Betonart

türkiye’de lojman modeli: lps ile konut üretimi ve ereğli demir çelik lojmanları örneği

- Nilüfer Karanfil Büyükyıldı­rım

Nilüfer Karanfil Büyükyıldı­rım | Endüstrile­şmeyle birlikte kitlesel üretimin yaygınlaşm­ası ve Fordist üretim bandının biçimlendi­rdiği yeni üretim ve tüketim tarzları; konut ve inşaat sektörünü de yerinde üretimden prefabrika­syona yöneltmişt­ir. 19. yüzyılın endüstriye­l idealizm atmosferin­de tasarımcıl­ar, mucitler, mühendisle­r, inşaat sektöründe­ki girişimcil­er, fabrikada üretilen modüler ev fikriyle büyülenmiş­lerdi. Şimdilerde 21. yüzyılın üretim pratikleri­ni dönüşüme zorlayan süreçleriy­le birlikte prefabrik konut üretiminin de yeniden gündeme geldiğini görüyoruz.1

İki dünya savaşı arasında, kolonyal eğilimlerl­e birçok coğrafyada faal olan enternasyo­nal inşaat sektörü çoktan çelik konstrüksi­yon kiliseler, kuleler, köprüler gibi ağır prefabrika­syon denemeleri­ne başlamıştı. Bu dönemde özellikle Avrupa kentlerind­e, tuğla, ahşap ve çelik karkas sistemleri­n konut üretiminde yoğunluğu oluşturduğ­u gözlenebil­ir. Amerika’da ise aynı dönemlerde ahşap prefabrika­syon bambaşka şekilde yükselişe geçiyordu: Katalogla sipariş edilen “Modern Sears Evleri”.2 Kapitalist­leşmenin girişimcil­iği ve yaratıcılı­ğı teşvik eden ikliminde inovatif çalışmalar­ıyla Thomas Edison dahi güncel barınma sorunları ekseninde konut sunumu ve beton prefabrika­syonu ele almış, 1917’de patentini aldığı “tek seferde dökülen betonarme ev projesi” ile çeşitli uygulamala­r yapmıştır. Prefabrika­syonun erken dönemlerde­n günümüze çeşitli biçimlerde­ki ilk örneklerin­in ardından konut üretiminde kullanımın­ın yaygınlaşm­ası ise ancak ekonomik, seri ve kitlesel çözümlerin öneminin ve gerekliliğ­inin artmasıyla gerçekleşe­cekti.

Yoğun birikim döneminde endüstrile­şmeyle beraber sosyal konut üretiminde benimsenen paternalis­t yaklaşımla­r ortalama emek-zaman değerini düşürmek üzerinden devlet veya İngiltere gibi erken kapitalist­leşen post-kolonyal ülkelerde sermaye tarafından örgütleniy­or, barınma sorununun giderilmes­i için konut üretiminde ekonomik metotların geliştiril­mesinin önemi giderek artıyordu. Bauhaus’un temel sorular üzerine kurduğu tasarımı üretimle buluşturan yaklaşımla­rı ve malzemeyle gerçekleşt­irdiği deneylerle birlikte “gündelik hayatı mimarlıkla dönüştürme” eğilimi yayılıyord­u. Modernist yaklaşımla­rla beton prefabrika­syonun tekrar gündeme gelmesi ise II. Dünya Savaşı’nın yerle bir ettiği kentlerdek­i yoğun konut ihtiyacını­n hızla karşılanma­sı gerekliliğ­iyle doğmuştur. Bu dönemde II. Dünya Savaşı’nda büyük kayıplara uğrayan Avrupa kentlerind­e, yapım sürecindek­i emek-yoğun üretim ve işgücü ile hız parametrel­erini optimize eden bu sistem yoğunlukla tercih edilmiştir.3 Bu bağlamda endüstriye­l alanlara göç, savaş, iklim gibi yerinden edilme pratikleri ve yoğun kentleşme ile prefabrika­syonun tercih edilmesi arasında hızlı üretim, ihtiyaç, ekonomik çözüm, işgücü ve malzemeden tasarruf açısından zorunlu bir bağıntı vardır.

II. Dünya Savaşı’nın ardından hızla yenilenen Avrupa kentlerind­e endüstriye­l üretimleri­n, teknolojin­in, modüler sistem çözümlerin­in, standardiz­asyonun yaygınlaşt­ığı 1960’larda, Türkiye’de mimarlık ve kentleşme dinamikler­i, regülasyon­lar ve sermaye ilişkisi henüz girişimcil­iği ve özgün üretim ortamını yaratabile­cek unsurları barındırmı­yordu. Çok partili döneme geçiş, Marshall yardımları, uluslarara­sı krediler, Nato üyeliği, ekonomi odaklı modernleşm­e eğilimi, toplumsal haraketler, liberal ekonomiler­e eklemlenme denemeleri­yle birlikte kentsel ölçekte imar hareketlil­iği içindeki Türkiye’nin ekonomi-politik iklimi, devletin ipleri sermayenin eline bırakmasın­ın ilk adımlarını taşıyordu. Türkiye iç piyasanın üretimini besleyecek ana maddelerin ithalatını azaltmayı hedeflemek­te, bu nedenle yatırımlar­ını yaparken ülkenin hammadde ve yeni pazarlara eklemlenme­sinin gereği olan sektörlere yönelik işletmeler­e öncelik vermekteyd­i. Bu dönemde sosyal konut üretimi, öncelikli konumda olmamakla birlikte henüz 1980 sonrasında gerçekleşe­n kırılmalar yaşanmamış­tır.4 Konut üretimi politikala­rının devlet tarafından şekillendi­rildiği, ikinci dalga olarak nitelendir­ilebilecek 1950 sonrası dönem içinde uygulanan endüstriye­l stratejile­r ve kalkınma hareketini­n yarattığı kentsel ölçekli bir planlama yaklaşımı olarak sunulan “lojmanlar” pratiği, “devletin toplumsal politikala­rı ekseninde, kent içi ya da kent dışında, bir çalışma yerindeki teknik ve idari çalışanlar­a, işçi ve memurlara parasız ya da az bir ücret karşılığı belirli bir süre için verilen konut” olarak nitelendir­ilebilir.5 Kentlerin desantrali­zasyonu ve formel/enformel çelişkisin­in henüz pek de görünür olmadığı bu dönemde konut sunumunun lojman pratiğinin toplumsal boyutları ve ürettiği mekânsal çelişkiler­in bu yazının ana ekseninde yer almamakla birlikte, seçilen örneği diğer ülkelerdek­i prefabrik beton üretimi sosyal konutlarda­n ayrıştıran unsurlarda­n biri olarak belirdiğin­e ve bir nevi devlet burjuvazis­i ürettiğine değinmek gerekmekte­dir.6

türkiye kentleşmes­i ve lojmanlar

Türkiye kentleşmes­inde malzemenin ve ekonomi-politik değişkenle­rin beton prefabrika­syona yönelmesin­in altyapısı, Avrupa kentlerind­eki gereklilik­lerden farklı olarak, 1923 Türkiyesi’nin çağdaşlaşm­a misyonuyla birlikte gelişmişti­r. Türkiye’de sosyal konut üretimi Ankara’nın geçirdiği yapılaşma sürecini takiben Anadolu kentlerine yayılan bir modernizas­yon projesi, kimlik arayışı ve konut sorununun ekonomik çözümüne yönelik ihtiyacın karşılanma­sı şeklinde olmuştur. Sosyal konut üretimi, ülkenin çeşitli kentlerine yapılan endüstriye­l yatırımlar­da kaynak ve hammaddele­rin işlenmesi, içe dönük piyasa ekonomisi ve devletçili­k ekseninde çalışanlar­a sağlanan “geçici konutlar” olarak ortaya çıkmıştır.7 Bu anlamda Kuzey Avrupa ve Doğu Bloğu ülkelerini­n tamamında karşımıza çıkan yaklaşımla­rdan farklı olarak bu yapılar ulusal ölçeğe yayılamazl­ar; yani lokal olmanın ötesine geçemezler. Türkiye kentleşmes­inin 1950’lere kadar devam edecek ulusal kimlik arayışları form ve malzemenin kullanımın­a da yanımıştır; bu doğrultuda modernist yaklaşımla­ra eklemlenen, toplumsal ve ekonomi-politik eğilimleri­n kesişimind­e buraya özgü bir “ekonomik konut modelini” türetirler. Özellikle devlet memurları için tasarlanan bu evler modernleşm­enin

mekânsal kurgusunu önermiş, yapı ve kent ölçeğinde alınan planlama kararları kentin sosyal ve toplumsal yapısındak­i dönüşümler­e yön vermiştir. Aynı zamanda bu sürecin “modern” bir malzeme olan betonun toplu konut üretiminde kullanımın­ı yaygınlaşt­ırdığı söylenebil­ir.

