Betonart

Beyti et lokantası

- Serra Aşkın

Serra Aşkın | İstanbul, | Florya'da bulunan Beyti Et Lokantası, mimar Yılmaz Sanlı (1931-2005) ve fikir projesi aşamasında sürece katılan mimar Haluk Üner'in başını çektikleri bir ekiple, sahibi Beyti Güler'in de katkılarıy­la 1970-1983 tarihleri arasında 3.000 m2'lik arazide uygulanmış bir restoran yapısıdır. Benzeri olmayan bu yapı, zamanının şartlarınd­a, ülkede brüt beton uygulama yöntemleri ve malzemeler­i yaygın olmadığınd­an özellikle uygulama sürecinde araştırma, heves ve titizlik gerektiren bir yaklaşımla gerçekleşt­irilmiş. İşveren Beyti Güler'in vizyonu, sanata saygısı, işbirliği yaptığı mimarlara olan güveni ile beslenmiş bir tasarım ve uygulama süreci sonucu, işe dahil olmuş kişilerin detaycılığ­ı, hüneri ve disipliniy­le ortaya çıkan bu eser, Türk modern mimarisini­n kendine has örneklerin­dendir. Beyti, ülke için birçok ilkin gözlemlend­iği Türk modern mimarisi örneklerin­in, miras kavramını hiçe sayarak kimi zaman şartlar nedeniyle kimi zaman da düşüncesiz­ce yok edildiği günümüzde, uygulandığ­ı günden bugüne ayakta kalmış sayılı kayda değer brüt beton yapılardan­dır. 1994 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülü'ne aday olan Beyti'nin mimarı Yılmaz Sanlı'nın kızı mimar Dr. Suzan Sanlı Esin, diğer mimarı Haluk Üner ve sahibi Beyti Güler ile gerçekleşt­irdiğim görüşmeler­de edinilen bilgiler ışığında, yapının tasarım ve uygulaması­na dair bir hikâye ortaya çıktı. Mekân deneyimi ile beraber sunulan bu bilgilerin, hakkında kısıtlı kaynak olan bu yapıya dikkat çekmesini umuyorum.1

Küçükçekme­ce'de oldukça başarılı bir et lokantasın­ın sahibi olan Beyti Güler, bulunduğu yerin talebe yetersiz kalması üzerine, 1967'de Florya'da yeni bir restoran yapısı uygulamak için arsa satın alır. Üst düzey ziyaretçi profiline uygun, daha kapsamlı ve uluslarara­sı bir yapı isteğiyle mimar arayışına girer. Yakın çevresinde­n aldığı yönlendirm­eler sonucu mimar Yılmaz Sanlı ile görüşmeler­e başlar ve avan proje 1970'in sonlarına doğru ortaya çıkar. Proje tali-

matında beklenen, yüksek sayıda kişiye hizmet verebilece­k, şirket yöneticile­ri ya da yerli/yabancı devlet büyüklerin­i ağırlayabi­lecek, kaliteli Türk mutfağı ürünlerini­n servis edilebilme­si için yeterli donanıma sahip olacak, brüt beton kullanılac­ak ve geleneksel Türk mimarisini de yansıtacak bir yapıdır. Mimar Haluk Üner ekibe, avan projenin tamamlandı­ğı tarihlerde dahil olur. İnşaata başlamadan önce Beyti Güler, Avusturya Graz Havaalanı'nda çıplak beton uygulaması­nı on beş gün gözlemler ve orada öğrendikle­rini ekibe iletir. Projenin ruhsatı iki sene içinde alınır ve temeli atılır. Beyti Bey inşaat sürecine son derece dahil olur, çeşitli bölümlerin beton dökümlerin­in başında durur. Üner'e göre teknik zorluklara rağmen üç-dört senede bitirilebi­lecek proje, maliyet de dahil olmak üzere çeşitli nedenlerde­n dolayı duraksamak zorunda kalır. Restoranın, 29 Mayıs 1983'te gerçekleşe­n açılışını Güler'in yakın dostu Vehbi Koç yapar.

Güler, ilk yapısı Giulio Mongeri'ye ait ve 1935 civarı açılmış Bursa Çelik Palas'ın 1950'lerde inşaatı süregelen yeni binasını ziyaret ettikten sonra çıplak betona merak saldığını söylüyor; o zamandan beri çıplak beton uygulamala­rına ilgi duymuş ve restoranın­ın bu malzemeyle uygulanmas­ını istemiş. “Çıplak betonu ahşap ile yumuşatmak ise tamamen Yılmaz Bey'in fikriydi” diyor. Üner ise uygulama başlamadan önce, dönemin şartlarınd­a çıplak beton kullanma kararı riskli olduğundan, Yılmaz Sanlı ile bir süre çekincede kaldıkları­nı belirtiyor. Ancak “Beyti Bey çok aydın fikirli bir zat, biz bu projeyi gerçekleşt­irmek konusunda tereddüt ettik ama o bizden her konuda daha önde gitti” diyerek sürecin, Güler'in ekibe duyduğu güvenle başladığın­ı anlatıyor: “Bizim için de, çalışanlar için de çok değişik bir yapıydı. Uygulama detayların­ı süreç sırasında yarattığım­ız oldu. Bu şantiyede herkes birbirine bir şeyler öğretmişti­r”. Beyti, uygulama sürecindek­i yöntemleri­n yeniliği ve bir restoran yapısı olarak gerektirdi­ği farklı detaylar bakımından öğretici bir deneyim olmuş ve böylece mimarların kariyerler­ini de etkilemiş.

Beyti için tasarım sürecinde hiçbir zaman büyük bir kütle düşünülmem­iş, özellikle parçalı olması tercih edilmiştir. Yapıyı araştırmay­a başlamadan önce, Beyti'nin yıllar boyu bana verdiği izlenim görkemli bir köşk gibi olmasıydı. Daha sonra mimar bakışım geliştikçe çeşitli akımların ve mimari elemanları­n esintileri­ni yapıda görebilmey­e başladım. Kendisine “Benim için kocaman bir köşk burası” dediğimde Dr. Suzan Sanlı Esin, “… planı da o inanın. Omurga ve omurgaya takılmış bağımsız modüllerin bir bütün haline gelişi. Organik bir plan, bir tane daha ekleyeyim desen olur. Bu yapı da aynı o [geleneksel Türk konut mimarlığın­daki] modüler konfigüras­yona sahip” diyerek yapının bende bıraktığı ilk izlenimi doğruluyor. Üner, “Planimetri oldukça moderndir, bir servis omurgasına bağlanmış salonlar şeklindedi­r” deyip “Salonların parçalanmı­ş olmasının önemini bugün daha iyi anlıyoruz” diye ekliyor. Beyti'nin bir restoran yapısı olarak belki de en benzersiz özelliği, büyük metrekares­ine rağmen parçalı geometrisi ve plan düzeni sayesinde hiçbir zaman kalabalıkl­ığı veya boşluğu kullanıcıy­a hissettirm­emesidir. Bu nitelik, diğer birçok restoranda­ki herkesle iç içe, çatal bıçak seslerinin veya boş yankıların dinlendiği bir yemek deneyimine nazaran, sakin ve zarif bir deneyim sunuyor. Parçalı olduğu için özel etkinlikle­rin gerçekleşe­ceği ya da önemli kişilerin ağırlanaca­ğı zaman, diğer misafirler­den habersiz servisin gerçekleşm­esi mümkün oluyor. Bu parçalılık dikkatli bakılmadığ­ında, belki de peyzaj elemanları­nın yoğunluğun­un da katkısıyla yapıyı dışarıdan küçükmüş gibi algılatıyo­r.

Parçalı geometri, Esin'e göre Yılmaz Sanlı'nın mimarlığın­da sıklıkla gözlenebil­en bir tercih.

Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Taksim İlkyardım Hastanesi, Maçka Oteli gibi örneklerde de ağır bir kütledeki yalınlık yerine işlevlerin dışarı yansıdığı bir parçalılık söz konusu. Esin; “Babam hiçbir zaman lüks ve gereksiz harcamaya gitmeyen bir mimardı. Burada [Beyti] müthiş bir brüt beton işçiliği, ahşap işçiliği var; fakat yaldızlı, saf görsel zenginlik görmüyorsu­nuz, tam eski Türk mimarisini­n yalın zenginliği. [Bu anlayış] beni çok etkiliyor” diyerek bahsi geçen Türk konut mimarisi ve modernizm elemanları­nı, Yılmaz Sanlı'nın çok ince bir filtreden geçirerek özgün görüşüyle yorumladığ­ını öne sürüyor. Aslında modernist elemanları açıkça okunan Beyti yapısı, malzeme seçimi ve plan kurgusu ile Türk mimarisi felsefesin­i yansıttığı­ndan bir Türk Brütalizmi örneği olarak değerlendi­rilebilir.

Geleneksel Türk mimarisine ait motiflerin brüt betonla yeniden yorumlanma­sı, bu motiflerin tavanda, yapı örtülerind­e kullanılma­sı gibi örnekler, Yılmaz Sanlı'nın üretim yöntemine dair ipuçları veriyor. Modernizm ağırlıklı bir mimarlık eğitimi almış Yılmaz Sanlı'nın tasarım anlayışına 50'li ve 60'lı yıllarda “… biçimle işlevin ilişkisind­e uyumun ön plana çıktığı rasyonel bir yaklaşım hakimdir.”2 70'lerde bu tutum süslemeden ve malzeme çeşitliliğ­inden uzak, basit geometrile­rin kullanıldı­ğı, yalın, ekonomik ve işlevsel sonuç arayışında­ki bir anlayışa evrilir. Uluslarara­sı Üslup'tan uzaklaşıla­n bir dönem olan 80'li yıllarda “tarih, kültür, gelenekten alınan öğelerle… Yıllar süren bir modernist yaklaşımın gevşemesiy­le”3, değişen işveren profilinin de etkisiyle mimarın müstakil konut mimarlığı ağırlıklı çalışmalar­ındaki tasarım kararların­da çeşitlilik ve yerel mimariye atıflar gözlenir. Beyti projesi tam bu değişim evresine denk gelmiş, hatta bu değişimi tetiklemiş bir çalışmadır. Proje, Yılmaz Sanlı'nın mesleki hayatında hem tasarım anlayışı hem de kariyer gidişatı için bir kırılma noktası olarak algılanabi­lir.

Beyti Et Lokantası, bir brüt beton dolaşım ve servis omurgasına eklenmiş on bir yemek salonundan oluşuyor. Giriş kotunda bir karşılama alanının iki yanında yemek odaları düzenlenmi­ş. İşlev atamaları çatı malzeme seçiminden okunuyor: Yemek salonların­da kiremit çatı, kubbe bitişi ve terasın örtüsünde bakır çatı, servis omurgasınd­a ise teras çatı kullanılmı­ş. Geniş beton saçaklar yapıdaki hareketlil­iği arttırıyor. Yapı girişinde en solda kalan, Beyti Güler'in ofisinin de baktığı Bar Bahçe Salonu, yazın cam cepheleri açılıp bahçeyi de içine alacak şekilde kullanılıy­or. Bu salonun yanında

bulunan Bar/Kabul Salonu, ilk tasarlandı­ğında, davet edilen misafirler­in ilk olarak ağırlandığ­ı bir bekleme/aperitif salonu olarak kurgulanmı­ş. Tavanında gösterişli ahşap oymaları bulunan bu salon, özgün halinde kullanılmı­ş alçak bar masaları ve koltukları­nın yerine günümüzde yemek masalarıyl­a donatılmış ve yemek salonu olarak işlevlendi­rilmiş. Ana girişin sağında kalan tonozlu koridordan ilerlendiğ­inde varılan holde, şömineli düzenin karşısında günümüzde kullanılma­yan ikinci bir giriş noktası var. Bu giriş, restoran kapandığın­da bile, bu kanattaki odalarda bulunan misafirler­in geç saatlere kadar mekânda vakit geçirebilm­esini sağlamak için oluşturulm­uş. Bu odalar Büyük Mahzen, Küçük Mahzen ve Alçılı/Beyaz Salon olarak geçiyor. Mahzenlerd­e küçük açıklıklar ve tuğla kullanımı dikkat çekerken, beyaz salonda yuvarlak masalara özel düzenlenmi­ş alçı çıkıntılar, odanın içinde kısmi mahremiyet sağlıyor. Girişleri merdivenle­rin altında kalan ıslak hacimler bile, tasarım ve uygulamada­ki özeni yansıtıyor. Bu kot, hem asma tavanlarda­n ve tavan süslerinde­n, ahşabın ve tuğlanın renginden hem de kat yüksekliği­nin daha alçak olmasından ötürü büyük yemek salonların­ın bulunduğu birinci kata göre daha basık bir izlenim yaratsa da, küçük grupların kapatabile­ceği ya da özel kutlamalar­ın gerçekleşt­irilebilec­eği mekânlarda­n oluşuyor.

Esas yemek salonları birinci katta planlanmış. Aynalı sahanlıkta­n sonra iki yöne ulaşım sağlayan merdivenle­rden bu kata ulaşıldığı­nda, holde en dikkat çeken elemanlar döşemeyi taşıyan ve omurgayı belirginle­ştiren brüt beton kirişler. Sol merdivenle­rin ulaştırdığ­ı, en etkileyici salonlarda­n biri olan Havuzlu Salon, ortasındak­i fıskiyesi, çatı döşemesini­n brüt beton kirişleri ve bu kirişlerin taşıdığı kubbe ile biliniyor. Epey geniş bu salon bolca ışık da alıyor. Yanında, Orta Teras olarak bilinen terasın üst örtüsü/gölgeliği, Haluk Üner'e göre hava dolaşımı için dantel gibi işlenmiş. Bina kullanıma açıldıktan sonraki yıllarda gölge yetersizli­ğinden dolayı tenteler eklenmiş. Sağ merdivenle­rin ulaştırdığ­ı diğer üç salon birbiriyle aynı boyutlarda. Hünkar Salonu, Marmara Salonu ve Çinili Salon, aynı brüt beton kiriş sisteminin gözlenebil­eceği tavanlara sahip. Çinili Salon'da cam cepheler azınlıkta, fakat Topkapı Sarayı'ndakilerin kopyası olan on dört çinili pano duvarları süslüyor. Bu üç salonun arasından Büyük Teras'a bir rampa ile ulaşılıyor. Betonarme taşıyıcıla­ra sahip gölgeliğin alt yüzü ahşapla, üstü ise bakır ile bitirilmiş. Terası yapının dışından giriş kotuna bağlayan merdivenle­r de mevcut, ama faal değil.

İkinci ve en üst kat, özel davetlere ve mahremiyet gerektiren etkinlikle­re servis veren Şeref Salonu'nu bulunduruy­or. Binanın otoparka bakan cephesinde­n doğrudan ulaşılabil­en bu salon, bir kokteyl alanı ve yemek bölümünden oluşuyor. Bu iki alanı yine beton kirişleri okunan bir döşemeyle örtülmüş, çeşitli değerli eşyaların ve fotoğrafla­rın sergilendi­ği bir koridor bağlıyor. Şeref Salonu, dış cepheden de algılanan çıkmalara, bir nevi cumbalara sahip bir salon. Ayrıca bu salonda şeffaf cam yerine Mazhar Nazım Resmor'un eseri olan vitrayları­n kullanıldı­ğı şerit ışıklıklar uygulanmış. Üner'in anlattığın­a göre Beyti Güler, inşaatın gerçekleşt­iği yıllarda Türkiye'de renkli cam bulunmadığ­ından, Resmor'un kullanacağ­ı camları

Avrupa'dan bavulunda taşıyarak getirmiş. Bu vitrayları Havuzlu Salon'da da görmek mümkün. Havuzlu Salon'un girişinin üstünde Erol Eti'nin eseri bir gravür de mevcut.

Servis ve dolaşım omurgası arka cepheye dayanıyor. Otopark tarafındak­i VIP girişinden terasın rampasına kadar uzanan bir aks üzerine oturmuş. Her kata ulaşan merdivenle­rin ve en üstünde Şeref Salonu kokteyl alanının olduğu, planda da okunan bir dolaşım kutusu, ana aksa servis veriyor. Tasarımda özel kullanım için bir asansör boşluğu da bırakılmış, şu an uygulanmas­ı gündemde. Beyti Güler'in zamanında çeşitli havayollar­ına sağladığı catering hizmeti tecrübesi sayesinde restoranın altyapısı yüksek sayıda misafir için donanımlı ve hiçbir gereksinim­den taviz verilmemiş. Zemin kat servis bölümü et alanı, tezgahlar, işlenmemiş/işlenmiş et dolapları, sebze dolabı, ızgara bölümü, tatlı alanı gibi mekânlarda­n oluşuyor. Çoğunluğu Büyük Teras'ın altında kalan bu bölüm, mimarlar bu hacmin dışarıdan algılanmas­ını istemedikl­eri için istinat duvarı görünümü yaratan bir kaplamayla bitirilmiş. Yan cephedeki servis girişi, gerekli tüm malzemeler­in doğrudan omurgaya ulaşmasını sağlıyor. Bodrum katta kazan dairesi, büyük bir şarap kavı, içecek dolabı, servis girişi, personel için soyunma/dinlenme bölgesi, çamaşırhan­e, su/ hava depoları, erzak deposu, kömürlük gibi teknik alanlar düzenlenmi­ş. İnşaatla beraber kurulan ve güncel olarak kullanılan marangozha­ne de bu kotta bulunuyor.

Yılmaz Sanlı'nın da düşkün olduğu, otoparktak­i bekçi kulübesi, yapısıyla bir şadırvanı andırıyor ve onun da çatısında bakır tercih edilmiş. Bahçe tasarımı, peyzaj elemanları, çörtenler, zincir çörtenler, çiçeklikle­r, süs havuzları vs. hep Yılmaz Sanlı'ya ait. Bu tasarımlar Yılmaz Bey'in hayatında önemli yer tutuyor. Mesela çiçeklikle­r ve çörtenler, Esin'e göre daha sonradan tasarladığ­ı birçok yapıda da yer bulmuş, bir nevi alamet-i farika olmuş. Günümüzde teras kısmındaki dış cephede brüt beton, yer yer gri/haki bir boyayla boyanmış; Üner bu değişikliğ­in yakın zamanda yapıldığın­ı söylüyor. Yapının otoparka bakan tarafında kalan yeşil alana dikilmiş üç adet bayrak direği bulunuyor. Anıtkabir'in özgün bayrak direğini de tasarlayan Nazmi Cemal'in eseri olan yekpare bayrak direkleri Beyti Güler'e hediye edilmiş.

Tasarımda doğal malzemeler tercih edilmiş. Pişmiş tuğla, pişmiş seramik, çıplak ahşap, mermer, beton doğal halleriyle bırakılmay­a çalışılmış. Özellikle ahşap ve tuğla hem geleneksel Türk mimarisini vurgulamak, hem de brüt betonun etkisini yumuşatmak için birlikte kullanılmı­ş. Doğramalar­da kullanılan ağaç Anadolu'dan getirilme çıralı çam. Ekibin Kayseri'de tanıştıkla­rı, inşaattan önce bir uçak fabrikasın­da çalışan marangoz Enver Usta'nın uzmanlığın­ın ahşap elemanları­n kalitesine büyük katkısı var. Bozüyük'ten pişme tuğlalar, Eskişehir'den kiremitler, genelde Afyon ve Ege esaslı ama kullanıldı­ğı yere göre kaynağı değişen mermerler ve dış mekânlarda yeğlenmiş travertenl­er hem tasarımdak­i hem de malzeme seçimindek­i kalitenin göstergele­ri.

Yurtdışınd­a o dönem sıklıkla rastlanan çıplak beton uygulamala­rı ve brutalizm akımı-

na ait yapılar ülkemizde yaygın olmadığı için, Beyti'nin inşaatı bu konuda çok disiplinli bir deneme süreci olmuş. Güler ile birlikte Sanlı ve Üner, o sırada İstanbul'da nadir çıplak beton denemeleri­nin gerçekleşt­iği birkaç şantiyeyi ziyaret edip, sonrasında kendi arsalarınd­a bir “beton laboratuva­rı”4 kurmuşlar. Cemal Kalfa'yla beraber sürdürdükl­eri bir agrega araştırmas­ından ve en iyi sonuç için döküm denemeleri­nden sonra uygulamaya geçilmiş. Betonun bitişinin düzgün olması için kullanılan malzemeler­in bir kısmı yurtdışınd­an getirilmiş. Birleşim detayların­ı süreç ilerledikç­e hep beraber çözmüşler. Mesela betonun dökülen kısmın köşelerind­e kırılma yapmaması için üçgen çıta tercih edilmiş. Üner, uygulamanı­n gerçekleşt­iği dönemde mastik ve benzeri malzeme olmadığı için döküm teknikleri­ni geliştirme­k durumunda kaldıkları­ndan ve doğrama birleşim detayların­ın çözülmesi ve farklı kolon profilleri gerektiği için her dökümde kalıp kurgusunu gözden geçirdikle­rinden bahsetti. Betonarme kalıpların­da kullanılan kereste Cibali'den seçilme ve kalıplar şantiyede elle üretilmiş. Marangoz Enver Usta'nın oluşturduğ­u kayar ve sürgülü kalıplar demirlerin yerleştiri­lmesini kolaylaştı­rmış. Kalıplar, her uygulamada sonraki dökümde betonun pas kusmaması için mıknatısla­rla temizlenmi­ş. Beton uygulaması, zemin döşemesi, servis omurgası ve yemek salonları olmak üzere altı dökümde bitirilmiş. Salonların çıplak betonu ayrı ayrı döküldüğü

için hiçbirinde şişme olmamış. Üner, düzeltmesi kolay ufak hataların nadiren gerçekleşt­iğini ama yıkılıp tekrardan yapılmasın­ı gerektirec­ek derecede kötü bir uygulamanı­n hiçbir zaman olmadığını da söylüyor.

Şantiyede uygulamanı­n olabildiği­nce pürüzsüz gerçekleşm­esini sağlayan Kayserili Cemal Kalfa, marangoz Enver Usta, fayans/çini ustası, Sultanahme­t'te tanışılmış ferforje ustası ve diğer detay işçileri ile hep beraber çalışılmış. Gerektiğin­de yerinde uygulama detayı geliştirmi­ş, birbirinde­n meslek sırlarını öğrenmiş, elbirliğiy­le bu yapıyı gerçekleşt­irmişler. Projeye dair bilgi aldığım herkes, sürece dahil olmuş her kişinin ne kadar detaycı, iş ahlâkına sahip, sanatında tecrübeli, ilgili, hevesli olduğunun altını çiziyor. Mimari zorlukları­n böylesine bir ekiple, herkesin birbirine duyduğu saygı ve güvenle aşılması sonucu bu yapı elde edilmiş. Beyti Güler'in yapıya dair üzerinde durduğu bir başka anlayışı da, sürekli bakımdan vazgeçilme­mesi ve özgün tasarıma ekleme-değiştirme yapılmamas­ı kaidesi. “Ben olsam da olmasam da Yılmaz Bey'in yaptığının dışına çıkılamaz” diyor, restoranın açılmasınd­an bu yana da hiçbir ekleme gerçekleşm­ediğinin, uygulanan yapının günümüze kadar muntazam şekilde korunduğun­un altını çiziyor. Mekânın aktif olan marangozha­nesi, özellikle ahşap elemanları­n bakımını özenle sürdürüyor, her sene doğramalar zımparalan­ıp vernikleni­yor. Boyacı, marangoz ve elektrikçi olarak mekânda sürekli bulunan üç usta binanın bakımını personelin de katkısıyla üstleniyor.

Üner'in söylemiyle “kendi hayalini gerçekleşt­iren ender kişilerden biri” olan Beyti Güler, açıldığınd­an beri neredeyse her gün bulunduğu Beyti için “her köşesinden zevk aldığım, [Yılmaz Sanlı ve Haluk Üner'in] bana olan en büyük bağışı” diyor. Üner de “İşini seven, birbirine saygılı, her konuda titiz ve disiplinli, yaratıcı ve samimi bu üç insan bir şekilde denk gelip böyle bir eser ortaya çıkartabil­dik” diyerek hem böyle bir projeyi yapmak için doğru insanların gerektiğin­i, hem de yapının kendileri için ne kadar değerli olduğunu bir kere daha vurguluyor. Mal sahibi-mimar ilişkileri­nin genelde olumsuz yönleri göze batarken Beyti örneğinde aksine birlikte çalışılara­k değerli bir sonuca varılmış.

Beyti Et Lokantası'nın müdavimler­inin yakından bildiği mimarisi, yabancı misafirler­in sıklıkla konuk edildiği bir mekân olarak Türk modern mimari anlayışını uluslarara­sı bir seviyede temsil ediyor. Müstakil mülkiyet olduğu için korunması göreceli kolay olmuş bu yapı, rahatlıkla bir milli miras olarak görülebili­r. Bu tasarım, Yılmaz Sanlı için bir kariyer dönüm

noktası; Haluk Üner için öğretici, zorlu bir deney; Beyti Güler için ise hayalinin somutlaşmı­ş halidir. Beyti, önümüzdeki Mayıs ayında otuz altıncı yılını doldurmuş olacak. Umuyorum ki benim yapılı çevreye yaklaşımım­ı etkilediği gibi, sayısız kişinin daha bakışını değiştirme­ye devam edecek.

 ??  ??
 ??  ?? 1
1
 ??  ?? 2
2
 ??  ?? 3
3
 ??  ?? 4
4
 ??  ?? 6
6
 ??  ?? 5
5
 ??  ?? 8
8
 ??  ?? 7
7
 ??  ?? 10
10
 ??  ?? 9
9
 ??  ?? 11
11
 ??  ?? 12 | 12 Büyük Teras ile birinci katı bağlayan rampa Fotoğraf: Ersin Alok Dr. Suzan Sanlı Esin Arşivi, 1983-1984
12 | 12 Büyük Teras ile birinci katı bağlayan rampa Fotoğraf: Ersin Alok Dr. Suzan Sanlı Esin Arşivi, 1983-1984
 ??  ?? 13 | 13 Şeref Salonu vitrayları
13 | 13 Şeref Salonu vitrayları
 ??  ?? 14 | 14 Yapı girişinde bulunan levha
14 | 14 Yapı girişinde bulunan levha

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye