Röportaj: Urartular
Urartu Krallığı, Doğu Anadolu’da yerleşik bir toplum olmak için birçok zorluğun üstesinden gelir ve Urartu Ülkesi’ni kurar. “Urartu: Doğu’da Değişim” kitabı, Urartu’yu ve Anadolu’daki arkeolojik kazı çalışmalarını ayrıntılarıyla inceliyor.
Şiir Alkan
Milattan Önce 9-7 yüzyıllar arasında varlığını sürdüren Urartu Krallığı’nın kurulduğu bölgede binlerce yıl farklı toplumlar bulundukları toprakların zorlukları sebebiyle yarı-göçebe hayat sürmüşlerdi. Urartular bu zorlukları geliştirdikleri çözümlerle aşarak Transkafkasya, Kuzeybatı İran ve Doğu Anadolu’da 200 yıldan fazla yerleşik bir toplumla hüküm sürdüler. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan “Urartu: Doğu’da Değişim”, Urartu Krallığı’nın Urartu Ülkesi’ndeki hikâyesini siyasal, sosyo-kültürel ve tarihsel çerçevelerde anlatıyor. Kitabı hazırlayan ve editörlüğünü üstlenen Doç. Dr. Erkan Konyar (İstanbul Üniversitesi) ve Prof. Dr. Kemalettin Köroğlu (Marmara Üniversitesi) ile Urartu Devleti’ni, başkent Tuşpa’yı (Van), Urartu yazısını, mimarisini ve kitabın ortaya çıkmasına yol açan arkeolojik çalışmalarını konuştuk.
Urartular çağdaşlarının aksine çok geç keşfedildi, bunu neye bağlıyorsunuz?
Kemalettin Köroğlu: Eski Mezopotamya ve Anadolu uygarlıklarının keşfi, başlangıçta büyük oranda kutsal kitaplarda adları günümüze ulaşmış kentlerin, efsanevi kralların ve krallıkların araştırılmasıyla başladı. Eski Ahit ya da bizim yaygın olarak kullandığımız adıyla Tevrat’ta Assur, Babil gibi uygarlık isimlerinin yanı sıra Ninova, Kalah gibi başkent adları ve Salmanassar, Sargon, Sennaherib, Esarhaddon, Assurbanipal ve Nabukadnezzar gibi kral adları da vardı. Bütün bu isimler Assur ve Babil krallarının Doğu Akdeniz kıyılarına ve Kudüs’e yaptıkları seferler bağlamında geçmekteydi. Eski Ahit’te “Tekvin” bölümünde Nuh’un gemisinin tufandan sonra “rrt” (Urartu) biçiminde yazdığı dağlara oturduğu da kaydedilmişti. Ancak bu isim daha sonra “Ararat” olarak çevrildiği için bir devlet ve kültür çağrıştırmaktan uzaklaşmış ve coğrafi bir isim olmuştu. 19. yüzyılda Doğu Uygarlıkları bu çerçevede Eski Ahit’teki mekânlar ve uygarlık merkezlerine yapılan gezilerle araştırılmaya başlandığında, köklü Sümer uygarlığı gibi Urartu adı da tarihin hafızasından silinmişti. Bu nedenle 19. yüzyılın ortalarında çivi yazısının çözümüne kadar, Doğu Anadolu’ya gelen bazı gezginler bile burada gördüklerini Assur uygarlığı ile ilişkilendirmişlerdi.
Van Kalesi olarak da anılan Urartu başkenti Tuşpa, günümüze oldukça korunarak gelmiş. Kalenin öneminden ve korunmasından bahsedebilir misiniz?
Erkan Konyar: Başkent Tuşpa’da özellikle Urartu’nun özgün eserlerinin günümüze kadar ulaşmasının en önemli nedeni, kullandıkları yapı malzemesi.
“Tuşpa’da özellikle Urartu’nun özgün eserlerinin günümüze kadar ulaşmasının nedeni, kullandıkları yapı malzemesi.”
Aslında üst yapıya ilişkin birçok mimarlık anıtı sonraki dönemde yapı malzemesi olarak kullanılmaları nedeniyle günümüze ulaşamamış. Urartu eserleri kendisinden sonraki bütün devlet ve kültürlerin ürettiği mimari için devşirme yapı malzemesine dönüştürülmüş. İri taş blokları parçalanarak yeni surların, kışlaların ve sarayların yapımında kullanılmış. Bu noktada yok edemedikleri en çarpıcı materyal kültür kalıntıları ana kaya mimarisine ilişkin. Urartu sur temel yataklarını, kral mezarlarını açık hava kült alanlarını, çivi yazıtlarının en uzunlarını ve bunlarla ilişkili diğer yapı birimlerini ana kayayı oyarak, biçim vererek üretmiş. Yani Urartu mimarisinin anıtsal örneklerinin günümüze ulaşmasını, Tuşpa’da, mimarinin her alanında ana kayanın kullanılmasına borçluyuz.
Başkent için bu bölgenin tercih edilmesi doğal kaynaklar mıydı, yoksa çağdaşlarla rekabet mi?
Erkan Konyar: Bu soruyu aslında Urartu’nun neden Van Gölü Havzası’nı yurt edindiği sorusu bağlamında da cevaplayabiliriz. Burası Urartular için hemen güneyinde uzanan Bitlis-hakkâri Torosları nedeniyle, güneydeki agresif komşuları Assur’dan korunmak için en avantajlı bölgelerden biridir. Assur için aşılması çoğu yerde imkânsız bir sınır duvarı gibi uzanan Torosları aşmak ve Urartu ülkesinde üstelik de Van Gölü havzasında sürekli bir kontrol sağlamak imkânsız hale gelir. Başkent Tuşpa’nın kurulduğu, Van Gölü’nün hemen kıyısında, ova düzeyinden yükselen yaklaşık 1250 metre uzunluğunda ve 100 metre yüksekliğindeki konglomera kayalık oldukça sıra dışı bir doğal oluşum. Van Ovası’nı çevreleyen dağ ve tepelerden baktığınızda, ovaya inerken kilometrelerce öteden görebileceğiniz bu kayalık kütle hemen her dönem görenleri etkilemiş. Bu doğal anıtsal görünüşün Urartuları da cezbettiği anlaşılıyor. Diğer taraftan doğal savunmaya uygun özellikleri ve belki de en önemlisi kayalığın hemen her yönünden çıkan doğal su kaynakları, ilk krali yapıların burada inşa edilmesi noktasında belirleyici unsurları oluşturmuş. Aslında Urartu’nun daha sonraki yer seçim kriterleri büyük ölçüde değişmiş, Urartular özellikle savunma yönünden büyük avantaj sağlayan, gerisindeki tepe ve dağ sıraları ile organik bağı olan, ova düzeyine alçalarak uzanan kayalık alanlara krali merkezler inşa etmişler. Ama Tuşpa’nın Urartu için öneminin krallığın yıkılış sürecine kadar devam ettiği anlaşılıyor. Burası aynı zamanda Urartu krallarının gömüldüğü, anıtsal me
zarlarının olduğu bir yer. Krallığın en uzun yazıtları, kral yıllıkları da buradaki yapıların cephelerine ve taş bloklar ile stellere yazdırılmış. Bir nevi krallığın belleği ve hafıza merkezi haline gelmiş.
Assur Devleti, Urartu’nun hem çağdaşı hem komşusuydu, kitapta Urartu hakkındaki bilgilerimizi Assurlulara borçlu olduğumuza değiniliyor. İki devletin ilişkisinden bahseder misiniz?
Kemalettin Köroğlu: Urartu, güneyde Torosların arkasındaki Mezopotamya düzlüklerinde Yeni Assur Krallığı, batıda Fırat’ın hemen ötesinde Melitia (Melid, Malatya), Tablani (Tabal/kayseri çevresi) ve Qumaha (Kummuh/kommagene, Adıyaman/samsat) gibi Geç Hitit Devletleri, Kuzeybatı İran’da Urmiye Gölü’nün güney doğusunda Mana ve Medler gibi krallıklarla komşu ve rakip olarak ortaya çıkıyor. Bu devletlerden özellikle Assur, M.Ö. II. binyılın başlarından itibaren, kurumlarıyla birlikte varlığını sürdüren köklü bir devlet geleneğine ve kentleşme modeline sahip. Melitia ve Kargamış başta olmak üzere Geç Hitit krallıklarının da yazı, mimarlık ve sanat gibi birçok alanda M.Ö. II. binyıldaki Hitit İmparatorluk geleneğini sürdürdükleri biliniyor. Urartu Krallığı, M.Ö.
9. yüzyılın ortalarından sonra rekabet gücü yüksek bir devlet olarak gelişir ve Doğu Anadolu çevresine egemen olur. Assur orduları ile Urartu orduları M.Ö.
9. yüzyılda kuruluş aşamasında, M.Ö. 8. yüzyılın ortalarında ve sonlarında birkaç kez karşı karşıya gelmiş. Bu karşılaşmalarda Assur’un galip geldiği ancak Urartu’nun da büyük yıkım yaşamadığı anlaşılıyor. İki devlet arasındaki Toros ve Zagros Dağları ve bu dağlık bölgede bulunan yerel aşiretler bir tür tampon görevi üstlenmiş. Urartu Krallığı’nın egemen olduğu yaklaşık 250 yıllık dönemde iki uygarlık arasındaki ti
“Urartu Krallığı’nın kuruluşu, başkent Tuşpa’da (Van Kalesi) Sardurburcu denen anıt üzerindeki Assurca yazıtlarla ilan edilir.”
cari ve kültürel ilişkiler kesintisiz devam etmiş, yazı başta olmak üzere güneyin elit kültürü Doğu Anadolu yüksek yaylasına ulaşmış.
Urartu yazısı, Assur’da kullanılan çivi yazısının bir versiyonu, Urartuların bu yazıyı almasının sebebini sadece rekabetle açıklayamayız değil mi?
Kemalettin Köroğlu: Urartu Krallığı’nın kuruluşu, başkent Tuşpa’da (Van Kalesi) Sardurburcu denen anıt üzerindeki Assurca yazıtlarla ilan edilir. Devletin kuruluş sürecinde toplumun büyük bölümü yarı-göçebe aşiretlerden oluşuyor ve okur-yazar kimsenin olmadığı anlaşılıyor. Bu nedenle bu dönemin en yaygın dili ve yazısını bilen katipler getirilmiş ve kuruluş kitabeleri bu nedenle Assurca yazdırılmış. Anlaşıldığına göre başkentte kurulan okulda katipler yazı sistemini Urartucaya uyarlamış ve yazı yazabilen katipler yetiştirilmiş. Sarduri’den sonraki kral İşpuini döneminde ilk Assur çivi yazısıyla Urartuca yazıtlar yazılmış, hatta Eskiçağ’da ve sonrasında bu sürecin izlendiği birçok örnek bulunuyor. Örneğin, M.Ö. II. binyılda Hitit Devleti’nin kuruluş aşamasında da ilk belgeler çivi yazısıyla Eski Babil dilinde yazdırılmış.
Urartu’da beş adet mezar tipi bulunuyor ve Anadolu’daki kaya mezar geleneğinin anıtsal ölçekte ilk örneklerini onlarda görüyoruz. Kaya mezarların önemi ve özelliklerinden bahsedebilir misiniz? Krallar kaya mezarlara mı gömülüyordu?
Erkan Konyar: Tuşpa’nın belki de en çarpıcı özelliği bu söylediğiniz. Birer ölü evi biçiminde çok odalı olarak inşa edilmeleri, boyutları ve görkemli cepheleri ile Anadolu ve Mezopotamya’nın ünik ve anıtsal mezar örneklerini oluşturuyorlar. Kaya mezarları, kayalığın güney bölümünde yer alıyor. Bunlardan dört tanesi plan ve yapısal özellikleri ile benzer karakter gösteriyor. Ana kayaya açılmış basamaklarla mezar odasına inilebiliyor. Önlerinde yine ana kayanın düzeltilmesi ile oluşturulmuş bir teras yer alıyor. Buradan bir kapı aracılığı ile ana salon ve bu ana salona açılan yan gömü odalarına ulaşılıyor. En büyüğü olan Kurucular/İç Kale Mezarı yedi oda/salondan oluşuyor. Mezarlardan sadece I. Argişti’ye ait olanını tarihlendirebiliyoruz. Çünkü mezar cephesinde Argişti’nin yıllıklarını içeren çivi yazılı metinler yer alıyor. Diğer mezarların konum ve kimi mimari özelliklerinden yola çıkılarak tarihlendirmeler yapılmakla birlikte net öngörülerde bulunmak oldukça zor. Orijinal gömü durumunu bilmiyoruz. Hepsi muhtemelen Urartu’nun yıkılışı ile birlikte yağmalanmıştır ancak iç dizaynları gömü anlayışlarına dair bazı ipuçları veriyor. Örneğin mezar iç duvarlarına açılmış nişlere ölü armağanları ve kremasyon kapları (yakma gömüler) konuluyordu. Yine çoğu mezar odasında görülen ana kaya ile oluşturulmuş yataklar, platformlar üzerine ve ölü teknelerinin içine hoker pozisyonunda normal gömüler yatırılmış olmalıydı. Odalardaki bu düzenlemeler kaya mezarlarına çoklu gömü yapıldığını, belki kraliyet aile fertlerinden onlarca kişinin gömülmüş olabileceğini gösteriyor. Van Kayalığı’nın doğu ucundaki Kremasyon Mezarı ise farklı plan anlayışı ve iç düzenlemesi ile dikkati çekiyor. Tek odadan oluşan mezar odası
nın yan duvarlarına açılmış, duvar boyunca uzanan niş açıklıklarına kremasyon vazolarının konulduğu düşünülüyor. 2016 yılında yaptığımız kazı çalışmalarında yeni bir kaya mezarı ortaya çıkardık. Dromos biçimli bir ön oda ve arkasındaki ana gömü odasından oluşan bu kaya mezarı yine kayalığın güney yamaçlarında bulunuyor. Çok odalı kaya mezarlarından farklı olarak bu mezar kayalık zemin oyularak tasarlanmış. Planlama açısından Urartu’da sıklıkla rastlanan yeraltı oda mezarlarına benzer. Bu türün bu boyutlarıyla Van Kalesi’nde, sitadel içinde tasarlanmış olması dikkate değerdir. Özellikle krali mezar geleneğinin gelişimi hakkında yeni fikirler veriyor. Diğer Urartu krali şehirlerinde bu türden herhangi bir mezar anıtının olmaması, tüm kralların Tuşpa’daki bu mezarlara gömülmüş olma ihtimalini yükseltiyor. Bu durumda Tuşpa aynı zamanda Urartu’nun krali mezarlığını da barındırmış oluyor.
Urartular mezar mimarisi ve gömü geleneklerinde birçok ilke imza atmışlar. Pekiyi Urartu’da görülen en yaygın mezar biçimi neydi?
Erkan Konyar: Urartu’da krali mezarların kaya mezarı türünden anıtsal ölçekte uygulandığını söylemiştim. Yaygın kullanılan mezar tipi veya türü ise yeraltı oyma veya kaya mezarı türünden olanlar. Bunlar tamamen yeraltına inşa edilmiş ve yüzeyden çoğu zaman fark edilmeleri mümkün değil. Kendi kullanım dönemleri içinde yüzeyden mezar yerini gösteren işaretler olmalıydı. Bu mezarlar genellikle toprak yüzeyi ile bağlantıyı sağlayan kuyu biçimli bir dromos (giriş bölümü) ve bir ana gömü odasından oluşuyor. Bazı örneklerde bu ana gömü odasına açılan küçük birimler, nişler ve oyuklar açılarak alternatif gömü alanları oluşturulmuş. Mezar odalarına birden fazla kişi gömülmüştür ki arkeolojik kazılar ile ortaya çıkarılan bazı örneklerde yüzden fazla kişinin gömülmüş olduğu örnekler de vardır. Aslında bakarsanız Urartu’nun bugün müzelerde, özel koleksiyonlarda sergilenen buluntularının büyük bölümü bu mezarlardan geliyor. Başlıca buluntu gruplarını ölü armağanı olarak gömülen kişinin yanına bırakılmış eşya, silah ve takılar oluşturuyor. Sosyal yaşam, ekonomi, küçük el sanatları, demografik yapı, beslenme alışkanlığı gibi
Urartu toplumuna ilişkin birçok unsuru da bu buluntular ve insan kalıntıları üzerinde yapılan arkeometrik araştırmalar sonucu öğrenebilmekteyiz.
Urartuların hüküm sürdüğü bölgelerin zengin maden yataklarına sahip olduğunu biliyoruz, bu durumu bir avantaja çevirebilmişler mi?
Kemalettin Köroğlu: Doğu Anadolu çevresinde bakır ve demir yataklarının varlığı biliniyor. Yüzey araştırmalarında bu yatakların işletilmiş olanlarında eritilmiş maden atıkları/cüruflar bulunuyor ancak bu yataklardan hangilerinin Urartu döneminde yaygın biçimde işletildiğini saptamak zor. Öte yandan Urartu kentlerinde ve kalelerinde ele geçen buluntular, Urartuların gündelik yaşamda ihtiyaç duydukları bakır ve demir aletleri başarılı bir biçimde geliştirdiklerini gösteriyor. Özellikle demir eritme teknolojisinde ileri adımlar atmışlar, gelişmiş fırınlarda sertlik derecesi yüksek çelik formuna yakın demir silahlar üretmişlerdi. Döküm tekniğinde mobilya aksamları, at arabası parçaları, silahlar, ok uçları, fibulalar, iğneler, hatta yüzük ve halhal gibi takılar üretmişler ve bu eşyalar yalnızca büyük merkezlerle sınırlı kalmamış, köylere kadar ulaşmış.
Çanak-çömleğin Urartu karakterini belirleyen en önemli malzeme olduğuna değiniliyor. Van Gölü Havzası’na özgü olan kilden bahsedebilir misiniz? Kırmızı perdahlı mallar Urartulara mı özgüydü ve krallığın yıkılmasından sonra üretimi durdu mu?
Erkan Konyar: Urartu çanak çömleği gerek tipolojik özellikleri gerekse renk ve yüzey işlemleri ile oldukça karakteristiktir. Urartu saray malları olarak da tanımlanan bu örnekler parlak kırmızı bir renge sahip. Metalik görünümleri, bazı yüzey işlemleri ve süsleri, metal kapları taklit ettiklerini akla getiriyor. Kapların üretiminde kullanılan kil konusunda haklısınız. Van ve Bitlis bölgesinde bazı alanlarda bugün hâlâ kullanılan demir oksit ağırlıklı bir kilin kullanıldığını arkeometrik çalışmalar bize gösterdi. Omurgalı çanaklar, kâseler, tabaklar, küresel gövdeli veya uzun boyunlu çömlekler, yonca ağızlı testiler en çok rastlanan kap tiplerini oluşturuyor. Bunların yanında meyvelikler, kadehler, bardaklar, mataralar, tepsiler ve özellikle hayvan ve çizme biçimli rithonlar gibi sunu kapları da var. Urartu sitadellerinde daha çok bulundukları için de Urartu kraliyet kurumları, aristokrasisi veya varsılları tarafından kullanıldığı fikri hâkim. Ancak yoğun olmasa da halk mezarları ve hatta kırsal yerleşme ve nekropollerde de bulunduğu bilinmekte. Bu malzeme grubunun M.Ö. 8. yüzyıldan itibaren kullanımının yaygınlaştığı öne sürülüyor. Son olarak, Urartu’nun yıkılışı ile birlikte bu türden çanak çömleğin üretiminin durduğunu söyleyebiliriz l
“Buluntular, Urartuların ihtiyaç duydukları bakır ve demir aletleri başarılı bir biçimde geliştirdiklerini gösteriyor.”