Schopenhauer etkisinde eserler
Richard Wagner 1813’te Leipzig’de doğdu. Geliştirdiği birleşik sanat eseri kavramı (Gesamtkunstwerk) ile müzik dünyasını etkiledi. Gerek müzik ve drama alanındaki yenilikleri, gerekse Yahudi karşıtı görüşleri nedeniyle 20’nci yüzyılın en çok tartışılan müzik adamlarından olmuştur. Wagner, küçük yaştan itibaren tiyatroya ilgi duymaya başladı. Weber’in bir operasını ve Beethoven’in bir senfonisini dinledikten sonra ise müzik tutkusu ortaya çıktı. 1832’de belli başlı eserlerinden ilki olan Do Majör Senfoni’yi besteledi. 1833’ten itibaren çeşitli küçük tiyatro topluluklarında orkestra şefi olarak çalıştı. Das
Liebesverbot (Yasak Aşk) operası 1836’da Magdeburg’da sahnelendi ve bunu Rienzi (1842) takip etti. Wagner içindeki özgün sesi ilk olarak Riga’dan Londra’ya giderken yakalandığı bir deniz fırtınasının ardından kaleme aldığı
Uçan Hollandalı (1843) operasıyla buldu. Bunu Tannhäuser
(1845) ve Lohengrin (1850) operaları takip etti. Armonik ve tonal diliyle modern müziğin başlangıcı olarak kabul edilen, 1859’da tamamladığı Tristan und Isolde operası ise Wagner’in etkisi altına girdiği filozof Arthur Schopenhauer’in pesimist görüşlerini müzikle ifade ettiği başyapıtı olarak ortaya çıktı. Die Meistersinger von Nürnberg (1868) operasında da Schopenhauer’ın etkisi belirgindi. Hayatının en zorlu evresinde Bavyera’nın genç kralı II. Ludwig’in maddi ve manevi desteğini alan Wagner Kuzey Avrupa kökenli mitlerden ve efsanelerden yola çıkarak diğer operalarında da olduğu gibi librettosunu kendisinin kaleme aldığı Das
Rheingold, Die Walküre, Siegfried ve Götterdämmerung’dan oluşan Der Ring des Nibelungen’i tamamlamayı başardı. 1877’de Parsifal operasını yazmaya başlayan Wagner, “saf ırk” konusundaki polemik yaratan yazılarını yayınlamayı sürdürdü. Parsifal, 1882’de
Bayreuth’ta sahnelendi. Wagner, 1883 kışını geçirmek için gittiği Venedik’te kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Bayreuth’taki villasının bahçesinde kendi adına hazırladığı mezarına gömüldü. (S.A. Bazunov, Richard Wagner Hayatı ve Müzik Çalışmaları, Dorlion Yay, 2020))
sahnelemek üzere Bayreuth’ta bir tiyatro binası inşa etmeye karar verince pek çok Avrupa hükümdarı ve soyludan yardım toplamaya başlamıştı. Bağışlarına karşılık Wagner hamilerine kendi imzasını taşıyan ve Patronat-schein olarak bilinen sertifikalar hazırlattı. Bu sertifikalar aynı zamanda Ring’in Bayreuth Festival Tiyatrosu’nda gerçekleşecek olan prömiyerine davetiye niteliğindeydi. Sultan Abdülaziz de 1872 yılının Eylül ayında bu sertifikalardan on tane satın aldı. Her bir sertifika 300 thaler (1908’e kadar Almanya’da kullanılan altın veya gümüş sikke) değerinde olduğu üzere padişah Bayreuth Tiyatrosu’nun inşa fonuna toplamda 3 bin thaler bağış yapmış oluyordu. Wagner’in imzasını taşıyan ve üç tanesi Bayreuth Arşivi’nde, bir tanesi ise Stanford Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunan bu sertifikalar “Seine Majestät der Sultan zu Konstantinopel” olarak düzenlenmişti.
Mısır Hıdivi İsmail Paşa da bağış yapanlar arasındaydı. Tiyatronun inşaatı hızla ilerlerken Cosima 5 Eylül 1873 tarihli günlüğüne o günün öğleden sonrasında tiyatroya gittiklerini, bayrak direklerinin boyandığını, ama sadece Alman bayraklarının mı, yoksa bağış yapan “Türkiye, Rusya, vs.” gibi diğer ülke
bayraklarının da açılışta burada dalgalanacağı konusunda henüz karar verilmediğini yazmıştı. Festival binası 13 Ağustos 1876’da açıldı, ancak Sultan Abdülaziz açılış törenine katılamadı. Çünkü 4 Haziran 1876 günü yaşamını yitirmişti. Ölüm nedeninin intihar mı, yoksa cinayet mi olduğu uzun yıllar tartışılacaktı. Sultan Abdülaziz’in desteğinden Richard Wagner’in kayınpederi olan bir başka ünlü besteci Franz Liszt de övgüyle bahsetmişti. Cosima’nın günlüğünde Ring’in 1876 Ağustos’undaki prömiyeri öncesi tahttan indirildikten sonra intihar ettiği düşünülen Sultan Abdülaziz’in trajik akıbeti de yer alıyordu. 12 Ağustos 1876 tarihli The Musical Standard’a göre ise Wagner çevresindekilere, Abdülaziz’in bu akıbetinin, tiyatrosunu ve “geleceğin müziğini” desteklemiş olmasından ötürü gerçekleştiğini söylüyordu.
Yıllar içerisinde Wagner’in müziği İstanbul’da Lange gibi şeflerin öncülüğünde Muzika-yı Hümayun repertuvarına da dahil oldu. Hatta Bulgaristan kralı Ferdinand ve kraliçe Eleonore’un 1910 yılındaki İstanbul ziyaretlerinde Sultan Reşat’ın kral ve kraliçe onuruna Dolmabahçe Sarayı’nda verdiği 21 Mart’taki ziyafette Muzika-yı Hümayun, orijinali arşivimde bulunan programa bakılırsa ilk yarıda Tannhäuser Marşı ve Rienzi Uvertürü’nü çalmış, ikinci yarıdaki oda müziği konserinde ise Tristan und Isolde operasından meşhur aşk düeti piyanoda çalınmıştı. Dahası 1918’de Muzika-yı Hümayun “Kaiserlich Osmanischen Palast-kapelle” adı altında Zeki [Üngör] Bey’in idaresinde Doğu Avrupa’yı dolaşarak Sofya, Berlin, Dresden, Münih, Viyana ve Peşte’de konserler verdiğinde ise saray orkestrası Meistersinger von Nürnberg operasından uvertür ve Tannhäuser’dan grand marşı seslendirmiş, Kral III. Ludwig, Zeki Bey’e konser sonrası madalya takmıştı. Bütün bunları Wagner Tribschen’deki rüyasında bile görse herhalde hiç mi hiç inanmazdı, ama belki de en inanamayacağı tiyatrosuna bağışta bulunan Sultan Abdülaziz’in oğlu, son halife Abdülmecit Efendi’nin kendisinin yağlı boya bir portresini yaparak duvarına asmış olmasıydı… l
Akşam gazetesinde 22 Mayıs 1939’ta yayımlanan fotoğraf Faik Şenol tarafından çekilmiş. Fotoğrafta erkeklere ayakkabılarını boyatan şık giyimli kadınlar görülüyor.