Marshall Yardımı ve ABD ilişkileri
Prof. Dr. Mehmet Ö. Alkan
Türkiye-abd ilişkileri II. Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren pek çok olayın etkisinde kaldı. Ancak Soğuk Savaş dönemi boyunca siyasi ve ekonomik etkisi en kalıcı ve belirleyici olanı Türkiye kamuoyunun hafızasında süt tozu ve yağ kutuları ile yer eden Marshall Planı oldu.
Türk Amerikan ilişkilerinin tarihi Osmanlı döneminde III. Selim’e kadar geri gitmekle birlikte, asıl yakınlaşma II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından başlar. Türkiye, II. Dünya Savaşı’nın dışında kalmış, ama savaş bitmeden hemen önce 23 Şubat 1945’te savaş ilan etmişti! Çünkü galip devletlerin Yalta’da aldığı karara göre, savaş sonrasında Birleşmiş Milletler Örgütü’nün kurucu üyesi olabilmek için 1 Mart’a kadar Almanya ve Japonya ile savaş durumunda olmak gerekiyordu. Böylece Türkiye’nin de dahil olduğu 50 ülkenin katılımıyla Birleşmiş Milletler Örgütü kurulmuş ve bir ucunda ABD ile diğer ucunda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) olan iki kutuplu dünya dönemi başlamış oluyordu. Türkiye iç siyasette de çok partili siyasal yaşama geçerek iki kutuplu dünyadaki yerini, savaşın galibi “demokrasiler” safında, Batı Bloku üyesi olarak belirlemişti. SSCB etkisindeki Doğu Bloku’na birden fazla sınırıyla komşu olan Türkiye’nin,
Balkanlar ve Ortadoğu dengeleri açısından ABD ile ilişkileri hızlı bir şekilde gelişti. ABD ile daha önce olmadığı kadar yoğun diplomatik, siyasal ve ticari ilişkiler dönemi başlayacaktı. Savaşın bitimiyle ABD’DE Yunanistan ve Türkiye’nin, “komünizm”in güneye doğru yayılmasını önleyecek iki anahtar/kalkan ülke olduklarına ve desteklenmeleri gerektiğine dair fikir oluşmuştur. Resmi metinlere yansıdığı şekliyle ABD, stratejik İstanbul Boğazı’nın kontrolünü zayıf bir hükümete bırakmak, veya SSCB baskısıyla boğazların kontrolünün paylaşılması ihtimalini kendisi için bir tehdit unsuru olarak algılar. Savaşta yıkıma uğramış olan Avrupa’nın ayağa kaldırılması fikriyle beraber bu yaklaşım Truman Doktrini olarak adlandırılacaktı. Harry S. Truman (1884-1972), ABD başkanı F. Roosevelt’in yardımcısı olarak 1945’te göreve başlamış, Roosevelt’in kısa süre sonra ölümü üzerine ABD başkanı olmuştu. Truman, 1949 seçimlerinde başkanlığa getirilmiş ve bu görevi 1953’e kadar sürdürmüş bir politikacıydı. NATO’NUN da kurucu öncülüğünü de üstlenmişti.
Truman 12 Mart 1947’de ABD Kongresi’nde yaptığı konuşmasında, “Amerikan dış politikasının, dış baskı veya silahlı azınlıklar tarafından boyun eğdirme girişimlerine direnmekte olan özgür halkları desteklemeye yönelik olması gerekir” diyerek, Türkiye’nin Yunanistan gibi desteklenmeye ihtiyacı olan bir ülke olduğunu şu cümlesi ile vurgular: “Açıktır ki, dünyanın hürriyetperver halkları için, bağımsız ve güçlü bir ekonomiye sahip Türkiye’nin geleceği, Yunanistan’ın geleceğinden daha az önemli değildir.” Türkiye’nin savaşın başından itibaren yardım isteğinde bulunduğunu, bunun Ortadoğu’da düzenin korunması için önemli olduğunu, İngiltere’nin yardımı kestiğini, yardım yapabilecek tek ülkenin de ABD olduğunu ve yardımın yapılması gerektiğini belirtir. Bu sayede hem bu ülkeler üzerindeki olası Sovyet tehdidi ve etkisi önlenerek bölgede ABD nüfuzu artırılacak, hem de Amerikan savaş malzemesini Avrupa’dan ABD’YE geri götürme sorunu çözülmüş olacaktı. Truman Doktrini’ne bağlı olarak 22 Mayıs 1947’de kabul edilen kanuna göre ABD, Türkiye ve Yunanistan’a 7/10 oranında ve yaklaşık 400 milyon dolarlık askeri malzeme yardımı yapacaktı. Bir süre sonra, 12 Temmuz 1947’de, Ankara’da “Türkiye’ye Yardım Anlaşması” imzalanır. Türkiye hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri yönetimi arasında Ankara’da imzalanan Türkiye’ye Yapılacak Yardım Hakkında Anlaşma’nın onanmasına dair kanun ise 1 Eylül tarihinde kabul edildi. Türkiye’ye Yapılacak Yardım Hakkında Anlaşma’nın başlangıç hükmü şöyleydi:
“Türkiye hükümeti, Türkiye’nin hürriyetini ve bağımsızlığını korumak için ihtiyacı olan güvenlik kuvvetlerinin takviyesini temin ve aynı zamanda ekonomisinin istikrarını muhafazaya devam maksadıyla Birleşik Devletler hükümetinin yardımını istediğinden; Birleşik Devletler Kongresi, 22 Mayıs 1947’de tasdik edilen kanun ile, Birleşik Devletler başkanına, Türkiye’ye her iki memleketin egemen bağımsızlığına ve güvenliğine uygun şartlar dairesinde, böyle bir yardımda bulunmak yetkisini verdiğinden; Türkiye hükümeti ile Birleşik Devletler hükümeti böyle bir yardım yapılmasının Birleşmiş Milletler Andlaşması’nın esas gayelerine ulaşmayı sağlayacağı gibi münasebetlerinde hayırlı bir devre açarak Türk ve Amerikan milletleri arasındaki dostluk bağlarını daha çok takviye edeceğine kani bulunduklarından; bu maksatla kendi hükümetleri tarafından usul-ü dairesinde verilmiş yetkileri haiz olan ve aşağıda imzası bulunan zevat şu hususları kararlaştırmışlardır.”
Bu girişten sonra konumuzu ilgilendiren üçüncü madde şöyle düzenlenmiştir:
“1- Birleşik Devletler basın ve radyo temsilcilerine, bu yardımın kullanışını serbestçe müşahede etmelerine ve bu müşahedelerini tam olarak bildirmelerine müsaade edilecektir. 2- Türkiye hükümeti bu yardımın amacı, kaynağı, mahiyeti, genişliği, miktarı ilerleyişi hakkında Türkiye’de tam ve devamlı yayın yapacaktır.”
Truman Doktrini ile 1947 yılında başlayan askeri yardım, ertesi yıl Marshall Planı (Marshall Yardımı) ile ekonomik bir boyut kazandı. Savaşta büyük zarar görmüş olan Avrupa’nın ayağa kaldırılması demek olan ve resmi adı “Avrupa Kalkınma Programı” olan ve Marshall Planı adıyla anılan programının fikir babası olan George Marshall (1880-1959), II. Dünya Savaşı sırasında ABD Genelkurmay başkanı, 19471949 arasında da Dışişleri bakanı ve 1950-1951 yıllarında ise Savunma bakanı olarak görev yapmıştı.
Marshall Yardımı’nın ABD için üç ana hedefi olduğu söylenebilir. Bunlardan ilki savaşta büyük hasar almış Avrupa’yı ekonomik olarak güçlendirmek; ikincisi yardım alacak olan ülkelerin ekonomileri üzerinde nüfuz kazanmak ve üçüncü olarak da ülke içi üretimini canlandırıp, başta çiftçiler olmak üzere ürünlerine pazar bulmaktı. Öyle de oldu.
Marshall Planı ve Amerikan propagandası
Başlangıçta toplantıları yapılan ve ilan edilen Marshall Planı’na Türkiye dahil edilmemiş, daha sonra yapılan değerlendirmelerde Truman Doktrini çerçevesinde yapılan yardımların yeterli olmayacağı, Marshall Planı’na Türkiye’nin de dahil edilmesi kararlaştırılmıştır. Toplam 16 ülke bu yardımlardan yararlanacaktı. Planda Türkiye açısından özellikle tarımsal modernizasyona öncelik vermesi önerildi ve buna bağlı olarak 4 Temmuz 1948’de Türkiye ile ABD arasında “Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri Ekonomik İşbirliği Anlaşması” imzalandı.
Bu anlaşmanın 7’nci maddesine göre Türkiye, yapılan yardım ve ulaşılan amaçlar konusunda geniş bir yayın yapmayı ve gerekli her türlü pratik önlemi almayı kabul etti: “1. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ve Amerika Birleşik Devletleri hükümeti, müşterek Avrupa Kalkınma Programı’nın ve bu programı gerçekleştirmek üzere yapılan muamelelerin gayelerine ve kaydettikleri terakkiye dair geniş neşriyat yapmanın karşılıklı menfaatleri iktizasından olduğunu teslim
Marshall yardımının fikir babası ABD’LI general George Marshall’dı.
ederler. Program gayelerinin yerine getirilmesi için elzem olan müşterek gayret ve karşılıklı yardım hissini geliştirmek üzere, programın kaydettiği terakkiye dair geniş malumat yaymanın arzuya şayan olduğu teslim edilir.
2. Amerika Birleşik Devletleri hükümeti bu kabil malumatın yayımını teşvik edecek ve neşriyat vasıtalarını emrine amade tutacaktır.
3. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti gerek doğrudan doğruya ve gerek Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı’na, iktisadi kalkınma programının yayımını teşvik edecektir. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, bu kabil malumatı neşir vasıtaları emrine amade tutacak ve bu kabil yayım için münasip kolaylıklar sağlanmasını temin etmek üzere her türlü ameli tedbirler ittihaz eyleyecektir. Bundan başka Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, diğer katılan memleketlere ve Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı’na, iktisadi kalkınma programının kaydettiği terakki hakkında tam malumat sağlayacaktır.
4. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, alınan paralar, mallar ve hizmetlerin suret-i istimaline dair malumat dahil olmak üzere, bu anlaşma gereğince yapılan işlere dair tam izahatı her üç ay zarfında bir Türkiye dahilinde yayınlayacaktır.”
Anlaşmanın bu maddesine dayanarak Türkiye, Marshall Planı’nın önemini ve amacını vurgulayan, Abd’nin sempati kazanmasına yönelik ortamı yaratacak kültürel katkıyı ve ABD propagandası yapmayı taahhüt etti. 1950’li yıllarda Türkiye için adeta bir “Amerikan Resmi Kültürel Yayılma Programı” uygulanmıştır.
Daha İkinci Dünya Savaşı sırasında teknolojik gelişmelerin verdiği imkânlar sayesinde propaganda faaliyetleri artmış ve dönemin başlıca uluslararası iletişim aracı olarak radyo yayıncılığı ABD tarafından etkin bir şekilde kullanılmıştır. Voice of America (VOA - Amerika’nın Sesi Radyosu) savaş döneminde 1941’de kurulmuştu. 1945-48 arasında Türkçe yayınlarına ara vermekle birlikte bu yayınlara 1950’lerde tekrar başlayacaktı. VOA için 1947’de Ulusal Güvenlik Yasası’nın (National Security Act) kabul edilmesi ve Ulusal Güvenlik Konseyi’nin (National Security Council) kurulmasıyla CIA’E Dışişleri Bakanlığı’nın öncü ve rehberliğinde psikolojik savaş operasyonlarını yürütme
Amerika’nın Sesi Radyosu etkisini artırdı.
yetkisi verilerek Soğuk Savaş döneminde yürütülecek psikolojik savaş resmilik kazanmıştır.
Ayrıca bu tanıtıma Smith-mundt Yasası (Smith-mundt Act) olarak da bilinen 1948 tarihli “Birleşik Devletler Karşılıklı Bilgi ve Eğitim Değişimi Yasası” olarak çevrilebilecek (The U.S. Information and Educational Exchange Act) kapsamında başlatılan kültürel propaganda da dahil edilir. Bu program “Birleşik Devletler’in dünyada daha iyi anlaşılabilmesini” ve kültürel propagandasını yeniden canlandırmasını sağlar.
Bu yasanın ardından VOA yeniden yayına başlar. Böylece etkinliği 1950’li yıllarda hayli artacak, Abd’nin başlıca resmi kültürel propaganda aracı haline dönüşecektir.
Bu dönemde Türkiye’de daha önce yayınları izlenen “hür dünyanın sesi” Amerika’nın Sesi Radyosu, Türkçe olarak etkin bir şekilde hem radyo yayınlarına, hem de basılı neşriyata başladı. Özellikle 1950 yılından itibaren propagandasını yoğunlaştırdı. Tam bu sırada yayınlanmaya başlayan Radyo Haftası dergisi, bu dönemde Amerika’nın Sesi Radyosu’nun Türkçe servisinin yayın saat ve içeriklerini vermesinin yanı sıra ABD’YI konu alan ve “komünizme” göndermeler yapan çeşitli alan makalelerin olduğu “Amerikanın Sesi’ni Herkes Dinler” adıyla dört sayfalık bir ek vermeye başladı. Böylece “Türkiye’de Marşal Planı” adını taşıyan radyo programının dinlenmesinin teşvik edildiği görülmektedir. “Amerika’nın Sesi” özellikle etkisini arttırdığı 1950’lerde günlük hayatın bir parçası haline gelecektir.
Avrupa’dan Amerika’ya kıta değiştiren batılılaşma...
II. Dünya Savaşı’na kadar “batı” deyince akla Avrupa gelirdi. Avrupa ve Avrupa’nın değerleri her zaman medeniyetin ve demokrasinin atıf kaynağı olmuştu. Artık batı deyince akla, Avrupa değil, ABD lecekti. Batı adeta kıta değiştirmiş, ABD her bakımdan “batı” olmuştu. ABD yeni düzenin, kapitalizmin de merkezi ve simgesiydi. Hatta o kadar başat bir hale gelecekti ki, para birimi dolar bile uluslararası değişim birimi haline dönüşecekti. 1950’li yıllarda Abd’nin katkısıyla iki üniversite kurulmuştur. Orta Doğu Yüksek Teknoloji Enstitüsü kurulmuş, sonra ismi ODTÜ olmuştur. İkincisi ise Marshall Yardımı gereği ve Demokrat Parti programı bağlamında doğuda tarımsal gelişimi desteklemek, tarım ve hayvancılık alanında eğitim görmüş uzman yetiştirilmek amacıyla 1954 yılında Nebraska Üniversitesi (University of Nebraska Lincoln, UNL) Erzurum Atatürk Üniversitesi’nin kuruluşunu üstlenmiştir.
1950’li yıllar hem Amerika ile daha yakın ilişkilerin kurulduğu, hem de ekonomik ve kültürel olarak batılılaşmanın Amerikanlaşma anlamına geldiği yıllar olur. Özellikle Amerikan malı ürünlerin tüketimi de yaygınlaşır. Amerikan orta sınıfının kültürel tüketimleri olan blue-jean ve Coca-cola üst gelir grubunun tüketimine girer. Tophane’deki Amerikan Pazarı bu sırada kurulur. Başta Abd’den II. Dünya Savaşında dünyaya yayılan ciklet olmak üzere, giyim kuşamdan konserveye, transistörlü radyodan el fenerine kadar pek çok ürün “Amerikan malı” olarak İstanbul gümrüğünün hemen yanında Tophane’deki dükkânlarda kendisine bir yer bulmaya başlayacaktır. Bu dükkânlar toplu olarak Amerikan Pazarı olarak adlandırılacaktı.
Kore Harbi ve NATO üyeliği...
İki ülkenin tarihinde Kore Savaşı’nın özel bir yeri var. Birleşmiş Milletler’e üye olan, Truman Doktrini üzerinden askeri yardıma kavuşan ve Marshall Yardım’na da mazhar olan Türkiye, kendini güvence altına almak için 1949’da kurulan NATO’YA üye olmak için başvurmuş, ama reddedilmişti. 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti (DP) hükümeti bu konuda daha istekli davranmış, hükümet kurduktan hemen sonra da Birleşmiş Milletler’in çağrısına uyarak, 25 Temmuz 1950’de TBMM’DE, görüşülmediği ve kabul edilmediği için çok tartışılan, Güney Kore’ye asker gönderme kararı almıştır. Türkiye bu olayın akabinde, 1 Ağustos’ta bir kez daha NATO üyeliği için başvurduysa da bu isteği kabul edilmedi. Abd’nin 27 Haziran 1950’de Kore’ye asker göndermesinden yaklaşık 4 ay sonra, 17 Ekim’de Albay Tahsin Yazıcı komutasında 5 bin kişilik bir piyade tugayı Kore’ye ulaşmıştır. Türkiye hiç olmaması gereken bir coğrafyada, Kore Savaşı’nda yer almış, üstelik Kasım sonundaki Kunuri Muharebeleri sırasında, 8’inci Amerikan Tugayı’nın askerlerinin güvenle çekilmesini sağlamak için ciddi kayıplar vermiştir. Maalesef, şehit ve gazileriyle, Amerikan birliklerinin daha az zayiat vermesini sağlayan Türk birliklerinin başarıları hem resmi olarak, hem de ABD medyasındaki manşetlerden övgüler alır. Bu NATO için adeta bir giriş bileti olmuş, 17 Ekim 1951 tarihinde Türkiye -ve Yunanistan- NATO’YA davet edilmiş, 7 Ocak 1952 Türkiye-abd Ortak Güvenlik Antlaşması imzalanmış ve nihayet 18 Şubat 1952’de Türkiye resmen NATO üyeliğine kabul edilmiştir. Bu dönemde Türkiye’yi yöneten Demokrat Parti’de de tam bir Amerikan hayranlığı vardır. O kadar ki, örneğin, 1957 seçimlerinden önce 20 Ekim’de dönemin cumhurbaşkanı Celal Bayar, Demokrat Parti’nin Taksim’deki seçim mitinginde yaptığı konuşmasında şunları söylemiştir:
“Biz memleketimizde Amerikalıların ilerleyişleri seyrini takibe çalışmaktayız. Öyle ümit ediyoruz ki, 30 sene sonra bu mübarek memleket 50 milyon nüfusu ile küçük bir Amerika olacaktır.”
Türk-amerikan ilişkileri bozuluyor
1950’li yıllardaki sempati 1960’lı yıllarda yerini tepkiye bırakacaktır. Özellikle 1963’te Kıbrıs’ta yaşayan Türklere yönelik terör hareketlerinin yoğunlaşmasıyla İnönü başbakanlığındaki hükümetin 5 Haziran 1964’te Kıbrıs’a müdahale kararı alması ve aynı akşam İnönü’ye ABD başkanı Johnson’dan bir mektup gelmesi ilişkilerin birden soğumasına neden olur. Tarihe “Johnson Mektubu” olarak geçen bu metinde, Türkiye’nin dış politika davranışlarında ABD’YE danışması gerektiği, Kıbrıs’a müdahalenin meşru kabul edilemeyeceği, Türkiye’ye SSCB’NIN olası bir müdahalesi durumunda Türkiye’ye yardım yapılmayacağı ve Türkiye’ye ABD tarafından verilen silahları kullanılmasına izin verilmeyeceği bildiriliyordu. Bu mektup 1966 yılında basına sızdığında Türkiye’deki ABD aleyhtarlığı daha da alevlenmişti. Ancak sanırım Vietnam Savaşı gibi haksız bir savaş ve napalm bombası gibi Vietnam’da kitle imha silahlarının kullanılması, ABD’YE yönelik tepkinin artmasında bir başka önemli dönüm noktası olmuştu. Türkiye’de, CIA faaliyetlerinin yoğunlaştığı 1960’lı yılların ikinci yarısında, eski CIA danışmanı ve Vietnam’da yürütülen gizli operasyonlara katılmış olan Robert Komer’in 1968 yılında Ankara’ya büyükelçi olarak atanması öğrenci gençlik arasında tepkilere neden olmuş, bu atama Amerikan karşıtlığını daha da alevlendirmiştir. Komer’in Ocak 1969 tarihinde ODTÜ’YÜ ziyareti sırasında da büyük bir protesto yaşanmış ve izleyen günlerde gösteriler artmıştır. ABD Mayıs’ta elçiyi geri çağırmak zorunda kalmıştı.
Marshall yardımıyla gelen olumlu hava Johnson mektubuyla sona erdi.
Haşhaş ekimi ve Barış Harekâtı
Haşhaş ekimi, Türkiye-abd ilişkilerini belirleyen bir başka etken oldu. Yasal ve denetimli üretim yaptığı halde, ABD, ülkeye giren kaçak afyonun yüzde 80’inin Türkiye kaynaklı olduğunu iddia ederek Türkiye’den haşhaş tarımının yasaklamasını istemiş, yoksa yardımların askıya alınabileceği tehdidinde bulunmuştu. 12 Mart darbesinden bir süre önce Demirel hükümeti ABD’YI tam olarak tatmin etmese de haşhaş ekim alanlarının sınırlandırılması yolunda bir karar almıştı. 12 Mart 1971 askeri darbesinden sonra Nihat Erim’in başbakanlığında kurulan “tarafsız” hükümetin ilk kararlarından biri Abd’nin talebine uygun olarak haşhaş üretimini tamamen yasaklamak oldu. Abd’nin bu yasaklama sonucu zarara uğrayan haşhaş üreticileri için göndermeyi taahhüt ettiği paranın küçük bir bölümünü göndermesi üreticilerde ve kamuoyunda ciddi bir tepki yaratmıştı. 1973 seçimlerinden sonra kurulan CHP-MSP koalisyonu bazı kısıtlamalarla, 1 Temmuz 1974’te haşhaş ekimini yeniden serbest bırakan kanunu çıkardı. Bu kararla, Türkiye-abd ilişkileri yeni ve uzun sürecek bir kışa giriyordu. Bu karar üzerine ABD Kongresi de hızlı davranarak ertesi gün, yani 2 Temmuz’da Türkiye’ye yardımı kesme kararı aldı. Türkiye’ye verilen borçların durdurulması ve Abd’nin Türkiye’ye yaptığı askeri ve ekonomik yardımın askıya alınması kararı ABD Kongresi’nin her iki kanadında da onaylandı. Bu kararlar da Türkiye’de çok ciddi bir tepki ile karşılandı. Âşık Ferhat’ın okuduğu, sözü ve müziği kendisine ait olan “Oşt Amerika, Puşt Amerika” böylesi sert tepkilerden yalnızca biridir.
Yine tam bu sırada Kıbrıs’ta 15 Temmuz 1974’te EOKA’Cı Sampson bir darbe ile Makarios’u devirip Enosis’i kurmaya yönelik Kıbrıs Elen Cumhuriyeti’ni ilan edince, Türkiye 20 Temmuz’da Barış Harekâtı’na başladı. İkinci harekât ise 14 Ağustos’ta başladı. Harekât sonrasında ABD’DE Türkiye’ye yapılan silah satışlarının ve verilen askeri kredilerin durdurulması kararı alınır. Karar öngörülen tarihte uygulanmaya başlanmış, Türkiye’ye silah satışı durdurulmuştur.
Türkiye-abd yakınlaşması, Soğuk Savaş’ın sıcak ilişkisi olarak başlamıştı. Truman Doktrini bir bahar havası yaratmış, Kore Savaşı ise taçlandırmıştı. Ancak Kıbrıs sorunu, Johnson Mektubu, haşhaş ekimi bir tür sonbahar demekti ve gerginleşen ilişkiler Kıbrıs Barış Harekâtı’yla kopma noktasına gelmiş, kışa dönmüştü. Yaklaşık 30 yıllık bu yoğun ilişkinin can damarı Marshall Yardımı’ydı. Marshall Yardımı ise okullarda dağıtılan süt tozu ve sadeyağ ile akıllarda kalacaktı. Geçen sene Elazığ’da meydana gelen deprem ve depremde zarar gören bir okulun tavan arasında bulunan Marshall yağ kutuları bunu yeniden hatırlattı l