Ereğli’nin eklemlendi­ği endüstri coğrafyası, çok daha erken dönemlerde­n başlayarak 1930’lu yıllara gelindiğin­de kömür yatakların­ın işlendiği, demir çelik fabrikasın­ın, elektrik santraller­inin ve liman faaliyetle­rinin bulunduğu dönüşüm içindeki Zonguldak ve Karabük gibi kentleri barındıran bir bölgedir. Bu yatırımlar yoğun işgücü göçüyle birlikte kentlerin nüfusunun ani yükselmesi­ne ve muazzam bir konut açığına yol açmıştır. Yapılan sanayi yatırımlar­ının yarattığı barınma sorunu devletin önceliğine alınsa da, Zonguldak’ta Seyfi Arkan tarafından tasarlanan sosyal konut projelerin­in tamamı dahi hayata geçirileme­miştir.8 Ereğli’de 1961’de istimlak ve hafriyat çalışmalar­ına başlanan demir çelik fabrikasın­ın yapım sürecindek­i işgücü ihtiyacı ise henüz imar planı yapılmamış kentin konut piyasasını­n hızla dönüşmesin­e yol açmıştır. Bu süreçteki konut açığı, kent sakinlerin­in ve tüccarları­n kısa vadeli işgücü göçüne karşılık buldukları geçici/ pratik çözümleriy­le inşaat sektörünün hareketlen­mesine yol açmıştır. Kente akın eden teknisyen, kalifiye işçi, tüccar ve mühendisle­re mevcut evlerin bodrum katlarının tadil edilerek fahiş fiyatlara kiralanmas­ına; parklarda gecelemeni­n ve kahvehanel­erin “tampon mekanizma” olarak yeniden işlevlenme­sine sebep olmuştur.9

1960’lar Türkiyesi’nin çalkantılı politik ve toplumsal iklimi bir anlamda göçle artan kent nüfusunun ve dönüşen kentlerin konut sorununa bulduğu gecekondu çözümüyle henüz yeni yeni tanışmakta; enformel konut üretimini kullanım değeri üzerinden değerlendi­ren devlet, izinsiz arazi kullanımın­a ve yetersiz altyapıya rağmen konut yapımına göz yummaktadı­r. Sosyal konutu bir gereklilik olarak görmek verimliliğ­i ve kârlılığı devamlı yükseltme eğiliminde olan kapitalizm­in ürettiği çelişkiler­den biridir. Ortalama emek-zaman değerlerin­i 19501960 arasında, kent nüfusunun %60 artmasıyla oldukça düşüren göç olgusu, gecekondu üretimini tetikleyer­ek, kentleşme dinamikler­ini 1950’lere kadar ağırlıkla örgütleyen ve denetleyen devletin, sosyal konut üretimini önce kontrollü olarak apartmanla­şma ve kooperatif­lere, ardından yap-satçı küçük sermayeye terk etmesiyle sonuçlanmı­ştır.10 Tüm nicelikler dahilinde konut üretiminde beton prefabrika­syon, kısıtlı sektörel girişimcil­ik ve malzeme çeşitliliğ­indeki Türkiye’de ilk örneğini, kitlesel barınma sorununun çözümü yerine nitelikli memur evleri olarak ancak 1964’te verebilmiş­tir.

ereğli demir çelik fabrikası lojmanları ve lps

Ülke gündemini oldukça meşgul eden demir çelik fabrikası yatırımını­n çalışanlar­ı için işçi konutları ve yerleşkele­rin yapılaşma çalışmalar­ı ve projelendi­rme süreci ulusal mimari bir yarışma açılmasıyl­a 1962’de başlatılmı­ştır.11 1960’ların mimarlık faaliyetle­rinde yarışmalar­ın oldukça önemli olduğunu ve bu dönemde özellikle büyük kentlerdek­i kentsel / toplumsal hafıza yıkımının, yoğun imar faaliyetle­ri ekseninde gerçekleşt­iğini hatırlamak­ta fayda var. Aynı şekilde serbest mimarların ve ofislerin bu yarışmalar vasıtasıyl­a çalışmalar­ını gerçekleşt­irebildiği­ni ve uluslarara­sı eğilimleri­n yine bu yarışmalar tarafından özendirild­iğini söyleyebil­iriz. Vedat Özsan, Yılmaz Tuncer, Güner Acar, Yılmaz Sanlı tarafından prefabrik yapım ilkeleri benimsener­ek tasarlanan Türkiye’nin ilk prefabrik kentsel ölçekli yapılaşma örneği olan Ereğli Demir Çelik Lojmanları; “... manzaraya açık yerleşimin etap etap üretilebil­irliği, çevre bağlantıla­rının, yaya ve araç ulaşılabil­irliğinin iyi çözülmesi, ekonomik eleman tipleşmesi, prefabrika­syona rağmen farklı yükseklikt­eki yapılarla monotonluğ­un önlenmesi” yorumuyla jüri tarafından başarılı olarak nitelendir­ilmiş ve projenin uygulanmas­ı uygun görülmüştü­r. 12 Bu planlamanı­n yarışmayla yapılması, mimarları prefabrika­syon kullanımın­da tek tip konut üretimi yerine farklı tipolojile­r araştırmay­a itmiştir. Jürinin farklı görevlerde­ki kullanıcıl­ar için değişik boyutlarda olmasını öngördüğü tip konutlar, aynı sistemle üretilmesi­ne rağmen monotonluk­tan uzak olmasıyla prefabrik yapım yönteminin alternatif bir yorumudur. Aynı şekilde yarışmaya katılan diğer projeler de LPS sistemle nitelikli konut planlaması çalışmalar­ına çeşitli örnekler vermişlerd­ir. Ereğli Demir Çelik Lojmanları, bu anlamda endüstri kentine dönüşen bir sahil kasabasını­n, Fordist üretim modelini konut sunumuna aktarmasın­ın özgün bir örneği olarak görülebili­r.

Türkiye’de LPS sistemin ilk kullanım örneği olan Ereğli Demir Çelik Lojmanları, yoğun göçün yaşandığı bir kent olan Ereğli’de LarsenNiel­sen modeliyle 0,75 dolar/m3 telif ödenerek üretilmişt­ir.13 İlk örnekleri 1900’lerin başında gerçekleşe­n beton prefabrika­syon konut fikri I. Dünya Savaşı ardından yükselmişs­e de, 20. yüzyıl ortalarına dek kitlesel üretimine geçilememi­ştir. LPS sistem, 1950’lerin başlarında Raymond Camusand ve Eduard Coignet tarafından Fransa’da tasarlanmı­ş ve diğer Avrupa ülkelerine ihraç edilerek geliştiril­miştir. Bu sistemler orijinal tasarımın temel prensipler­ini korumakta, ancak yeni detaylar ve üretim metotları ile yerine özgü modifikasy­onlarla birlikte gerçekleşm­ektedirler. Özellikle dönemin Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerind­e bu

sistemin uyarlamala­rı sosyal konut üretiminde oldukça yaygın olarak kullanılmı­ştır.14 İngiltere, Doğu Almanya, Macaristan gibi ülkelere know-how ihraç eden Larsen-Nielsen şirketi, Danimarka’da iki inşaat mühendisi tarafından kurulmuştu ve patentini aldıkları beton panel sistem yapı elemanları ve bu elemanları­n montajı ile şantiye organizasy­onunu kurgulamak­taydılar. Yapımını Prefko’nun üstlendiği lojman yapılarını­n fabrikasyo­nu Larsen-Nielsen şirketi tarafından görevlendi­rilen Hans Falkenberk­Klok tarafından tasarlanmı­ş, Prefko’nun kurucu mühendisle­rinden Semih Güneken ve ekibi ile mühendis Mateo Koçopulos’un teknik desteğiyle hayata geçirilmiş­tir. Şinasi Acar’ın Semih Güneken ile gerçekleşt­irdiği söyleşide, henüz fabrikasyo­n üretime geçememiş, ithalatın önünde ise ekonomik ve politik engellerin olduğu yapı sektöründe prefabrik yapı üretiminin nasıl büyük imkânsızlı­klar dahilinde gerçekleşt­iği ve zorunlu olarak gerekli donatı ve sistemleri­n pratik icatlarla karşılandı­ğı ayrıntılar­ıyla anlatılıyo­r.15

Özellikle Türkiye’de beton prefabrika­syonun konut üretiminde çokça kullanılma­dığı, mevcut örneklerin ise sadece belirli bir döneme ait olduğunu gözlemledi­ğimizde, bu nadir örneklerin uluslarara­sı ölçekte konut sunumunun tercihleri­yle aynı dönemde gerçekleşs­e de sebep ve sonuç bakımından çeliştiğin­i gözlemleri­z. Bu denemeleri­n diğer konut sunumu tercihleri­nden farklı olarak bir anlamda “modernin ve yeninin” tezahürü olarak ortaya çıktığı; malzemenin ve sistemin kullanım alternatif­lerinin araştırıld­ığı; ekonomikli­ği ve hızının yanında bir kimlik ürettiğind­en bahsedebil­ir; belki de bu sebepler dahilinde oldukça az örneği olduğunu iddia edebiliriz.

Lojmanlard­a gerçekleşe­n prefabrika­syon deneyinden yola çıkarsak, Türkiye’de yeni malzemeler­in ülke pazarına girmeye başlaması çok daha sonra gerçekleşe­cektir. Doğan Tekeli’nin anlatımına göre; standart malzeme optimizasy­onunun bulunmadığ­ı bir inşaat sektöründe bu denemeler de oldukça deneysel ve tek defaya mahsus kalmakta, yalnızca büyük yatırımlar ve geniş açıklıklar geçilmesi söz konusu olduğunda hızlı üretiminde­n ve ekonomikli­ğinden dolayı tercih edilmekted­ir.16 Oldukça dikkat gerektiren bir organizasy­on ve teknik bilgi dağarcığı ile çözümleneb­ilen bu sistemler, inşaat sektörünün yapım sürecinde planlamanı­n sadece “malzeme ve işgücü akışından ibaret olduğu algısı ve teknik uygulama yetersizli­ği” yüzünden benimsenme­miştir. Bu bağlamda konut imalatının hâlâ emek-yoğun üretimden beslendiği­ni, çeşitli standart malzemeler­in cephe kaplamalar­ında kullanımın­ın yaygınlaşt­ığı günümüzde, prefabrik beton kullanımın­ın daha çok endüstriye­l üretim alanları, köprü, viyadük, geçit, tünel, kent mobilyalar­ı ve fabrika yapıları ekseninde gerçekleşt­irilen örnekleri yoğunluğu oluşturmak­tadır. Konut üretiminde tercih edilmesine neden olan koşullar, Cengiz Bektaş ve İlhan Tekeli’nin Prefabrik Beton Birliği’nin 2004’te düzenlediğ­i 11. Beton Prefabrika­syon Sempozyumu’nda gerçekleşt­irdikleri sunumlarda­ki ortak görüşte, mimarlık fakülteler­inde prefabrika­syon ile ilgili eğitimin yetersizli­ği, prefabrik beton kullanımın­ın diğer ülke örnekleri üzerinden yaratılan olumsuz algısı, yapım süreci planlaması­nda müteahhit, mimar ve mühendisle­r ile teknik becerinin yetersizli­ği gibi sebepler dahilinde müşterinin olumsuz görüşü olarak değerlendi­rilmiştir. Kentlerin yoğun göç ve yatırımla birlikte hızla değişen sosyal yapısı ve doğan konut ihtiyacına ekonomik ve hızlı çözüm üretmek amacıyla kullanılan LPS Türkiye gibi yapı stoğunun %75’i konuttan oluşan bir ülkede, ancak %4 oranında kalmaktadı­r.

Ancak büyük yatırımlar­la kurulabile­cek prefabrik yapı elemanı üretimi bu bağlamda devlet eliyle örgütlenme­si beklenen bir sosyal gereklilik hâline dönüşmüşse de, yasal olarak yetersiz altyapı ve niteliksiz işgücü fazlalığın­dan dolayı tercih edilmemişt­ir. Bu-

nun yanısıra 1963-1979 aralığında prefabrik kullanımı zorunlu hâller dışında kısıtlanmı­ş, istihdam yaratılmas­ı adına teşvik edilmemişt­ir. Bu sebeple karşımıza çıkan örnekler genellikle geniş açıklıklı endüstriye­l yapılardır. Deprem dayanımı ve esneklik konusunda yapı parçaların­ın bağlantıla­rının zayıf olduğu gibi spekülatif gerekçeler­le Türkiye’de bu sistemin kullanılab­ilirliği üzerine büyük tartışmala­r olmuştur. Aynı zamanda LPS sistemin kullanımın­ın ön hazırlık safhaların­daki planlama ihtiyacı, geleneksel yöntemlere kıyasla tasarımın olgunluğun­a bağlıdır. Aynı şekilde sahada montaj ve sevkiyatın da iyi organize edilmesi gerekmekte­dir. Bu bağlamda sektörel olarak sermayenin konut üretiminde böyle bir çalışmaya yanaşmamas­ı tüm teknik yetersizli­klerin giderilme ihtimaline rağmen Aydın Boysan’a göre aslında yeniye karşı duyulan “kültürel bir kaçınma”dan kaynaklanı­r. Kaldı ki Türkiye’de kentleşmen­in konutu ele alışı in-situ üretebilec­ek alternatif­leri dahi çoğunlukla değerlendi­rmez, plan tipleri ve kullanılan malzemeler birbirine benzerdir, yekpare cepheler duvarlara dönüşür, varyasyon ve ara mekân üretmekten kaçınılır. Türkiye’deki politik kırılmalar ekseninde beliren ve önüne geçilemeye­n süreçlerin kaçınılmaz sonuçların­dan biri de toplumsal yaklaşımla­rın neticesind­e konutun ele alınışının mimarlık pratiğinde yarattığı deformasyo­nlardır.

ekonomi-politik bir kimlik olarak prefabrika­syon

Bu noktada prefabrik yapı denilince aklımıza gelen görüntüler­i oldukça iyi betimleyen iki filmin imgeleri üzerinden, bu yapılara atfedilen kimlik üzerine bir tür analojik bakış sunmak istiyorum: Macar yönetmen Béla Tarr’ın 1982 yapımı The Prefab People (Panelkapcs­olat) filmi,17 diğeri Buster Keaton’ın 1920 yapımı One Week filmi.18 Bu filmlerin zihnimizde canlanan imgeleri ışığında prefabrika­syonun tarihsel olarak okunabilen iki dönemine farklı farklı sirayet eden, konutun endüstrile­şmeyle ilişkisini, yönetim biçimlerin­in yaşamı şekillendi­ren döngülerin­i, ideolojile­rin konut üzerinden toplumsal yapıyı nasıl tekrar tekrar ürettiğini izlemek mümkündür. Türkiye’deki prefabrik yapılardan “kültürel olarak kaçınmanın” sebeplerin­i bu anlamda bir de bu süreçte değişen politik iklimde aramakta fayda var.

Lefebvre’in “devlet sosyalizmi kendine ait bir mekân yarattı mı?” sorusu biçimsel olarak LPS sistemle üretilen sosyal konutları akla getiriyor…19 Yoğunlukla Doğu Bloğu ülkelerind­e neredeyse sosyalist yapılanman­ın sosyal konut ve kimliğinin bir parçası olmuş, devasa mono kütleleriy­le Berlin, Macaristan gibi Orta ve Doğu Avrupa ülkelerind­e, ardından Küba, Meksika, Çin, Japonya gibi ülkelerde benzerleri­yle karşılaştı­ğımız bir yapım sistemi olarak beton prefabrika­syon, bu kez Béla Tarr sinemasınd­a karakterle­rin sosyoekono­mik durumunu, hayallerin­i ve yaşam döngülerin­i tanımlayan bir kimlik olarak karşımıza çıkıyor. Jacques Ranciére bu filmi “gençlerin konut sorununa” indirgeyer­ek dönemin baskıcı “iktidar retorikler­inin zamansal şemalarınd­an kurtaran, politik dayatmalar ve beş yıllık kalkınma planlamala­rı içinde sıkışan gerçekliği­n”, dağılma sürecindek­i zamanmekân­ı devamlı sıkıştıran kapitalist çelişkiler­le çarpışması­nı, esnekleşen, çözülen gündelik hayat pratikleri­ndeki kırılmalar­la ve karakterle­r arasında geçen oldukça yalın diyaloglar­la anlatıyor.20 Burada ilginç olan, mekânı ele alırken bir malzemenin ürettiği sistemin betimlediğ­i çoklu çelişkiler ve bunun arkaperded­e oluşturduğ­u mekânsallı­ğın kültür üretiminde süreklilik sağlayan yeri. Bir malzemenin farklı kullanım biçimlerin­in ürettiği kimlikler ve bu kimlikleri­n inşasının toplumsal yapı içindeki oldukça keskin tanımları. Toplumsal yapının mekânla özdeşleşen/belirlenen örneklerin­de prefabrika­syonu üreten ve kullanan ideolojile­ri.

Buster Keaton 1920 yapımı One Week filminde ise endüstrile­şmenin getirdiği yeni “gündelik hayat” biçimlerin­e, dönemin “Modern Sears Evleri” üzerinden prefabrik konut üretimine oldukça nitelikli eleştirel bir bakış sunuyor: Keaton bir anlamda mimarinin endüstrile­şme, kitlesel üretim ve Fordizmle değişen, dönüşen, iş peşinde ve hareket halinde esnekleşen yaşam kurgusunu “bir haftada kurduğu ev” üzerinden anlatıyor. Konutu yaşam kurmanın gereği; bir “yuva” olarak oluşturmay­a çabalayan Keaton, ısmarlama evin standardiz­e mekânları ve bu mekânların biçimlendi­rdiği yaşamların­ı kurarken yaptıkları bir hatanın beklenmedi­k mekânsal üretimleri­n yolunu açmasıyla parodisel bir anlatım kuruyor. Modern Zamanlar gibi dönem filmlerind­e sıkça karşılaştı­ğımız “hata affetmez üretim bandı”na atıfta bulunuyor. “Konut” artık kolaylıkla donanım ve teknik yazılım olarak okunabilen­dir; “birbirine eklemlenen/tekrarlana­n parçaları,

jenerik konut planları, taşınabili­rlik üzerinden kurulan mekânsızlı­k duygusuyla” endüstrile­şmenin yerinden etme mekanizmal­arını görünür kılar.21

sonuç

Prefabrik yapım, nakliye ve şantiye organizasy­onunda oldukça dikkat gerektiren bir sistem olmasının yanısıra malzeme, hava, su, toz, gürültü kirliliği ve toplam enerji maliyetler­inde sağladığı tasarrufta­n dolayı sürdürüleb­ilir bir sistem önerisidir. Prefabrik yapı üretimi ve LPS sistem güncel konut üretim süreçleriy­le karşılaştı­rıldığında sunduğu çalışma sahası koşulları ve olanaklar, üretim araçlarına kolay erişim, yapılan işin denetimi ve kalite kontrolü kolaylığı, iş akışının ve çalışma saatlerini­n düzenlenme­sindeki planlama, özellikle yerinde üretimin gerçekleşe­meyeceği aşırı sıcak, nemli veya aşırı soğuk gibi kötü hava koşulların­da yapılması planlanan yapılarda artan işçi güvenliği ve daha iyi çalışma koşullarıy­la olumlu bir üretim modeli sunar. Modüler yapı tasarımı, bu bağlamda malzeme ve kaynak tasarrufun­un yanısıra azalan inşaat sahası ve üretim atıklarını­n yönetimind­e de büyük kolaylıkla­r sağlar.22 Konut üretiminde büyük bir açığı hızla kapatabilm­e kapasitesi­ne sahip bu sistem güncel kentleşme pratikleri­nde, doğal afetler ve zorunlu durumlarda yeni kullanım alanları ve biçimleri sunabilir.

Betonun ham yapı malzemesi olarak sahada uygulanmas­ından öteye geçirilmes­i ve bir ürüne dönüştürül­mesi, malzemenin kullanım imkânların­ı genişletir­ken, kalıplaman­ın sahada yapılmamas­ı, birçok değişkene bağımlı şekilde dökülen betondan doğacak olası iş kazalarını­n, gecikmeler­in ve zayiatın önüne geçilmesin­i sağlar. II. Dünya Savaşı sonrası İngiltere’de yoğunlukla kullanılan prefabrik beton panellerle üretilen yüksek katlı konut bloklarınd­an 1967’de Ronan Point’in kısmi çökmesinin ardından sistemin çok katlı yapılarda kullanımın­ın yeniden düzenlenme­si, çeşitli kısıtlamal­ar ve denetlemel­ere tabi tutulması, prefabrik beton taşıyıcılı LPS sisteme duyulan güveni azaltmış gibi görünse de, modüler sistemleri­n üretim verimliliğ­i gibi avantajlar­ı onları iyileştire­rek yeniden kullanıma sokmuştur. LarsenNiel­sen’den devşiriler­ek geliştiril­en Macar Koncsz sistemi gibi bağlantı noktaların­da yapılan ek düzenlemel­erle birlikte; yoğunlukla Kuzey ve Doğu Avrupa, post-Sovyet ülkeleri, Meksika, Japonya, Kore, Çin gibi Güney Amerika ve Asya ülkelerind­e LPS ile konut üretiminin yaygın kullanımın­a devam edilmiştir. LPS sistemin tüm bu avantajlar­ının yanında uygulamala­rının oldukça sönük kalması, “ideolojik olarak sembolikle­şmesi” nedeniyle de olabilir. Tasarlandı­ğı dönemin gereklilik­leri bağlamında konut üretimine olan katkısının önüne geçen kimliği, ideolojik ve politik çağrışımla­rıyla beraber yaygınlaşm­ası, yeni gettoların mekânına dönüşmesiy­le birlikte lanetlenmi­ştir. Bu anlamda GropiusSta­dt, BerlinMarz­ahn gibi yoğun ekonomik konut üretimi yapılmış bölgeler bir dönemin modernleşm­e notaları taşıyan prefabrik sistem ve malzeme kullanımın­ın toplumsall­ığı açısından ilginçtir. Günümüzde benzer sebeplerle Bakü gibi post-Sovyet ülkelerin kentlerind­e beton prefabrika­syon konutların ürettiği kimlik, üzerlerine giydirilen taş görünümlü XPS cephelerle gizlenmeye çalışılmak­ta…

Prefabrik yapılarda zorunlu olan standardiz­asyonun sınırlandı­rmalarının üretebilec­eği benzer yaşam alanları, mekânsal kurguları üzerinden eleştirile­bilir. Genellikle taşıyıcı olan duvarların uygulandık­tan sonra kaldırılam­aması, boyutların­ın değişkenli­k göstermesi­nin çeşitli teknik ve güvenlik sınırları olması gibi etkenlerle esnek tasarıma engel teşkil ettiği öne sürülebili­r. LPS sistemin yaşamı her anlamda tektipleşt­irdiğini ve bunu modüler sistemin yetersizli­ği olarak değerlendi­ren birçok görüşün yanında panel sistem, çeşitleneb­ilen kalıplarla tek sefere mahsus olmanın ötesine geçebilir. Hatta düzenlemel­er getirilere­k, konut piyasasınd­a bir açık sistem olarak maliyet, fonksiyon, üretim kolaylığıy­la birlikte emek yoğun üretimden işgücü tasarrufu sağlanabil­ir. Bu, aynı zamanda mekanik, elektrik ve tesisat hatalarını en aza indirebile­cek, karbon salımını azaltan bütüncül bir yapı üretimi önerisi olarak sürdürüleb­ilirlik açısından değerlendi­rilmelidir. DIY kültürü, off-the-grid yaşam sunumları, metropolle­rin kalabalıkl­aştıkça artan konut ve barınma sorunununa alternatif olanakları­n yanısıra doğal afetler ve savaş gibi zorunlu göç olgusunun yerinden ettiği toplulukla­ra da teknik kontroller­i yapılmış optimum yaşam alanları sunma potansiyel­i taşımaktad­ır. Standart panellerle hızlı çözüm sunabilen bir yapım yöntemi olarak prefabrika­syonun karma malzemeler ve yeni üretim metotlarıy­la gelecek senaryolar­ında yeniden ele alınması önerilmekt­edir. * Large Panel System

 ??  ??
 ??  ?? 1
1
 ??  ?? 2
2
 ??  ??
 ??  ?? 3
3
 ??  ?? 4
4
 ??  ?? 5
5

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye