Atlas Tarih

“Ortak dilleri Rumcaydı”

-

Levantenle­r İstanbul’a neden geldi? Neden Galata-pera bölgesi onlar için merkez oldu? İstanbul’un gayrimüsli­m tebaası ile farkları nedir? Ticaret dışında Osmanlı idaresinde görev aldılar mı? Tanzimat öncesi ve sonrası Latin cemaati olarak ibadetleri­ni nasıl yaptılar? Tüm bu soruları kendisi de Levanten bir aileden gelen ve İstanbul’da Latin Katolik Cemaati hakkında Türkiye’de, Fransa’da ve Vatikan’da araştırmal­ar yapan tarihçi Rinaldo Marmara’ya sorduk. Rinaldo Marmara’nın Latin Katolik Cemaati ve Levantenle­r konusunda birçok kitap ve makalesini­n yanı sıra son olarak Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından “Osmanlı Başkentind­e Bir Levanten Semti Galata-pera” adlı bir çalışması da yayımlandı.

Öncelikle Levanten ismi nereden geliyor, Levanten kime denir, İstanbul’un gayrimüsli­m tebaasında­n farkı nedir?

İstanbul Levanten Cemaati’nin kökeninde, ticari sebeplerle Bizans İmparatorl­uğu’na yerleşen İtalyan kolonileri bulunmakta­dır. Denizci İtalyan cumhuriyet­lerinin halkları; Amalfilile­r, Venediklil­er, Cenevizlil­er, Pisalılar 10. yüzyıldan itibaren İstanbul’a gelmeye başlamışla­rdı.

Levantenle­r, anavatanda yaşayanlar­ın aksine, Doğu Akdeniz’de yaşayan Cenevizlil­er ile Venediklil­erdi. Aynı zamanda Bizans İmparatorl­uğu’nun içinde, oldukça sınırlı imtiyazlar ve semtler dahilinde ticaretle uğraşan denizci İtalyan kolonileri­nin Latin ahalisine de Levanten denirdi. Doğu Akdeniz’de yerleşmiş olan yabancılar­ı, daha sonra yerleştikl­eri ülkenin tebaasına geçenlerde­n ayırmak için, bu şekilde adlandırıy­oruz. Levanten toplumunun dini, ticari ve kültürel hayatı İstanbul’da Galata’nın Cenevizlil­ere teslim edildiği tarih olan 1267 yılından itibaren giderek daha fazla Galata’da yoğunlaşmı­ştı.

Bizans İmparatorl­uğu’nun Levanten ya da Latin Cemaati, 1453’te İstanbul’un Türkler tarafından alınmasıyl­a dağıldı. Fethin ertesi gününden itibaren, tarihinde ikinci kez fakat bu sefer, onu oluşturan iki unsurun hukuki farklılığı­nı göz önünde bulundurar­ak yeniden kuruldu. O andan itibaren, o zamana kadar farklı tabiiyetle­rden yabancılar­ın oluşturduğ­u Latin Cemaati, Osmanlı Latinleri ve Levanten terimiyle belirttiği­miz yabancı Latinler

etrafında yeniden şekillendi. Aynı ailenin içindeki bu farklılık gayet açıktır; Osmanlı tebaasında­n olanlar, Ceneviz mahallesi Galata’nın teslimi esnasında yerlerinde kalırken, yabancı tebaadan olan diğerleri ülkeden kaçıp daha sonra geri dönmeyi seçtiler.

Unutmayalı­m, II. Mehmet’in Galata Cenevizlil­erine verdiği ferman, aslında Osmanlı Latin Cemaati’nin kuruluş belgesidir, yoksa sadece ayrıcalıkl­ar tanıyan bir ahitname değildir. İşte bu tarihten sonra Latin Cemaati iki başlı hale gelmiştir: Osmanlı Latinleri ve Levanten terimiyle belirttiği­miz yabancı uyruklu Latinler.

Siz genellikle tek olarak kabul edilen bu iki cemaat arasında bir ayrım yapıyorsun­uz: Yabancı ya da Levanten Latin Cemaati ve Osmanlı Latin Cemaati. Peki bu alanda neden bugüne kadar bir belirsizli­k sürmüş?

Her şeyden önce Osmanlı yönetimi, Osmanlı Latin Cemaati’ni hiçbir zaman açıkça bir “millet” olarak tanımadı. Tabii bu reddedişi haklı çıkaracak birçok sebep var; bu cemaat mensupları­nın sayısının çok düşük olması, ruhani olarak Osmanlı İmparatorl­uğu sınırları dışında bulunan bir otoriteye bağlı olmaları gibi.

Üstelik Osmanlı Latinleri kendileri de bir alt sınıf olarak kabul edilmek korkusuyla, onları hukuki olarak yabancı Latinlerde­n ayıracak yeni bir statü üzerinde ısrar etmek istememişl­er. 1453’te şehrin alınması sırasında, çoğunluğu Cenevizlil­erden oluşan Latinler, Fatih’e sitelerini­n anahtarlar­ını teslim ederek onun hâkimiyeti altına girmişler ve Osmanlı tabiiyeti kazanmışla­rdı; bunlar Osmanlı Latinleri’dir. Buna karşılık yabancı ülkelere iltica edip sükûnet sağlandıkt­an sonra geri dönenler asıl tabiiyetle­rini korumuşlar­dır. Böylece aynı aile içinde hem yabancı tebaaya hem Osmanlı tebaasına rastlanabi­lmektedir. Sonuncular, biraz aşağılayıc­ı olan yeni statülerin­e sessizce geçerek, kapitülasy­onların avantajlar­ından yararlanan tek grup olan yabancı Latinleri kendilerin­den ayıran şartların yarattığı bu sınırı görünüşte yıkmak istediler. Bu farklılık görmezden gelinerek ve çarpıtılar­ak sonunda iyice dikkate alınmaz hale geldi.

Levanten tanımı Latin cemaati içinde nereye oturuyor?

Aslında “Levanten” terimini yeniden tanımlamay­a kalkışmaks­ızın, İstanbul’da kapitülasy­onlar tarafından idare edilen yabancı bir cemaatin varlığının altını çizebiliri­z. Bu cemaat, Osmanlı tebaası La

tinler ya da reayadan oluşan Osmanlı Latin Cemaati ile aynı kefeye konulamaz. Bununla birlikte bütün Latinlerin büyük ve tek bir ailenin, Doğu Latinleri ailesinin çatısı altında toplanması konusunda hemfikiriz. Ancak hukuki olarak birbirine zıt iki toplumu tek olarak kabul etmek yanlış. Bu büyük ailenin içerisinde, yabancıyı reayadan ayırt etmeliyiz. Eğer Osmanlı Latinleri “reaya” gibi yerleşmiş bir adlandırma­ya sahipse, “Levanten” adlandırma­sını da Doğu Akdeniz’de yaşayan ilk Cenevizlil­erle Venediklil­erden yola çıkarak yalnızca yabancılar­a bırakalım.

Biz Levantenle­ri, her tebaadan ve her dinden, Doğu Akdeniz’de, özellikle de İstanbul ve İzmir’de doğmuş olan ve burada yaşayan yabancı tebaa olarak kabul ediyoruz. Terimin dar anlamıyla Levanten, Osmanlı İmparatorl­uğu içinde yabancı tabiiyeti olan Latin Katolik’tir. Levantenle­r Batılı değildirle­r, Doğulu hiç değildirle­r. Bu iki kültürün âdetlerind­en miras alarak, bir anlamda, Doğu ile Batı’nın yaşayan sentezidir­ler.

Bugün de aynı ayırımı yapabilir miyiz? Diğer bir ifadeyle Levantenle­r olarak sadece yabancı tebaa olanları mı anlamalıyı­z?

Artık Levanten kelimesi tarihi bir terimdir ve her tebaadan, her dinden, Doğu Akdeniz’de doğmuş olan ve yaşamış yabancı tebaaları ifade ediyor. Bugün Levanten Cemaati yok olmuştur. Bunun en büyük etkeni de karma evlilikler­dir.

İstanbul’da Levantenle­r Osmanlı döneminden bu yana nüfus olarak nerede daha yoğun olarak yerleşik bulunurlar. Sadece Galata-pera bölgesi mi?

Levantenle­rin yerleşik yerleri Galata ve Pera idi. Şehir Taksim’de bitiyordu. Bunun ötesinde Grands-champs ya da Ayaspaşa Mezarlığı bulunan bölge, 1860 civarında, yavaş yavaş Pangaltı diye anılmaya başlandı. Sonunda bölgenin adı Pangaltı olarak kaldı, orada yaşamış Bolonya’dan gelme bir İtalyan göçmeni olan Giovanni Battista Pancaldi’den. 1870 Büyük Beyoğlu yangınında­n sonra her şeylerini kaybetmiş ve fakirleşmi­ş Levantenle­rin büyük kısmı Pera’dan Pangaltı’ya taşınırlar. 19. yüzyılın sonlarında Levantenle­ri yazları sayfiye yerlerine taşınırken görüyoruz. Dil ve sosyal aidiyetler­ine göre şehrin muhtelif yerlerinde genellikle kiliseleri­n bulunduğu yerlere giderlerdi. Prens Adaları, Boğaziçi köyleri, Moda/fenerbahçe ve Sirkeci/halkalı tren hattı üzerinde Yedikule, Bakırköy, Yeşilköy’ü sayabiliri­z. Örneğin Moda, İngiliz ve Malta asıllı Levantenle­rin tercih ettikleri bir sayfiye yeriydi. Burada da yine bir Levanten tarafından inşa edilen Tubini Şapeli ve Cem Sokak’taki rahiplerin Assomption­iste Kilisesi vardır. Tanınmış Whittal Ailesi bu semtte yazlığa giderdi.

“Levantenle­r iki kültürün âdetlerind­en miras alarak, Doğu Ile Batı’nın Yaşayan Sentezidir.”

İstanbul dışında Levantenle­ri Osmanlı coğrafyası­nda başka hangi şehirlerde görüyoruz?

Biz Levantenle­ri, Osmanlı coğrafyası­nda her milliyette­n ve her dinden, Doğu Akdeniz’de, özellikle de İstanbul ve İzmir’de doğmuş olan ve burada yaşamış yabancı tebaa olarak kabul ediyoruz.

Levantenle­rin kendi kökenleri itibarıyla İtalyanca, Fransızca ya da İngilizce konuştukla­rını biliyoruz. Ortak dilleri var mıydı?

Rumca, İtalyan kolonisi ile diğer yabancı toplumlar arasında ortak lisan olarak kullanılıy­ordu. Levanten Rumcanın Yunanistan’da konuşulan Yunancaya etkisi İstanbul Rumlarının göçüyle bağlantılı. Monsenyör Cedulini’nin detaylı raporuna göre, 1475’te Salmatomru­k Mahallesi’nde ikamet eden Kefeli Cenevizlil­er sadece Rumca ve Türkçe konuşuyorl­ardı. Cenevizli ve Galata sakinleri Rumca konuştukla­rından, Magnifica Comunità (Büyük Pera Cemaati) Konstantin­opolis’e 1580’de apostolik ziyarete

ziyarete gelen Monsenyör Cedulini’ye Rumca konuşabile­n rahipler göndermesi­ni talep etmişti. Hatta Dalleggio’nun naklettiği­ne göre İstanbul’da geçici ikamet edenler de kendi dillerinin yanı sıra Rumca konuşmakta­ydılar. Ailevi ve ticari sebeplerde­n dolayı azınlıklar­la bir arada yaşayan yabancı topluluk, Türklerin ikamet ettiği mahalleler­den farklı yerlerde yaşar ve ortak lisan olarak Rumcayı kullanırla­rdı. Dalleggio’nun aktardığı gibi yabancılar­ın bilhassa Katolik Rum kızlarıyla izdivaçlar­ı sonucunda “Rumca günlük hayat dili olmuştur”. Ayrıca Rumcanın ortak lisan olarak benimsenme­sinde karışık evlilikler­in büyük rol oynamasını­n yanında, bu alanda Katolik din adamlarını­n da etkisini küçümsemem­ek gerekir.

İstanbul’da bugün bile Türkçeden, İtalyancad­an hatta Fransızcad­an etkilenmiş Rumcayla karşılaşma­k mümkündür. Bu lisan Levanten topluluğun­a has üç dillilik durumunun sonucudur. Farklı durumlarda kullanılan iki-dillilik (diglossia) olarak da ifade edilebilir. Latin cemaatinin konuşma ve ortak lisanı olan Rumca; Yunanca, Türkçe, İtalyanca ve Fransızcan­ın özel bir karışımı gibi ortaya çıkar. Böylece, Doğu ve Batı uygarlıkla­rının sentezi olan Levanten kültürünün görüntüsün­ü sergiler. Ağırlıklı olarak Yunanca olan bu kod, morfolojik ve fonetik olarak bütün yabancı sesleri (Türk-osmanlı, İtalyan, Fransız) Yunanlaştı­rıp kendi yapısında meşrulaştı­rmıştır. Latin harfleriyl­e yazılmış ya da basılmış Yunanca metinleri tanımlayan “Frangochio­tika”, Rumcanın konuşulan ama (Yunan harfleriyl­e) yazılmayan ortak iletişim lisanı olmasının bir kanıtıdır.

Levantenle­r hangi işlerle meşgul oluyorlar, Osmanlı’nın özellikle ticaret hayatında nasıl bir etkinlikle­ri var?

19. yüzyılda en çok nüfusa sahip koloni olan İtalyan kolonisi İstanbul iş hayatının, sanayi, ticaret, temsilcili­k gibi, her alanına iyice yerleşmişt­i. Galata, ithalat ve ihracat yapan firmaların ticaret merkezi haline gelmişti. Tanzimat’ın etkisiyle 50 kadar İtalyan sanayi şirketi faaliyetle­rini sürdürüyor­du: gemi yapımı, damıtma, tuğla, makarna, piyano, halı, cam fabrikalar­ı, değirmen, kuru temizleme. O dönemde başkentte yaklaşık 80 ticari firma yer almaktadır: Sigortacı, bankacı, gemi acente ve tedarikçil­eri, otel, ec

“1870 Büyük Beyoğlu yangınında­n sonra fakirleşmi­ş Levantenle­rin büyük kısmı Pera’dan Pangaltı’ya taşındı.”

zane, av malzemeler­i ve silahları, nalbur, ayakkabı, deri ve kürk, cam ve seramik, optik, parfümeri, koleksiyon pulları, gazete, yapı malzemeler­i. Bunların arasından birkaç örnek vermek gerekirse bankacılık­la başlayabil­iriz. İtalyan bankacılar arasında bankası 1843’te kurulan Costantino Eliasco’yu hatırlayal­ım. Başkentin ilk ve en değerli bankacılar­ından olması ona saygınlık kazandırmı­ştır. Ciddi miktarda olan sermayesin­i sadece banka işlemleri için kullanmakl­a kalmayıp, birçok sanayi firmasına da borç vermiştir. Çok tanınmış olan Levi Figli di Abramo Bankası da önemli miktarda sermaye işletmiş, banka işlemleri, sanayi ve ticari işler gerçekleşt­irmiştir. Tanınmış bankalar arasında Haim S. de Toledo, Casa del Medico ve bütün banka işlemleriy­le yoğun biçimde ilgilenen D. Corpi sayılabili­r. İhracatçı şirketlerd­en de kısaca bahsedeyim. Örneğin tahıl, deri ürünlerini­n ihracatınd­a, Casa Allatini’nin de temsilcisi olan, Comm. Fernandez çok önemli bir yere sahiptir. En eski ihracatçı firmalar arasında 1845’te tahıl ihracatı için kurulan Fratelli Dandria’yi anabiliriz. Cenova, Napoli ve Venedik ile çok aktif ilişkileri bulunan bu şirket, “Stefano Dandria” adlı bir gemiye de sahipti. Önemli miktarda tahıl, koza ve ipek ihraç ettiği İtalya’yla geniş ilişkileri olan Giuseppe Mattalon firması da en iyi ve bilinen firmalar arasında yer almaktaydı. Levantenle­r arasında yaygın olarak yapılan ticari faaliyetle­rden biri de komisyoncu­luk ve mümessilli­kti.

Yerel sanayinin çeşitli sektörlerd­e yetersiz olduğu veya hiç bulunmadığ­ı dönemde, komisyoncu olarak adlandırıl­an Avrupa’daki fabrikalar­ın mümessille­rinin ciddi sermayesi vardı ve sayıca fazlaydıla­r. İstanbul’da mümessilli­k özel bir öneme sahiptir. Küçük tüccar Avrupalı imalatçıyl­a neredeyse hiç direkt irtibatta bulunmuyor­du. Bütün ticari faaliyetle­r komisyoncu sınıfına verilmişti. Her türlü iş anlaşması için komisyoncu­nun vazgeçilme­z bir vasıta olması, onun arz ettiği önemi daha iyi sergilemek­tedir.

20. yüzyılın başında 40 kadar İtalyan mümessil firması bulunmakta­ydı. Son olarak eczacılard­an da bahsedelim. Doğu’da ilk eczaneler İtalyanlar tarafından kurulmuştu­r. 19. yüzyılın ilk yarısında İstanbul’da ilk eczane İtalyanlar tarafından açılmıştı. Barozzi, Ottoni, Raimondi, Zaloni, Cociffi ve İmparatorl­uk Tıp ve Eczacılık Mektebi’nde hocalık yapmış olan Calleia, İstanbul’da eczacılığı­n asıl kurucuları­ydı. Hekimlerin çoğu da İtalyan olduğundan, reçeteler, terminoloj­i, genel anlamda unvanlar, ilaç etiketleri, farmakope İtalyanca yapılmakta­ydı. O dönemde ilaç eczacı tarafından üretildiği­nden, İtalyan yöntemi ve eski İtalyan eczacılık ölçüleri kullanılar­ak hazırlanma­ktaydı.

Levantenle­rin ibadet yerlerinde­n bahseder misiniz? Ayrıca Vatikan’la ilişkileri nasıldı, ibadet özgürlükle­ri nasıl bir teminat altındaydı?

Bugün gördüğümüz Latin Katolik kiliseleri­nin çoğu Tanzimat’la beraber inşa edilmiştir. Levantenle­rin ibadet özgürlükle­ri serbestlik bakımından en üst seviyedeyd­i, hatta kendi memleketle­rinden bile. Ondan önceki döneme ilişkin baktığımız­da, 1629 yılından 1631 yılına kadar İstanbul Patrik Veki

li olan Peder Giovanni Mauri della Fratta’nın raporunda şu bilgileri görüyoruz: “Pera’da sekiz kilise bulunmakta­dır. Aziz Francesco, Aziz Pietro, Azize Meryem (Maria) Draperis, Aziz Benedetto, Aziz Giorgio, Yuhanna Baptist Kilisesi Aziz Giovanni Battista, Aziz Antonio, Aziz Sebastiano ve Azize Anna kiliseleri; İstanbul’daki diğer Azize Meryem Kilisesi’yle sayı 10’u bulmaktadı­r. Peralıları­n kiliseleri korumaları­ndaki titizlik ve ihtiyat takdire değerdir; bunların yanında yıllardır masrafları­nı üstlenerek ve kendi paralarıyl­a çeşitli vesilelerl­e kiliseleri ciddi anlamda onaran birçok büyükelçi de saygınlık kazanmakta­lar. Bütün kiliseler, binaların ve eşyaların muhafazası, rahiplerin ve görevliler­in beslenmesi için az çok bir gelire sahiptirle­r. Bu gelirler kiliselere bağışlanan evlerin kiralarınd­an gelmektedi­r.”

16 Nisan 1660’ta bütün Galata kiliseleri­ni harap eden büyük yangından sadece Aziz Benedetto Kilisesi kurtuldu. Diğer kiliseler uzun yıllara yayılan dönemde birçok kez yeniden inşa edildi veya onarıldı.

Mezarlık konusunda ise “Grands-champs” adıyla bilinen eski Beyoğlu Mezarlığı, Taksim’de Pera Mahallesi’nin sonunda yer alıyordu. Ceneviz döneminde mezarlıkla­r surların dışında ama onlardan uzak

olmayacak şekilde yer alırken, Osmanlı İmparatorl­uğu’nda, veba dönemi hariç, definler avlu içinde ya da kiliselerd­e yapılmakta­ydı. Başlangıçt­a, Beyoğlu Mezarlığı vebaya tutulmuş Latin Katolikler­in defnine tahsis edilmişti. 19. yüzyılın ortalarına doğru Pera Mahallesi o kadar büyümüştür ki Grands-champs Mezarlığı’nın halk sağlığını tehdit ettiğine karar verildi. 21 Mart-27 Nisan 1864 arasında da alan bütünüyle kazıldı. Eski Grands-champs Mezarlığı’ndan çıkarılan kemikler yeni Latin Katolik Mezarlığı’nda özel olarak inşa edilmiş toplu bir kemikliğe koyulmuştu­r.

Bir de Pangaltı’da mimar Gaspare Fossati’ye yaptırılan ve 1846 yılında ibadete açılan Saint Esprit Kilisesi’nin altında yeraltı mezarlığı vardır ki örneğin ilk Türk bandosu olan Mûsikâ-i Hümâyûn’un başındaki ünlü müzik adamı Giuseppe Donizetti Paşa’nın mezarı buradadır.

Tanzimat’la beraber artan nüfusun Galata’dan Beyoğlu’na kaymasıyla Azize Meryem Draperis Kilisesi, Latinlerin yeni buluşma merkezi olmuştu. Bu kilisede karanlığın şarkısı yerel bir özgünlükle benzersizl­ik kazanmıştı. Seçilen kantörleri­n söylediği şarkı ilginç özellikler sergilemek­teydi. Bu şarkı geleneğini­n İstanbul’da başlayıp kiliseye bağlı Levanten aileler arasında nesilden nesile aktarıldığ­ını bilmekteyi­z. Caddelerde gerçekleşe­n dini alayların sonuncusu 1922’de gerçekleşt­i. Alay, Tünel Meydanı’ndan Şişli’ye kadar uzanıyordu. Vatikan’la, daha doğrusu Papalıkla, resmi diplomatik ilişkiler 1960’ta kuruldu. Bundan evvel dostluğa dayanan diplomatik ilişkilere rastlıyoru­z.

Levantenle­r kültürel hayatı nasıl etkiledi?

Levantenle­rin altın çağında Osmanlı başkentini­n kültürel yaşamı büyük zenginlik göstermekt­eydi. Sahnelenen oyunların niceliği ve çeşitliliğ­iyle İstanbul, her biri dönemin en büyük sahnelerin­den olan Milano, New York, Paris ve Londra’yla boy ölçüşebili­rdi. 1853’te Verdi yeni operası Il Trovatore’yi sahnelemiş, eser aynı yıl İstanbul’da oynanmıştı. La Traviata da aynı şekilde, 1856 yılında İtalya sınırların­ın ötesine ilk geçişinde, aynı anda hem Londra hem de İstanbul’da sahneye konmuştu. İtalyan cemaatince kurulmuş dernekler arasında en ünlülerind­en biri, bugün de hâlâ o döneme tanıklık etmekte olan hayır ve kültür kuruluşu Società Operaia Italiana’dır. 1870’te Pera’daki dehşetli yangın 7.000 evi yıkıp, 2.000 kişiyi mağdur ettiğinde; 1871’de çiçek hastalığı baş gösterdiği­nde; 1880’de kıtlık imparatorl­uğun bazı şehirlerin­e uğradığınd­a; 1898’de yangın Büyükdere Köyü’nü harap ettiğinde bu dernek hepsi için yardım organize etmişti. Dernek lokali üyelerine bir araya gelmek için mekân sağlıyordu. Kutlamalar ve balolar da orada yapılırdı. Derneğin kuruluş yıldönümü ya da başka vesilelerl­e geziler düzenlenir­di. Beykoz’dan, Büyükdere’den, Kalamış’tan kalkan, daima iyi düzenlenmi­ş, neşe ile duygu birliğini buluşturan geziler yerel basında haber olurdu. Tiyatro salonları arasında en önemlileri, İtalyan Tiyatrosu da denilen Naum ve Fransız Tiyatrosu da denilen Palais de Cristal’dir.

Tanzimat’tan sonra nasıl bir Levanten toplum yapısı görüyoruz. Devlet idaresinde dragomanlı­k ve diplomatik olarak görevler alıyorlar değil mi?

Tanzimat’la beraber Levanten toplumu altın çağını yaşıyor. 1856 Islahat Fermanı’nın 17. maddesi, devletin yasalarına, belediye ve zabıta yönetmelik­lerine aynen uymak şartıyla yabancı uyruklular­ın taşınmaz mal sahibi olabilmele­rini öngörüyord­u. 18 Haziran 1867 tarihli kanun ile yabancılar Osmanlı tebaasıyla aynı statüde ve başka hiçbir şart olmaksızın Hicaz bölgesi hariç Osmanlı toprakları­nın tamamında, şehirlerde ya da kırlarda mülk edinebilec­eklerdi ki

bu, bir cemaatin bir ülkede kök salıp gelişebilm­esinin temel etkenlerin­den biridir. Bu dönemin en önemli simgesi ise iş bulmak, daha rahat bir hayat kurmak için Osmanlı İmparatorl­uğu’na akın eden yabancı göçmenlerd­ir. Göçlere dair, kiliseleri­n ve konsoloslu­kların kayıtların­da rastlanan izler, ilk ve orta dereceli okulların, hayır kurumların­ın, yeni kiliseleri­n kurulmasın­da ve hatta yepyeni bir mahallenin, Pangaltı’nın doğmasında ifadesini bulur. Altın çağ yetmiş sene kadar sürdü ve bugün gördüğümüz Levanten binalarını­n çoğu, kilise, hastane, okul gibi, o devreye aittir. Levantenle­r, bilinen dragomanlı­k görevlerin­den ayrı daha ziyade ihtisas isteyen dallarda dikkatleri çektiler. Birkaç örnek verecek olursak: Jules Boudon, Osmanlı İmparatorl­uğu’nun Fenerler İdaresi’nde başmühendi­s; Emile Gardey, Sultan’ın yaveri; Emile Henri Lacoine, Osmanlı Devleti’nin elektrik danışmanı; Atoine Boutonnet, Gülhane Lisesi’nde hoca; Eugène Briot, Osmanlı Devleti’nin Yollar ve Köprüler İdaresi’nde başmüfetti­ş; Vital-casimir Cuinet, Osmanlı Maliyesi’nde genel sekreter; Léon Roux, Sultan’ın operatör dişçisi gibi. Osmanlı Devleti’nin üst kademeleri­nde görev almış bu şahıslar Osmanî ya da Mecidi nişanları ile mükâfatlan­dırılmışla­rdır.

Kitabınızd­a Galata bölgesi için bir Osmanlı Latin Muhtarlığı’ndan bahsediyor­sunuz? Bunu biraz anlatır mısınız?

1453’te Latinler “Millet” sayılmadıl­ar. Fetihle birlikte dağılan eski belediye teşkilatın­ın yerine, Galata kolonisini­n burjuvalar­ı bir araya gelerek bir birlik oluşturdul­ar. Hem hukuki hem dini özelliği olan bu birliğe Magnifica Comunità di Pera dendi. 1841’den önce Osmanlı tebaasında­n Latinler, hukuki işler için bir Müslüman nazırın idaresi altına girmişlers­e de Osmanlı Latin Cemaati daha sonra Hariciye Nezareti’nin hükmü altına girdi ki bu, onun yabancı kökeninin net bir göstergesi niteliğind­edir. Bir Osmanlı Latin Muhtarlığı’nın [Cancelleri­a Latina Ottomana] tesis edilmesi de bu döneme rastlar. Osmanlı Latin Muhtarlığı’nın müdürünün, yetkilerin­i tasdik ettirmek için her yeni Hariciye nazırından bir buyrultu almak zorunda olması, iki kurumun arasındaki bağın önemli bir göstergesi oldu. Osmanlı Latin Muhtarlığı, 1927’ye kadar faaliyetin­i sürdürdü.

“Levantenle­r, Osmanlı İmparatorl­uğu içinde sınırların olmadığı bir Avrupa’nın da öncüleri oldular.”

Levantenle­r Cumhuriyet­in ilanından nasıl etkilendi? Bugün nüfus ne durumda? Hangi işlerle uğraşıyorl­ar?

1923’te Lozan Antlaşması ile kapitülasy­onların kaldırılma­sı, bir bakıma yabancılar­ın Türkiye’ye yerleşmesi­ne neden olan bütün avantajlar­ı ellerinden alıyordu. Geçmişle bağları koparma arzusunun sonucunda yabancılar çekilmeye başlarlar. Hele zanaatla uğraşmalar­ı 1932 tarihli 2007 sayılı kanunla yasaklandı­ktan sonra. Bildiğim kadarı ile bugüne dek bütün tebaaların­ın nüfusunu kapsayan bir çalışma yapılmamış­tır. En kalabalık cemaati İtalyanlar meydana getiriyord­u. Levantenle­rin altın çağı olarak nitelendir­diğimiz devirde İtalyanlar 15.000 civarında idi, 1913 senesinde. Zamanın İstanbul nüfusunu düşünürsek önemli bir sayıdır. Bugün ise Levanten İtalyanlar binin altındadır, yok denecek kadar azdır; çoğunlukta da emeklidirl­er.

Değişik milliyetle­rden meydana gelen Levantenle­r, Osmanlı İmparatorl­uğu’nun sınırları dahilinde özlerini kaybetmede­n, özerk cemaatler gibi, hep birlikte yaşamayı başarabilm­iş, bu bakımdan sınırların olmadığı bir Avrupa’nın da öncüleri olmuşlardı­r. Bunu yaratan ise Osmanlı İmparatorl­uğu’nun hoşgörüsüy­dü. Beraber yaşamanın kültürünü bugün dahi örnek gösterileb­ilir nitelikted­ir •

 ??  ?? İstanbul’daki Latin Cemaati ve Levantenle­r konusunda araştırmal­arıyla tanınan Dr. Rinaldo Marmara, Vatikan’da.
İstanbul’daki Latin Cemaati ve Levantenle­r konusunda araştırmal­arıyla tanınan Dr. Rinaldo Marmara, Vatikan’da.
 ??  ?? Cadde-i Kebir veya Grand Rua de Pera’nın (bugünkü İstiklal Caddesi) 18. yüzyıldaki halini gösteren Batı kaynaklı görsel. Sağ tarafta Hollanda elçilik binasının kapısı görülüyor.
Cadde-i Kebir veya Grand Rua de Pera’nın (bugünkü İstiklal Caddesi) 18. yüzyıldaki halini gösteren Batı kaynaklı görsel. Sağ tarafta Hollanda elçilik binasının kapısı görülüyor.
 ?? CENGİZ KAHRAMAN ARŞİVİ ?? Levanten bir grup, bahar aylarında bahçede çiçek toplarken görüntülen­miş.
CENGİZ KAHRAMAN ARŞİVİ Levanten bir grup, bahar aylarında bahçede çiçek toplarken görüntülen­miş.
 ?? RİNALDO MARMARA ARŞİVİ ?? 1908-1909 eğitim yılı döneminde Saint-pulchérie Okulu’nda ders yapılırken.
RİNALDO MARMARA ARŞİVİ 1908-1909 eğitim yılı döneminde Saint-pulchérie Okulu’nda ders yapılırken.
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ?? İstanbul’daki evinin bahçesinde bir Levanten (karşı sayfada). 17 Haziran 1876 tarihli The Graphic dergisinin kapağında, dönemin İstanbul Borsası (üstte).
İstanbul’daki evinin bahçesinde bir Levanten (karşı sayfada). 17 Haziran 1876 tarihli The Graphic dergisinin kapağında, dönemin İstanbul Borsası (üstte).
 ??  ??
 ??  ?? Saint Benoit Kilisesi’nin avlusunda yapılan bir dini bayram töreni,
1921 (üstte) RİNALDO MARMARA ARŞİVİ. 1800’lü yılların sonunda Rue de Petits Champ’da (bugünkü Meşrutiyet Caddesi) bulunan Tepebaşı Tiyatrosu-théâtre des Petits-champs, Levantenle­rin konser, tiyatro ve gösteriler­ine ilgi duydukları bir mekândı (altta). İstanbul’un en önemli fotoğrafha­nelerinden Sebah-joaillier’in ortakların­dan Polycarpe Joaillier’in Feriköy Latin Katolik Mezarlığı’ndaki mezarı (karşı sayfada).
Saint Benoit Kilisesi’nin avlusunda yapılan bir dini bayram töreni, 1921 (üstte) RİNALDO MARMARA ARŞİVİ. 1800’lü yılların sonunda Rue de Petits Champ’da (bugünkü Meşrutiyet Caddesi) bulunan Tepebaşı Tiyatrosu-théâtre des Petits-champs, Levantenle­rin konser, tiyatro ve gösteriler­ine ilgi duydukları bir mekândı (altta). İstanbul’un en önemli fotoğrafha­nelerinden Sebah-joaillier’in ortakların­dan Polycarpe Joaillier’in Feriköy Latin Katolik Mezarlığı’ndaki mezarı (karşı sayfada).
 ??  ??
 ?? RİNALDO MARMARA-LATİN KATOLİK KİLİSELER ARŞİVİ ?? Pera’da Azize Meryem Draperis (Santa Maria) Kilisesi’nin önünde Paskalya dini alayı (solda).
RİNALDO MARMARA-LATİN KATOLİK KİLİSELER ARŞİVİ Pera’da Azize Meryem Draperis (Santa Maria) Kilisesi’nin önünde Paskalya dini alayı (solda).
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye