler. Cenaze merasiminin bugünkü perşembe günü, 15 Kasım 1945 saat 14’te Sakızağacı Ermeni Katolik Sent Mari Kilisesi’nde icra olunacağı ilan olunur.
İşbu ilan hususi davetiye yerine kaimdir.
Cenaze levazımatı. Angelidis”
Topkapı Sarayı’nda Babüssade olarak bilinen kapının önünde “saçak töreni” olarak da bilinen cülus töreni. 3 Temmuz 1918’deki törende Sultan Vahidettin’in sağında ayakta Veliaht Abdülmecit, tahtın arkasında ortada Mabeyn başkâtibi Ali Fuat (Türkgeldi) var. Tahtın sol yanında İkinci Mabeynci Nüzhet, törene katılanların öptükleri saçağı tutuyor. Saçağı öpen subayın arkasında Sadrazam Talat Paşa ve Şeyhülislam Musa Kâzım görülüyor. Musa Kâzım’ın solunda Ahmet Rıza, Harbiye nazırı Enver Paşa, Bahriye nazırı
Cemal Paşa, Hariciye nazırı Ahmet Nesimi ve Adliye nazırı Halil (Menteşe) görülüyor. Yazar, sinemacı, heykeltıraş Hayri Münir Egeli, Unutulmaz Hatıralar isimli kitapta Boğos Tarkulyan’ın çektiği fotoğrafa dair 15 yaşındaki anısını şöyle anlatıyor:
“Vahdettin’in cülus ettiği sene ben Vakit gazetesinde ayak muhabirliği yapıyordum. Cülus dolayısıyla
Topkapı Sarayı’nda büyük bir merasim yapılacaktı.fakat hiçbir gazeteciyi saraya almıyorlardı. O zaman gazetenin patronları olan Ahmet Emin Bey’le
Zekeriya Bey bizleri karşılarına aldılar ve saraya giderek merasimi takip edecek olana ümit edemeyeceği kadar büyük bir mükâfatın verileceğini söylediler.
Biz hepimiz bu mükâfatı alabilmek için saraya nasıl gireceğimizi düşünerek gazeteden çıktık. Sarayın önü hayli kalabalıktı. Mersimde bulunacak olan resmi şahsiyetler birbiri arkasına geliyorlardı. Bu arada elinde bir şemsiye olan cübbeli ve sakallı bir adam geldi. Adam bana şemsiyesini uzattı. Hemen onun arkasına takıldım ve peşinden
yürümeye başladım. Kapıdakiler beni onun adamı zannetmiş olacaklar ki, seslerini çıkarmadılar. Böylece içeri girdim. İçerde fotoğrafçı Febüs o eski usül makinesini, resim çekmek için hazırlıyordu. Bu sefer de onun peşine takıldım. Adamcağız çektiği resimlerin camlarını çıkarıp bana veriyordu. Ben, resimlerden birini aldım ve gazeteye getirdim. Gazeteden benim çalışmamı çok takdir ettiler ve o zamanın parasıyla 25 lira nakdi mükâfat verdiler.” SEVDIKLERINIZ ANLATIYOR: UNUTULMAZ HATIRALAR 200 ŞÖHRET, 200 RESIM, 200 HATIRA DERLEYEN: YILMAZ TUNÇKOL, RESİMLİ SES YAYINLARI, 1956