“Yabancı turist daha bilgili”
Türkiye’nin ilk muharebe meydanları rehberlerinden Serhan Güngör, yaklaşık 25 yıllık deneyimini aktardı. Güngör’e göre, “Yabancı turistlerde merak ve saygı önde, Türk gruplarda ise duygu ve milli heyecan var. Yabancılar çevreye ve tarihe daha saygılı”.
Rehber Serhan Güngör ile söyleşi.
Muharebe meydanları rehberi nasıl olunur, rehber alanda nelerle karşılaşır, yerli ve yabancı turistlerin arasında hangi farklar var? Bu soruları rehber Serhan Güngör’e sorduk.
Bir profesyonel turist rehberi olarak neden muharebe meydanı turizmi ilginizi çekti?
Rehberliğe yeni başladığım 19971998 döneminde muharebe meydanları turizmi üzerine çalışmaya başladım.
Bunda hem gençliğimden beri askeri tarihe ilgi duymam, hem 1994-1995 yıllarında ifa ettiğim askerlik hizmetimi deniz piyade subayı olarak Foça ve Şırnak’ta yapıp muharebe tecrübesi edinmem etkili oldu. O dönemde, okyanus aşırı uçuşlar yaygınlaşmış ve Türkiye’de muharebe meydanı turizminin ilk uygulamaları başlamıştı. Çanakkale muharebe alanında Avustralyalı gruplara tur rehberliği yapmaktaydım. Onlarla gezerken bu konunun nasıl çalışılacağını, nasıl arazi inceleneceğini gördüm, öğrendim ve
okumalarımı daha çok yoğunlaştırdım. Çanakkale Türkiye’de çok popüler olunca ben de çok fazla işlenmemiş, çalışılmamış bir konu olarak Kurtuluş Savaşı’nı çalışmaya karar verdim. Çanakkale’den edindiğim tecrübeleri 2004’ten itibaren Kurtuluş Savaşı muharebe meydanlarında uygulamaya başladım. Türkiye’de bu konudaki ilk özel ilgi turlarını gerçekleştirdim.
Kurtuluş Savaşı’nın muharebeleri, büyük bir coğrafyada dağınık olduğundan, ben ağırlıklı olarak düzenli orduların muharebelerin cereyan ettiği yaptığı Batı Cephesi’ni tercih ettim. 1921-1922 yıllarında gerçekleşen İnönü, Kütahya-eskişehir, Sakarya muharebeleri, Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi mekânlarını ve bu mekânların nasıl sunulacağı ve anlatılacağı üzerine yoğunlaştım. Daha sonra da bu yaptığım çalışmalar ışığında, İstanbul Üniversitesi’ndeki yüksek lisansımı 2010 yılında tamamladım. Kurtuluş Savaşı hakkında yayın çok; ama bu savaşın coğrafyası, muharebe alanlarının kesin yerlerinin tespiti, korunması ve turların nasıl icra edileceği fazla çalışılmış değil. Yaptığım faaliyetlerin ilkleri teşkil ettiğini düşünüyorum.
Tabii sadece Türkiye ile yetinmedim. Fransa ve Belçika’daki Birinci ve İkinci Dünya Savaşı mekânlarını, Polonya ve Rusya’yı, Avrupa’daki önemli askeri müzelerini çok detaylı gezdim ve inceledim. Askeri tarihin nasıl anlatıldığını ve turizme nasıl entegre edildiğini görmek için Polonya’da ve Rusya’daki savaş alanları ve askeri müzeleri de yerinde inceledim, gezdim.
İngiltere ve Fransa gibi muharebe turizminin gelişmiş olduğu ülkelerle Türkiye’deki durumu karşılaştırdığınızda durum nedir?
Batı dünyasında savaş ve muharebeleri anmanın tarihsel bir geleneği var. Julius Caesar’ın Tokat Zile’de kazandığı savaşın ardından buraya bir anıt yaptırdığını biliyoruz. Augustus’un Yunanistan Preveze yakınlarındaki Actium zaferini anmak için inşa ettirdiği devasa bir anıtın kalıntıları var. Avrupa antikçağdan moderniteye kadar savaşları anan ve anlatan anıtsal kemerler, sütunlar, duvar resimleriyle doludur, savaş kamusal alanda anılır. Bu geleneğin üzerine Birinci Dünya Savaşı sonrasında özellikle İngiliz gaziler ve yakınlarını kaybetmiş aileler, muharebe meydanlarını ve Commonwealth War Graves Commission’ın inşa ettiği askeri mezarlıkları ziyaret etmeye başladılar. Böylelikle modern muharebe meydanı turizmi başladı. İkinci Dünya Savaşı ve ulaşımda yaşanan gelişmeler bu turizm hareketini kıtalararası bir boyuta taşıdı.
Bizde ise muharebe sonrası anıt inşası, savaş alanının ziyaret edilmesi ve belli günlerde şehitlerin anılması geleneği eskiden yoktu. Anıt inşası Balkan Savaşları ve Çanakkale Muharebeleri’yle başladı. Ancak bilincin oluşması zaman aldı ve alıyor. Mustafa Kemal Paşa’nın 1924’de Başkomutan Meydan Muharebesi meydanına
yaptırdığı çok zarif bir anıtın 1960’larda kırılıp bir depoya atılması bu konudaki bilinç eksikliğimize bir örnektir. Çanakkale’de bile 1954’te inşaatına başlanan ve yakın zamanlara kadar bitirilmeyen Çanakkale Şehitler Abidesi’ni saymazsak, 1990’lara kadar İngiliz ve Fransızların 1920’lerde yaptığı anıtlar ve mezarlıklar muharebe alanlarına hâkimdi. Şunu açıkça kabul etmeliyiz ki; biz muharebe meydanı gezmeyi 2000’li yılların başında çoğunluğu Avustralyalı olan batılı ziyaretçilerden öğrendik. Şafak ayinlerine imrenerek bakan insanlar “bunlar atalarını, dedelerini anmak için dünyanın öbür ucundan geliyorlar, biz niye yapmıyoruz?” dediler ve yerel ve ulusal yönetimleri bu konuda çalışmak için teşvik ettiler.
Bu konuda Britanya ve Fransa gibi ülkeler ile aramızdaki en büyük fark, bizde koruma bilincinin henüz tam yerleşmemiş olması, alanlar ve anıtlarda özenli bir saygı ve bilgilendirmekten çok, öne çıkan hamaset ve özensizliktir. Anlatımlarda ciddi referans sorunları vardır. Anıtlar, heykeller ve sanat yapılarında tasarımda özensizlik, tunç ve taş yerine polyester ve beton gibi malzemeler, zamana ve çevresel koşullara dayanıksızlık dikkati çeker. Yakın zamanda Çanakkale’nin muharebe alanları konusunda uzmanlaşma amacı güden bir alan yönetimi ile yönetilmeye başlanması olumlu bir girişim olmuştur. Ancak Kurtuluş Savaşı muharebe meydanları halen Orman Bakanlığı’na bağlı milli park statüsündedir. Bu mekânlarda yapılan bilinçsiz ağaçlandırma faaliyeti, savaş zamanındaki bitki örtüsünün ve doğal dokunun uluslararası standartlara aykırı olarak kaybolmasına ve muharebe alanının önemli tepelerinden olayın geçtiği topografyanın görülememesine yol açmaktadır, örneğin Metristepe, Conkbayırı, Alçıtepe ve diğerleri. Ayrıca Çanakkale’ye merkezi ve yerel yönetimler tarafından belli dönemlerde binlerce insanın getirilmesi bölgenin kapasitesinin çok üzerinde bir ziyaretçi trafiğine, bu da tarihi ve doğal çevrenin korunması ile ilgili sorunlara yol açmaktadır.
Son zamanlarda 1071 Malazgirt Savaşı yerinde anılmaya başlanmıştır. Ancak Türkiye’de bulunan ve antikçağ ile ortaçağda dünya tarihine etki etmiş Granikus, İssos, Zela, Doryleon gibi önemli muharebe meydanlarının yurtiçi ve yurtdışı turizmine kazandırılması yönünde yerel veya ulusal bir çalışma ve girişim bulunmamaktadır.
Askeri müzelerimiz, ellerindeki zengin malzemeye rağmen, analitik bir bakışla tarihsel olayların analizini,
neden sonuç ilişkilerini anlaşılır bir dille, çağdaş ve yaratıcı sunum teknikleriyle günümüz ziyaretçisine sunmaktan uzaktır. Parça parça ve çoğunlukla sergi ve depo işlevini görmektedirler. Kurtuluş Savaşı’nın derli toplu bir müzesi henüz yoktur. Çanakkale’de tarihi alanın Kültür ve Turizm Bakanlığı’na geçmesinden sonra, son zamanlarda çağdaş müzecilik uygulamaları yapılmaktadır.
Hem yabancı hem de yerli turistler için muharebe meydanı turları düzenliyorsunuz. İki grup arasındaki farkları belirtir misiniz?
Yabancı turistlerde öne çıkan duygu merak, öğrenme ve saygı iken yerli turistlerde daha çok duygu ve milli heyecanları gözlemekteyim. Yine de derli toplu bilgi verdiğiniz, harita ile olayı yerinde açıkladığınızda, yerli gezginlerimizin de öğrenmek için büyük bir ilgi ve iştah sahibi olduğunu söylemeliyim. Çanakkale alanlarına toplumun her kesiminden katılım olmakla birlikte, özellikle kitlesel boyutta yapılan belediye ve çeşitli kurumların düzenlediği gezilerde daha alt gelir grubu katılımcılar gözlenirken, Kurtuluş Savaşı alanlarının turları çok daha az sayıda yapılmakta ve genelde orta ve üst gelir grubu tarafından tercih edilmektedir. Toplumdaki siyasi ve ideolojik kutuplaşmaya paralel olarak, yerli gruplarla Çanakkale’de daha dini motifler merak edilirken, Kurtuluş Savaşı alanlarında Atatürk ve ulusal bilinç temaları daha çok öne çıkmaktadır.
Anlamak ve anmak
Yabancı gruplarla Türk gruplar arasındaki temel farkın muharebe meydanına, tarihsel ve doğal çevreye saygı ile ilgili olduğunu da gözlemliyorum.
Çanakkale’de 20 yıldır yaşanan kitlesel turizm hareketi ile tarihi ve doğal çevre tahribata uğramaktadır. Bazı yerel esnaf, turizmciler ve ziyaretçilerin şehitliklerde müzik çalmaları, mekânın anlam ve önemine yakışmayan davranışlar sergilemeleri de her ne kadar önlenmeye çalışılsa da halen gözlemlenmektedir. Avrupa muharebe meydanlarında temel olarak, düzen, temizlik, sessizlik, özen, sanat ve tasarım, çok yoğun ve anlaşılır bilgilendirme, dikkatle korunan tarihi ve doğal çevre öne çıkmaktadır. Çok sayıda irili ufaklı müze de hem özgün objeler, hem de canlandırmalar ile muharebe alanlarını gezen ziyaretçilerin o mekânlarda neler yaşandığını daha iyi anlamasına yardımcı olmaktadır. Gezdiğim hiçbir harp mezarlığı ve anıt girişinde bizde olduğu gibi hediyelik eşya dükkânlarına rastlamadığımı da özellikle belirtmeliyim.
Son dönemde Türkiye’de muharebe meydanlarının korunması ve turizmi konusunda ilgi arttı. Sizce ne yapılmalı ve ne yapılmamalı?
Her şeyden önce ülkemizdeki muharebe alanlarını tespit edip koruna ve bakımını yapmamız gerekir. Bu mekân ve anıtlar, ciddi askeri tarih araştırmaları sonrasında bilgi veren yerler haline dönüşmelidir. Muharebe meydanlarından sorumlu bir kurum olmalı, bünyesinde farklı disiplinlerden uzmanlar kadrolu veya danışman olarak yer almalıdır. Dünyada başarılı örnekler mevcut. Savaş alanı turizminde temel nitelik “anlamak ve anmak” olmalıdır. Mekânlar buna göre düzenlenmeli, doğru ve ayrıntılı tarihsel bilgi, anlaşılır bir dil ve sunumla ziyaretçilere aktarılmalıdır. Bu konu mekân düzenlenmesi, anıtlar, müze tasarımı ile ilgili olduğu kadar, bu mekânlarda görev yapacak rehberleri de ilgilendirmektedir. Savaş karmaşık ve evrensel özellikler taşıyan, sadece hamasetle geçiştirilemeyecek bir konudur. Bu konuda bilgi verecek profesyonellerin yüksek eğitimli olması, yabancı dil bilmesi ve profesyonel turist rehberi lisansına sahip olması gerekmektedir.