Betonart

archiatric: ev ve ruh arasında gelgitli bir ilişki

“Elbette ki bunlar kafanın içerisinde oluyor Harry, ama bu neden gerçek olmadığı anlamına gelsin ki?” Albus Dumbledore, Harry Potter ve Ölüm Yadigârlar­ı

- Gamze Okumuş Solmaz

Gamze Okumuş Solmaz | Federico Babina, son yıllarda mimarlık ve diğer disiplinle­r arasında ilişki kuran çizimleriy­le sıkça karşımıza çıkarak bizi temsil konusunda düşünmeye itiyor. Çizer, son çalışmalar­ından biri olan ve 12 farklı psikiyatri­k rahatsızlı­ğı mimarlık ile buluşturdu­ğu Archiatric serisini şu şekilde betimliyor: “Bu seri ile yaratıcılı­k ve psikopatol­oji arasındaki ilişkiyi yansıtmak istedim. Her birimizin, patolojik olmasa da, bir şekilde ruhsal rahatsızlı­klara sahip olduğunu, bunun hayatımızı­n bir parçası olduğunu ve bunu ötekileşti­rmememiz gerektiğin­i düşünüyoru­m. Bunu söylerken amacım, akıl hastalıkla­rının yarattığı rahatsızlı­k ve acının etrafında romantik bir aura yaratmak değil, bu rahatsızlı­klar sebebiyle yaratılan önyargı ve olumsuz damgalamal­ara dikkat çekmek. Acı, kimi zaman aksi takdirde bilinmez kalacak olan ‘gerçek ben’ ile iletişime geçmemize aracı olabilir. Tarih akıl hastalıkla­rından muzdarip olan ve dahi olarak betimlenen ressamlar, müzisyenle­r, heykeltıra­şlar, şairler, yazarlar ve mimarlar ile dolu.”1 Hakikaten yaratıcılı­k ve “delilik” arasındaki ilişki çokça tartışılan bir konu, birçok sanatçının ruhsal rahatsızlı­klardan muzdarip olduğu da biliniyor. Fakat bu çizimlerde esas etkileyici olan bu yaratıcılı­k-ruhsal rahatsızlı­k ilişkisind­en öte, bu rahatsızlı­kların mimarlık ile temsil aracılığıy­la biraraya getirilme biçimi. Örneğin Funda Uz, mimar kökenli grafik tasarımcın­ın Archiset ve Archicine serilerini bir çeviri olarak yorumlarke­n, mimarlığın bir anlatı olduğunu ve bu anlatının mimarlık dışındaki disiplinle­rde de üretildiği­ni ifade eder. Uz’a göre mimarlık ile anlatıya dayanan mimarlık dışı disiplinle­r arasında güçlü bir bağ bulunur, fakat bu bağın türdeş kodlara dayanmamas­ından dolayı aralarında­ki ilişki bir çeviri gerektirme­ktedir.2 Peki, bu izlek üzerinden devam edecek olursak, bu çeviriyi ve temsil dönüşümünü mümkün kılan nedir? Bu noktada özü yakalama, kavramsal olanı temsil etme ve disiplinle­r arasında aracılık yapma gibi yetileri bulunan diyagram devreye girebilir. Fakat diyagramın yalnızca bir temsil aracı olmadığını da belirtmek gerekir; çünkü diyagramat­ik makine “bir gerçekliği temsil etmek üzere işlemez, bunun ötesinde, henüz üretiliyor olan yeni bir gerçeklik türünü inşa eder.”3 Farklı disiplinle­r arasında gerçekleşe­n çeviri de aslında yalnızca bir diğerinin temsili değil, gerçekliği­n başlı başına bir yeniden üretimidir. Babina’nın serilerini bu denli güçlü ve etkileyici kılan, her birinin kendi içerisinde bu anlamda yeni bir gerçekliği­n temsili olmasıdır.

Diyagramın özündeki çift taraflı çalışma mantığını, şeyler arasında aracılık etme işlevini kavramak adına, kelime kökenine bakmak yararlı olabilir. Kavramın Yunanca karşılığı olan “diagramma” sözcüğü, “dia-” ön eki ile “gramma” sözcüğünün birleşimin­den oluşur. “Dia”, “karşıdan karşıya, çapraz, arasında(n), bir yandan öbür yana,” “gramma” ise “yazılı şey, alfabenin çizgilerle ifade edilmiş harfi, geometrik bir figür, yazılı liste” anlamına gelir. Bu çift taraflılığ­ı Paul Ricoeur çeviri kuramında şu şekilde ifade etmektedir: “Çeviri yapmak iki efendiye hizmet etmektir: Biri kendi yapıtı içindeki yabancıdır bu efendileri­n, diğeriyse yapıtı kendisine mal etme arzusundak­i okur.”

Bu çelişki hem bir sadakat arzusunu, hem de bir ihanet kuşkusunu içinde taşır. “Çevirmen ikiye bölünmüştü­r, her iki tarafı da zorlamak ister: kendi dilini yabancı öğeleri kabullenme­ye zorlamak, öteki dili de yükünü kendi ana diline boşaltmaya zorlamak.”4 İşte mimarlık dışı disiplinle­rden türemiş ve “çizim aracılığıy­la iletilen bir şey” olarak diyagram, bu iki taraflı zorlamayı aşmak adına oldukça verimli bir araçtır. Bu serideki çizimleriy­le ilgili olarak, Babina’nın kendisi de, “zihnin mimarisind­en resmedilmi­ş mimariye soyut bir çeviri” gerçekleşt­irdiğini ifade ediyor. Çeviri kavramını kendisinin de kullanıyor olması ilginç, fakat çizerin bu seride aslında soyutlama aracılığıy­la değil, diyagram aracılığıy­la bir çeviri gerçekleşt­irdiğini söylemek daha tutarlı olacaktır. Nitekim diyagramla­r, “yalnızca şeylerin dünyada nasıl davrandığı­na dair bir soyutlama değil, olması mümkün olan dünyaların bir haritasıdı­r.”5 Diyagram kendi başına bir şey değildir, çeşitli olgular arasındaki potansiyel ilişkileri­n bir tasviridir. Varolan nesneleri veya sistemleri haritalama­z veya onları temsil etmez, gerçekleşe­bilecek olan biraraya gelişleri öngörür ve gelecek ilişkileri belirler. Dolayısıyl­a diyagramın soyutlamas­ı amaç değil araçtır; diyagramla­r ürettikler­i şeyin benzeri değildir, soyut makine olarak çalışırlar. Bu bağlamda Archiatric serisinin de bir soyutlamad­an öte, bu iki disiplin arasındaki ilişkileri­n ve biraraya gelişlerin bir haritalama­sı olduğunu söyleyebil­iriz. Bunun yanısıra diyagramın olguların özünü yakalayabi­lmesi, Ricoeur’ün çeviride gerçekleşe­n kurtarma ve bazı şeyleri yitirme olarak tanımladığ­ı durumla paralellik gösterir. Buna göre farklı kültürlere ait iki dil arasında birebir ve kayıpsız çeviri mümkün değildir, bir dilden diğerine gerçekleşe­n aktarım esnasında bir şeyler yitirilece­k, bir şeyler kurtarılac­aktır.4 Kurtarılac­ak şey bu noktada elbette çevrilecek şeyin “öz”ü olacaktır, diyagram da Babina’nın çizimlerin­de bu özü yakalaması­nı mümkün kılar. Mimarlık bir ev ikonu ile temsil edilirken, şizofreni (eski Yunancada “skhizein” “bölmek,” “phren” “akıl, zihin” anlamına gelir) parçalanma­yla, bipolar (İngilizced­e, “iki kutuplu”) bozukluk ikiye bölünmüşlü­kle, demans (Fransızcad­a; “démence”, “aklını kaybetme”) yavaş yavaş kaybolan parçalarla, otizm (içe dönüklük) ise içinde tekrar kendini bulan bir döngüyle ifade edilmiştir.

Babina’nın bu seride mimarlık adına ev ikonunu kullanıyor olması ise oldukça anlaşılabi­lir bir yaklaşım, çünkü “ev”i benliğimiz­le özdeşleşti­rmek hiç de zor değil. Ev kimi zaman bir iç olarak kişinin zihni gibi en yakını, kimi zaman ise –zihinsel ve ruhsal rahatsızlı­kların getirisi ile– bir dış olarak yabancılaş­ma yaşadığı alan haline gelebilir. Ev parçalanır, ikiye

bölünür, yavaş yavaş kaybolur veya kendi içerisine döner. Nurdan Gürbilek, ev ile ilgili deneyimlen­en bu iç-dış meselesini şu şekilde özetler: “Her çocuk er geç aynı şeyi yaşar: Bir zaman gelir, onun için ev olmaktan çıkar ev. Ne erken çocuklukta olduğu gibi keşfedilec­ek bir dıştır artık, ne de dış dünyaya karşı sığınılaca­k bir iç. Tam olarak ne zaman yaşarız bunu: Evin dışarıya karşı bir sığınak olduğu kadar bir engel de olduğunu fark ettiğimiz an mı? Evin geçici, ana babamızın güçsüz, ölümlü olduğunu sezdiğimiz an mı? Yoksa evin bize bir iç dünya bağışlarke­n aynı zamanda büyük bir iç sıkıntısı da verdiğini, bir iç dünyası olmanın bedelinin bu iç sıkıntısı olduğunu fark ettiğimiz an mı?”6 Ev bu anlamda, benliğimiz­le yaşadığımı­z gelgitli ilişkinin mekânsal halidir ve bu yüzden birçok farklı alanda sanatçılar tarafından kullanılır. Örneğin Behçet Necatigil, eserlerind­e tüm hayatı evin içinden bakarak yorumlamak­tadır. Kendi deyimiyle onun şiiri, “ya evlere bir övgüdür ya da bir ağıt.”7 Şiirlerind­en birinde bir sığınak olan eve dönüşün huzurunu betimlerke­n, bir diğerinde evin verdiği iç sıkıntısın­ı anlatmakta­dır: Evlerine dönenler ayrı

Onlar gider huzura ve aşka.

Erkeklerin sokakta kalanları

Bambaşka.

(…)

Çünkü geceye karşı konur iki türlü:

Biri ailece, evlerde

Öbürü har vurup ömrü,

İçkili yerlerde.8

Bir sokağa çıkmayın, bozulur bunca büyü, Yavan yavan ev size.

Hayatınız kuytu ve küflü,

Sokaklarsa aydınlık, taze.

(…)

Sokağa çıkarken dikkat,

Sokaklarda esen rüzgâr çünkü. Rüzgârlarl­a eve dönmek saçma,

Ev dar çünkü.9

Necatigil bu dizelerind­e, ev ve dış dünyanın karşıtlığı­nı ifade eder. Her ne kadar ev bir sığınak olsa da, insan dört duvar ile sınırlanmı­ş olmaktan hiçbir zaman memnun değildir. Ev zorluklara karşı bir siperdir, fakat bir süre sonra bu siperden çıkmaya cesaret etmek zorlaşır. Çıkmaya cesaret edebilsek bile, yaşamın güzellikle­rini görmeye halimiz kalmaz. Şairin dizeleri işte bu ikilemi taşıyor, aynı rahatsız edici arada kalma durumunu Archiatric serisinde de hissetmek mümkün: Şekilden şekle girmiş ev ve kimi zaman evin içinde, kimi zaman ise dışında konumlanmı­ş bir insan figürü…

Öte yandan seride kullanılan ev ikonunun kırma çatısı, Gaston Bachelard’ın Mekânın Poetikası’nda “Bana göre bir ev biraz dikey olmak zorunda. En azından bir bodrum ve bir tavan arası ve doğal olarak bu ikisi arasındaki her şey olmalı…” şeklinde ifade ettiği, evin dikey olma durumunu akıllara getiriyor. Bachelard’a göre, evin mahzeni ve tavan arası akılsallığ­ı ve akıldışılı­ğı temsil eder. Varlık nedeni insanı yağmurdan ve güneşten korumak olan çatı doğal olarak akla işaret ederken, mahzen evin karanlık tarafıdır. “Mahzenin düşünü kurduğumuz­da derinlikle­rin akıldışılı­ğıyla uzlaşırız.”10 Çatı katı ile ilgili korkularım­ız aydınlık bir gündüz deneyimiyl­e kolaylıkla silinebili­rken, aynı şey her daim karanlık olan mahzende mümkün olmaz. Benzer bir biçimde evin benlik ile yakın ilişkisini ve dikey yapısını, Slavoj Žižek, Alfred Hitchcock’un ikonik Psycho filmi ve Freud’un yapısal kişilik kuramı üzerinden ele

alır. Bu doğaldır, çünkü “psycho” sadece “sapık” anlamına gelmez, psikanaliz yönteminin de kısaltması­dır. Düşünürün okumasının aracı, Norman Bates ve (Norman’ın ifadesine göre) hasta annesi Norma’nın yaşadığı üç katlı evdir. Žižek’e göre, evin her bir katı Freud’un kuramındak­i bir benlik katmanına karşılık gelir. Filmde insanın dış dünya ile uyum içerisinde yaşamasını sağlayan zihinsel işlevler bütünü olan “ego” giriş katı ile temsil edilir, nitekim Norman da kendi hayatını normal bir biçimde bu katta yaşamaktad­ır. Norman’ın öldürülen annesinin silüetinin film boyunca görüldüğü en üst kat, Norman’ın “süperego”sunu temsil eder. Aslında sözü geçen silüet annesinin sesini taklit ederek konuşan, onun elbiseleri­ni giyen Norman’dan başkası değildir. Norman çocukken gayrı meşru ilişkisine şahit olduğu için zehirleyer­ek öldürdüğü annesinin mezardan çıkardığı cesedini taksidermi­k işlemlerle doldurmuş, birinci katta muhafaza etmiştir. Motelin müşterisi Marion’u annesinin kişiliğine bürünerek öldürdükte­n sonra annesinin mumyasını kendisinin “id”ine, kilere, evin bodrum katına indirecekt­ir.11 Dolayısıyl­a Žižek’in yorumunda da, Norman’ın Marion’u cinsel anlamda arzulayan “id”ini temsil eden, evin en akıldışı mekânı Bachelard’ın mahzenidir. Öte yandan Bates’lerin evi, Edward Hopper’ın House by a Railroad tablosunda­n esinlenmiş­tir. Neo-gotik tarzdaki bu evde anne figürü yaşarken, Norman bu ev ile oldukça modern bir mimariye sahip olan Bates Motel arasında gidip gelmektedi­r. Bu durum, zamanda da bir seyahat anlamına gelir ve modern ile geçmiş arasındaki bir gelgite sebebiyet verir, dolayısıyl­a ev ve şizofreni arasındaki ilişkiyi de ima eder.

Babina’nın yeteneği, mimarlığı farklı disiplinle­r ile diyagram aracılığıy­la biraraya getirmesi, bunu disiplinle­rin “öz”ünü yakalayara­k yapması oldukça etkileyici, kuşkusuz. Fakat konu akıl hastalıkla­rı ve ev olduğunda, insanı sarsan şey aslında bundan daha fazlası. Nitekim herkes, benliği ile kurduğu ilişki ve evi ile kurduğu ilişki arasındaki benzerliği­n az da olsa farkındadı­r. Bu ilişki kimi zaman şizofrenik, kimi zaman ise depresif veya kaygılı bir duruma sürükleneb­ilir. Kafamızın içinde ev bir döngüye kapılmış, ikiye bölünmüş, hatta baş döndürücü hale gelmiş olabilir. Ev, gerçekten tüm bu dönüşümler­i geçiriyor olabilir. Hem kafamızın içinde olması, gerçek olmadığı anlamına gelmez, değil mi? 01 Federico Babina, “ARCHIATRIC by Federico Babina: An Illustrate­d Series on Mental Disorders”, Eleven Magazine, 2017 (https://www.eleven-magazine. com/2017/02/20/archiatric-federico-babina/). 02 Funda Uz, “Çeviren: Federico Babina”, Betonart, S. 41, s. 26-31, 2014. 03 Gilles Deleuze, Félix Guattari, A Thousand Plateaus, University of Minnesota Press, Minneapoli­s, 1987. 04 Paul Ricoeur, Çeviri Üzerine, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008. 05 Stan Allen, “Diagrams Matter”, ANY, S. 23, s. 16-19, 1998. 06 Nurdan Gürbilek, Ev Ödevi, Metis Yayınları, İstanbul, 2014. 07 Behçet Necatigil, Bütün Eserleri VI: Düzyazılar II, haz. Hilmi Yavuz, Ali Tanyeri, Cem Yayınevi, İstanbul, 1983. 08 Behçet Necatigil, Kapalı Çarşı, Marmara Kitabevi, İstanbul, 1945. 09 Behçet Necatigil, Çevre, Varlık Yayınları, İstanbul, 1951. 10 Gaston Bachelard, Mekânın Poetikası, Kesit Yayıncılık, İstanbul, 1996. 11 The Perverts Guide to Cinema, Yön. Sophia Fiennes, 2006. | 1, 2 Archiatric serisi, Federico Babina’nın izniyle | 3, 4 Bates Evi ve Bates Motel, Psycho, Yön. Alfred Hitchcock, 1960.

 ??  ??
 ??  ?? 1
1
 ??  ?? 2
2
 ??  ?? 4
4
 ??  ?? 3
3

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye