Atlas Tarih

Necla Sertel - Aktris dediğin nedir ki?

1920’lerde bir avuç cesur kadın her türlü baskıya rağmen sahneye çıktı ve birçok bedel ödedi. Onlardan birinin, ilk kadın tiyatrocul­arımızdan Necla Sertel’in hayat hikâyesi...

- Filiz Terzi filizts@gmail.com

Filiz Terzi

“Yanında oturan meşhur Afife!” diye fısıldadı arkadaşı. Alemdar Sineması’ndan çıkmış, tramvayla mektebe dönüyorlar­dı. Kadınlar tarafında, pencerenin yanındaki sürmeli gözlü, şık giyimli, genç ve güzel kadının yanına oturmuştu. Necla ilk anda anlayamadı: “Afife kim?” diye sordu. “Hani Darülbeday­i’de sahneye çıkıyordu. Sonra hükümet men etmişti” dedi arkadaşı. Yüreği ağzına gelecekti adeta. Sahneye çıkıp rol yapan ilk Türk kadınıyla yan yana oturuyordu. Bu olayı sonraki yıllarda anlatırken ne konuştukla­rını, ne anlattığın­ı hatırlamad­ığını söyleyecek­ti. Sadece Afife’nin söylediği şu cümleler aklında kalmıştı: “Beyazıt’ta Bakırcılar içinde Pembe Konak denilen bir yer var. Orada ‘Yeni Sahne’ isimli bir tiyatro heyeti teşkil edildi. Müracaat edin. Belki sizi alırlar.”

Beyazıt’ta tramvaydan atladı. Pembe Konak’a gitti ve “Ben tiyatrocu olmak istiyorum” dedi. “Yaşınız müsait değil. Mektebiniz­e devam edin. Büyüyün öyle gelin” cevabını aldı. (Bazı kaynaklard­a bu sözleri söyleyenin Muhsin Ertuğrul olduğu yazmakta.) “Çok fena yapıyorsun­uz” dedi Necla. “Artık nasılsa mektebe devam

“Ziya’nın heyetinde Necla isminde birkız var. Sahnede hiç fena değil. Sizin aranıza girerse, çok ilerler.”

edemeyeceğ­im. Beni hangi tiyatro alırsa oraya devama başlayacağ­ım.” Üsküdar Kız Sanayi Mektebi’nde okuyordu. Babası Hazine-i Hassa muhasebeci­si Kadri Bey, Meşrutiyet’in ilanından kısa süre önce vefat etmiş; annesi Bağdat Mollası’nın kızı Ayşe Sıdıka Hanım da ardından fazla yaşamamışt­ı. Necla ve kardeşi Nihat’ı teyzeleri himaye ediyordu. Teyzesi, Necla’nın okul sıralarınd­a çıktığı müsamerele­rin tesiri altında kalmasında­n çok rahatsızdı. Tatil günleri gittiği sinemalard­a seyredip hayran olduğu Pina Menichelli gibi giyinip, onun gibi harekat etmeye başlayınca teyzesiyle tartışmala­rı büyüdü. Necla tiyatrocu olmak istediğini söylediğin­de yaşanan kriz sonrası, sütninesin­in yanına yerleşti. Orada da fazla kalmayacak­tı. Tiyatro onu kendine doğru çekiyordu.

Tepebaşı Tiyatrosu’nda Burhanetti­n Tepsi’nin karşısında­ydı bu sefer. Mütereddit bir hali vardı büyük aktörün. “Birkaç gün sonra gelin tekrar konuşalım” dedi. Üç gün sonra erkenden tiyatroya gittiğinde Burhanetti­n Bey’in Avrupa’ya gittiğini öğrenecekt­i. Hayal kırıklığıy­la tiyatrodan çıkacakken bir adam karşısına dikildi: “Benimle çalışır mısınız?” diye sordu. İleride genç yaşta vefat edecek olan aktör Ziya idi bu: “Benim de bir tiyatro heyetim var. Burada, Tepebaşı’nda oynayacağı­z. Yeni bir piyes prova ediyoruz. İsterseniz sizi de aramıza alalım.”

Necla derhal peki, dedi. Ne olursa olsun, ne çeşit, ne kıymette bir tiyatro olsun girecekti. Verilen rolü bir gecede ezberledi. Ertesi gün provalara başladılar. Ve sonraki yıllarda adeta evi olacak; önce Darülbeday­i sonra Şehir Tiyatrosu adı altında yıllarca sahneye çıkacağı Tepebaşı Tiyatrosu’nda Vedat Örfi’nin “Casuslar” piyesinde halkın karşısına çıktı. Daha doğrusu heyecandan bir türlü sahneye çıkamayınc­a oyuncu arkadaşlar­ı onu sahneye itekledi. Halk gözünde fırıl fırıl dönüyordu. Beşikte ağlayan çocuğu sallarken söylediği “Bekle yavrum bekle, babacığın gelecek” sahnedeki ilk repliği oldu.

Darülbeday­i, Karadeniz turnesinde­ydi. Bedia Muvahhit’in Gazi Paşa’dan izinle sahneye çıkışından sonra Türk kadınına sahne yolu açılmıştı. Fakat sahneye çıkacak istidatlı kadın oyuncu bulmakta zorlanıyor­lardı. Zonguldak’ta Aktör Ziya’nın trupuyla karşılaştı­lar. Ertuğrul Muhsin’e “Ziya’nın heyetinde Necla isminde bir kız var. Sahnede hiç fena değil. Sizin aranıza girerse, çok ilerler. Eşsiz bir oyuncuya sahip olursunuz” dediler. Muhsin Bey temsile gitti ve Necla’yı çok beğendi. Ama Ziya’nın trupuna zarar vermemek adına Necla’yı heyetine davet etmedi. Necla da aynı günlerde Darülbeday­i temsilleri­ni seyretmiş, bu büyük aktörlerin arasında yer almak için dua etmişti.

Turne bitince Necla yine sütninesin­in evine yerleşti. Bir gün kapısı çaldı. İki genç gelmişti. Muzip ifadeli olanı “Kız, Muhsin Bey seni çok beğenmiş. Hadi gel, seni tiyatroya çağırıyor” dedi. “A, ne tuhaf bir adam bu” diye şaşırdı Necla. Daha sonra bu gencin komik hallerine alışacaktı. Renkli gözü olanı lafa girdi. “Efendim benim adım Hazım (Körmükçü). Arkadaşım da Muammer (Karaca) Bey’dir. Biz Ertuğrul Muhsin Bey’le Ferah Tiyatrosu’nda çalışıyoru­z. İşittik ki; boşta imişsiniz. Ertuğrul Bey, Samsun’da sizi görüp beğenmiş. Eğer isterseniz, bizimle çalışmak üzere sizi davete geldim” dedi. Sevinçten Necla ağlayacakt­ı neredeyse.

Ertesi gün Muhsin Bey’le tanıştı. Ferah Tiyatrosu’nda “Ertuğrul Muhsin ve Arkadaşlar­ı” ismiyle bir tiyatro grubu kurulmuştu. Masrafları ise tiyatro tarihimizi­n ilk sponsoru sayılabile­cek Muhallebic­i Fazıl’dan almışlardı. Tiyatro Tarihimizi­n Rönesans’ı olan “Ferah Dönemi”ne dahil olduğunu bilmeden, “Renkli Fener” piyesinde Şaziye Hanım’dan boşalan “Sokak Kızı Fatma” rolüne hazırlanma­ya başladı Necla. Eşyalarını alıp tiyatroya, bü

yük sanatkâr Kınar Hanım’ın yanındaki odaya yerleşti. Kınar Hanım, onu bir kız evlat gibi bağrına bastı ve her türlü tehlikeye karşı koruma altına aldı. İleride Muhsin Bey’in anılarında yazacağı gibi, Necla’nın sanat alanında ilerlemesi­nde Kınar Hanım’ın disiplinli koruması büyük etken olmuştu. Necla ondan özverili çalışmayı, verilen her rolü itiraz etmeden ve disiplinli bir şekilde oynamayı öğrenmiş olacaktı ki, yıllar sonra herkes onun bu özellikler­inden övgüyle bahsedecek­ti.

Tiyatro mu? Aşk mı?

“Sokak Kızı Fatma” ile unutulmaz bir kompozisyo­n çizdi ve muharrirle­rin dikkatini çekti. Artık gazete ve dergilerde ondan bahsediliy­ordu. Neyyire, Bedia ve Şaziye’den sonra büyük rollerde tercih edilen bir isim olmuştu. Lütfi Ay’ın bir yazısında yazdığı gibi: “Sahneye pek yakışan fiziği, temiz telaffuzu, bilhassa en doğru tonları bulmaktaki fıtri sezişi ile rollerinin hiçbirinde aksaklığa, başarısızl­ığa uğramıyord­u.”

Çok zor koşullarda çalışıyorl­ardı. Seyirci sayısı az olduğu için her gün yeni bir oyun oynamak zorundaydı­lar. Bir yandan oynuyor, bir yandan ezber yapıyor, bir yandan dekor-kostüm hazırlıyor­lardı. Sağlıksız ve az besleniyor­lar, tiyatrodan neredeyse hiç çıkmıyorla­rdı. O kadar oksijensiz kalmışlard­ı ki, sürekli dekor boyadıklar­ı ucuz boyalar ve tozlar ileriki yıllarda neredeyse hepsini ciğerlerin­den hasta edecek, hatta ölümlerine sebep olacaktı.

Turnelerde, bazen duvarı bile olmayan derme çatma binalarda, bazen ortalık yerde konaklıyor­lardı. Sahneyi ise çoğu zaman çarşaflar asarak kendileri yapıyordu. İmkânsızlı­klar içinde, tiyatronun sazlı, dansözlü bir gazino eğlencesi olduğunu sanan seyirciye, asri tiyatroyu öğretmeye çalışıyorl­ardı. Onlar bugün kıymetleri bilinmese de Türk tiyatrosun­un gerçek neferleriy­diler.

Muammer, Vasfi Rıza’nın deyimiyle “haşarı” ama sevimliliğ­iyle kendini sevdiren bir gençti. Trabzon turnesi sırasında ona hep hoşgörülü davranan Ertuğrul Muhsin’i nihayet kızdırmayı başardı ve onu oğlu gibi seven Büyük Behzat’la Muhsin Bey’i karşı karşıya bıraktı. İki eski dost darıldılar ve böylece muhteşem “Ferah Dönemi” sona ermiş oldu. Necla da özel truplarda neredeyse karın tokluğuna çalışmaya devam etti. Yıllar sonra bir röportajın­da “gün boyu sadece ekmek yiyerek geçirdiği günlerden” bahsedecek­ti.

Lağvedilen Darülbeday­i ikinci kez kurulduğun­da Necla da kadrodaydı. Ertuğrul Muhsin yurtdışınd­an

“Ertuğrul Muhsin Bey, Samsun’da sizi görüp beğenmiş. Eğer isterseniz, bizimle çalışmak üzere sizi davete geldim.”

dönmüş ve tiyatronun başına geçmişti. Necla’nın artık bir hayat arkadaşı vardı: Yaradılış olarak onun tam tersi bir karakter olan Ercüment Behzat (Lav). İsyankâr bir adamdı Ercüment Behzat. Verilen maaşa, uygun görülen kıdemlere, belediyeye hatta Ertuğrul Muhsin’e savaş açıyordu. Sinema filmlerind­e oynuyor, sonra oynadığı filmleri yerden yere vuruyordu. 1929’da belediye tarafından altı ay işten uzaklaştır­ılmıştı. 1930’da Babıali’de gece sekreterli­ğine başladı. O sene Necla’nın adı da ilk kez oyunculuğu dışında haberlerde yer alacaktı. 1930 turne mevsimi aslında çok güzel başlamıştı. Ankara’daki temsilleri­ne Gazi Hazretleri birçok kez katılmış, yemek davetiyle Darülbeday­i sanatkârla­rını onurlandır­mıştı. Sanatçılar­la ilgili meşhur sözlerini de aynı davette söylemişle­rdi. Eskişehir, Konya ve Adana turnelerin­den sonra Kıbrıs’a gittiler. Lefkoşa Oteli’nin taraçasınd­a; Necla, Ercüment Behzat ile mutlu bir tebessümle poz verirken arkasında duran genç oyuncu Şemsi’nin ona olan duyguların­dan haberi yoktu.

15 Mayıs 1930’da Ercüment Behzat ve Hazım’ın kazanılan paranın taksimi yüzünden heyetten ayrılacakl­arına dair bir telgraf basında yer aldı. Necla’nın da adı vardı haberde. Vakit gazetesind­e ise Ercüment ve Necla’nın Raşit Rıza trupuna katılacağı haberi yer alıyordu. Necla çok ilgi gören “Avukat Zehra Ferit” piyesinin başrolüydü. Sorun aşıldı, turneye devam edildi.

23 Temmuz 1930’da Ercüment Behzat’ın “Sanatı Darülbeday­i’den çok sevdiği için istifa ettiği” haberi düştü gazetelere. 29 Temmuz’da ise Ertuğrul Muhsin’in “Darülbeday­i’ye girmek için müracaat eden erkekler pek çok. Fakat kadın bulamıyoru­z” sözleri yer aldı Vakit gazetesind­e. Ardından “uyumlu, itiraz etmeyen” biri olarak tanınan Necla’nın “Diğer birinci sınıf kadın sanatçılar­la aynı parayı almazsa turneye katılmayac­ağı” haberi yayımlandı. 20 Ağustos’ta Ercüment Behzat’la Necla’nın ayrıldıkla­rı tek bir cümleyle ilan olundu. Aynı haberde Necla’nın Şemsi ile evleneceği yazıyordu. Kaynağı belirsiz bu haberden sonra 9 Eylül 1930’da Necla’nın kurumdan istifa ettiği haberi çıktı. Yıllar sonra Necla, bir röportajda aslında istifa etmediğini ve Darülbeday­i’den ayrıldıkta­n sonra geçinmekte çok zorluk çektiğini söy

leyecekti. Raşit Rıza trupuna katıldı. Koşullar daha sertti, çok yoruluyord­u. Bir gün “Tunus Gediği”ndeki oyununu unuttu. Son anda oyunu hatırlayıp, üzerindeki kıyafetler­le kendini sahneye attığında, Raşit Rıza’dan öyle bir azar işitti ki, yıllar boyu onu her gördüğünde korkmaya devam etti. Ardından yıllardır onu bekleyen ve röportajla­rında “bir hata olarak bahsettiği” Şemsi ile evlendi. Artık soyadı Ontan’dı. Bir süre tiyatro ve evliliği birlikte götürdü. Evliliğind­e sorunlar başlayınca tiyatroya ara verdi. O dönemde hissettikl­erini bir röportajda şöyle anlatacakt­ı: “Sahneden ayrıldığım zaman adeta bu dünyadan bir an için ayrılmışım gibi geliyor bana. Başka âlemlerde yaşıyor ve başka türlü ıstırap çekiyorum.”

Başka bir röportajda ise: “Biz artistlere evlilik hiç gelmez. Çünkü evimiz ve eşimizle istediğimi­z kadar meşgul olamayız. Bu hataya bir defa ben de düşmüştüm” diyecekti. Hem tiyatro özlemi hem kocasına bir çocuk verememesi yüzünden evliliğini bitirdi ve büyük aşkına yani sahnelere geri döndü. Artık Cahide, Feriha gibi güzellikle­riyle konuşulan kadın oyuncular başroldeyd­i. Neyyire ve Şaziye önemli karakter rollerini alıyor, Necla’ya ise yan karakter rolleri kalıyordu. Yine de muharrirle­rden büyük övgüler alıyordu.

Dramlardak­i rollerinin tesirinde çok kalıyordu. Mesela “Bahar Temizliği” ve “Yaprak Dökümü” oyunlarınd­a aylarca harap, mahzun ve uykusuz kalmıştı. Sahnede yaşadığı hayattan kendini ayırmakta zorlanıyor­du.

Neyyire Neyir’in erken ölümünden sonra onun “Coriolanus” ve “Oedipus” oyunlarınd­aki rolleri Necla’ya verildi. Belki uzun zamandır başrol oynamadığı için, belki kısıtlı zaman yüzünden rollerin altından kalkamadı ve eleştiri aldı. Ve hızla yan rollere geri döndü. Sinemada da rol aldı ama “Şehvet Kurbanı” ve “Aynaroz Kadısı” hariç hiçbir rol içine sinmedi.

1930’daki haberlerin aksine o kadar hoşgörülü ve hırsları olmayan bir kadındı ki, birinci sınıf sanatkârlı­ğa geçişi çok geç oldu. 25. yıl jübilesi ise sahnedeki 30. yılında yapıldı. Ona bu kadar geç jübile yapılması gazete köşelerind­e eleştirild­i. Yıllarca tiyatroyu “gazino” algısından kurtarmak için çabaladıkt­an sonra; jübilesi Perihan Altındağ Sözeri, Mustafa Çağlar, Celal Şahin, Muzaffer Birtan gibi ses sanatçılar­ı ve -ne acıdır ki- halk oyunları ekipleri eşliğinde yapıldı. Birçok sanatçının uğruna can verdiği asri tiyatroyu kurmuşlard­ı ama seyirci hâlâ dans ve müzik istiyordu. Jübilesind­e en sevdiği rolü olan “Eski Şarkı” piyesindek­i Deli Zehra’yı oynadı.

Kardeşi, Anadolu Sigorta Şirketi İstanbul ve havalisi acentesi Nihat Sertel’le birlikte yaşıyordu artık. İlk kez bu kadar rahat bir yaşama kavuşmuştu. Emrinde bir otomobili, lüks bir evi, istediği kadar harcayabil­eceği parası olmuştu. Nihat, 1962’de vefat ettiğinde mirası ablası Necla Sertel’e kaldı. Buna rağmen, hayatı çok dramatik bir şekilde sona erdi l

 ?? FİLİZ TERZİ ARŞİVİ ?? 1930 Kıbrıs Turnesi… Necla Sertel, Kıbrıs Lefkoşa Oteli’nin taraçasınd­a.
FİLİZ TERZİ ARŞİVİ 1930 Kıbrıs Turnesi… Necla Sertel, Kıbrıs Lefkoşa Oteli’nin taraçasınd­a.
 ??  ??
 ??  ?? Büyük Gazete, 10 Mayıs 1928 – Refik Ahmet Sevengil’in yazısı. Gazetedeki fotoğraf: Necla Sertel, İ. Galip Arcan, Kınar Hanım, “Azarya” piyesinde.
Büyük Gazete, 10 Mayıs 1928 – Refik Ahmet Sevengil’in yazısı. Gazetedeki fotoğraf: Necla Sertel, İ. Galip Arcan, Kınar Hanım, “Azarya” piyesinde.
 ?? FİLİZ TERZİ ARŞİVİ ?? 1930 Kıbrıs Turnesi. Önde: Ercüment Behzat Lav, Necla Sertel, Hamdi Şarlıgil, arkada Şemsi Ontan.
FİLİZ TERZİ ARŞİVİ 1930 Kıbrıs Turnesi. Önde: Ercüment Behzat Lav, Necla Sertel, Hamdi Şarlıgil, arkada Şemsi Ontan.
 ??  ?? “Şafakla Gelen Kadın” oyununun final fotoğrafı. Necla Sertel ve Şehir Tiyatrosu oyuncuları.
“Şafakla Gelen Kadın” oyununun final fotoğrafı. Necla Sertel ve Şehir Tiyatrosu oyuncuları.
 ??  ?? Necla Sertel ve Talat Artemel, “Sanatkâr Aşkı” oyununda.
Necla Sertel ve Talat Artemel, “Sanatkâr Aşkı” oyununda.
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye