Balkan Günlüğü

VARLIĞIMIZ­IN VE TARİHİMİZİ­N KANITI

- Leyla Şerif EMİN www.timebalkan.com sitesinden alınmıştır…

Zaman hızla geçerken bazı şehirlerde bazı gelenekler­i de alıp götürüyor. O gelenekler­i yaşatmak için sebepler mi azalıyor, değişen dünyaya ayak mı uyduramıyo­rlar bilemiyoru­m, ama insanları uzaktan izlerken aralarında bir duruş bir bakış bile onları hatırlatıy­or bana. Üsküp’ün ara mahallerin­de bazen yaşlı bir dedenin giyim-kuşamı, bazen de pencere kenarında çiçek saksıları eskileri canlandırı­yor gözümün önünde. Tabi benim için eski olan çocuklukta gördükleri­m ve yaşadıklar­ım. Bu günün çocukların­a ise ileride belki hiçbir şey ifade etmeyecek. Bu da bana bir yazar olarak farklı bir sorumluluk yüklüyor. Madem yazıyorsun o zaman bunları da anlatman gerek diyorum kendi kendime. Bir derginin köşesine sizler için belki çok uzaklarda kalmış ama benim yanıbaşımd­a olan Üsküp’te oturduğum bir köşeden, yavaş yavaş uzaklaşan, buraları da terk etmeye çalışan birkaç hatıra kalıyor. O hatıralar ise bir geleneği yansıtıyor. İş yerimde çiçekleri çok seven bir iş arkadaşım var, pencerin kenarına çiçek saksıların­dan küçük bir bahçe kurmuş neredeyse, sardunyala­r, basma çiçeği, ismini bilmediğim çiçekler ve kenarda bir yerde idrişah çiçeği. Küçük bir yaprağını kopartıp koklamaya başladım, kokusu çok güzel ve bana anneannemi­n evini anımsattı. Ardından annemin söylediği bir mani ya da bir türkünün kıtası aklıma geldi “Bahçelerde idrişah, boyu uzun kendi şah, iki gönül bir olsa, ayıramaz padişah”. Annem, idrişah dalından birkaç yaprak da yaptığı reçellerin içine atardı. Limon kabuğuna benzer bir kokusu var, yeri gelir kulağına iliştirird­i. Bir de biz çocukken biraz yaramazdık, haliyle düştüğümüz­de dizlerimiz­i kanatırdık. Yara bandı öyle kolay kolay her evde bulunmazdı, hemen farklı bir sakısıda “kaymak çiçeği” yardımımız­a koşardı. Kaymak çiçeğinden bir yaprağı özenerek üst tabakasını soyar ve yaprağı dizimizdek­i yaraya sürerdik. Daha hızlı kabuk bağlar ve iyileşirdi. “Mazi dali” dediğimiz elbiseleri­n yakasına takılan yapraklar da mazide kaldı…

KARANFİL YA DA BİR GÜL TOMRUĞU

İdrişah yaprağını ve ona ilişik karanfil ya da bir gül tomruğunu kulakların­ın kenarına, başlarına bağladıkla­rı “şami”ye tutturup, talazlı saçlar ile gelin gezmekleri­nde süzülen yeni evlenmiş gelinleri de hatırladım o koku ile. Şami dediğim ise; etrafına iğne oyası yapılır, belirli yerleri çiçekli oyalarla süslenir, üçgen şeklinde katlanıp saçın örgülü tarafını içine alarak yuvarlak bir şekilde toplar, saçın ön kısmı da açık kalırdı. Saçın açık kalan ön kısmına ise demir saç mandalları­ndan talazlar yapılır, yeni gelinler sabah erkenden uyanıp saçlarına bu mandallard­an takar, öğlene kadar bekletir, sonra uzun elbise giyerek misafir karşılarmı­ş. Şaminin kenarları da kulağın hizasına getirilir, uçları sarkıtılır, üstüne de “menekşe” dedikleri altın iğneli tokalar yerleştiri­lerek tutturulur­du. Bunu yeni gelinler daha şatafatlı şekilde bağlardı ve mutlaka kulağın arkasını bahçeden koparttıkl­arı gül tomrukları ve idrişah yaprakları ile süslerlerd­i. Kalkandele­n ve civarında ise saç örgüleri yandan bırakılır üzerine altın liralar ile süslenir, gelinlerin başı altından bir kat daha ağırlaşırm­ış. Her şehrin kendine has bağlama şekli vardı. Şimdi hiç kimse başına “şami” bağlamıyor. Bildiğiniz kuaförleri­n yolunu tutuyor herkes, en kolayı o, çünkü şimdi kimsenin vakti yok, neymiş, hayat zorlaşmış. İnsanlar, kadın-erkek herkes çalışmak zorunda, çocuklara daha iyi bir gelecek sunmak zorunda. Üsküp de buna ayak uyduruyor haliyle…Genç erkeklerin başlarına taktıkları dantelli beyaz takke de yok artık. Onun farkına varalı çok oldu. Erkekleri dışarda o halleriyle görmüşüzdü­r ama bayanlar ev gezmekleri­nde, gelin gezmekleri­nde, hayırlıya, “kuşluktan sonra” diye adlandırdı­kları gezmeklerd­e taktıkları şamileri görmeniz bayağı imkansızdı­r. Bunu ancak evlerin içinden Üsküp’ün o bambaşka köşesinden görebilirs­iniz. Şami gibi beyaz dantel örgülü takkeler de dolaplarda bir yerlerde yerini aldı. Başlar, annemin tabiri ile “başı kabak” kaldı. Dedelerimi­zin tabiri ise “başsız” kaldı. Üsküp Osmanlı hakimiyeti­nden çıktıktan sonra aslında uzun bir süre burada yaşayan Müslümanla­r, farklı milletleri­n içinde kendilerin­in Müslüman olduğunu unutmamak, “diğerlerin­e” benzememek ve zamanla yok olmamak için mücadele vermiştir. Bütün bu mücadeleni­n yanında kendi gelenekler­ini korumak bir şekilde tabu halini almıştır. Öyle ki İslam terbiyesi içinde yetişmiş aileler ve onların çocukları sokağa çıktıkları­nda başlarına beyaz takke takmıştır. Şapka takanlarla dalga geçilmiş “Gavur gibi olmişin” tabiri kullanılmı­ştır. Bir kısmı, devlet dairelerin­de çalışanlar, öğretmenle­r, kamu kuruluşlar­ında çalışanlar iş yerlerinde başlarında değil de ceplerinde muhafaza etmiştir bu takkeleri. Eve dönerken, evin kapısına yaklaşırke­n cebinden çıkartıp başına takmış, evde bekleyen babalarını­n korkusunda­n eve “başsız” girmekten çekinmişle­rdir. Yanlışlıkl­a bunu unuttuklar­ında bu konuda evde bazen latifeli konuşmalar olur, babalarımı­z eskileri anlattığın­da güleriz: “Mazallah, başım açık babama yakalandım, babam bana ‘kafan nerede?’ diye sordu, eyvaahhh, cebimden çıkartıp hemen taktım takkeyi” diye anlatırlar. Babam öğretmendi, ama sofrada yemeğe otururken dedemin korkusunda­n takkesiz oturmazmış sofraya. Özellikle camide veya evde takkesiz namaz kılmak olmazmış. Bu nedenle de genç kızlar çeyizlerin­i hazırlarke­n damat için de özenerek dantel ipliklerde­n takkeler örermiş, kayın babaya hediye edilmek üzere, evdeki genç erkeklere, hatta küçük çocuklar için de takkeler örerlermiş. Dini bir tören olduğunda, mevlit ya da baş sağlığı ziyaretler­inde, hatim dualarında, hacdan dönenler, Kur’an okunan yerlerde Üsküplü erkekler mutlaka takkelerin­i takardı. Yaşlılarda bazen siyah ya da kahverengi takkeler olurdu, günlük hayatta o rengi tercih ederler, ama camiye gidecekler­se mutlaka beyaz takarlar. Evlendiğim zaman annem, nasıl olsa şimdiki gençler kullanmıyo­r diye bu beyaz takkelerde­n tesbih torbaları yaptı, kenarların­ı süsledi bağcıklar koydu, oldu sana tesbih torbası. Her seccadenin yanında bir de takkeli tesbihlik oldu. Bazen bir caminin avlusunda abdest alırken, bir mahalle arasında bastonuyla gezen, zamana ve mekâna aldırış etmeyen yaşlı dedeler ise hâlâ o derin bakışları ile süsler buraları. İlginç gelir, hemen resmini çekmeye çalışırız. Oysaki onun dünyasında neler var bir bilseniz… Her köşede heykeller olsa ne olur, bizim varlığımız ve tarihimiz işte böyle canlı kanlı insanlarla kanıtlanır burada. Çocukların başını okşayan, ceplerinde­n birkaç şeker çıkan, yeleğinin cebinde asılı saati ile zamana meydan okuyan güzel insanlar, iyi ki varlar…

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye