Kral Arthur’un gerçek hikâyesi
Alp Ejder Kantoğlu
Kral Arthur’un merkezinde olduğu sanat ve edebiyat halkası yüzyıllardır genişleyerek büyüdü. Arthur ve şövalyelerinin maceraları sayısız roman, şiir, resim ve filme konu oldu. Pekiyi onlarca farklı öykünün oluşturduğu Arthur efsanelerinde anlatılan olayların ne kadarı gerçek, ne kadarı kurgu? Kral Arthur gerçekten yaşadı mı?
Kral Arthur ve yoldaşlarının öykülerinin en azından özü itibarıyla bazı tarihsel gerçeklere dayandığı düşünülebilir. Lakin şu da bilinmelidir ki günümüzdeki tarih anlayışı çerçevesinde, Arthur isminde bir kralın tarihin herhangi bir döneminde yaşamış olduğuna dair şüphe götürmez kanıtlar yok. Ortaçağ Avrupası ve Britanya’da ise durum bundan farklıydı. Özellikle geç Ortaçağ boyunca Britanya kralları nezdinde Kral Arthur oldukça saygın ve önemli bir tarihsel figürdü. Bu anlayışın dayandığı temel metinler Nennius’un Britonların Tarihi ve Galler kökenli bir din adamı olan Monmouth’lu Geoffrey’nin Britanya Krallar Tarihi isimli eserleridir. Arthur’u bir kral olarak ilk defa Geoffrey’nin eserinde görürüz. İlginç olan nokta, Geoffrey’nin kendisinden önce Arthur’dan ya da onun döneminden bahseden ve kendisinin de muhtemelen faydalandığı kaynakların hiçbirinde olmayan pek çok detaya yer vermesidir. Nereden bulmuştur bu kadar çok ve detaylı bilgiyi? Kendi iddiasına göre: “Britanya dilinde yazılmış çok eski bir kitaptan…” Ne yazık ki bahsettiği bu kitap hiçbir zaman bulunamamış ve her zaman tartışma ko
nusu olmuştur. Gerçekten böyle bir kitap var mıydı, şu an için bilmemiz imkânsız. Bahsettiği kitabın var olmadığını varsayarsak karşımıza daha ilginç bir soru çıkmaktadır? Geoffrey neden böyle bir tarihsel figür yaratıp etrafında bir dizi olay kurgulamıştır? Bu sorunun cevabını aramayı şimdilik bir kenara bırakalım ve “Kral Arthur Efsanesi”nin gelişimine bir göz atalım.
Nennius ve Britonların Tarihi
Tarihi bir şahsiyet olarak Arthur’un adıyla ilk defa karşılaştığımız yazılı kaynak İ.S. 800 yıllarında yazılmış olan Historia Britonnum (Britonların Tarihi) adlı eserdir. Britanyalı tarihçi Nennius’un yazdığına inanılan bu eserde Arthur bir kral olarak değil, Sakson istilasına karşı Briton kralları tarafından seçilmiş bir savaş önderi “duxbellorum” olarak tanıtılır. Nennius’a göre Arthur Saksonlara karşı 12 savaş yapmış ve Hıristiyan Britonları, pagan Saksonlara karşı kesin bir zafere taşımıştır. Bu savaşların sonuncusu olan ve İ.S. 500 yıllarında gerçekleştiğine inanılan Badon Dağı Savaşı’nda Arthur tek başına 960 Sakson savaşçı öldürmüştür. Nennius, Arthur’un önderlik ettiği Britonları da köken olarak Troya ve Roma’ya bağlamaktadır.
Eserin bir başka bölümünde birçok mucizenin görülme ihtimali olan yerlerin listesini verir. Bunlardan ikisi Arthur’la ilgilidir. İlki Galler’in Builth bölgesindeki bir kayadır ve üstünde Arthur’un savaş köpeğinin Troit isimli kutsal kabul edilen bir yaban domuzunun peşindeyken bıraktığı pençe izini taşır. Diğeri ise Herefordshire’da bulunan ve Arthur ’un kendi elleriyle öldürdüğü oğlu Amr’a ait olan mezardır. Bu anlatımlar İ.S. 500 yıllarında yaşamış bir savaş önderinin etrafında 300 yıl içinde nasıl bir efsane yaratıldığını göstermesi bakımından önemlidir.
Nennius’un eseri pek çok uzman ve tarihçi tarafından abartılı ve gerçek dışı bulunmakla beraber Badon Dağı Savaşı ve tarihinin doğruluğu genel anlamda kabul görmüştür. Ancak yeri konusunda diğer 11 savaş üzerinde olduğu gibi tartışma devam etmektedir. Tek ortak görüş, bütün savaşların İngiltere’nin kuzey bölgesinde gerçekleşmiş olduğudur.
Latince olarak yazılmış, İ.S. 970 yıllarına tarihlenen ve yaklaşık olarak 533 yıllık bir dönemi kapsayan kroniktir. Başlangıç tarihinin İ.S. 447 olduğu düşünülmektedir. Olaylarla ilgili oldukça muğlak ifadelerin kullanıldığı eserde Arthur’un adının geçtiği iki yer vardır.
Tarihi bir şahsiyet olarak Arthur’un adının geçtiği ilk yazılı kaynak Nennius’un İ.S. 800 tarihli “Britonların Tarihi” adlı eserdir.
LXXII Annus. Bellum Badonis, in quo Arthur portavitcrucem Domininostri Jesu Christitribus diebus et tribus noctibus in humerossuos et Britones victores fuerunt.
Yıl 72 (yaklaşık İ.S. 519) Arthur’un Efendimiz Jesus Christus’un haçını üç gün üç gece omuzlarında taşıdığı Badon Savaşında Britonlar muzaffer olmuşlardı. XCII Annus. Gueith Camlann, in qua Arthur et Medraut corruere; et mortalitas in Brittania et in Hibernia fuit.
Yıl 93 (yaklaşık İ.S. 540) Arthur ve Mordred’in karşılaştığı Camlann Savaşı hem Britanya’ya hem de İrlanda’ya ölüm getirdi.
Eserde ismi geçen herkes gerçekten yaşamış tarihi şahsiyetlerdir. Kimi araştırmacılara göre bu bilginin ışığında Arthur’un da gerçek olarak kabul edilmesi gerekir. Arthur’un gerçek bir tarihi karakter olduğuna inananlar açısından Galler Kronikleri çok önemli bir kanıt olarak kabul edilmektedir.
Monmouth’lu Geoffrey ve Historia Regum Britanniae – Britanya Krallar Tarihi
Aziz Asaph bişopu olan Monmouth’lu Geoffrey, 1136 yılında Britanya Krallar Tarihi isimli eserini yazar. Büyük bir başarı kazanan eserde Arthur’un Saksonlara karşı yaptığı savaşlara bir de Romalılara karşı yaptığı savaş eklenir. Arthur sarayını Caerle
on-on-usk denilen bir yerde kurmuştur. Geoffrey’nin Arthur’a getirdiği en önemli yenilik; şövalyelik, asil aşk (courtly love) ve şövalyeler arası turnuvalar gibi kendi döneminin popüler olgu ve olaylarını öykülere katmasıdır. Öte yandan büyük bir ihtimalle günümüze ulaşmayan kimi Kelt kaynaklarından alınan ve Arthur’un hikâyesinin sonraki versiyonlarında temel konular haline gelecek belirli temaları da kullanmıştır. Bu temalardan “evlilik dışı bir ilişkiden doğması; Caliburnus isimli büyülü kılıcının Avalon isimli gerçeküstü bir adada dövülmüş olması; evlatlığı ve yeğeni Mordred’in kendisine karşı haince isyanı; son savaşından sonra büyülü Avalon Adası’na alınıp sonsuz yaşamla ödüllendirilmesi” en önemlileridir.
Geoffrey’yegöre“krallarınkralı”arthur’un babası Uther Pendragon, annesi Cornwall Dükü Gorlois’in karısı Igerna (Igraine) isimli kadındır. Arthur’un saltanatını İ.S. 505 yılında başlatır. Saksonlara karşı olanlar dışında İrlanda, Norveç, Galya ve Dacia’da da savaşlar yapmıştır. Ayrıca Romalıların istekleri karşısında da boyun eğmemiştir. Kıta Avrupası’nda Romalılara karşı mücadelesini sürdürürken tacını emanet ettiği yeğeni Mordred’in ihanetine uğrar. Mordred hem ülkenin yönetimini tamamen kendisine bağlamış hem de Arthur’un karısı Guanhumara ile zorla evlenmiştir. Arthur ülkesine döndüğünde Winchester’de İ.S. 542 yılında yeğeni ile yaptığı savaşta onu öldürür ancak kendisi de ağır yaralanır. Öleceğini anlayan Arthur, krallık tacını akrabası Constantine’e bıraktıktan hemen sonra Avalon’a alınır.
Monmouth’lu Geoffrey eserinde, Avalon ve Caliburn dışında hiçbir sihirli obje ya da yerden bahsetmez. “Kutsal Graal”, “Sir Lancelot” ve “Yuvarlak Masa” gibi günümüzde çok iyi bilinen öğeler henüz Arthuryen anlatıya girmemiştir. Eserden anladığımız kadarıyla Geoffrey aynı Nennius gibi Britonlar için kökeni antikçağa dayanan bir tarih yaratmaya çalışmış ve bunu döneminin sosyal değerlerini kullanarak yapmıştır. Günümüz tarihçileri tarafından güvenilir bir kaynak olarak görülmeyen Historia REGUM Britannia tarihe ışık tutmasa da sonraki dönemlerde pek çok şair ve yazara edebi anlamda esin kaynağı olmuştur.
Arthur destanlarının ana kaynağı olarak kabul edilen bu eser “GARBODUC” isimli, ilk İngilizce nazım dramın ve Shakespeare’in “Kral LEAR” adlı eserinin esin kaynağı olarak kabul edilmektedir. Tarihler 1155’i gösterirken büyük başarı kazanmış olan Geoffrey’nin eseri Wace
tarafından Fransızca’ya çevrilir. Briton kaynaklardan yaptığı eklemelerle eseri zenginleştiren ve Roman DE Brut adıyla yayınlayan Wace vasıtasıyla, Arthur destanı Avrupa’da tanınır ve çok sevilir. Eser hemen Layamon tarafından Anglo-saksoncaya çevrilir. Monmout’lu Geoffrey’nin eseri ve onun zenginleştirilmiş çevirileri sayesinde Avrupa’da erken dönem Britanya tarihi büyük bir saygınlık ve önem kazanır. Öyle ki Arthur’un kanından olmadıkları halde 1154-1485 arası hüküm süren Plantagenet monarşisi açısından Britanya tahtında oturmak son derece onurlu ve şerefli kabul edilmişti.
Kral Arthur Efsanesi’nin dönüşümü
Kral Arthur efsanelerinin Avrupa ve Britanya’da yaygınlık kazanmasıyla beraber kendi içinde de Arthur eksenli bir dönüşüm yaşamaya başlar. Ortaçağ romans edebiyatının özellikle 12. yüzyıl ve sonrası döneminde Kral Arthur efsanelerinin konu edildiği pek çok eserde Arthur’un öneminin gittikçe azalmaya başladığı görülür. Artık hikâyelerde Lancelot, Galahad, Gawain, Tristan-isolde ile Kutsal Graal temaları daha fazla yer almaya başlar. Özellikle Arthur’un “Yuvarlak Masa” şövalyelerinden Sir Lancelot ile Arthur’un karısı Guinevere arasında yaşanan yasak aşk en çok ilgi çeken tema haline gelir. Özellikle “Marie de France ve Chrestien de Troyes” isimli iki Fransız ozandan burada bahsetmek yararlı olacaktır.
Marie de France’ın büyük oranda Briton kaynaklarını kullanarak 1156’da yazdığı düşünülen Lais (Öyküler) adlı ünlü eseri, bugün hiçbir dizesi elimizde olmayan bu kaynakların Fransız yazarlar ve haliyle Arthur efsanelerinin biçimlenmesine olan etkilerini anlamamız bakımından önemlidir. Öykülerde Arthur adı çok az geçmekle beraber olayların onun zamanında geçtiği belirtilmektedir. Bazı hikâyelerde yuvarlak masaya atıflar vardır ve bu imgenin Briton ve Keltler arasında bilindiğini göstermektedir. Marie de France eserinde Lancelot’tan bahsetmez ancak onun önceli olarak kabul edilebilecek “Lanval” adlı bir şövalyenin hikâyesini anlatır. Arthur’un kraliçesi tarafından çok sevilen Lanval, Avalon’daki peri kızı sevgilisine olan aşkı sebebiyle kraliçenin aşkını karşılıksız bırakır. Kutsal Kâse efsanesinin hiç geçmediği Lais’de Şövalye Gawain ile Tristan ve Isolde’nin hikayelerine az da olsa yer verilir.
Bir diğer Fransız ozan Chrestien de Troyes, Avrupa şiirine Arthur destanlarının önemli bir bölümünü getiren ve ona temel karakterini kazandıran kişi olması bakımından önemlidir. 1156 yılında Marie de France gibi Briton kaynaklı hikâyeleri temel alarak eserlerini yazmaya başlar. Arthur destanlarına Lancelot ile Parsifal ve Graal’in öykülerini kazandırır. Graal’in gerçekte ne olduğunu hiç anlatmadığı öyküsü yarım kalmıştır ancak bu öykü Arthur destanlarına Kutsal Kâse imgesiyle Balıkçı Kral figürünün girmesini sağlamıştır. Ayrıca Geraint ve Enid’in aşkını anlatan EREC isimli bir öykü yazmıştır. Tüm bu öyküler bir şövalyelik destanı olarak az ya da çok Arthur’un konu edildiği en eski şiirlerdir. Troyesli Chrestien’in ismini aldığı Troyes Kontluğu Fransa’nın Champagne bölgesinde yer almaktadır ve 1019 yılında Blois Kontluğu ile birleşmiştir. Champagne Kontesi Marie, Chrestien’in hamisidir. Blois Kontluğu ile Brittany
12. yüzyıldan sonra yazılan eserlerde Kral Arthur’un önemi azalır, Lancelot, Tristan ve Isolde gibi temalar öne çıkar.
Kontluğu yönetimleri arasında o dönemde çok yakın bir ilişki vardı. Brittany Dükü II. Alain, 10. yüzyılda Blois Kontu’nun kız kardeşlerinden biriyle evlenir. 13. yüzyılın ilk çeyreğinde Brittany’li I. Jean Champagne’li Blancheile, kızı Alix ise 1254 yılında Blois Kontu Jean de Chastillon ile evlenir. Bütün bu evlilikler yoluyla 10. yüzyıldan itibaren Briton önderlerinin Blois Sarayı’ndaki meclisine katılmış olan minstreller (gezgin ozanlar) 11, 12 ve 13. yüzyıllarda çok sayıda Briton kaynaklı hikâye ve efsaneyi Fransız edebiyatına sokmuşlardır. Buna mukabil Briton efsaneleri de yoğun bir biçimde Fransız etkisine maruz kalmışlardır. Ortaçağ yazarlarının sınıflandırmasıyla Matiere de France denilen ve Charlemagne (Şarlman) ile Paladinlerin (şövalyeler) serüvenlerini konu alan akım üzerinden Arthur destanlarına “Yuvarlak Masa” ve Camelot ya da kimi versiyonlara göre Caerleon-on-usk’daki sarayında hayat bulan şövalyelik müessesesi geçmiştir.
Fransız yazarların yoğun biçimde Arthur destanlarına yaptığı eklemeler bunlarla sınırlı kalmamış, Arthur’un gençliği ve bir taşa saplı kılıcı çıkarmayı kaderindeki krallık hakkı sebebiyle başarmasının anlatıldığı hikâye de genel yapıya eklenmiştir. Roman de Brut’ün yazarı Wace, Arthur’un Avalon’a alınması ve Britonlar için gerektiğinde geri döneceğine yönelik inanışla ilgili olarak şöyle yazar: “Arthur Avalon’da sonsuz gençliği yaşıyor. Yaraları iyileşti ve Britonlar kendisine ihtiyaç duyduğunda ülkesini kurtarmak için geri gelecek.”
Arthur’un bir gün geri döneceğine ve kurtarıcı kişiliğine duyulan inanç o kadar kuvvetliydi ki zaman zaman politik amaçlar için kullanılıyordu. Örneğin 1113 yılında bir Fransız keşiş Cornwall’da bu inanışı alaya aldığı için büyük bir karışıklık çıkmış halk ayaklanmıştı. 1119’da Glastonbury’de bir mezarın Arthur’a ait olduğunun söylenmesi büyük ihtimalle onun ölmüş olduğunun ispatı olarak sunularak yükselen Galler direnişinin kırılması için düzenlenen bir kampanyanın parçasıydı. Galler orijinli Tudorlar ise Arthur’a olan ilginin canlı kalmasını sağlayarak Britanya’nın yönetimini ele geçirme mücadelelerinde onun adı ve hatırasının sağlayacağı manevi desteği elde etmeye çalışıyorlardı. VII. Henry ise en küçük oğluna Arthur adını koymuş ve onun yuvarlak masa efsanesinin çıkış yeri olan Winchester’da doğduğuna dikkat çekerek halkın sempatisini kazanmaya çalışmıştı.
Bu inancın 15. yüzyılda da devam ettiğinin en güçlü kanıtı Thomas Malory tarafından yazılmış Arthur’un Ölümü isimli eserinde geçen şu satırlardır:
…şimdilerde İngiltere’nin dört bir yanından pek çok insan diyor ki Kral Arthur ölmedi. Efendimiz İsa’nın isteğiyle başka bir yere gitti ve bir gün geri dönecek. Dönecek ve Kutsal Haç’ı ele geçirecek. Bunun böyle olmayacağını söylemeyeceğim ancak diyeceğim ki o, burada bu dünyada hayatını değiştirdi. Fakat pek çokları diyor ki onun mezar taşında şöyle yazılı: “Evvel zamanın ve geleceğin Kralı Arthur işte burada yatıyor.”
Şiirden düz yazıya
13. yüzyılın başlarına kadar hep şiir formunda yazılmış olan Arthur romansları yaklaşık 1210 yılından
Galler kökenli Tudorlar, Arthur’a ilgiyi canlı tutarak Britanya tahtı için halktan manevi destek buluyorlardı.
itibaren düzyazı olarak kaleme alınmaya başlamıştır. Bu yüzyılın en dikkat çeken örneklerinden biri “Vulgar Akım ya da Lancelot-graal Akımı” olarak bilinen ve Orta Fransızca ile yazılmış beş düzyazı öyküden oluşan seridir. Aziz Graal’ın Öyküsü, Merlin’in Öyküsü, Lancelot, Kutsal Kâse Arayışı ve Arthur’un Ölümü isimli öykülerden oluşan bu seri Arthur efsanelerindeki ilk tutarlı ve birbiriyle bağlaşık seriyi oluşturmuştur. Bu seride de Arthur’un oynadığı rol azalmış, Galahad karakteri ile Büyücü Merlin daha fazla ön plana çıkmaya başlamıştır. Mordred, Arthur ve kız kardeşi arasındaki ensest ilişkinin bir sonucu olarak gösterilmeye başlanmış ve karşımıza ilk olarak Chrestien’in Lancelot öyküsünde çıkmış olan Arthur’un sarayının bulunduğu şehir Camelot’un önemi artırılmıştır. Bu akımın hemen arkasından gelen ve çıkış tarihi 1230’lar olan ikinci akım ise “Vulgar Sonrası Akım” olarak isimlendirilmiştir. Merlin öykülerinin geniş yer tuttuğu bu akım Lancelot ve Guinevere aşkını konu alan öyküleri geri plana atmış ve ağırlığı Kutsal Kâse arayışını konu edinen öykülere vermiştir. Her iki akım içindeki öykülerde efsane
ye adını vermesine rağmen Kral Arthur sadece MERlin’in Öyküsü ve Arthur’un Ölümü isimli öykülerde ana karakter olarak yer almıştır.
Arthur destanlarını konu alan Ortaçağ metinlerinin doruk noktası ve bir romans karakteri olarak Arthur ’u konu edinip efsanenin hemen bütün versiyonlarını tek bir kitap içinde toplayan eser ise yukarıda bahsettiğimiz geç 15. yüzyılda yazılmış olan “LE Morte D’artHur – Arthur’un Ölümü” isimli eserdir. Thomas Malory tarafından kaleme alınan eserin asıl isimi “Kral Arthur ve Yuvarlak Masanın Soylu Şövalyelerinin TAM Kitabı”dır. Kendinden önceki pek çok romans örneğinden faydalanmış olan Malory, bilinen bütün hikâyeleri bir araya getirerek eksiksiz bir Arthur efsaneleri kitabı yaratmıştır. Hem bu sebeple hem de Arthur’un Ölümü’nün İngiltere’de basılmış en erken tarihli kitaplardan biri olması sebebiyle sonraki dönemlerde yapılan pek çok çalışma kendisine referans olarak Malory’nin kitabını almıştır.
Kral Arthur efsaneleri neden yazıldı?
Arthur’un savaş önderleri ya da kralları olduğu söylenen Britonlar, Britanya’da Demir Çağı’ndan Erken Ortaçağ’a kadar yaşamış Kelt ırkına mensup bir halktı. İ.S. 43 yılında Britanya’nın Romalılar tarafından fethiyle beraber Briton kültürü kaçınılmaz bir biçimde dönüşüme uğradı. 5. yüzyılda Anglo-sakson göçlerinin etkisiyle Briton dili ve kültürü kendi içinde kollara ayrılmaya başlamıştı. 11. yüzyıla gelindiğinde Britonların torunları artık Galler, Cornwal ya da Fransa’daki Brittany gibi değişik yerlerde farklı diller ve kültürlere sahip topluluklar halinde yaşıyorlardı.
Tarih Britonlara karşı pek de sevecen davranmamış yurtları yüzyıllar boyu önce Roma, ardından Sakson, sonrasında da Norman istilasına maruz kalmıştı. Galler kökenli bir Briton olan Monmouth’lu Geoffrey son derece zengin bir sözlü geleneğe sahip kültürüyle halkının tarihte hak ettiği yere sahip olmasını istiyordu şüphesiz. Eseri tam da bu işlevi yerine getirdi. Britonlara, en az Şarlman (Charlemagne) kadar ünlü ve güçlü bir figürü, Kral Arthur’u kazandırırken aynı zamanda Roma’nınkine eşit görkemde bir tarihsel geçmiş yarattı.
Bir an için Geoffrey’nin, eserini yazarken yararlandığını iddia ettiği o kayıp kitabı bulduğumuzu hayal edelim. Kitapta Kral Arthur ve dönemiyle ilgili olarak yazılanlar acaba Geoffrey ve ardılları tarafından bize sunulanlar gibi olabilir miydi? Saksonlara karşı savaşan Arthur kuşkusuz 6. yüzyılda “Yani Karanlık Çağ” denilen ve bugün bile hakkında çok az bilgi sa
Thomas Malory’nin 1400’lü yıllarda yazdığı “Arthur” kitabı, ondan sonra yazılanların en önemli ilham kaynağıydı.
hibi olduğumuz bir dönemde yaşamıştı. Onu anlatan yazarlar başta Geoffrey olmak üzere 11. yüzyıl ve sonrasında kendi dönemlerine ait ortak bir kültürel geleneği izlediler. Arthur’un öykülerinde betimledikleri kıyafetler ve silahlardan barınma ve ulaşıma kadar anlattıkları her şey 6. yüzyıla değil kendi yaşadıkları yüzyıla aitti. Arthur ve şövalyeleri kalede yaşıyor, zırh giyiyor, turnuvalarda çarpışıyor, hanedan armaları taşıyor ve yaşamlarını 6. yüzyılda olması imkânsız bir İngiltere Keighley’deki Cliffe Kalesi Koleksiyonu’nda Kral Arthur ve Sir Lancelot, 1862 (üstte). tarzda sürdürüyorlardı. Bu anlamda bir şövalyelik müessesesinin Avrupa’da 8. yüzyıldan önce var olmadığı hatta Britanya’da Norman istilasına kadar bilinmediği göz önüne alınırsa, Geoffrey’nin tarihinin ne kadar anakronik bir tarzda yazıldığı daha iyi anlaşılır.
Kral Arthur ve şövalyelerinin maceralarını konu alan metinlerin yazarları hiç kuşkusuz bu hikâyeyi kendi bakış açılarına göre yeniden yorumlamış, ekleme ve çıkarmalar yapmış ve her biri kendi benzersiz karakterlerini yaratmıştı. Örneğin Chrestien’in Lancelot’u ile Thomas Malory’nin Arthur’un Ölümü’ndeki Lancelot’u birbirinden çok farklıdır. İsteyerek ya da istemeden tüm bu yazar ve ozanlar Geoffrey’nin Kral Arthur çerçevesinde yaratmaya çalıştığı ihtişamla dolu hayali Briton tarihine katkı sağlamışlardır.
Arthur öyle bir kraldır ki ihanete de uğrasa, kılıcı, yüreğindeki adalet ve Tanrı sevgisiyle kurup yücelttiği ülkesi bir enkaza da dönüşse o her zaman bütün kralların kralı olarak hatırlanacak ve Britanya’nın ona ihtiyacı olduğu gün mutlaka geri dönecektir. “İhanetin ve karanlığın hüküm sürdüğü bir çağda, bir kral, ülkesine barış ve refah getirdi. Onu her tür tehlikeden korurken Roma’ya rakip olabilecek bir imparatorluğa dönüştürdü. Bilge danışmanı ona hem adaletli olmayı hem de gerçeğe değer vermeyi öğretti. Emrindeki korkusuz ve asil şövalyeler düşkünleri korudu, kötülüğe karşı savaştı ve en kutsal emanetin peşinde, hayal bile edilemeyecek tehlikelerle yüzleşti. Kraliçesi ve en iyi şövalyesi ona ihanet etse de oğlu karşısına dikilse de hatta elleriyle kurup büyüttüğü muhteşem krallığı bir yıkıntıya dönüşse de o hâlâ yüzyıllar boyu bütün liderlerin uygulayacağı bir düzenin kurucusudur.”
Gerçekten yaşamış olsun ya da olmasın Kral Arthur Batı dünyası için yüzyıllardan bu yana gerçek bir kralın daha doğrusu bir liderin nasıl olması gerektiğini gösteren olağanüstü bir figür olarak önemini koruyor. Yüzlerce şövalye ve kral, binlerce sanatçı, milyonlarca sıradan insan çağlar boyunca gerçek bir önderin nasıl olması gerektiğini ondan öğrendiler. Bu anlamda Arthur Batı dünyası için ideal insanın bir örneği olarak tarihteki yerini çoktan aldı l