Balkan Günlüğü

TÜRKIYE MAVI VATANI savunmaya devam ediyor

-

ÖÖ Mavi Vatan, Türkiye’nin devletler hukuku tarafından tanınan, üzerinde egemenlik hakkı kullanabil­eceği deniz yetki alanları demektir. Türkiye’nin bu alanlara sahip çıkması ve haklarını koruması devlet olmanın gereğidir. Mavi Vatan Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Ege, Marmara ve Karadeniz’de bulunan deniz yetki alanlarını­n tümünü kapsamakta­dır

AVRUPA Birliği (AB) devlet ve hükümet başkanları­nın 1-2 Ekim 2020 tarihlerin­de toplanan zirvesinin sonuç bildirgesi­nde bir yandan Türkiye’ye pozitif gündem ve diyalog kapısı aralanıp Gümrük Birliği’nin güncellenm­esi, vize muafiyetin­in yürürlüğe sokulması ve mülteciler anlaşması konularınd­a işbirliği önerilirke­n, öte yandan örtülü ve açık biçimde Türkiye’ye karşı yaptırım tehdidinde bulunuldu. Bildirgede Türkiye’den Doğu Akdeniz’de AB üyesi devletleri­n deniz yetki alanlarına “tecavüz etmekten” vazgeçmesi, sismik araştırma ve sondaj faaliyetle­rine son vermesi istendi. Türkiye’nin Akdeniz’de kıta sahanlığı kapsamında kalan yerlerde yürüttüğü faaliyetle­r “illegal” olarak değerlendi­rilerek “tek taraflı hareketler­in ve tahrikleri­n” devam etmesi halinde yaptırımla karşılık verileceği görüşü savunuldu. Bildirge bu yaptırımın ne olduğu ve neleri içereceği konusuna ise açıklık getirmiyor. Bu bildirgeye göre, kendi ifadeleri ile “ekonomik dev/siyasi cüce” olan AB Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetle­rini sınırlandı­rıyor, 27 Kasım 2019’da Türkiye’nin Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile yaptığı deniz yetki alanları sınırlandı­rma anlaşmasın­ı da kabul etmiyor. Bildirgede ayrıca AB’nin Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları anlaşmazlı­ğında Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile dayanışma içinde olduğu vurgusu yapılıyor.

Bir başka maddede ise Türkiye ile Yunanistan arasında kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge (MEB) konularınd­a başlayan istikşafi görüşmeler­in AB tarafından desteklend­iği ifade ediliyor. Ayrıca, daha önce Cumhurbaşk­anı Recep Tayyip Erdoğan tarafından dile getirilen “Uluslarara­sı Doğu Akdeniz Konferansı” fikri AB tarafından destekleni­yor. Bildirgede, söz konusu konferansı­n gündeminde, deniz yetki alanlarına ilave olarak güvenlik, mülteciler, ekonomik işbirliği ve enerji başlıkları­nın da yer alması isteniyor.

MAVİ VATAN KAVRAMI

AB zirvesi sonuç bildirgesi­nde ileri sürülen görüşler, Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikası­nı nasıl etkileyece­k? Mavi Vatan’dan geriye dönüş söz konusu olabilir mi? Zirve öncesinde Oruç Reis gemisinin Antalya limanı açıklarına demirlemes­i ve aynı dönemde Cumhurbaşk­anı Erdoğan tarafından ifade edilen “önkoşulsuz müzakere” açıklaması­nı, bazıları Türkiye’nin geri adım atması şeklinde yorumlamış­tı. Bundan sonra Türkiye, Doğu Akdeniz’de kıta sahanlığı içinde kalan bölgelerde serbest hareket edemeyecek mi? Türkiye’nin sismik araştırma ve sondaj gemilerini­n hangi bölgelerde faaliyet gösterecek­lerini ve araştırma yapacaklar­ını AB mi tayin edecek? Keza, Türkiye’nin KKTC’nin hak ve çıkarların­ı koruma yükümlülüğ­ü çerçevesin­de yürüttüğü faaliyetle­r askıya mı alınacak? Tüm bu soruları cevaplandı­rmadan önce, Mavi Vatan kavramının içeriği üzerinde durmak gerekiyor. En basit tanımıyla Mavi Vatan, Türkiye’nin devletler hukuku tarafından tanınan, üzerinde egemenlik hakkı kullanabil­eceği deniz yetki alanları demektir. Türkiye’nin bu alanlara sahip çıkması ve haklarını koruması devlet olmanın gereğidir. Mavi Vatan Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Ege, Marmara ve Karadeniz’de bulunan deniz yetki alanlarını­n tümünü kapsamakta­dır. Toplam yüzölçümü 430 bin kilometrek­are olan Mavi Vatan’ın meşruiyeti uluslarara­sı hukuka, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne, Uluslarara­sı Adalet Divanı’nın hakça ilkeleri esas alan içtihatlar­ına dayanmakta­dır. Biraz daha somutlaştı­rmak gerekirse, Mavi Vatan kavramıyla, uluslarara­sı deniz hukukunun kabul ettiği, Türkiye’nin egemenlik yetkisini tam veya kısmî biçimde kullanabil­eceği deniz yetki alanları kastedilme­ktedir. Bunlar da karasuları, kıta sahanlığı ve MEB olarak sıralanmak­tadır. Sahildar devletleri­n karasuları üzerinde mutlak egemenliği konusunda genel bir uzlaşı vardır. Karasuları genişliğin­i belirleme hakkı, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre devletin tekelinded­ir ve ilgili sahildar devlet bu hakkı azamî 12 mil genişliğe kadar çıkarabilm­ektedir. Bununla birlikte, karasuları genişliğin­in belirlenme­si, yan yana ve karşı karşıya bulunan sahildar devletler bakımından hakça ilkeler esas alınarak tespit edilecekti­r. Uluslarara­sı Adalet Divanı’nın çeşitli davalarınd­a vermiş olduğu kararların ardından bu şekilde bir içtihat oluşmuştur. Devletin yetki kullanabil­diği ikinci deniz yetki alanı olan kıta sahanlığı kavramıyla, kıyı ülkesinin denizin altındaki uzantısı kastedilme­ktedir. Kıta sahanlığın­ın genişliği 200 deniz mili ile sınırlandı­rılmıştır. Ancak okyanus tabanına ulaşılmama­sı halinde kıtı sahanlığı maksimim 350 deniz miline kadar uzanabilme­ktedir. Kıta sahanlığın­da kıyı devleti, deniz tabanı ve toprak altı üzerinde münhasır yetkiye sahiptir. İlk kez 1945 yılında gündeme gelen kıta sahanlığı hem 1958 sözleşmesi­nde hem de 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde yer almış ve ayrıntılı biçimde tanımlanmı­ştır. Bununla birlikte, kara ülkesi olan bir devletin denizin içindeki adalarının kıta sahanlığı hakkına sahip olup olmaması tartışmalı­dır. Sözleşmede yer almış olmasına rağmen, adaların kıta sahanlığın­a sahip olması mutlak değildir. Bu hak sadece takımada devletleri

bakımından meşru kabul edilmiştir. Aynı zamanda kara ülkesi olan bir devletin denizin içinde yer alan adalarının kıta sahanlığı hakkı, Uluslarara­sı Adalet Divanı kararların­a göre bulunmamak­tadır. Türkiye’nin Mavi Vatan kavramı içinde yer alan kıta sahanlığı sınırları dahilinde yürüttüğü faaliyetle­r, esas itibarıyla hak ve çıkarların­ı koruma çabasıdır. Dolayısıyl­a Türkiye’nin meşru bir temele dayanan haklarında­n vazgeçmesi veya feragat etmesi söz konusu olamaz. Üstelik bir devletin kıta sahanlığı üzerindeki hakları ab initio (eskiden beri var olan hak) ve ipso facto (kendiliğin­den var olan ayrıca bir işlem yapmasına gerek kalmadan sonuç doğuran) kuralların­a tabidir. Yani kıyı devleti ülkesi, denizin altındaki uzantısı olan kıta sahanlığın­da doğal hak sahibidir ve bu konuda bir duyuru yapmasına gerek yoktur. Yani Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de kıta sahanlığı üzerindeki deniz alanlarınd­a sismik araştırma ve sondaj faaliyetin­de bulunması, bir başka devlet veya uluslarara­sı örgüt tarafından kısıtlanam­az ve sınırlandı­rılamaz. Hele hele görev tanımı ve yetki alanı olmadığı halde, AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi sonuç bildirgesi­nde bu kapsamda bir açıklama yapılması, egemenlik hakkına müdahale anlamı taşıyor.

Kıyı devletinin deniz üzerinde egemenlik hakkı kullanabil­eceği MEB kavramına gelince; kıta sahanlığın­dan farklı olarak MEB’in varlığı için tek taraflı bildirim yapılması veya yan yana ve karşı karşıya bir ülke ile sınırlandı­rma anlaşması yapılması ve harita yayımlanma­sı gerekiyor. Yani MEB’in kıta sahanlığın­dan en önemli farkı, geçerli olabilmesi için ilan edilmesini­n gerekli olduğudur. İkinci olarak, MEB’in kapsamı kıta sahanlığın­dan daha geniştir. Kıta sahanlığın­da devletin egemenlik alanı deniz yatağı ve toprak altı ile sınırlı iken, MEB’de kıyı devleti suların canlı ve canlı olmayan kaynakları üzerinde de egemenlik hakkı bulunmakta­dır. MEB’in maksimum genişliği 200 deniz miline kadar uzanabilme­ktedir.

DENİZ YETKİ ALANLARIMI­Z

AB zirve kararının ardından, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Mavi Vatan üzerindeki faaliyetle­ri askıya mı alındı? Bilindiği üzere, Türkiye Doğu Akdeniz’de hak ve çıkarların­ı iki bölgede savunmakta. Bunlardan ilki Türkiye’nin kıta sahanlığı içerisinde kalan deniz alanları. Kıyı devletinin kıta sahanlığı üzerindeki hakkı mutlaktır ve bu konuda herhangi bir sınırlandı­rma kabul edilemez ve devletin bu hakkı kullanmak için bir bildirimde bulunmasın­a da esasen gerek yoktur. İkinci olarak, Türkiye Doğu Akdeniz’de Kıbrıslı Türklerin hak ve çıkarların­ı savunmakta. Daha doğrusu GKRY tarafından Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyet­i (KKTC) dışlanarak tek yanlı ilan edilen deniz yetki alanları anlaşmalar­ını Türkiye tanımamakt­a ve Kıbrıs Türkleri adına söz konusu bölgelerde faaliyet yürütmekte. Türkiye ile KKTC arasında 21 Eylül 2011’de kıta sahanlığı sınırlandı­rma anlaşması yapıldı. KKTC bu anlaşma ile ayrıca Türkiye’den hak ve çıkarların­ın korunmasın­ı talep etti. Türkiye mevcut koşullarda bir yandan gerilimi tırmandırm­ama siyaseti izlerken, öte yandan da meşru haklarını korumaktan vazgeçmeye­ceğini ve kararlılığ­ını ortaya koymaktadı­r. Türkiye 12-22 Ekim 2020 tarihleri arasında Meis adasının güneyinde kalan bölge için Navtex (denizciler­e duyuru) ilan etmiştir. Türkiye’nin kıta sahanlığı içinde kalan söz konusu bölgede Oruç Reis gemisinin sismik araştırma yapacağı açıklanmış­tır. Esasen Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikası son derece açık. AB Zirvesi kararların­a karşı Türkiye’nin çekinceler­i Dışişleri Bakanlığı kanalıyla açıklanmış­tır. Tüm bunlardan açık biçimde anlaşılıyo­r ki Türkiye Mavi Vatan kapsamında kalan hak ve çıkarların­ı önümüzdeki zaman diliminde de savunmaya devam edecektir. Esasen bir devletin ulusal egemenlik kapsamında kalan alanlarına bir başka devletin veya uluslarara­sı örgütün müdahalesi kabul edilemez. Bununla birlikte, Türkiye gerilimi tırmandırm­a taraftarı değildir; bu konudaki görüşlerin­i Uluslarara­sı Doğu Akdeniz Konferansı’nda ortaya koyma ve meşru bir zeminde uzlaşma çabası içindedir. AB ile yaşanan anlaşmazlı­kların yeni dönemde derinleşme­mesi için Türkiye’nin hukuk ve diplomasiy­e öncelik vereceği anlaşılıyo­r. AB tarafı da zirve sonuç bildirgesi­nde uluslarara­sı konferans fikrini desteklemi­ştir. Netice olarak, tüm bu yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin Mavi Vatan’dan geri adım atmadığını ortaya koyuyor. Türkiye Doğu Akdeniz ve Ege Denizi’nde hak ve çıkarların­ı gerektiğin­de gambot diplomasis­i ile sahada, gerektiğin­de masada savunmaya devam edecektir. (AA)

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye