“Dilekçeler ve folklor en önemli cephe gerisi kaynakları”
İnsanların savaş sırasındaki duygularını saptarken ne tür kaynaklar kullandığınızdan da söz edebilir misiniz?
Sosyal tarih yazmak isteyenlerin karşılaştığı yaygın bir problem var; bu toplumun okuma yazma oranı düşük. 1927 nüfus sayımında okur-yazar oranı yüzde 13 kadar... Taşraya gittiğiniz zaman bu oran daha da düşüyor, kadınların arasında ise çok daha düşük...
Fakat okuma yazma bilmeme, toplumun savaş hakkında duyguları olmadığı anlamına gelmez. Ancak bu duyguları okumanın alternatif yollarını da bulmak gerekir. Dilekçeler bunun bir yolu mesela. Dilekçelerde, sıradan Osmanlı kadınlarının devlet ile kurdukları talepkâr bir ilişki var. Burada kendi durumlarına ve yaşadıklarına dair detaylı bilgiler veriyorlar. Fakat hissiyat değil bu. Yani onların hissiyatlarını, duygularını buradan takip etmek mümkün değil, çünkü bu dilekçeleri bir bağlam içinde yazıyorlar ve o bağlam, bir otorite ile olan yazışma. Ya bir yerel valiye yazıyorlar, ya Dahiliye nazırına yazıyor. Bu hiyerarşinin farkındalar tabii ki... Zaten bu malzemeleri ilginç kılan şey, buna rağmen bu kadar talepkâr olmaları.
Benim bu çalışmada karşıma çıkan önemli kaynak gruplarından bir tanesi folklorik malzemeler oldu. Folklorik malzemeler, çoğu zaman tesadüfi şekilde toplanmış, çok bölük pörçük ve dağınık bir malzeme grubu. Değişik kaynaklardan geliyor. Ya dilbilimcilerin çalışmalarından, ya amatör folklorcuların yaptıkları derlemelerden geliyor... Aslında bu malzemelerin büyük çoğunluğu da zaman içinde kaybolmuş durumda, ama yine de elimizde olan malzeme bize Osmanlı cephe gerisi hissiyatına dair bir fikir veriyor. Örneğin, bir kadının da ağıtında dediği gibi; “davul zurna çalınıyor / 15’liler gelsin diye / 15’liden asker mi olur / topluyorlar ölsün diye.”
Bu bize cephe gerisinin belki hiçbir noktada savaş hakkında bir heyecan ve hamasi duygular yaşamadığını gösteriyor. Yani bu malzemenin hiçbir noktasında hamaset yok. Bu duygu Türkiye taşrasının yapısal olarak dönüşmeye başladığı, moderniteye entegre olmaya başladığı dönem olan 1950’liler başlayıncaya kadar devam ediyor. Ama o zamana kadar bunların gayet canlı olduğu anlaşılıyor. Aslında Türkiye dışındaki Osmanlı coğrafyasında, Birinci Dünya Savaşı hafızası uzun süre canlı kalıyor.
Ancak Türkiye’de erken cumhuriyetle birlikte Birinci Dünya Savaşı hafızası unutma sürecine giriyor. Benim tespit edebildiğim kadarıyla 1930’ların ortasına kadar, 30’ların ortasında da ancak Çanakkale vasıtasıyla hatırlanıyor.
Bu tabloya bir de mülteciler ekleniyor. Yani işgale uğrayan topraklarda yaşayan halkın batıya göç etmesi. Onların yükü de cephe gerisindeki çocukların, yaşlıların, kadınların üzerinde biniyor değil mi? Bu da az konuştuğumuz bir şey.
Rus işgalinden kaçan Müslüman mültecilerden söz ediyoruz. Karadeniz’de de, Rus işgalinden kaçan yüzbinlerce insan da oluyor ve savaş sırasında yüz binlerce insan Rus işgali bölgelerinden batıya doğru kaçıyor. Batı Karadeniz şehirlerinde nüfusun hiç olmadığı kadar arttığını görüyorsunuz. Tam istatistikler yok elimizde, ama bütün