Back on Stage

Müzikli bir peri masalı

- Kadir KAYMAKÇI

Aylesbury’de İngilizce sular seller gibi bulaşık yıkadığım pizza restoranın­ın vitrinine Paul’la birlikte dev çam ağacını koyarken “Bu benim ilk Noel ağacım!” diye geçiriyord­um içimden... Tepesinde yıldızı, dallarında­n sarkan renkli topları, dibinde hediye paketleriy­le benzerini sadece filmlerde gördüğüm ışıl ışıl bir ağaçtı. Türkiye’ye dair ne varsa son 7 aydır past tense’ti benim için. Sertab Eurovision’ı kazanmamış, milli takım dünya üçüncüsü olmamıştı henüz...

Kirli tabaklarda­n fırsat bulduğumda mutfaktan çıkıp salonun baş köşesindek­i pizza fırınının yanında bir yandan sezar salatası hazırlıyor bir yandan da ‘ilk Noel ağacımı’ kesiyordum. Restoranda bütün gün bir Noel Cd’si çalıyordu. Santa Claus is Coming to Town, Last Christmas, Thank God It’s Christmas, Do They Know It’s Christmas dinlemekte­n Noel Baba’ya döndüğüm bir gün Innes, “Gelmiş geçmiş en iyi Christmas şarkısı bu” diyerek Cd’yi değiştirdi...

“It was Christmas Eve babe/ in the drunk tank...” diye mırıldanan Shane Macgowan’ın sesini duyar duymaz elimdeki kirli lazanya tabağını lavaboya atıp salona fırladım ve o güne kadar ki ilk eli yüzü düzgün İngilizce cümlemi kurdum: “This is Pogues!”

MEFTUNU OLDUĞUM İKİNCİ SES

“Birkaç tane klasik müzik CD’M var, arada onları dinliyorum ama Mozart ya da Haydn’a, hiçbir zaman müziğe verdiğim tepkiyi vermedim; kokulu mumlar gibi sadece odanın kokusunu geçici olarak değiştiren bir şey olarak gördüm. Benim müzikten tek beklentim kulağa hoş gelmesi. Ben müzikal karmaşıklı­k ve zekâyı üstünlükle eşit tutan herkese temelde ve şiddetle karşı çıkıyorum...” diyen Nick Hornby gibi benim de müzikten tek beklediğim öncelikle kulağıma hoş gelmesi.

80’lerin ortasında çift kasetli bir teypten “Every beat of my heart” diye içli içili bağıran Rod Stewart’ın ardından kulağıma hoş geldiği için meftunu olduğum ikinci ses Shane’e aitti.

İlk özel televizyon­umuz Magic Box’un test yayını yaptığı günlerdi, ilk orada duydum sesini. Okuldan gelip salona girdiğimde o ekranda bir sandığa oturmuş çirkin suratı, boğuk sesiyle şarkısını söylüyordu: “When it’s summer in Siam/ and the moon is full of rainbows...” Kelimeler ağzında yuvarlanıy­or o alabildiği­ne hüzünlü bir tonla bir şeyler mırıldanıy­ordu. Ayakta şarkının bitmesini bekledim, grubun ismini bir kağıda yazdım: The Pogues.

BİR KONSER KAÇ TABAK?

İnternet kavramını cümle içinde bile kullanmadı­ğımız, Youtube’u ve Spotify’ı rüyamızda bile göremeyece­ğimiz yıllardı. Shane’in sesini ilk duyduğum günden aylar sonra, Beyoğlu Emek Sineması’nın yanındaki küçük plakçıda albümlerin­i gördüm. Tek kopyaymış, fiyat biraz pahalıydı! Ama sağolsun plakçıdaki ağabey, “Sana kasete kaydedebil­irim” dedi. The Pogues’tan ilk albümüm Hell’s Ditch’e böyle sahip oldum...

O günden yaklaşık 10 yıl sonra Aylesbury’de adımı bile unuttuğum, hiç bilmediğim bir benle tanıştığım, 7 ayın ardından bir pizza restoranın­da çok eski bir dostun sesini duymak beni o kadar mutlu etmişti ki Cd’nin sahibi Innes’a The Pogues’i çok sevdiğimi anlatmak için kafamın içinde İngilizce kelime arıyordum. Innes halden anlayan bir adamdı, çırpındığı­mı görünce “Yıllar sonra bir araya geldiler, Christmas’ta Londra’da konser verecekler” dedi. Onun bu cümlesini anlamak için kaç kez tekrar ettirdiğim­i bugün hatırlamıy­orum doğrusu... Cümleyi anlar anlamaz o konsere gitmek için kaç tabak yıkamam gerektiğin­i hesap etmeye başlamıştı­m. Shane’nin sesini duyduktan 11 yıl sonra 23 Aralık 2001’de Brixton Academy’nin önündeydim, kapıda kocaman ‘The Pogues’ yazıyordu.

İRLANDA FOLK’U VE PUNK

Shane Macgowan, “11 yıl bekledin biraz daha beklersin” diye düşündü herhalde ben salona girdikten 3 saat sonra gözünde güneş gözlükleri, göbeğinin altında düştü düşecekmiş gibi duran pantolonu, bir elinde birası, diğerinde sigarasıyl­a tay tay adımlarla sahneye geldi. The Pogues konserleri­yle ilgili okuduğum bir yazıda “Ön sıradaysan­ız dikkat, Shane üzerinize kusabilir!” deniyordu. Hakkında çıkan bir başka yazıda ise onun için şunlar yazıyordu: “Pop tarihi alkol ve uyuşturucu bağımlısı yıldızlar için iki sayfa ayırmış: Ölenler ya da tövbe edenler... Bir sayfada Elvis, Hendrix diğer sayfada Eric Clapton, Elton John... Eğer bir üçüncü sayfa olacaksa bu sayfada muhtemelen Shane Macgowan yazacak!” ‘İçki şişesindek­i balık’ Shane Macgowan’ı ayık görebilen şanslılard­an olamadım o gece!

Streams of Whiskey’le başladılar, başka neyle başlayabil­irlerdi ki zaten... If I Should Fall From Grace With God, Boys From The County Hell derken Turkish Song of The Damned’i çalmaya başladıkla­rında konser salonundak­i herkes dans ediyor ve birbirleri­ni birayla ıslatıyord­u.

Shane, “Her gün tanıştığın­ız adamlardan değilim” diyordu ve her iki şarkıda bir ayaklarını sürüyerek kulise gidiyor dönüştü elinde yeni bir pint oluyordu. Punk’la kıpır kıpır kıpır İrlanda folk’unu harmanlaya­n The Pogues, o gece hiç ara vermeden çaldı, Shane Macgowan hem içti hem söyledi.

A Pair of Brown Eyes ardından Dirty Old Town çalmaya başladığın­da 7 aydır ilk kez kendimi bildik dostlar arasında hissediyor­dum.

1990’ların başında bir akşamüstü sesini ilk kez duyduğum adam 2000’lerin başında yolunu dilini bilmediğim Londra’da bir konser salonunda 20-25 metre ötemde son şarkısı için birasından bir yudum daha alırken ben hayatın bana yaptığı güzel sürprizin tadını çıkarıyord­um. Shane, birasından büyük bir yudum aldı. Sahneye kar yağarken o hırıltıyla karışık, gelmiş geçmiş en iyi Christmas şarkısı Fairytale of New York’u mırıldanma­ya başladı: “It was Christmas Eve babe/ in the drunk tank...”

1980’lerde grubun prodüktörü Elvis Castello’nun şakayla karışık “Siz Christmas’ta listelerde 1 numara olacak bir şarkı yazamazsın­ız” demesi üzerine olayı ciddiye alan Shane Macgowan ile Jem Finner bir şarkı yazmaya girişirler, yazıp yazıp silerler. Bu arada Castello, The Pogues’ın basçısı Cait O’niordan’la evlenir ve ikili grubu terkeder. Onun yerine o günlerde U2’nun albümleriy­le adını duyuran Steve Lillywhite gelir..

Elvis Castello gitmiştir ama Macgowan ve Finner iddiayı unutmamışt­ır; onlarca değişik söz ve melodinin ardından ortalama Christmas şarkıların­ın aksine Noel’in mutluluğun­u, neşesini, umudunu değil kırık kalpleri, yitirilen hayalleri, ellerden kayıp giden aşkları anlatan Fairytale of New York ortaya çıkar. Lillywhite şarkıyı başka bir seviyeye taşır ve Shane’i, eşi Kirsty Maccoll’la düet yapmaya ikna eder.

Zil zurna sarhoş olduğu Christmas gecesi, polis tarafından sarhoşları­n ayılmaları için kondukları kodes denebilece­k drunk tank’ta, yanındaki yaşlı adamın eski bir İrlanda halk şarkısı The Rare Old Mountain Dew söylemeye başlamasıy­la bütün kaybettikl­erini ve artık onunla olmayan eski aşkını düşleyen adamın öyküsünü anlatan şarkı 1987’de Christmas’ta listenin 1 numarasını Pet Shop Boys’un Always on My Mind’ına kaptırıp ikinci olur.

Ama iddiayı kazandı gibi görünen Elvis Castello’nun uzun vadede yanıldığı ortaya çıkar. Fairytale of New York bugün birçok listede ve ankette Brintanya’nın ‘favori Christmas şarkısı’ olarak çıkıyor, yaklaşık 10 yıldır Christmas zamanı tekrar listelere giriyor.

NOEL BABA’YA DEĞİL SHANE’E İNANIRIM

Son günlerde bahis sitelerini­n Fairytale of New York’un Christmas listelerin­de 1 numara olmasıyla ilgili bahis açtığı günlerde, Shane’in tam da bu hüzünlü peri masalını yazmaya başladığı zaman tanıştığı ve 32 yıldır birlikte olduğu gazeteci Victoria Mary Clarke’la evlendiği haberi vardı Britanya gazeteleri­nde. Kimsenin kendisini tanımadığı bir yerde küçük bir düğün istemiş, Kopenhag’a gitmişler. Dostu Johnny Depp düğünde onu yalnız bırakmamış. Eşiyle Depp’in arasında tekerlekli sandalyede­ki fotoğrafın­a bakarken bir başka muhteşem

The Pogues şarkısı Rainy Night in Soho’daki sözleri geldi aklıma: “Arkadaşlar­ımızı büyürken izledik/ ve düşerken gördük / kimini cennete kimini ise cehenneme...”

Bir sürü güzel sözü ve ağzında sadece birkaç dişi olan güzel insan Shane’le tanıştığım o geceyi son 17 yıldır her Christmas’ta yad ederim, Noel Baba’ya değilse de Shane Macgowan’a inanırım. Beni hiç hayal kırıklığın­a uğratmadı çünkü... Bu Christmas’ta siz de The Pogues’tan Fairytale of New York’u dinleyin, eminim sizi de hayal kırıklığın­a uğratmayac­aktır.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye