Mavi Vatan’ı savunmak
Yunanistan Girit adası çevresindeki egemenlik alanını genişletmek suretiyle yalnızca Türkiye’ye ait 8 bin 900 kilometrekarelik deniz alanını işgal etmekle kalmayıp, Libya’ya ait olan asgari 39 bin kilometrekarelik alanı da -ki bu alan Libya’nın münhasır ekonomik bölgesinin yaklaşık üçte birine karşılık gelmektedirgasp etmiş durumda
Türkiye bugün Doğu Akdeniz’de MEB’den kaynaklanan egemenlik haklarının Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin ilgili maddeleri ve Uluslararası Adalet Divanı’nın emsal kararları doğrultusunda belirlenmesini istiyor. GKRYYunanistan ikilisinin tavrı ise Türkiye ile ihtilaflı devletlerle geliştirdikleri özel ilişkiler ya da Balkanlar ve Kuzey Afrika’daki istikrarsızlıklardan yararlanmak vasıtasıyla bir oldubitti siyaseti uygulayarak Türkiye’yi de Kıbrıs Türklerini de Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarından mahrum bırakmak, Türk deniz ticaret ve Deniz Kuvvetleri unsurlarını Türkiye kıyılarından uzaklaşamayacak duruma getirmek olarak özetlenebilir. GKRY ve Yunanistan’ın bu hedefe yönelik siyasetinin en çelişkili noktalarından biri ise günümüzde Hürmüz boğazı, Tayvan geçidi ve Malakka boğazında İran ve Çin’e karşı serbest seyir özgürlüğünü savunan, bu uğurda Güney Çin denizi ve Arap denizine donanma yığan ABD’nin, Türkiye aleyhtarı girişimlere verdiği destektir. Küresel ticaretin halen yüzde 90’ının gerçekleştiği deniz taşımacılığı alanında ABD’nin bir yandan seyir özgürlüğünü askeri unsurlarla savunurken, diğer yandan Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de kapana kısılmasına destek verir tavrını yorumlamak için bazı matematik verileri irdelemek yeterli olacaktır.
DOĞALGAZ YATAĞI
Tümamiral Cihat Yaycı kitabında şu bilgileri aktarıyor: ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi’nin (US Geological Survey [USGS]) 8 Nisan 2010 tarihli raporuna göre, dünyanın en büyük doğalgaz yataklarından biri, Doğu Akdeniz’de Kıbrıs-Lübnan-Suriye ve İsrail arasında kalan ve “Levant havzası” olarak adlandırılan bölgede bulunuyor. Bu havzanın barındırdığı doğalgaz miktarı 3,45 trilyon metreküp, petrol ise 1,7 milyar varil olarak tahmin ediliyor. Yine aynı kuruluşun verilerine göre, Nil delta havzası da 1,8 milyar varil çıkarılabilir petrol ile 6,3 trilyon metreküp doğalgaz barındırıyor. Kıbrıs adasının çevresinde Amerikan kaynaklarının tahmin ettiği petrolün miktarı ise 8 milyar varil civarında. Doğu Akdeniz’in genelindeki enerji yataklarının potansiyeli, 2010 yılındaki verilerle kabaca hesaplandığında 1,5 trilyon dolara ulaşıyor. Doğu Akdeniz’deki bu potansiyel, bölge ülkelerinin egemenlik haklarını ilgilendirmenin ötesine geçerek, artık ABD, Fransa ve İtalya başta olmak üzere küresel enerji piyasasının oyuncularının çıkar çatışmalarının konusu haline gelmiş durumda.
Enerji havzalarındaki rantın büyüklüğü ilk olarak GKRY’yi harekete geçirmiş ve Türkiye’yi 41 bin kilometrekarelik bir deniz alanına hapsetmek için ilk adım olarak 17 Şubat 2003 tarihinde Mısır ile GKRY arasında MEB sınırlandırma anlaşması imzalanmıştır. Bunu 2004 yılının 2 Nisan günü, KKTC'nin ve Türkiye’nin haklarını yok sayarak, Avrupa Birliği’nin (AB) de desteğini almak suretiyle, “Kıbrıs Cumhuriyeti” adına 21 Mart 2003’ten itibaren geçerli olduğu iddia edilen MEB ilanı izledi. Rum Yönetimi’nin AB’yi paravan olarak kullandığı bu süreçteki müteakip adımlar, 7 Ocak 2007’de Lübnan ve 17 Aralık 2010’da İsrail ile imzaladığı anlaşmalar oldu. Her ne kadar Lübnan bu anlaşmayı iç hukuk sürecinde halen onaylamamış olsa da, Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki’nin 22 Kasım 2019’da Güney Kıbrıs’a yaptığı ziyarette GKRY lideri Nikos Anastasiadis tarafından kabul edilmiş olması, bunun yanı sıra Maliki’nin temaslarında Güney Kıbrıs-Yunanistan-Filistin üçlü işbirliğinin ele alınmış olması, Atina ve GKRY’nin bölgede Türkiye aleyhinde adımları teşvik etmekten bir an olsun geri durmadığına işaret ediyor. Bu süreçte Yunanistan da boş durmayıp (Doğu Akdeniz ve Kıbrıs ile sınırlı kalmayarak) Adriyatik denizi ve Girit adasının çevresini kapsayacak şekilde, deniz alanlarını genişletecek hamleleri gündeme getirdi. Girit’in güneyi ve İyon denizi 3 Aralık 2011 tarihinde AB'nin Resmî Gazetesi’nde ilan edilmek suretiyle, 2014 yılından itibaren sismik araştırmalara ve hidrokarbon ihalesine açılmış durumda. Yunanistan’ın özellikle Girit adası çevresindeki hak iddiası “adaların kendi Münhasır Ekonomik Bölge hakları olduğu” tezine dayandırılıyor, ki bu iddia Kaşot, Çoban, Rodos ve Meis adalarını kullanmak suretiyle, Türkiye’nin 189 bin kilometrekarelik MEB alanını 41 bin kilometreye indirmek için yürütülen diplomatik ve hukuki gasp operasyonunun da temelini oluşturuyor. Yunanistan Girit adası çevresindeki egemenlik alanını genişletmek suretiyle yalnızca Türkiye’ye ait 8 bin 900 kilometrekarelik deniz alanını işgal etmekle kalmayıp, Libya’ya ait olan asgari 39 bin kilometrekarelik alanı da -ki bu alan Libya’nın münhasır ekonomik bölgesinin yaklaşık üçte birine karşılık gelmektedir- gasp etmiştir.
YAKIN MARKAJ
Yunanistan’ın Akdeniz’deki ekonomik alanlarını genişletme hamlelerinin Balkanlar ve Kuzey Afrika’daki istikrarsızlıkla eşzamanlı gelişiyor olması da üzerinde durulması gereken bir başka dikkat çekici nokta. Siyasi istikrarını temin etmekte güçlük çeken Arnavutluk ve Lübnan’ı yakın markaja alan ve darbenin ardından Mısır’da tesis edilen yönetimle yalnızca enerji alanında değil savunma alanında da işbirliğini artıran Atina’nın, iç çatışmalarla mücadele eden Suriye ve Libya’nın uluslararası platformda çıkarlarını savunacak güce sahip olmaması gibi durumlardan ziyadesiyle yararlandığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, Libya’da uluslararası toplum tarafından meşru hükümet olarak tanınan ve Türkiye’nin de desteklediği Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne karşı savaşan (Türkiye aleyhtarı) General Hafter ile Mısır’daki dikta yönetiminin lideri General Sisi arasındaki işbirliğinin köklerini de fazla uzakta aramaya gerek kalmıyor. 2009’daki küresel ekonomik krizin etkisiyle, sosyoekonomik yapısı darmadağın olan bir Yunanistan’ın, içine yuvarlandığı kaosa rağmen Doğu Akdeniz’deki enerji havzalarına yönelik bu siyasetini nasıl istikrarlı bir şekilde sürdürebildiği de merak edilmesi gereken bir başka konu. Gerek Yunanistan gerek ise GKRY’nin içinden geçtikleri tüm siyasi ve ekonomik istikrarsızlık süreçlerine rağmen, uluslararası enerji şirketleriyle kurdukları ilişkilerin boyutu ve yürüttükleri diplomasinin sofistike yapısı, Türkiye’nin bölge dışı unsurlarla da kalibresi yüksek bir diplomasi ve hukuk mücadelesine hazır olması gerektiğine işaret ediyor. Türkiye’nin karşısında bugün yalnızca enerji pazarında verilen mücadele bulunmuyor; çıkarılacak petrol ve doğalgazın bölge ülkelerine sağlayacağı geliri yağlı bir kısmet olarak gören ABD, Fransa ve Rusya gibi ülkelerin GKRY, Mısır ve Yunanistan silah pazarlarından pay alma kavgası bugünden başlamış durumda.
LİBYA ANAHTAR
İşte Tümamiral Cihat Yaycı’nın bu çok boyutlu mücadele için Libya’yı anahtar olarak işaret eden ve Türkiye’nin yürürlüğe koyabileceği yeni taktikleri içeren eseri, bu konuya kafa yoran her kesimden insan için önemli ipuçları içeriyor. Yaycı eserinin sonuç kısmında öncelikle Türkiye’nin haritalara bakış açısının değişmesi gerektiğine işaret ediyor. Yani Akdeniz haritasına iki boyutlu değil üç boyutlu bakarak, Türkiye’nin Marmaris-Fethiye-Kaş kıyı hattının Libya’nın Derne-Tobruk-Bardiya kıyı hattıyla denizden komşu olduğu gerçeğinin hem Türk kamuoyu tarafından benimsenmesi hem de uluslararası topluma anlatılması gerektiği gerçeği, bu mücadeledeki ilk aşama olarak karşımıza çıkıyor. Haritaya bakış şeklimizi değiştirdikten sonra atılacak adım olarak ise Tümamiral Yaycı Uluslararası Adalet Divanı’nın Libya-Tunus ve Libya-Malta kıta sahanlıklarının belirlenmesine dair davalarda verdiği kararların Türkiye açısından önemine işaret ediyor. Bu davalarda deniz yetki alanlarının belirlenmesinde kullanılan kriterler, Yunanistan ve GKRY’nin Doğu Akdeniz’de oldubittiyle yürütmeye çalıştıkları politikanın geçersiz kılınması için yeterli unsurları içeriyor. Tümamiral Yaycı tarafından son olarak Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti ile deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin imzalanacak anlaşmayla, Yunanistan’ın GKRY ve Mısır ile bir MEB anlaşması yapmasının imkânsız hale geleceği gerçeğine işaret ediliyor. Türkiye ile Libya arasında MEB'lerin belirlenmesini sağlayacak anlaşmanın önemini somut bir şekilde vurgulamak adına, bu yazıyı Tümamiral Yaycı’nın kitabının sonunda aktardığı iki örnekle tamamlamak yeterli olacaktır: 27 Mart 1911'de İngiltere Dışişleri Bakanı Edward Grey “İngiliz milletinin geleceği neft yağına bağlıdır. O da Basra körfezi ve Mezopotamya’dadır. Temel hedefimizi daima hatırda tutmamızın önemli olduğuna inanıyorum; bu da Basra körfezindeki ve onu tamamlar nitelikteki Mezopotamya’daki İngiliz çıkarlarını korumaktır” derken Sadrazam Mahmut Şevket Paşa 11 Mart 1913'de “Kuveyt ve Katar gibi çölden ibaret iki fakir kaza yüzünden İngiltere ile ihtilaf çıkaramayız. Bu ehemmiyetsiz topraklardan ne gibi faydamız olabilir? Kuveyt ve Katar’ı İngiltere’ye bırakmaya ve zengin Irak vilayetimizle uğraşmaya karar verdim” demişti.
[Ankara’da ikamet eden gazeteci Mehmet A. Kancı Türk dış politikası üzerine analizler kaleme almaktadır]