Arızalı yapı üretimine bir bakış: la congiunta ve karatepe saçakları
1 Ceren Okumuş | Adrian Forty, betonun tarihini genelgeçer söylemlerin dışında anlattığı Concrete and Culture isimli kitabında betonun modern bir malzeme olarak tanımlanışından ve bu tanımın modern mimarlık ile olan ilişkisinden bahseder. Forty’ye göre betonun mimarlık tarihyazımında gelişmiş teknolojik bir malzeme olarak görülmesi tesadüfi olmaktan çok bilinçli bir şekilde inşa edilmiştir. Tarihyazımındaki bu inşa sonucu beton, ilerlemenin malzemesi olarak tanımlanır. Ancak beton her ne kadar modernlik ile tanımlansa da toprak, çamur ve zanaat ile ilişkilendirilen köklerinden kopamaz. Dolayısıyla betonun modernliği söylemi, sürekli onaylanmaya ihtiyaç duyan bir modernliktir.
Betonun modernliği meselesi modernitenin mimari temsili olarak tanımlanabilecek “modern mimarlık” içinde farklı bir boyuta taşınır. Modern mimarlık betonu yeni mimarlığın reklam yüzü olarak kabul edip söylemini beton ve modernin eşitliği üzerine kurarken dünyanın farklı coğrafyalarında beton, modernliğinden şüphe duyulacak şekilde kullanılır. Akdeniz’de ve Latin Amerika’da betonun neredeyse arkaik denilecek kullanımı malzemeyi ilerleme ve teknolojinin malzemesi olmaktan uzaklaştırır, kolay ve hızlı üretilen yapıların malzemesi yapar. Batılı mimarların ilgisini çeken ve mimarlığın primitif ile olan ilişkisini ortaya çıkarmaya olanak sağlayan gelişmeler aynı zamanda mimarinin akademinin dışında bir bakış açısı geliştirmesi olarak da görülebilir. Böylece yapım yöntemi olarak primitif ancak malzeme kullanımı olarak modern bir mimari dil yeni bir mimarlığın anahtarı olarak görülmeye başlanır.1
Forty, kitabında aktardığı bu düşüncelerle modern mimarlık üretiminin ilerleme ve geriye dönüş olarak tariflenebilecek bir karşıtlık üzerine kurulu olduğunu ve bu karşıtlığın mimarlık tarihi ve üretiminde ana ekseni oluşturduğunu anlatır.2 Her ne kadar bu ikilik Forty tarafından kısıtlayıcı bir okuma olarak tariflense de modern mimarlığın içinde yer alan, betonun arkaik, primitif ve vernaküler kullanımı olarak tanımlanabilecek örnekleri modern mimarlığın tarihinde alternatif bir okuma olarak görülebilir mi? Yazıda bu alternatif okuma “mimarlığın özüne dönüş” gibi bir savı desteklemek yerine insan ile, yer ile, süreç ile ilişkinin görünürlüğü açısından değerli bulunmakta, genel geçer kabul görmüş olana bir alternatif sunma anlamında bu durum “arızalı yapı üretimi”** olarak nitelendirilmektedir. Arızalı olarak tariflenen yapılar, yapım şekli olarak yer yer arkaik, vernaküler ve primitif özelliklere sahip iken malzeme kullanımı açısından pürüzlü, kaba, zanaat içerikli ve yapım izlerini belli eden bir karaktere sahiptirler. Bu tanımlar zaman zaman birbirine karışır, birbirinin yerine geçer. Yazıda incelenecek iki örnek, Peter Märkli tarafından tasarlanmış La Congiunta ve Turgut Cansever tarafından tasarlanmış Karatepe Saçakları, bu kavramın içerdikleri ile birlikte okunmak üzere seçilmiş, “betona karşı değil beton ile çalışma düşüncesini”3 farklı coğrafyalarda kimi noktalarda farklı şekillerde gerçekleştiren iki örnek olarak yazıya dahil edilmiştir.
2 “Beton her ne kadar sofistike yapım teknikleri ile üretilmiş ve modern olanla eşleştirilen bir malzeme olsa da hamlığı ve atavizminden dolayı çamur ile, yani eskiyle, elle şekillendirilen ile, akrabalığını yitirmez”.4 Bu akrabalığın yazıda konu edilecek örneklerinden biri Peter Märkli tarafından, içine yerleştirilen Hans Josephson heykellerinin titizliğinde İsviçre’nin Giornico kentinde, 1992 yılında tasarlanmış ve bir heykelmişçesine topoğrafyaya yerleştirilmiş La Congiunta Müzesi’dir. La Congiunta’da betonun kütlesel rijitliği hem etrafındaki topoğrafyanın dilinden etkilenmiş hem de Ticino Irmağı kenarında yer alan Romanesk kilise mimarisine öykünmüştür. Öyle ki; yapı, kent tarafından yaklaşıldığında yol üzerinde kendini hemen gösteren ve Alplerin izlerini taşıyan kayaçların ve sonrasında görülebilen San Nicola Kilisesi’nin birleşimi gibidir. Kilisenin kendisini oluşturan kesme blok taşlar La Congiunta’da betona dönüşür, “betonun sürülmüş bir yüzey gibi kullanımı yerine Olgiati’den kalan miras ile kayaçların üst üste yığılmasına benzer bir şekilde kullanılır, bu aynı zamanda arkaik olana da bir övgüdür”.5 Arkaik olan kimi zaman dönüşerek primitif ve vernaküler olan ile yer değiştirir. Yapıya girilirken kullanılan taş merdiven, iç mekânlarda ge--
çişi sağlayan kapılar, içeriye ışık alan ve tavanı ikiye ayıran bölme, heykellerin sergilendiği kaideler en basit detaylar ile çözümlenir.
Märkli’nin geçmiş ile bağlantı kurmaya çalışan mimarlığı yapının tektoniği ile de ilişkilenir. Tektonik, jeoloji alanında kullanılan anlamı ile, oluşta vuku bulan kuvvet etkilerinin ortaya çıkardıkları şeklinde tanımlanabilir.6 Bir diğer anlama bakılır ise sanat yapıtının yüzeyini dolduran çizgi, kütle ve hacimlerin bütünüdür.7 Bu iki anlamın da yapılışta ortaya çıkan, yapının yüzeyini dolduran çizgilere, kıvrımlara, bükülmelere, arızalara referans verdiği söylenebilir. La Conguinta’da Märkli, tertemiz bitmiş yüzeylerin, malzemeye söz geçirmeye çalışan “ilerlemeci” bir mimarlığın aksine malzemenin, zamanın ve yapımın izlerini üzerinde taşıyabildiği, kimi zaman “ne olmak istiyor ise o olduğu”8 bir tutum ile yapıyı şekillendirir. Betondaki çizgiler, pürüzler, arızalar malzemenin mimarla girdiği ortaklık sonucu oluşturduklarıdır. Bu tutum yapının bitirilişi ile sonlanmaz, coğrafyanın etkisi ile oluşan her iz yapıda kendini gösterir, böylece geçmişin izleri yapının üzerinde malzemenin etkisi ile taşınır, malzeme oluşların etkisi ile şekillenir.
La Congiunta’daki yapım ve bununla ilişkili olarak malzeme kullanım yöntemlerinin açtığı aralık aynı zamanda mimarlığın malzeme ile olan ilişkisini de etraflıca düşünmeye olanak sağlayabilir. Bir yapının geçmiş ve yer ile ilişkilenmesi ve bu ilişkilenmeyi malzemenin kendine özgü özelliklerini göz önünde bulundurarak kurması malzemeye karşı bir üretimi değil malzeme ile birlikte üretimi öncüleyen bir davranıştır. Malzemenin belirli söylem ve akımlar içine sıkışması sonucu kapanan ve yalnızca bilindik tanımlamalar ile anılmasına sebep olan tutumdan bir çıkış yolu olarak La Congiunta, mimarlık tarihindeki “arızalı” yapı üretimleri arasında yer alabilir.
Betonun yalnızca belirli tanımlamalar ile okunmasının ve o tanımların esas olarak alınmasının düşünmeyi kısırlaştırıcı bir etkisi olduğu iddia edilebilir ise sürekli değişen dünyada farklı mimarlıklar düşleme ve varetme yolu bu esasların yıkılması, görmezden gelinmesi ya da eleştirilmesi ile mümkün olabilir.9 Öyleyse klasik modern mimarlık anlayışına karşı alternatif bir okuma ürettiği öne sürülen ve yukarıda özetlenen yaklaşımın da ötesine geçebilmek mümkün müdür? Bu noktada Forty’nin bahsettiği karşıtlığa tekrar dönülebilir; Forty, betonun tarihinin ikili bir karşıtlık üzerine kurulu olduğunu söylerken
bu karşıtlığı aynı anda tesadüfen varetmenin değerinden bahseder. Bu tesadüfilikler kimi yerde kendini modern mimarinin tanımlarına uymayan kuralların modern mimarlık örneklerinde uygulanması olarak gösterirken kimi yerde mekânsal etki için üretilen rasyonel dışı olandır. Aynı anda varoluş aslında betonun ne tam olarak modern olabildiğinin ne de tam olarak modern olamadığının vurgusudur. Ya da başka bir deyiş ile beton hem modern hem de modern olmayandır, bu da iki karşıt uç arasındaki noktaları görünür kılabilir. Tesadüfi durumlar sonucu şekillenen malzeme çeşitli kısıtlamalardan kurtulabildiğinde kendi arızalı olasılıklarını açığa vurmuş olur.10
Türkiye mimarlık yazınında da Forty’nin açıkladığı türden ikili karşıtlıkların varolduğu söylenebilir. Beton(arme) Türkiye’de kullanılmaya başladığı ilk yıllardan itibaren modernleşme, ilerleme ve daha sonraki yıllarda betonlaşma söylemleri arasında kalırken11 beton ile inşa edilmiş yapıların bu ikilikler dışında okunabilmesi mimarlık söylemini alternatif okumalara açmak anlamında önemli olabilir.
Yazıda konu edilecek ikinci örnek Turgut Cansever tarafından tasarlanan Karatepe Saçakları ve Açıkhava Müzesi’dir. Adana’nın Kadirli bölgesinde 1957-1961 yılları arasında geç Hitit dönemine ait buluntuları korumak amacıyla inşa edilen beton saçaklar ilk olarak prefabrik plak ve çelik armatürler ile projelendirilse de ülkede o yıllarda uygulanamayacağı için brüt beton uygulamasına dönüştürülür.12 Bu dönüşüm arızalı olanı üretmenin bir başlangıcı olarak tanımlanabilir. Karatepe Saçakları, tıpkı Le Corbusier’nin pilotisi gibi modern mimarinin gramerini oluşturan bir strüktüre sahiptir. Ancak bu piloti hem yerleşimde hem strüktür izlerinde hem de strüktürün yapının elementer öğelerini oluştururken geçirdiği dönüşümde modern olmayan ile ilişkilenir, primitif olan ile, yer ile ilişki kurar. Yer, yapıya geçmişin bir Hitit kalesi şeklinde görünür hâle geldiği bir izlek oluşturur, ki Cansever bu izleği saçakların yerleşiminde kullanır, aynı zamanda yapının şekillenmesine olanak sağlayan şimdiye dair coğrafi bilgiyi üretir. Böylece, topoğrafyayı göz önünde bulunduran Cansever saçakların kot ilişkilerini kurgular, ışığın ve gölgenin fazlaca kontrast oluşturduğu yerlerde ahşap detaylar ile çözümler üretir ve etraftaki bitki örtüsünün içinde neredeyse doğal olandan ayrıştırılamayan bir strüktür inşa eder. Pilotideki gibi dik açılı bir yerleşimi takip etmeyen strüktür, etrafta bulunan tepeler ve çam ağaçları ile ilişkilenerek Rudofsky’nin primitif mimari tanımını akla getirir ve “doğa sayesinde üretilmiş şekillere” benzemeye başlar.13 Turgut Cansever bu ilişkilenmeyi “saçakların havada uçuşan ufki çizgilenmeler meydana getirmesi ve bu çizgilerin Karatepe’yi yüceltmesi” olarak anlatır; havada uçuşma ve hafiflik betonun teknolojik yönüne vurgu yapmaz, aksine alçakgönüllü bir gramerin temsili olur.
Alçakgönüllülük malzeme kullanımında da kendini gösterir. Brüt beton uygulaması çevreden çıkarılan agregalar ile gerçekleştirilir, su etraftaki köylerden taşınarak getirilir. Olabildiğince az malzeme ile inşa edilen yapıda strüktürün modern mimarlık gramerinde olduğu gibi kolon, kiriş ve döşeme bütünlüğü malzeme ile sağlanır, ancak çok açık bir biçimde elemanlar birbirinden farklılaşır: Çatı, kendisini taşıyan kolonlardan daha ağırdır, kolonların üzerine eklenmiş gibi görünür, kirişler ise çatının kırıklarına uyum sağlayarak sonlandırılır. Yapılan brüt beton uygulaması alabildiğine çizgili, pütürlü ve arızalıdır, betona karşı değil beton ile çalışma burada da kendini gösterir. Yapı, yerin ürettiklerini yer ile bütünleşmek için kullanır ve neredeyse görünmez olur. Karatepe Saçakları, ilk bakışta tümüyle modern mimarlığa ait olduğu düşünülebilen bir yapı iken modern olmayan kategorisine kolayca yerleştirilebilir, böylece mimarlıkta arızalı yapı üretimleri arasında yer alır.
Hem La Congiunta hem de Karatepe Saçakları modern mimarlık gramerinin içinde tanımlanabilecek arızalı yapılar olarak bu yazıda yer bulur. El ve alet kullanımı ile şekillendirilen heykellerin ve yazıtların el ile şekillendirilene referanslar veren yapılar içinde/altında sergilenmeleri, iki mimarın da mekânların sergilenenlerin önüne geçmemesi için çaba sarf etmeleri diğer ortaklıklardandır.14 Ancak Karatepe Saçakları’ndaki arızalılık La Congiunta’dan bazı noktalarda ayrılır: La Congiunta, her ne kadar arkaik, vernaküler, primitif olandan izler taşısa ve yapının tektoniğini görünür kılsa da modern mimarlığın geometrik rasyoneli ile, Karatepe Saçakları ise yerde olanın izlerini takip eden ve modern mimarlık kurallarını kendine özgü “modern olmayanları” ile değiş tokuş eden bir düşünce aracılığıyla şekillenir. Forty’nin ikilik düşüncesine dönülecek olur ise; “modernin içindeki modern olmayan” La Congiunta yerleşiğe bir alternatif üretirken Karatepe Saçakları “hem modern hem modern olmayan olarak” karşıtlığı ortadan kaldıran şeklinde de okunabilir. Belki de, her yeni üretimin kendi yaratıcılığı ile ikili karşıtlıkların dı-
şında bir söz söyleyebilme potansiyeli, heyecan verici ve öngörülemez olanın başlangıcıdır.
** Bu yazı ilk olarak İTÜ Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı 2017-2018 Bahar döneminde, Funda Uz tarafından yürütülen, Mimarlıkta Özel Konular: “Mimari Tasarımda Malzeme ve Temsili Üzerinden Alternatif Bir Mimarlık Tarihi Okuması” dersinde yazılmıştır. Yapıcı eleştirileri için kendisine teşekkür ederim.
** Arıza kavramı Uğur Tanyeli’nin “Yıkarak Yapmak” isimli kitabına referansla kullanılmıştır.