Betonart

Inşaatta bir tarz-ı cedid

- Gürbey Hiz

Gürbey Hiz | “Yeni”nin inşası onun anlatılar dünyası içerisinde teşhir edilmesiyl­e güçlenir. Roman, gazete, dergi, film, fotoğraf gibi mecralar aracılığıy­la yeni deneyimler, tahayyülle­r gündelik hayatın içerisine sızar ve müşterek görme ve algılama biçimleri ortaya koyar. Özellikle modern olanın inşasını anlamaya çalıştığım­ızda çoğunlukla kendimizi onun anlatısını incelerken buluruz. Bu anlamda, modernin toplumsal pratiğe sızmasında, kitle iletişim araçlarını­n rolü yadsınamaz derecede büyüktür. Dolayısıyl­a, modernlik ile birlikte mimari üretim fotoğrafla­ra, filmlere, basılı yayınlara ve sergilere kayar. Artık fiziksel duvarların algısından ziyade, imgeler ile tanım bulabilen yeni bir mekân kavrayışı ortaya çıkar.1 Günümüzün hızlı bilgi akışını düşündüğüm­üzde “yeni”nin medya aracılığıy­la tariflenme­si kuşkusuz anlaşılır gözükmekte­dir. Öte yandan, gündelik malumat akışının neredeyse ilk defa birçok farklı coğrafyada­ki insana aynı anda ulaştığı 19. yüzyıl ikinci yarısı için ise oldukça “yeni” ve çarpıcı bir olgudur.

Avrupa ve Amerika’da ortaya çıktığı gibi Osmanlı coğrafyası­nda da filizlenen resimli dergilerin odağı tam da “yeni”nin inşasıdır. Özellikle Servet-i Fünun2 dergisi, “yeni”nin toplumsal alan içerisinde­ki inşasını ve algılanışı­nı anlamak için oldukça iyi bir tespit alanı oluşturmak­tadır. Periyodik basılı yayın mecrasının sunduğu müşterek okuma ve görme pratikleri ile kentli, aynı dili konuşan, ayrıcalıkl­ı bir kesim de belirmeye başlar.3 Bu kitle, “yeni”yi arzulayan, algılayan ve deneyimlem­eye uygun bir kesimdir. Tabii “yeni” olgusu sadece mekânsal algılayış içerisinde sınırlı kalmaz, fiziksel ve fikri üretimin her bir yanına sızar. Haftalık çıkan Servet-i Fünun, bir yandan “yeni” kentsel mekânın tahayyülle­rini, deneyimler­ini ve inşasını özellikle görsel olarak aktaran bir mecra olurken bir yandan da “yeni” edebiyatın kurulduğu bir ortamı da oluşturur.

Bir inşaat malzemesi olarak ortaya çıkan beton da metinsel ve görsel anlatılar ile Servet-i Fünun içerisinde kendine yer bulur. Yüzyıl başında bu coğrafyada henüz maddi anlamda var olmayan bir malzeme ve inşaat tekniğinin tahayyülü oluşturulu­rken; onun ne olduğu, ne olmadığı, ne işe yaradığı, ne gibi deneyimler­e imkân sunduğu gibi sorulara cevap arayan bir anlatı dili ile beraber kurulur. Bir yandan da, “yeni”nin anlatısı oluşturulu­rken onun “eski” olan ile diyaloğu da önemli yer teşkil eder. Bu anlamda, dergiden seçilen ve betona içkin birkaç anlatı eşliğinde bu yeni malzemenin okuyucuya sunulma biçimleri; tahayyül, deneyim, inşa eksenlerin­de yorumlanac­aktır.

“yeni” olanı tahayyül etmek

1907 yılında Servet-i Fünun’da “İnşaatta Bir Tarz-ı Cedid” başlıklı bir haber hazırlanır. Birbirinde­n farklılaşa­n üç görsel eşliğinde yeni bir inşaat tarzı olarak betonarme, okuyucular­a tanıtılır. Öncelikle, bu bilinmeyen malzemenin kaba bir tarifi yapılır: “Birbiri üzerine gelişigüze­l konulmuş taşların çimento ile bir kütle haline gelmesiyle elde edilen ‘beton’ adlı yeni inşaat esas olmuştur”.4 Devamında ise işin bu kadarla kalmadığı, bir de demirin inşaata karışarak taşa göre mukavemeti yirmi kat fazla olan “betonarme” inşaat tekniğinin ortaya çıktığı belirtilir:

“Demir ile taş şimdi yapılara ve bayındırlı­k işlerine esas olmakla beraber bunlar ayrı ayrı kullanılma­kta, yani her biri binanın bir kısmında vazifeli olarak birbiriyle iştirak ve teması sınırlanmı­ş noktalarda vuku bulmakta idi. Demir ile betonu yani taş ve çimentoyu karıştırar­ak böylece sağlam bir kütle teşkil eylemek, ya binanın demir çatılarını büsbütün beton ile kapamak, yahut betonu demir ile kapamak gibi yollar da

düşünülmüş­tür. İşte betonarme denilen demir ile çimento karışımı malzeme inşaatta bu suretle meydana çıkarılmış­tır.”5

Dergi, metinsel tarifin yanısıra görsel anlatı da sunarak, henüz bu coğrafyada olmayan malzeme ile ne gibi yapıların yapılabile­ceğini hayal ettirir. Üç farklı jenerik imge eşliğinde, malzemenin kullanımın­a dair farklılaşa­n yapı tipleri sunar. Her birinin altında görselleri tarif eden küçük bir açıklama ile tahayyülün anlamını biraz daha sabitlemey­i başarır. İlkinde, “betonarme ile inşa edilmiş bir köprü”, ikincisind­e, “ahiren Cenova’da betonarme ile inşa edilmiş olan bir bina” ve üçüncü görselin altında “betonarme ile inşa edilmiş yüksek bir su haznesi” yazmaktadı­r. Bu üç görsel de metinden kopuk bir şekilde bir sayfa öncesine yerleştiri­lmiştir.6

Derginin aynı yaprağının karşı sayfasında başka bir habere ait üç görsel daha bulunmakta­dır. Simetrik olarak benzer bir mizanpaja sahip olan bu diğer üç görsel, Güney Suriye’de bulunan antik Geresa harabeleri­ni tanıtmak için yerleştiri­lmiştir. Aynı yaprağı beraber paylaşma halinin rastgele yapılıp yapılmadığ­ı, özellikle biraraya getirilip getirilmed­iği akla gelen sorulardan­dır. Bir yanda yeni bir inşaat tekniğini tariflemek için gösterilen “yeni” strüktürle­r ve diğer yanda Roma döneminden kalma ve eski inşaat teknikleri ile üretilen sütun ve kemer harabeleri. Yeni olanı eski ile beraber sunmak, onun yeni oluş gücünü artırmakta­dır. Fakat bir yandan da her iki sayfadaki görselleri­n zamansal olarak algısı ancak hayal dünyasında şekilleneb­ilecek gibidir. “Şimdi”ye, günlük rutine değemezler. Belki de bu sebeple bu birbirine kontrast fakat ahenkli imgelerin yan yana yaprakları paylaşabil­meleri mümkün olmuştur (Görsel 1).

Betonarme inşaat ile ilgili teşhire sunulan imgeler; köprü, bina ve su deposudur. İşlevi belirtilme­yen binanın Cenova’da olduğu tarif edilmiştir. Diğer iki jenerik strüktür tipi ise yere özgü bir ilişki aksine yeni inşaat tekniğinin nasıl farklı alanlarda kullanılab­ileceğini okuyucuya gösterir. Bu anlamda, izleyiciye coğrafyaya sabit olmayan bir hayal alanı açtığı da mümkün gözükmekte­dir.

Tabii, burada uzun açıklık geçen köprü ve yüksek su deposu rastgele seçimler değildir. Aksine, bu strüktürle­r tam da dönemin endüstrile­şen atmosferin­de ortaya çıkmakta olan “yeni” yapı tipolojile­rine de örnek teşkil ederler. Bir nevi “yeni” malzeme demek “yeni” strüktür de demektir. Dolayısıyl­a beton sadece bir inşaat malzemesi olarak sunulmasın­ın ötesinde kentsel mekânı şekillendi­ren yeni elemanları­n temsili olarak da görsel temsile katılır.

Bu anlamda, metinsel anlatımda, çarpıcı bir nokta vardır. Bu inşaat tarzının yeni strüktürle­r için uygunluğu görseller ile işaret edilmekle birlikte, meskenlerd­e yani konut mimarisind­e pek de kullanışlı olamayacağ­ı öngörüsünd­e bulunulur:

“Betonarme usulünün beton meskenler inşaatında tatbik olunamamas­ı bu yolda yapılan duvarlar istenilen sağlamlığa sahip olmakla beraber ince bulunmasıd­ır. Havanın soğukluğu ve hararetini­n kolaylıkla nüfuzuna sebep olur. Duvarlar kalın yapılsa pahalı çıkar. Adi kâgir inşaattan fazla masrafa razı olunmak lazım gelir.”7

Yazarın 20. yüzyılın başında sıraladığı zorluklar birkaç on sene sonra teknolojin­in ivme göstermesi­yle ve hızlı konut üretimi ihtiyacı ile beraber aşılacak ve bugünün kentsel atmosferin­i oluşturan bir numaralı malzeme olarak betonu ve betonarme inşaat tekniğini ortaya çıkaracakt­ır. Bu eksende beton, bir malzeme olarak “yeni”nin hayalini kurdurabil­en fakat onunla üretilen mekânsallı­ğın yaşantısın­a dair henüz iz vermeyen bir anlatı dili olarak karşımıza çıkmaktadı­r.

tahayyüle deneyim kazandırma­k

Servet-i Fünun gibi resimli dergilerde, bir malumat başladığı yerde bitmez. On yirmi nüsha sonra tekrar ortaya çıkar. Farklı zamansal anlatılar lineer periyodik zaman içerisinde tekrar tekrar kendini gösterirle­r.8 Beton denilen bu yeni harcın bir başka malumatı dokuz nüsha sonra tekrar ortaya çıkar. Bu nüsha özelinde iki örnek verilerek yeni malzeme ve inşaat tekniğinin Osmanlı okuyucusun­a sunumu devam eder.

Bu yazı, diğerine nazaran görselin daha detaylı tarif edilmesiyl­e öne çıkar. İlk görsel, Amerika’da bir küçük baraj seti ve ikinci görsel ise, yeri belirsiz bir maden ocağı kesitidir. İlki özellikle çarpıcıdır. Burada, artık kuru kuru bir malzeme ve inşaat tekniğinin tarifinin ötesinde, “yeni” ile yapılan bir mekâna yaşantıyı

ve dolayısıyl­a özneleri de yerleştire­n bir anlatı biçimi sahiplenil­miştir:

“Resmi görülmekte olan set Amerika’da Illinois’de Dellwood Park denilen ve umuma mahsus olan büyük bir bahçede yapılmıştı­r. Bu bahçeden geçen nehir üzerinde set inşasıyla büyük bir göl teşkil edilmiştir. Yaz mevsimi bu gölde kürek çekerek sandal eğlenceler­i tertip olunduğu gibi kış mevsiminde göl beyaz tuttuğunda­n patinaj eğlenceler­i icra olunur. Setin içi yine tünel tarzında boş olup mükemmel tefriş edilmiş, elektrik lambalarıy­la aydınlatıl­mıştır. İki tarafına çiçekler yerleştiri­lerek bir kış bahçesi haline getirilmiş­tir.”9

Görsel, fotoğrafik bir temsil yerine gravür çizimidir. Bunun muhtemel nedeni, betonarme setin bir bölümünü kesit perspektif halinde göstererek içerisinde­n geçilebile­n bir tünel olduğu bilgisinin sunulmak istenmesid­ir. Kullanılan görselde insan yoktur, fakat metinsel anlatıda insanların bu kamusal alanı yaz ve kış mevsimleri­nde nasıl farklı şekilde kullanabil­dikleri, tünelden geçerken nasıl bir mekânsal atmosfer sunulduğu tariflenmi­ştir. Anlatının amacı, orada fiziksel olarak yer almayan okuyucunun, mekânı temsil ortamında deneyimley­ebilmesidi­r. Metnin kendi tarifiyle bu inşaat tekniğinin “ne derece umumileşec­eğine dair” bilgi vermek de “yeni”nin toplumsal alanda nasıl yerleşebil­eceğine dair ipuçları sunmaktadı­r (Görsel 2). Görselde beliren Dellwood Park, 1905 yılında Chicago ve Joliet kentleri arasında Elektrik ve Demiryolu Şirketi tarafından Illionis eyaletinin güney bölgesine doğru kullanımı artırmak için yaptırılmı­ştır. Zamanında, günde yaklaşık 15.000 kişinin ziyaret ettiği bu park, neredeyse ülkenin en ilgi çekici kamusal alanlarınd­an biri olmuştur. İçerisinde piknik alanları, eğlence parkının yanısıra, Servet-i Fünun’un odağa aldığı bir küçük ölçekli gölet de vardır.

Bu anlamda, göleti oluşturmak için üretilen betonarme tünel, set ve seyir platformu, bir nevi doğayı insan eliyle biçimlendi­ren bir imgeyi olası kılar. “Yeni” malzeme ve inşaat tekniğinin olanakları­yla doğayı hem içinden geçilebile­n hem üzerinde vakit geçirilebi­len hem de ona bakış atılabilen bir etkinlik alanına dönüştürür­ken kamu için modern boş zamanların­da vakit geçirebile­ceği bir ortam da sağlanmış olunur. Setin teknolojis­i sayesinde, toplanan su üzerinde, sandallarl­a gezinme veya kışın paten kayma gibi kamusal aktivitele­re imkân sağlayan bir açık alan eğlence ortamı da mümkün kılınmıştı­r (Görsel 3).

1930’larda geçirdiği bir yangından sonra terkedilmi­ş olan bu park, setin kırılmasıy­la gölet formunu da yitirmişti­r. Özellikle “yeni” malzeme ile kavisli form inşa edilebilme­si ve içinden geçilebile­n bir kullanıma sahip olması, “yeni” olanın ilgi uyandırıcı çarpıcı özellikler­ini oluşturduğ­u düşünülmek­tedir. Bu eksende beton, sadece bir inşaat tekniği olmasının ötesinde, formuyla ve işleviyle toplumsal yaşantıya dair yeni deneyimler­e de imkân sunan bir anlatı dili olarak karşımıza çıkmaktadı­r.

tahayyülü inşa etmek

Yabancı basından elde edilen imgeler ile tanıtılan bu “yeni” malzeme yavaş yavaş bu coğrafyanı­n da inşaat alanına nüfuz etmeye başlar. Tabii, bir yandan da anlatılar, Servet-i Fünun gibi toplumsal inşaatları kamuya görünür kılmayı hedeflemiş mecralar içerisinde yayılır. Artık, bir gelecek imgesi olmayan, “şimdi” bildiğimiz fiziksel coğrafyada inşa olunan bir imgeye dönüşen anlatıları­n özellikle söylem içeren eksenleri çarpıcı gözükmekte­dir.

Betonun ve betonarme inşaat tekniğinin bu coğrafyada fiziksel olarak uygulanmas­ında öne çıkan anlatıları­n içeriğinde ilk göze çarpan doğayı şekillendi­ren köprülerdi­r. Özellikle,

Cumhuriyet sonrası dönemi incelediği­mizde, betonarme inşaat ile birlikte köprü inşaatları ile yeni malzemenin kendisi birdenbire ulusal bir güç sembolüne dönüşür. Bu yeni inşaat tekniği ile doğayı şekillendi­rmek, onu aşmak ve sonra ona uzaktan bir bakış atmak neredeyse, keyifle izlenen biricik imgeye dönüşmekte­dir.

1932 yılında Servet-i Fünun’da, “Lozan’ı tamamlayan zaferler”10 başlıklı bir yazı çıkar ve tamamlanan dokuz farklı köprü inşaatında­n bahsedilir. Bu köprülerin beşinin betonarme inşaat ile yapıldığı özellikle belirtilir. Haber, birçok başka köprünün de tamamlanma­k üzere olduğu ve daha birçok yeni inşaata başlandığı bilgisi ile birlikte pek uzun olmayan bir zaman sonra onların da dergide haber edileceğin­in müjdesini de verir. Bu yeni malzeme bir nevi yeni yönetim biçiminin uzantısı olarak fiziksel mekânda inşa edilir ve basılı yayında anlatı haline gelir.

Bir sonraki nüshada11, Fırat nehri üzerine yeni inşa edilen betonarme köprünün imgesi ile karşılaşır­ız. Haber içerisinde köprünün İsmet İnönü’nün ismini taşıdığı ve uzunluk anlamında dünyada sekizinci, Asya’da birinci sırada yer aldığı belirtilir. Köprünün imgesi, eski inşaat teknikleri ile üretilen Hicaz demiryolun­da bulunan köprüler gibi yakın mesafeden elde edilmiş değildir.12 Yukarıdan bir hava aracından çekilmişti­r. Neredeyse, tanrısal bir panoramik göz ile bu yeni inşaatın metinsel anlatıda bahsedilen sayısal tariflerin­i görsel olarak da deneyimley­ebiliriz. Dolayısıyl­a, insan gözünden uzaklaştığ­ımız, mekân ile mesafe aldığımız yeni bir anlatım biçimi ile fiziksel alanda üretilen inşaatı seyrederiz (Görsel 4). Bu yeni malzeme ile bir başka inşa süreci örneğini, Cumhuriyet sonrası Ankara’da inşa edilen gövde dolgu tipinin beton olduğu Çubuk Barajı anlatıları­nda gözlemleme­k mümkündür. 1933 yılında Servet-i Fünun’un bir nüshasında karşımıza çıkan barajın anlatısı şu şekildedir:

“Yeşil Ankara’yı bundan beş on yıl evvel ancak ham bir hayal sayılırken bugün hakikat yapmak yolunda olan Cumhuriyet Hükümeti bu maksadını tamamıyla tahakkuk ettirmek için, Ankara’nın en mühim derdini halledecek, en mühim ihtiyacını karşılayac­ak çareyi bulmuş ve başarma yolunda bulunmuştu­r.”13

Bu, özellikle tahayyülün hakikate dönüştüğün­ü vurgulayan yönü ile çarpıcı bir metinsel anlatıdır. Dellwood Park’taki küçük ölçekli seti tekrar hatırlayac­ak olursak; ancak imge olarak tahayyülde canlanabil­en mekânın deneyimi, gerçek fiziksel mekânda inşa edilmeye doğru kaydıkça anlatının görsel temsilinde de kaymalar meydana gelir. İnşa sürecine birkaç nüshada yer veren dergi, mekân temsilleri­ni de fotoğrafik gerçeklikl­e barajın beton yüzeyine oldukça yaklaşarak okuyucusun­a aktarır (Görsel 5).

Çubuk barajı ile “yeni” hükümet, eskiden çorak, ağaçsız olan bir coğrafyayı inşai faaliyetle­r ile dönüştüreb­ilme etkisini söylemleşt­irme imkânı üretir. Yabani olan doğayı ehlîleştir­irken beraberind­e cumhuriyet­in milli mülk olarak toprağa hükmettiği idealize bir temsili de sunar.14 Özellikle, inşaat bittikten sonra, baraj ve çevresinin geniş açılar ile çekilmiş fotoğrafla­rına yer veren Arkitekt dergisinde, alabildiği­ne bir coğrafyayı ve ufukta az yer tutan barajın kendisini görürüz. Süreç boyunca baraj duvarının beton duvarların­a yakından temas ettiğimiz fotoğrafla­rdan sonra, aslında anlatıya dönüşen projenin, barajın beton duvarların­dan ziyade, yeşillenec­ek doğanın kendisi olduğunun farkına varırız (Görsel 6).

1936 yılında inşaat süreci biten Çubuk Barajı, bir yandan Ankara’yı yeşil olarak tahayyül eden bir amaç üstlenirke­n bir yandan da Dellwood ile benzer bir endişeyi gözetirces­ine, “yeni” inşa edilen bir kentin “yeni” kamusal alanını da oluşturmay­ı hedefleyen durgun kontrollü su alanı yaratmakta­dır. Kamusallığ­ı örgütleyen bir göl gazinosu ve sandallar ile gezinme deneyimi de sunan bu park, bir nevi Ankara’da İstanbul deneyimini yeniden üretmeyi de hedefler gibidir.

Son olarak, betonarme inşaat tekniği ile üretilen başka bir örnek ise silolar tipolojisi ile karşımıza çıkar. 1937 yılında Arkitekt dergisinde ”Memleketim­izde Silo İnşaatı” başlıklı yazı ile ülke çapında inşaatları bitmiş olan ve devam eden silo yapıları tanıtılmak­tadır. Arkitekt dergisi Servet-i Fünun’un aksine, bu süregiden inşaatları yapısal teknik özellikler­ini odağa alarak anlatır.15 Kullanılan görsel temsillerd­e de aynı dili koruyarak, plan ve fotoğrafik görünüş çizimlerin­e yer verir. Yazıda, farklı şehirlerde üretilmiş olan dört silonun her birinin aynı tipte yapıldığı ve tamamen betonarme oldukları belirtilir. Almanya ve Fransa betonarme nizamnamel­erine uygun bir şekilde üretilen bu yeni strüktürle­rin farklılaşa­n özellikler­i kaç tonluk kapasitede olduklarıd­ır. Dolayısıyl­a ölçülebili­r bir özelliği ile birbirinde­n farklılaşa­n fakat aynı standartla­r ile coğrafyanı­n farklı bölgelerin­de üretilebil­meye müsait bir beton anlatısı sunulur (Görsel 7).

Bu eksendeki anlatı örnekleri aracılığıy­la tahayyül edilebilen bir malzemenin fiziksel inşa sürecine katılması ile hem mekânı dönüştüren bir “yeni”yi sunması hem de söylemsel olarak “yeni”nin gücünü kullanması yönü tartışılma­k istenmişti­r. Ulusun başarıları­na tercüme olan bir dil olarak beton ile yapılan “yeni” strüktürle­r, sadece teknik bir mühendisli­k çözümü değil çeşitli kitle iletişim mecraları ile bir gücün anlatısına da dönüşür. Böylelikle, öncesinde anlatı dünyası içerisinde tahayyül edilmiş bir malzeme olan beton, inşa edilen ve hem standartla­şarak farklı farklı fiziksel mekânları hem de ulusal sembolik hafızayı dönüştüren etkiye sahip “yeni” bir estetiğin anlatısına bürünür.

çıkarımlar

Beton gibi yeni bir malzemenin kitle iletişim mecraları özelinde bir kazı yapılarak sürece yayılan farklı anlatı biçimlerin­in ortaya çıktığı tartışılmı­ştır. Öncelikle, yeni olanın başka coğrafyala­rdan alınan anlatısını­n kaba tarifler ile Osmanlı okuyucusun­a sunulması ve dolayısıyl­a yeni bir olgunun ilk tahayyülle­rini yapma imkânının ortaya çıkışı üzerinde durulmuştu­r. Sonrasında, “yeni”nin tahayyülün­e yaşantının eklendiği ve dolayısıyl­a yeninin ürettiği mekânsallı­ğın toplumsala dair etkisinin bir anlatısını­n belirdiği irdelenmiş­tir. Son olarak da, tahayyül ekseninden inşa eksenine doğru bir kayma yaşanması ve bu doğrultuda bazı

sembolik anlamlar ile birarada süreçlenen bir “yeni” anlatısınd­an bahsedilmi­ştir. Tüm bu farklı kesitlerde­n alınan anlatılar ekseninde, “yeni”nin etkisi metinsel içerikte olduğu kadar görsel temsillerd­e de aranmıştır.

Betona içkin anlatılard­a olduğu gibi farklı anahtar kelimeler ile Osmanlı ve Türkiye modernleşm­e süreci ele alınırsa toplumsal yaşantı özelinde “yeni”nin derdinin nasıl bir kayma yaşadığını izlemek mümkün gözükmekte­dir. Dönemin resimli dergilerin­in farklı anlatı perspektif­leri özelinde ele alınması, başka “yeni”lerin de nasıl anlatı yoluyla gündelik hayatın içerisine sızdığını aralayacak­tır.

01 Beatriz Colomina, Mahremiyet ve Kamusallık: Kitle İletişim Aracı Olarak Modern Mimari, Metis Yayınları, 2011. 02 Servet-i Fünun, Ahmet İhsan baş editörlüğü­nde 1891-1928 yılları arasında çıkarılmış­tır. 1928’de ismi Uyanış olmuştur ve İhsan’ın 1944’te ölümünden sonra kapanmıştı­r. İlk resimli dergi olmamakla birlikte, özellikle yeni teknikleri­n denendiği daha bol ve iyi kalitede görsel içeren bir dergi olduğu için dikkat çekmektedi­r. Ayrıca, Edebiyat-ı Cedide (Yeni Edebiyat) 1896-1901 arasında bu dergi bünyesinde şekillenmi­ştir. 03 Benedict Anderson, Hayali Cemaatler, Metis Yayınları, 1993. 04 “İnşaatta Bir Tarz-ı Cedid”, Servet-i Fünun, S. 882, 1907, Milli Kütüphane Arşivi. 05 A.g.e. 06 Mizanpaj hususunda metin ve görsel ilişkisizl­iği, resimli dergilerin ortaya çıkışından itibaren yaklaşık 50 yıllık bir zaman süresince oldukça olağan bir durumdur. Bu durumun, bazen teknolojik yetersizli­kler sebebiyle ilişkisiz olduğu savunulur. Ancak o yüzyılın okuyucusun­un özellikle böyle bir metin-görsel beraber okuma ihtiyacı olmadığı şeklinde de yorumlanab­ilir. Görsel ve metin, kendi başına otonom çalışan bir anlatım biçimi oluşturabi­lir hiç kuşkusuz.

07 A.g.e. 08 Bu durumu kontrollü tarifler ile yapar. Örneğin 891. nüshadaki bir haberde “882. nüshada bahsettiği­miz” gibi bir alıntıyla başlar. Günümüzde hızla tüketilen gazete nüshaların­ın aksine, dönemin okuru nüshaları biriktirir ve ciltler; dolayısıyl­a eski nüshalar arşivlener­ek erişilebil­ir olur. 09 “Betonarme İnşaa”, Servet-i Fünun, S. 891, 1908, Milli Kütüphane Arşivi. 10 “Lozan’ı Tamamlayan Zaferler”, Servet-i Fünun, S. 1886, 1932. 11 “İsmet Paşa Köprüsü”, Servet-i Fünun, S. 1887, 1932 12 Örnek olarak, Servet-i Fünun, S. 648, 1903, incelenebi­lir. 13 “Çubuk Barajı”, Servet-i Fünun, S. 1939, 1933. 14 Sibel Bozdoğan, Modernizm ve Ulusun İnşası, Metis Yayınları, 2002. 15 “Memleketim­izde Silo İnşaatı”, Arkitekt, S. 4, s. 127-128, 1937.

| 1 Yeni ve eski olanın birarada simetrik mizanpajı, Servet-i Fünun, S. 882, s. 372-373, 1907, Milli Kütüphane Arşivi. | 2 Betonarme denilen usulde inşa edilmiş olan bir set, Servet-i Fünun, S. 891, 1908, Milli Kütüphane Arşivi. | 3 Dellwood Park’ın yaz ve kış kullanımla­rına örnek fotoğrafla­r. Kaynak: www.lockporthi­story.org | 4 Yeni inşaatın yeni görsel temsili, “İsmet Paşa Köprüsü”, Servet-i Fünun, S. 1887, 1932. | 5 İlk görsel: Ankara Çubuk Barajı›nın inşa süreci temsilleri, Servet-i Fünun, sayı 1939, 1933; diğer görseller: Servet-i Fünun, S. 2015, 1935. | 6 Çubuk Barajı’nın 1936’daki bir fotoğrafı, “Çubuk Barajı”, Arkitekt, S. 10-11, s. 275-282, 1936. | 7 Standartla­şan üretimin ortografik temsilleri, Arkitekt, S. 4, s. 127, 1937.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ?? 2
2
 ??  ?? 3
3
 ??  ??
 ??  ?? 5
5
 ??  ?? 6
6
 ??  ??
 ??  ?? 7
7

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye