‘Batı ‘Batı Karadeniz’i Karadeniz’i görmedim’ görmedim’ DiYEN KALMASIN LÜTFEN
Bugün değişik bir konuda sizlerle buluşmak istedim. Hayatımda ilk defa çıktığım bir turdan bahsetmek istiyorum. Güzide bir tur şirketi ile 3 gün süren ancak 300 günlük yaşanmışlık ve deneyim edindiğim bir tur. Hele bir de yanında sevdiğin varsa tadına doyulmaz bir hayat molası. Her köşesine hayran olduğum güzel memleketimin yeşil örtüyle bezenmiş Batı Karadeniz’ini gezdim. Yazıma başlamadan önce rehberimiz Onur Gülman’a ayrı bir paragraf açmak istedim. Genç yaşına rağmen, ihtiyar delikanlıları da anlayacak hoşgörüye sahip bilgili, nazik ve esprili bu genç arkadaş, turu eğlenceli ve bilgi dolu yapan unsurlardan biri oldu. Kendisine sizlerin huzurunda bizlere katlandığı için teşekkür ediyorum. İzmir’den başladığımız turda sabah saatlerinde ilk durağımız yarım asrı deviren ömür çizgimde göremediğim için hayıflandığım Cennet bir köşeydi. Yüzölçümünün yüzde 60’ının orman, Türkiye’nin orman varlığının da yüzde 3’ünü oluşturan Bolu’da adını dünyaya duyuran Abant Gölü’nden bahsediyorum.
ABANT SAKİNLİĞİ
Sakinliği, yeşil ve mavinin eşsiz birlikteliğiyle insanı dinginleştiren, huzur salgılayan yapısıyla dünya üzerinde eşi az bulunur bir doğa harikası bu gölün korunması için gösterilen çabaya da hayran kaldım. Sürekli yapılan anonslar, kontrolü bir an olsun elden bırakmayan bölge jandarması ve gerçekten en ufak bir canlıya zarar vermemek için elinden gelen özeni göstermeye çalışan gezginler. Bir de tahnit edilmiş orman sakinlerinin sergilendiği güzel bir butik müze. Kısa bir Abant turu sonrası ikinci durak ise sürekli methini duyduğum ama bir fırsatını bulup çıkamadığım yedi göller oldu. Çıkamadığım diyorum çünkü yedi krater gölünü görebilmek için 1050 rakımlı bir tepeye neredeyse araçla hem de düşük hızla tırmanmak gerekiyor. İzmir’in varyantını andıran yolculuk bittiğinde ise sizleri aklınızın alamayacağı bir güzellik bekliyor. Çevresinde kamp yapılan ancak kesinlikle ateş yakılmasına ve göllerde yüzülmesine izin verilmeyen bir inci gibi sıraya dizilmiş, (Yukarıdan aşağıya) en küçüğünün genişliğinin 950, derinliğinin 15 metreyi bulduğu kiminin yeşil, kiminin gri, kiminin mavi, kiminin de turkuaz göründüğü bir güzellik tahayyül edin. 3 saatlik bir oksijen bombardımanın ardından aynı yolla inip diğer güzergaha doğru yola çıktık.
SAFRANBOLU
Tarihin hüküm sürdüğü, Osmanlı’nın veziri azamlarının doğduğu veya sürgün edildiği Safranbolu’ya vardık. Daha önce bağlı bulunduğu Karabük’ün ilçesi haline gelmiş bir Anadolu yurdu. UNESCO’nun koruma mirası altındaki, çok sayıda koruma altına alınmış konak ve bölge evlerinin (Ki bu evlerin her biri komşusunun görüş açısını kapatmayacak şekilde inşa edilmiş) bulunduğu Safranbolu, adından da anlaşılacağı gibi Türkiye’nin safran üretiminin başkenti. Kimya, boya, gıda, parfüm ve daha bir çok sektörün hammaddesi bu paha biçilmez bitkinin ağırlığının yüzlerce katı işe yaradığını da burada öğrenmek ve bilgi dağarcığıma yenilerini eklemek beni çok mutlu etti. Sakin şehir formatına birebir uyan bu kentte geceleri bir başka güzel. Bir lig maçı izleyecek bir yer bulamamak ise ayrı heyecan. Büyük şehirlerde yaşayan ve gecenin hareketine alışmış insanlar için tam bir hayal kırıklığı da olabiliyor bazen Safranbolu geceleri.
FİLİZ TEYZE
Şaka bir yana Yörük Köyü’ndeki (Leyla Gencer, Cemil İpekçi ve İsmail Cem gibi ünlü simaların ana toprağı) Filiz Teyze’nin bir oyuncu ustalığında, Yörüklerin yaşamını anlattığı kısa gösteri ise bir ömre bedel. Öte yandan köyün çamaşırhanesi de görülmeye değer tarihi mekanlardan biri. 300 yıllık geçmişi olan ve tam bir geometri harikası çamaşırhane taşı 12 imama binaen 12 parçalı yapılmış. Her türlü ayrıntının insanı hayrete düşürecek şekilde düşünüldüğü bu çamaşırhane gezisi de turun olmazsa olmazlarından.
ÇEŞM-İ CİHAN
Fatih Sultan Mehmet’in feth etmek için geldiği ve yanında bulunan lalasına ‘Ey lala lala. Çeşm-i Cihan (Dünyanın gözü) bu mu ola?’ diye sorduğu Bartın’ın ilçesi Amasra ise görülmeye değer bir başka Cennet köşe. Fatih Sultan Mehmet Han şehrin o zaman ki sahibi Cenevizlilere; ‘Bu güzel beldeye bir şey olmasın. Gelin şehrin anahtarını teslim edin’ diye elçilerini göndermiş ve bu teklifi kabul edilmiş. Yani Amasra tek ok dahi atılmadan, tek kılıç darbesi vurulmadan, bir damla kan akıtılmadan Osmanlı topraklarına katılmış. Seri bir yürüyüşle 10 dakika gibi kısa bir sürede tavaf edebileceğiniz ama her noktasında ayrı ayrı saatler geçirebileceğiniz bir kent. Çarşısı, köprüsü, sıcak kanlı insanları ile gezip, vakit geçirmeyenlerin çok şey kaybettiği bir yurt Amasra. Bu güzel kentte Bizans eserlerinin sergilendiği müzeyi de es geçmedik. Bilgimize bilgi kattık.
AKÇAKOCA’NIN YURDU
Amasra’dan sonraki durağımız ise Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda rol oynamış, Şehzade ve ikinci hükümdar Orhan’ın yetiştirilmesinde pay sahibi Osman Bey’in iki değerli komutanından biri Akçakoca’nın adını alan, buram buram tarih kokan, sonradan il olan Düzce’ye bağlı Akçakoca ilçesi. Akçakoca Kandıra, Kocaeli ve çevresinin fethinde yer almış ve bu bölgelere ismi verilmiş dev bir komutan. Bu arada belirtmeden geçmeyelim Osman Bey’in yol arkadaşı, diğer ünlü cengaver ve komutanının ismi de bildiğiniz üzere Konuralp Bey’dir. 9 bin yıllık Türk tarihinde iz bırakmış başbuğların büstlerinin olduğu meydan ve Yörük obasını andıran devasa büyüklükteki Merkez Camii görülmeye değer noktalar.
ARAP BASMIŞ BURALARI
Sonrası mı adı aşıkların buluştuğu yer anlamına gelen Maşukiye. Ekstrem aktivitelerin bol olduğu Kocaeli’nin bu güzel ilçesi sanki Arap turistler tarafından işgal edilmiş. Gibi zıpline, atv, utv tur gibi eğlencelere merak salmış, kimi de Osmanlı giysileriyle fotoğraf çektirmeye. Rehberimize göre Suudi Arabistan’ın vatandaşlarına Türkiye’yi yasaklamasıyla Arap turistlerin sayısı oldukça azalmış. Ama azalmışı buysa normal halini görmek istemezdim. Arapça tabelalar, çılgınca sağa sola koşturan bol çocuklu aileler. ‘Kendi öz yurdumda ben miyim garip?’ diyen ozan Ali Kınık geldi aklıma bu görüntülerden sonra. Türk turistin yüzüne bakmayan işletme sahiplerine de benden koca bir aferin. Sanki bizim verdiğimiz pul onların ki altın. Pandemi sonrası esnafıma da bir haller oldu ya neyse? Bu yarayı bu yazıda daha fazla kaşımanın bir anlamı yok.
KARTALLARIN YUVASI
Maşukiye sonrası rotamız kar tatillerinin merkezi Kartaltepe idi. İdi diyorum çünkü daha yarısına tırmanmadan inen sisten geri dönmek zorunda kaldık. Bu bölgenin cazibe merkezi haline gelmesi, bir zamanların mecburi adresi Uludağ’a alternatif olması beni ve yurdunu seven herkesi mutlu etmiş olmalı. Tabii ki Kartaltepe’ye çıkarken görülen Sapanca Gölü manzarası da bir dinginlik arayan ruhlarımıza iyi geldi diye düşünüyorum. üç gün 4 gecelik bu kısa ama seri ve dolu dolu turdan bir hafıza dolusu anı ve bilgi ile dönmenin mutluluğu ise tarif edilemez.