Kışlahan oteli
Kemal Öztürk | Kışlahan Oteli Antalya kent merkezinde, tarihi Kaleiçi bölgesinin kuzeyinde yoğun bir ticaret bölgesinin ortasında bulunmaktadır. Yapı çarşı kısmıyla birlikte hibrid bir kullanım düzeni içerisindedir. Yapının hikâyesini bağlamı içerisinde düşünebilmek için öncelikle Antalya kentinin geçirdiği dönüşümü izlemek gerekir. Antalya kenti 1950’lerden önce küçük bir sahil kasabası iken bu tarihten sonra şehir merkezi çeperinde yapılan
fabrikalar ve diğer yatırımlar sayesinde etrafındaki ilçelerden ve diğer illerden göç almaya başlamıştır. Kentin bu dönemde büyümesinde etkili olan dinamik sanayi ve buna bağlı göçün getirdiği iş kolları olmasına rağmen 1980 sonrasında ülkede benimsenen neoliberal politikaların da etkisiyle turizm, büyümenin ana tetikleyicisi hâline gelmiştir. Bu dönemde kent çok daha ivmeli bir hızda büyümeye başlamış, kendi ekonomik yapılanmasıyla beraber küresel kapitalizme dahil olmuştur.1
Sözkonusu yapının öyküsü de dönemiyle paralel ilerlemektedir: İşveren arazideki eski ticaret yapısını yıktırarak yeni bir işhanı yaptırmak istemektedir. Mimar Özcan Kırmızıoğlu’nun tasarladığı, 1981’de projelendirilen bu yapının inşası bitmek üzereyken aynı yıllarda çıkarılmış olan Turizm Teşvik Yasası, işveren ve yüklenici firma arasında yeni bir anlaşmayla yapıyı otele çevirme imkânını sağlamıştır. Bu yeni proje için firma, önceden de beraber çalıştığı Erkal Mimarlık’la devam etmeye karar vermiştir.
Bu ikinci inşa süreci 1983-1986 arasında gerçekleşmiş, planlar revize edilerek programa otel kısmı dahil edilmiş, eklenen kısmı destekleyecek fiziki güçlendirmeler yapılmıştır. Şarampol Caddesi’ne bakan doğu cephesindeki mağazalar satılmış olduğu için otel girişi batıdan verilmiştir. Yapının inşası 1980’lerin sonlarında tamamlanmıştır. Son 10 yıl içerisinde ise otelin cephelerinde ve iç mekânlarında işverenin talebi üzerine yenilemeler yapılmıştır.2 Bu yazı yapının mimari niteliklerini, geçirdiği dönüşümler, benzer vakalar ve yazarın kişisel deneyimleri üzerinden yorumlamaya çalışacaktır.
Kışlahan Oteli’ni Antalya kent merkezindeki diğer konaklama yapılarından ayıran en önemli özellik, yapının programında bulunan hibrid kullanım düzeni. Ölçeği itibarıyla diğer büyük turistik oteller gibi deniz ve kent manzarası sunmanın yanısıra sokak seviyesine inildiği andan itibaren ziyaretçilerini kentin sakinleriyle de buluşturan bir konumda bulunuyor. Etrafındaki yapılı çevrenin yoğunluğu, kütlesinin algılanma biçimlerini etkiliyor: Yakın çevrede dolaşan bir kentlinin yapıyı diğer yapıların arasında fark etmesi kolay değilken Şarampol Caddesi’nden yapının kütlesi daha rahat fark edilebiliyor. Nitekim etraftaki yapıların üst katlarına çıkıldığında, otelin yüksekliği daha belirgin hale geliyor. Bu özellikleri bakımından ilginç bir karşılaştırma Odakule-Kışlahan Oteli ve İstiklal Caddesi-Şarampol Caddesi analojisi üzerinden kurulabilir.
Yapının çarşı kısmı otel ziyaretçilerinden çok Antalyalılar tarafından kullanılıyor. Dolayısıyla kentliler için yapının asıl işlevi çarşı. Caddeye bakan kısım boyunca bir bant şeklinde devam eden çarşı cephesi, yapının kentlinin zihninde kalan asıl imgesini oluşturuyor. Önceleri daha dengeli bir tabela kullanımı olan bu cephede son dönemlerde tabelaların ölçeksizliği dikkat çekiyor. Buna ek olarak yapıya yakın zamanda giydirilen neo-klasik cephe düzenlemesi, otel ve çarşıyı mülki sebeplerden dolayı birbirinden ayırmakta ve eski bütüncül görünümünü bozmakta. Kullanıcının yapıya müdahalesi ve
kendi kullanımı aracılığıyla mekânı sahiplenerek kişiselleştirmesi mimarlıkta modernizmin tartışılmaya başlandığı zamanlardan beri üzerine konuşulan bir durum. Türkiye’de mimarın bu duruma eleştiri getirip müdahil olmaya çalıştığı en meşhur yapılardan biri olarak İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’nı örnek verebiliriz. Doğan Tekeli’nin yapının orijinal haline döndürülmesi için harcadığı çabalar,3 mimarın kullanıcının ihtiyaçlarını öngörerek bir orta yol bulması yerine kendi tasarım fikrini kutsallaştırarak mimar kültünü kuvvetlendirmesi açısından incelenmeye değer. Mimarın kendi haklarının farkında olması ve haklarını savunması gerektiği kadar öngöremeyeceği değişimin dinamiklerini de anlamaya çalışması ve katılımcı tasarım prensibi kapsamında kullanıcının yapıya kattığı mimari nitelikleri tespit edebilmesi, tasarım kültürümüz açısından tavsiye edilebilir. Yapının cephesinde uygulanan düzenleme ise işveren talebinin ve mimarın konumunun zaman içerisinde nasıl değiştiğini göstermekte.
Kentin bu kadar hızlı değiştiği, kurumlarının bu değişime ayak uydurmaya çalıştığı, kente dair veri toplamanın zor olduğu bir ortamda bir yapıyı okumak için kişisel deneyimlere başvurmak riskli de olsa denenebilecek bir yöntem. Yazar için Kışlahan Çarşısı bayramlık almak için girilip giysi dükkânlarının dolaşıldığı, karanlık olsa da caddenin devamlılığını sağlayan pasajlardan tekrar aydınlığa kavuşulan bir çocukluk anısı demek. Etrafındaki çarşı esnafının da yer tarif etmede bir röper olarak kullandığı yapının kent hafızasında hatırı sayılır bir yeri olduğunu söylemek mümkün.
“Kent hafızası” kavramı kamusal mekânlar için korunması gereken veya müdahale gerekiyorsa dikkate alınması gereken bir kavram olarak görünse de çarşılar gibi ticari yapılar için kent hafızasını daha farklı ele almamız gerekiyor. Örnek olarak Cengiz Bektaş’ın Babadağlılar Çarşısı’nı incelemek mümkün: Çarşı esnafının mimarın uyguladığı çözümlerden memnun olduklarını belirttiği bir yapı bu. Ancak mimarının daha sade hâliyle tasavvur ettiği fark edilen atriumunun kullanıcı tarafından sahiplenilip “vitrin” amacıyla kullanılması özelliğiyle öne çıkıyor. Yapısal elemanlarının görünürlüğünü azaltıp yapıda daha farklı bir atmosfer oluşturan bu kullanım biçimi kent hafızasına bu hâliyle dahil oluyor.
Bu değişken ve dinamik durum Kışlahan Çarşısı’nda ise yapının caddeyle kurduğu ilişkide görülebiliyor. Şarampol Caddesi 1990’larda yayalaştırılmış, Antalya için önemli bir ticaret aksı. Yapının güney cephesinde bir rampa ile araç girişinin, caddenin ortasında saklanmış bir merdivenle ve yapının bodrum seviyesinde yaya girişinin olduğu yeraltı otoparkının sınırları, caddenin eski araç yolu hizasını tarifliyor. Yaya sirkülasyonunun eski araç yolunu takip ettiği caddede bu otoparkın oluşturduğu meydan kamusal potansiyeli yüksek bir mekân. Sivil toplum kuruluşları ve diğer
oluşumların buluşma noktası olarak kullandığı bu konumun potansiyelinin yeterince kullanılamadığı söylenebilir. Kentsel tasarım ölçeğinde yapılabileceklerin katkısının sınırlı olduğu bölgenin çöküntü alanı haline gelmemesi ya da mevcut potansiyelinin daha iyi değerlendirilebilmesi için caddeyi tek başına ele almaktansa etrafını sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda besleyebilecek, sırf turizmin getireceği kazanç yerine daha sürdürülebilir kentsel stratejilerin yürütülmesi gerektiği görülüyor. Yerel yönetimlerin uyguladığı kentsel tasarım projelerinin kentsel deneyimin niteliğini mikro düzeyde arttırabilse de sorunların kökenine etki etmede yetersiz kaldığı söylenebilir. İddialı bir yargı belirtmek gibi olsa da son söz olarak daha iyi tasarımı talep ettirebilmek, kentlerin üretim sürecine dahil edebilmek için yerelden başlayarak demokrasinin etkinliğinin arttırılması, karar mekanizmalarının sorunların semptomlarına değil de kökenlerine odaklanması elzem görünüyor.