ZEHIRLERIN KADINI GIULIA TOFANA
Giulia Tofana, 17. yüzyılda eşleri veya babaları tarafından şiddet gören kadınların, bu erkeklerden “Aqua Tofana” adlı zehirle kurtulmalarını sağlamakla tanındı. Kadınları çeşitli taktiklerle eğitip “kusursuz cinayet koçluğu” yaptı.
Zehir, tarih boyunca kadınların gizli bilgisi ve aracı olmuş, bugün eczacılığa adını veren Farmakon yani şifalı otlar pek çok kadın tarafından kullanılıp hayat kurtarmış veya can almıştır. Batı edebiyatının ilk temel eserleri sayabileceğimiz Homeros’un mitoslarında bu ağulu ve efsunlu kadınlarla ilk kez tanışırız. Circe, çeşitli pharmaka’yı (otları) peynir, arpa, bal ve şarap karışımına ekleyip Odysseus’un mürettebatını domuza dönüştürür. Medea zehirleriyle korur ve kurtarır, ta ki ihanete uğrayana kadar. Latincede “incantor” kelimesinden gelen enhantress ya da büyücünün “otlar konusunda hünerli” anlamından türemesi tesadüfi değildir. Kadınlar avcı toplayıcı varoluştan yerleşik yaşama geçince güçlerini kaybetmişler, evlere hapsedilip eğitim, mülk ve daha nice haklarından mahrum edilmişler; ama bir şeyi kaybetmemişler: Doğa ile ilişkilerini. Zehir de burada devreye girer. Kimi yöneticiler onları cadı olarak yaftalayıp yakana kadar şifacı olarak görev yaptılar. Kimi de zehirler terkip edip rakiplerini ya da düşmanlarını ortadan kaldırmıştır. Ne kadar doğrudur hiç bilemeyeceğiz ama Genç Agrippina, Lucrezia Borgia, Catherina de Medici ve Frances Howard gibi tarihi kişiliklerin zehir kullanarak istediklerini elde ettiği yazılmıştır. Zehir sabırlı katillerin kalemidir. Pek çok kadın kusursuz cinayetin yolunu zehirle döşemiştir. Zira zehir küçük dozlarda verildiği için cinayetler doğal ölümle karıştırılır, çoğunlukla şüphe dahi çekmez. Bugün o kadınlardan birinin hayatını keşfedeceğiz. Gri bir alana giriyoruz; çünkü o, kimine göre ilk seri katillerden, kimine göreyse ezilen kadınları koruyan ilk feministlerden biri olarak anılır.
Bugün çoğumuz Giulia Tofana’nın adını hiç hatırlamıyoruz ama 17. yüzyılda yaşıyor olsaydık kuşkusuz ismini ya da meşhur zehri “Aqua Tofana”yı duymuş olurduk; çünkü kendi çağının en meşhur, daha doğrusu bednamlı kadınlarından biriydi. 17. yüzyılda Tradere filiam suam (kızı vermek) geleneğine binaen kız çocukları babadan kocaya bir savaş ganimeti veya meta gibi verildikten sonra her türlü suiistimale açık yaşıyorlardı. Hayatları, zamanın feylesofu Hobbes’in dediği gibi kaba, çirkin ve kısaydı. Giulia Tofana bu hayattan bir kaçış yolu sunuyor. Ürettiği zehrin en az 600 kişinin hayatına mal olduğu düşünülüyor. Aqua Tofana içip öldürülen erkeklerin profili aynı: Zehir sadece maneschi ya da şiddet uygulayıp kötü muamele edenlere veriliyor. Kadınlar
ise yoksul kesimden. O yüzden de Hannah Mckennett gibi yazarlar Giulia’yı bir katil değil “yoksul kadınların dostu” olarak nitelendiriyor. Bu kadınların hiçbir hakkı bulunmadığından işlerini kendileri görmeyi tercih ediyorlar. Giulia burada devreye giriyor ve kadınlara zehri vermekle kalmıyor, rol kesmeyi de öğretiyor. Kısacası bir kesim için cani, bir kesim içinse kurtarıcı. Hayatının çok renkli olduğu ise kesin.
Giulia Tofana’nın hayatına dair bilgilerimiz sınırlı. 1620’de doğduğu düşünülüyor. Onunla ilgili detaylı bilgiyi 19. yüzyılda yazılmış iki eserden ediniyoruz. Bunların ilki Alessandro Ademollo’nun 1881 yılında İtalya’da yayımlanan I Misteri Dell’acqua Tofana (Tofana Suyunun Gizemi). Diğeri Sicilyalı antikacı Salvatore Salomone-marino tarafından bir yıl sonra yayımlanıyor. Bu eser 1630’larda
Palermo’lu bir noter olan Baldassare Zamparrone’nin belgelerine dayanıyor. Kitaplara göre annesi Thofania d’adamo kendisine şiddet uygulayan eşi Francesco’yu öldürdükten sonra 12 Temmuz 1633 tarihinde idam edilmiş. Bir belgede annesinin karnının deşilip uzuvlarının kesildiği, diğerinde canlı bir şekilde çuvala tıkılıp piskoposun sarayının çatısından aşağıya atıldığı belirtilmiş. Buradan yola çıkarak Giulia’nın “koca öldürme” mesleğini annesinden edindiğini söylemek yanlış olmaz. Giulia, 13 yaşında anne-babasını kaybettikten sonra yetkin bir kimya bilgisine ulaştığı düşünülüyor. Bir görüşe göre kendisini sonra meşhur edecek olan “Aqua Tofana” adlı zehrin formülünü annesinden edinip geliştirmiş olduğu. Anne-kızın o yıllarda Napoli’ye hükmeden İspanyol Kralı IV. Philip’in sarayında üst düzey şahısların metresi olarak çalıştıkları ise başka bir kaynakta geçiyor. Giulia’nın bilinen hiçbir portresi yok ama tüm belgelerde hem kendisinin hem de annesinin çok güzel oldukları belirtilmiş. Meslekleri göz önünde bulundurulduğunda görünmez olma istekleri anlaşılır. Böylece Giulia dikkatleri üzerine çekmeden 50 yıl faaliyetlerine devam edebilmiş. Dolayısıyla hayatına dair bilinmeyen çok.
Kusursuz cinayet koçluğu
Bildiğimiz, erken bir yaştan itibaren Giulia’nın zor durumdaki kadınlara yardımcı olmak istemesi. Bunun ancak öldürerek yapılabileceğine inanıyor olsa gerek ki eşleri veya babaları tarafından şiddet gören, kötü evliliklere zorlanan, sistem tarafından ezilen kadınlara bir çıkış sunarak kötü muameleyi reva gören erkeklerden kurtulmalarını sağlıyor. Nietzsche’nin en titiz ve kıvrak zekâya sahip adam diye nitelediği Abbé Gagliani’nin, “Napoli’deki her kadının tuvalet masasında bir Aqua Tofana şişesi” olduğunu söylemesi zehrin popülaritesine işaret ediyor. Sadece zehri değil kendisi de çok seviliyor, zira Giulia işi baştan sona takip ediyor: Kadınları ağlama taktikleri ve ölüm sonrasında otopsi raporu talep etme gibi teatral oyunlarla eğitip “kusursuz cinayet koçluğu” yapıyor.
Giulia’nın çağdaşı Giacinto Gigli’nin günlükleri bize zamane İtalya’sına dair çekici anekdotlar sunuyor. Böylece yapbozu birleştirip Giulia’nın faaliyetlerinden haberdar oluyoruz. Giulia, annesi idam edildikten birkaç sene sonra memleketi Sicilya’yı terk etmek zorunda kalıyor; zira Spadafora adlı bir kadın sabırsızlanıp zengin bir Cenovalı beyefendiyi zehirleyince şüpheleri üzerine çekiyor. Annesinin ka
derini paylaşmak istemediğinden Palermo’dan kaçıyor. Kimi belgelerde üvey kızı, kimilerindeyse öz kızı olarak tanıtılan Girolama Spara ile Roma’ya kaçıyorlar. Roma’da ekibe Giovanna de Grandis, Maria Spinola, Laura Crispolti ve Graziosa Farina adlı elemanlar katılınca zehir gibi bir çete oluyorlar. Bazıları ekibin sayısını 200’e kadar çıkartıyor. En önemli elemanlardan biri Rahip Girolamo. Roma’nın merkezinde yeni açılan Sant’agnese Kilisesi’nin rahibinin eczacı bir kardeşi var; bu sayede arsenik gibi normalde ulaşamadıkları maddeleri edinebiliyorlar.
1633-1651 yılları arasında 600 kişi bu zehirle ölmüş ve kimsenin ruhunun duymamış olması tuhaf değil mi? Tofana ve ekibinin gizlilik içinde çalıştığı ve referans olmadan zehir vermedikleri düşünülüyor. Bu kadar çok kişi öldürülürken bir kişinin bile ispiyonlamamış olması garip gelebilir fakat burada sürü psikolojisi devreye giriyor; zira biri konuşursa hepsi yanacak.
Peki süreç nasıl işliyor? Tam formülünü bilmemekle birlikte arsenik, kurşun, belladonna otu ve solimato (cıva klorür) karışımından yapıldığı düşünülen Aqua Tofana kokusuz ve tatsız bir zehir. Dört ila altı damlası bir kişiyi öldürebilecek kadar güçlü. Katiller genellikle 15-20 gün içinde amaçlarına ulaşıyor. Zehri alan şahıs önce grip olduğunu sanıyor, dördüncü dozdan sonra mide bulantısı, ishal, ateş gibi semptomları geçirdikten sonra ölüyor. Zehrin bir anda öldürmemesi sadece olası şüpheleri ortadan kaldırmıyor aynı zamanda kronik bir hastalıktan muzdarip olduğu düşünen maktule vasiyetini yazma fırsatı da tanıyor ki bu, genellikle kadınların işine geliyormuş; çünkü ölüme yaklaşan insanların hakkını yedikleri kişilere iyi davranmaya başladığı gözlemlenmiş. Bir de dindar bir katil için suçluluk duygusunu hafifletme şansı da doğduğu düşünülüyor; zira ölen kişiye günah çıkarma fırsatı veriyor!
Giulia zehri ilk olarak makyaj malzemesi süsü vererek toz şeklinde satmaya başlıyor. Zehir sonra yağ veya parfüm kılığına giriyor. Bu arada Sanskritçe “kırmızı
1633-1651 yılları arasında 600 kişi bu zehirle öldü.
arsenik” kelimesinin karşılığının “parfüm” olduğunu göz önünde bulundurursak tarih boyunca zehirlerin parfüm kisvesiyle kullanıldığını varsayabiliriz. Türkiye’den Bari’ye kaçırılan Aziz Nikolas’ın kemiklerinin terleyerek şifalı yağ saldığına inanılıyordu. Zehri bir süre sonra Barili Aziz Nikolas’ın Manna’sı olarak şifalı yağ şişeciklerinde pazarlıyorlar ve kimse kutsal yağdan şüphelenmiyor. Giulia çok geçmeden kadınlar tarafından iyi tanınıyor ve seviliyor: Hiçbir kanuni hakkı ve ekonomik gücü olmayan kadınlar Giulia’yı bir kurtarıcı olarak görüyor. Bu arada müşterilerinden hep kadın diye bahsediyorum ama nadir olarak erkeklerin de zehri temin ettiği söyleniyor.
Giulia’nın ismi uzun yıllar zehir işini devam ettirdikten sonra 1651’den itibaren siliniyor. Kimileri zehir işinden elini eteğini çekip manastıra kapandığını, kimileri hapse atılıp orada öldürüldüğünü, kimi ise eceliyle yitip gittiğini söylüyor. Sonu bir muamma. Bir belgede kocasını zehirlemek isteyen bir kadının son anda suçluluk duyarak itirafta bulunduğu ve çeteyi ele verdiği anlatılıyor. Buna rağmen Giulia korunuyor. 1650’lerde Aqua Tofana’nın şanının toplumsal paranoyaya yol açtığını, zamanın broşürlerinden anlayabiliriz. Roma’daki su şebekesine Aqua Tofana karıştırıldığı söylentisi ayyuka çıkınca polislerin Giulia ve çetesini köşeye kıstırdığı
Aqua Tofana’nın dört ila altı damlası bir kişiyi öldürebilecek kadar güçlü.
belirtiliyor. Manastırdan zorla çıkarılıp ağır işkence gördükten sonra zehir satıp 600 kişinin hayatına mal olduğunu itiraf ettiği söyleniyor. 1700’lerin başında Nikolaus von Gaurelli adli belgeleri inceledikten sonra 600 kişinin öldürüldüğünü söyleyerek Giulia’yı doğrulamış oluyor. Hikâyenin bu versiyonuna göre Giulia manastırdan zorla çıkartılıp annesi gibi kilisenin çatısından atılıyor. Anne ve kızın, 6 asistanı ve 40 tane müşterisiyle birlikte Campo de’ Fiori’de idam edildiği de söyleniyor. Tüm hikâyelerdeki tek tutarlı şey, rahibe bir şey olmaması; o, asilzadeler gibi dokunulmaz. Aqua Tofana endüstrisini 1651’den sonra üvey kızının devam ettirdiği ama giderek daha aç gözlü olup Giulia’nın aksine kâr amaçlı çalışmaya başladığı da söyleniyor. Üvey kızının aristokrasi ve yüksek sınıfa mensup kişilerle irtibatta olup Signora Laura Torres, Markiz Astalli ve daha nice önemli şahısla yakın ilişki kurduğu biliniyor. En büyük skandal Ceri Düşesi Maria Aldobrandini’nin genç bir sevgili bulup yaşlı kocasını Aqua Tofana ile zehirlemesiyle patlıyor. Sonunda Roma polisi çeteyi yakalamak için şöyle bir strateji geliştiriyor: Signora Loreti adında bir hanıma sahte bir kimlik veriyorlar. Loreti, Floransalı Marchesa Romanini olarak şehrin en muteber yerinde bir villaya taşınıp harıl harıl Aqua Tofana arayışına giriyor.
Giulia’nın ekibi yemi yutup zehri satıyor. Alışveriş gerçekleşir gerçekleşmez polis ekipleri perdenin arkasından belirip zehri hayvan üzerinde deniyorlar. Hayvanlar anında ölünce çete tutuklanıyor. 5 Temmuz 1659 tarihinde kızı diğer dört kadınla birlikten Campo de’ Fiori Meydanı’nda asılıyor. Kilise, Giulia ve ekibinin işini, “sağır bir koca kasaplığı” olarak niteliyor. 1730’larda yazar Johann Keysler’in Macaristan, Bohemya, İsviçre gibi yerlerde “Tophana” isimli bir kadından bahsediyor olması kafaları karıştırıyor. Eğer bu kayıt doğruysa Giulia, 100 yaşına kadar yaşamış demektir. Mozart ölüm döşeğindeyken birilerinin onu Aqua Tofana ile zehirlediğini söyleyince Aqua Tofana yine gündeme geliyor fakat kanıt olmadığından toplu mezara defnedilen Mozart’ın iddiası hiçbir zaman kanıtlanamayacak.
Telaffuz edilen rakamlar onu tarihin en büyük seri katillerinden biri yapıyor ama onunla ilgili bilgilerimiz çok sınırlı. Gördüğünüz üzere katillik işinde bile kadınlar ikinci sınıf vatandaş; “narin cinsiyete” cinayet kondurulamadığından olsa gerek. Oysa Ted Bundy’nin her hafta yüzlerce aşk mektubu aldığını, toplamda 15 kişi öldürmüş Jeffrey Dahmer’ın en sevdiği içkiyi bile biliyoruz. Kadınların kanlı konularda şanları eksik olsun diyebilirsiniz ama katil kadınların bile benzeri erkeklerle kıyaslanınca tarih sahnesinden siliniyor olması kadın/ erkek eşitsizliğinin başka bir göstergesi ⬤