türkiye’de lojman modeli: lps ile konut üretimi ve ereğli demir çelik lojmanları örneği
Nilüfer Karanfil Büyükyıldırım | Endüstrileşmeyle birlikte kitlesel üretimin yaygınlaşması ve Fordist üretim bandının biçimlendirdiği yeni üretim ve tüketim tarzları; konut ve inşaat sektörünü de yerinde üretimden prefabrikasyona yöneltmiştir. 19. yüzyılın endüstriyel idealizm atmosferinde tasarımcılar, mucitler, mühendisler, inşaat sektöründeki girişimciler, fabrikada üretilen modüler ev fikriyle büyülenmişlerdi. Şimdilerde 21. yüzyılın üretim pratiklerini dönüşüme zorlayan süreçleriyle birlikte prefabrik konut üretiminin de yeniden gündeme geldiğini görüyoruz.1
İki dünya savaşı arasında, kolonyal eğilimlerle birçok coğrafyada faal olan enternasyonal inşaat sektörü çoktan çelik konstrüksiyon kiliseler, kuleler, köprüler gibi ağır prefabrikasyon denemelerine başlamıştı. Bu dönemde özellikle Avrupa kentlerinde, tuğla, ahşap ve çelik karkas sistemlerin konut üretiminde yoğunluğu oluşturduğu gözlenebilir. Amerika’da ise aynı dönemlerde ahşap prefabrikasyon bambaşka şekilde yükselişe geçiyordu: Katalogla sipariş edilen “Modern Sears Evleri”.2 Kapitalistleşmenin girişimciliği ve yaratıcılığı teşvik eden ikliminde inovatif çalışmalarıyla Thomas Edison dahi güncel barınma sorunları ekseninde konut sunumu ve beton prefabrikasyonu ele almış, 1917’de patentini aldığı “tek seferde dökülen betonarme ev projesi” ile çeşitli uygulamalar yapmıştır. Prefabrikasyonun erken dönemlerden günümüze çeşitli biçimlerdeki ilk örneklerinin ardından konut üretiminde kullanımının yaygınlaşması ise ancak ekonomik, seri ve kitlesel çözümlerin öneminin ve gerekliliğinin artmasıyla gerçekleşecekti.
Yoğun birikim döneminde endüstrileşmeyle beraber sosyal konut üretiminde benimsenen paternalist yaklaşımlar ortalama emek-zaman değerini düşürmek üzerinden devlet veya İngiltere gibi erken kapitalistleşen post-kolonyal ülkelerde sermaye tarafından örgütleniyor, barınma sorununun giderilmesi için konut üretiminde ekonomik metotların geliştirilmesinin önemi giderek artıyordu. Bauhaus’un temel sorular üzerine kurduğu tasarımı üretimle buluşturan yaklaşımları ve malzemeyle gerçekleştirdiği deneylerle birlikte “gündelik hayatı mimarlıkla dönüştürme” eğilimi yayılıyordu. Modernist yaklaşımlarla beton prefabrikasyonun tekrar gündeme gelmesi ise II. Dünya Savaşı’nın yerle bir ettiği kentlerdeki yoğun konut ihtiyacının hızla karşılanması gerekliliğiyle doğmuştur. Bu dönemde II. Dünya Savaşı’nda büyük kayıplara uğrayan Avrupa kentlerinde, yapım sürecindeki emek-yoğun üretim ve işgücü ile hız parametrelerini optimize eden bu sistem yoğunlukla tercih edilmiştir.3 Bu bağlamda endüstriyel alanlara göç, savaş, iklim gibi yerinden edilme pratikleri ve yoğun kentleşme ile prefabrikasyonun tercih edilmesi arasında hızlı üretim, ihtiyaç, ekonomik çözüm, işgücü ve malzemeden tasarruf açısından zorunlu bir bağıntı vardır.
II. Dünya Savaşı’nın ardından hızla yenilenen Avrupa kentlerinde endüstriyel üretimlerin, teknolojinin, modüler sistem çözümlerinin, standardizasyonun yaygınlaştığı 1960’larda, Türkiye’de mimarlık ve kentleşme dinamikleri, regülasyonlar ve sermaye ilişkisi henüz girişimciliği ve özgün üretim ortamını yaratabilecek unsurları barındırmıyordu. Çok partili döneme geçiş, Marshall yardımları, uluslararası krediler, Nato üyeliği, ekonomi odaklı modernleşme eğilimi, toplumsal haraketler, liberal ekonomilere eklemlenme denemeleriyle birlikte kentsel ölçekte imar hareketliliği içindeki Türkiye’nin ekonomi-politik iklimi, devletin ipleri sermayenin eline bırakmasının ilk adımlarını taşıyordu. Türkiye iç piyasanın üretimini besleyecek ana maddelerin ithalatını azaltmayı hedeflemekte, bu nedenle yatırımlarını yaparken ülkenin hammadde ve yeni pazarlara eklemlenmesinin gereği olan sektörlere yönelik işletmelere öncelik vermekteydi. Bu dönemde sosyal konut üretimi, öncelikli konumda olmamakla birlikte henüz 1980 sonrasında gerçekleşen kırılmalar yaşanmamıştır.4 Konut üretimi politikalarının devlet tarafından şekillendirildiği, ikinci dalga olarak nitelendirilebilecek 1950 sonrası dönem içinde uygulanan endüstriyel stratejiler ve kalkınma hareketinin yarattığı kentsel ölçekli bir planlama yaklaşımı olarak sunulan “lojmanlar” pratiği, “devletin toplumsal politikaları ekseninde, kent içi ya da kent dışında, bir çalışma yerindeki teknik ve idari çalışanlara, işçi ve memurlara parasız ya da az bir ücret karşılığı belirli bir süre için verilen konut” olarak nitelendirilebilir.5 Kentlerin desantralizasyonu ve formel/enformel çelişkisinin henüz pek de görünür olmadığı bu dönemde konut sunumunun lojman pratiğinin toplumsal boyutları ve ürettiği mekânsal çelişkilerin bu yazının ana ekseninde yer almamakla birlikte, seçilen örneği diğer ülkelerdeki prefabrik beton üretimi sosyal konutlardan ayrıştıran unsurlardan biri olarak belirdiğine ve bir nevi devlet burjuvazisi ürettiğine değinmek gerekmektedir.6
türkiye kentleşmesi ve lojmanlar
Türkiye kentleşmesinde malzemenin ve ekonomi-politik değişkenlerin beton prefabrikasyona yönelmesinin altyapısı, Avrupa kentlerindeki gerekliliklerden farklı olarak, 1923 Türkiyesi’nin çağdaşlaşma misyonuyla birlikte gelişmiştir. Türkiye’de sosyal konut üretimi Ankara’nın geçirdiği yapılaşma sürecini takiben Anadolu kentlerine yayılan bir modernizasyon projesi, kimlik arayışı ve konut sorununun ekonomik çözümüne yönelik ihtiyacın karşılanması şeklinde olmuştur. Sosyal konut üretimi, ülkenin çeşitli kentlerine yapılan endüstriyel yatırımlarda kaynak ve hammaddelerin işlenmesi, içe dönük piyasa ekonomisi ve devletçilik ekseninde çalışanlara sağlanan “geçici konutlar” olarak ortaya çıkmıştır.7 Bu anlamda Kuzey Avrupa ve Doğu Bloğu ülkelerinin tamamında karşımıza çıkan yaklaşımlardan farklı olarak bu yapılar ulusal ölçeğe yayılamazlar; yani lokal olmanın ötesine geçemezler. Türkiye kentleşmesinin 1950’lere kadar devam edecek ulusal kimlik arayışları form ve malzemenin kullanımına da yanımıştır; bu doğrultuda modernist yaklaşımlara eklemlenen, toplumsal ve ekonomi-politik eğilimlerin kesişiminde buraya özgü bir “ekonomik konut modelini” türetirler. Özellikle devlet memurları için tasarlanan bu evler modernleşmenin
mekânsal kurgusunu önermiş, yapı ve kent ölçeğinde alınan planlama kararları kentin sosyal ve toplumsal yapısındaki dönüşümlere yön vermiştir. Aynı zamanda bu sürecin “modern” bir malzeme olan betonun toplu konut üretiminde kullanımını yaygınlaştırdığı söylenebilir.
Ereğli’nin eklemlendiği endüstri coğrafyası, çok daha erken dönemlerden başlayarak 1930’lu yıllara gelindiğinde kömür yataklarının işlendiği, demir çelik fabrikasının, elektrik santrallerinin ve liman faaliyetlerinin bulunduğu dönüşüm içindeki Zonguldak ve Karabük gibi kentleri barındıran bir bölgedir. Bu yatırımlar yoğun işgücü göçüyle birlikte kentlerin nüfusunun ani yükselmesine ve muazzam bir konut açığına yol açmıştır. Yapılan sanayi yatırımlarının yarattığı barınma sorunu devletin önceliğine alınsa da, Zonguldak’ta Seyfi Arkan tarafından tasarlanan sosyal konut projelerinin tamamı dahi hayata geçirilememiştir.8 Ereğli’de 1961’de istimlak ve hafriyat çalışmalarına başlanan demir çelik fabrikasının yapım sürecindeki işgücü ihtiyacı ise henüz imar planı yapılmamış kentin konut piyasasının hızla dönüşmesine yol açmıştır. Bu süreçteki konut açığı, kent sakinlerinin ve tüccarların kısa vadeli işgücü göçüne karşılık buldukları geçici/ pratik çözümleriyle inşaat sektörünün hareketlenmesine yol açmıştır. Kente akın eden teknisyen, kalifiye işçi, tüccar ve mühendislere mevcut evlerin bodrum katlarının tadil edilerek fahiş fiyatlara kiralanmasına; parklarda gecelemenin ve kahvehanelerin “tampon mekanizma” olarak yeniden işlevlenmesine sebep olmuştur.9
1960’lar Türkiyesi’nin çalkantılı politik ve toplumsal iklimi bir anlamda göçle artan kent nüfusunun ve dönüşen kentlerin konut sorununa bulduğu gecekondu çözümüyle henüz yeni yeni tanışmakta; enformel konut üretimini kullanım değeri üzerinden değerlendiren devlet, izinsiz arazi kullanımına ve yetersiz altyapıya rağmen konut yapımına göz yummaktadır. Sosyal konutu bir gereklilik olarak görmek verimliliği ve kârlılığı devamlı yükseltme eğiliminde olan kapitalizmin ürettiği çelişkilerden biridir. Ortalama emek-zaman değerlerini 19501960 arasında, kent nüfusunun %60 artmasıyla oldukça düşüren göç olgusu, gecekondu üretimini tetikleyerek, kentleşme dinamiklerini 1950’lere kadar ağırlıkla örgütleyen ve denetleyen devletin, sosyal konut üretimini önce kontrollü olarak apartmanlaşma ve kooperatiflere, ardından yap-satçı küçük sermayeye terk etmesiyle sonuçlanmıştır.10 Tüm nicelikler dahilinde konut üretiminde beton prefabrikasyon, kısıtlı sektörel girişimcilik ve malzeme çeşitliliğindeki Türkiye’de ilk örneğini, kitlesel barınma sorununun çözümü yerine nitelikli memur evleri olarak ancak 1964’te verebilmiştir.
ereğli demir çelik fabrikası lojmanları ve lps
Ülke gündemini oldukça meşgul eden demir çelik fabrikası yatırımının çalışanları için işçi konutları ve yerleşkelerin yapılaşma çalışmaları ve projelendirme süreci ulusal mimari bir yarışma açılmasıyla 1962’de başlatılmıştır.11 1960’ların mimarlık faaliyetlerinde yarışmaların oldukça önemli olduğunu ve bu dönemde özellikle büyük kentlerdeki kentsel / toplumsal hafıza yıkımının, yoğun imar faaliyetleri ekseninde gerçekleştiğini hatırlamakta fayda var. Aynı şekilde serbest mimarların ve ofislerin bu yarışmalar vasıtasıyla çalışmalarını gerçekleştirebildiğini ve uluslararası eğilimlerin yine bu yarışmalar tarafından özendirildiğini söyleyebiliriz. Vedat Özsan, Yılmaz Tuncer, Güner Acar, Yılmaz Sanlı tarafından prefabrik yapım ilkeleri benimsenerek tasarlanan Türkiye’nin ilk prefabrik kentsel ölçekli yapılaşma örneği olan Ereğli Demir Çelik Lojmanları; “... manzaraya açık yerleşimin etap etap üretilebilirliği, çevre bağlantılarının, yaya ve araç ulaşılabilirliğinin iyi çözülmesi, ekonomik eleman tipleşmesi, prefabrikasyona rağmen farklı yükseklikteki yapılarla monotonluğun önlenmesi” yorumuyla jüri tarafından başarılı olarak nitelendirilmiş ve projenin uygulanması uygun görülmüştür. 12 Bu planlamanın yarışmayla yapılması, mimarları prefabrikasyon kullanımında tek tip konut üretimi yerine farklı tipolojiler araştırmaya itmiştir. Jürinin farklı görevlerdeki kullanıcılar için değişik boyutlarda olmasını öngördüğü tip konutlar, aynı sistemle üretilmesine rağmen monotonluktan uzak olmasıyla prefabrik yapım yönteminin alternatif bir yorumudur. Aynı şekilde yarışmaya katılan diğer projeler de LPS sistemle nitelikli konut planlaması çalışmalarına çeşitli örnekler vermişlerdir. Ereğli Demir Çelik Lojmanları, bu anlamda endüstri kentine dönüşen bir sahil kasabasının, Fordist üretim modelini konut sunumuna aktarmasının özgün bir örneği olarak görülebilir.
Türkiye’de LPS sistemin ilk kullanım örneği olan Ereğli Demir Çelik Lojmanları, yoğun göçün yaşandığı bir kent olan Ereğli’de LarsenNielsen modeliyle 0,75 dolar/m3 telif ödenerek üretilmiştir.13 İlk örnekleri 1900’lerin başında gerçekleşen beton prefabrikasyon konut fikri I. Dünya Savaşı ardından yükselmişse de, 20. yüzyıl ortalarına dek kitlesel üretimine geçilememiştir. LPS sistem, 1950’lerin başlarında Raymond Camusand ve Eduard Coignet tarafından Fransa’da tasarlanmış ve diğer Avrupa ülkelerine ihraç edilerek geliştirilmiştir. Bu sistemler orijinal tasarımın temel prensiplerini korumakta, ancak yeni detaylar ve üretim metotları ile yerine özgü modifikasyonlarla birlikte gerçekleşmektedirler. Özellikle dönemin Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerinde bu
sistemin uyarlamaları sosyal konut üretiminde oldukça yaygın olarak kullanılmıştır.14 İngiltere, Doğu Almanya, Macaristan gibi ülkelere know-how ihraç eden Larsen-Nielsen şirketi, Danimarka’da iki inşaat mühendisi tarafından kurulmuştu ve patentini aldıkları beton panel sistem yapı elemanları ve bu elemanların montajı ile şantiye organizasyonunu kurgulamaktaydılar. Yapımını Prefko’nun üstlendiği lojman yapılarının fabrikasyonu Larsen-Nielsen şirketi tarafından görevlendirilen Hans FalkenberkKlok tarafından tasarlanmış, Prefko’nun kurucu mühendislerinden Semih Güneken ve ekibi ile mühendis Mateo Koçopulos’un teknik desteğiyle hayata geçirilmiştir. Şinasi Acar’ın Semih Güneken ile gerçekleştirdiği söyleşide, henüz fabrikasyon üretime geçememiş, ithalatın önünde ise ekonomik ve politik engellerin olduğu yapı sektöründe prefabrik yapı üretiminin nasıl büyük imkânsızlıklar dahilinde gerçekleştiği ve zorunlu olarak gerekli donatı ve sistemlerin pratik icatlarla karşılandığı ayrıntılarıyla anlatılıyor.15
Özellikle Türkiye’de beton prefabrikasyonun konut üretiminde çokça kullanılmadığı, mevcut örneklerin ise sadece belirli bir döneme ait olduğunu gözlemlediğimizde, bu nadir örneklerin uluslararası ölçekte konut sunumunun tercihleriyle aynı dönemde gerçekleşse de sebep ve sonuç bakımından çeliştiğini gözlemleriz. Bu denemelerin diğer konut sunumu tercihlerinden farklı olarak bir anlamda “modernin ve yeninin” tezahürü olarak ortaya çıktığı; malzemenin ve sistemin kullanım alternatiflerinin araştırıldığı; ekonomikliği ve hızının yanında bir kimlik ürettiğinden bahsedebilir; belki de bu sebepler dahilinde oldukça az örneği olduğunu iddia edebiliriz.
Lojmanlarda gerçekleşen prefabrikasyon deneyinden yola çıkarsak, Türkiye’de yeni malzemelerin ülke pazarına girmeye başlaması çok daha sonra gerçekleşecektir. Doğan Tekeli’nin anlatımına göre; standart malzeme optimizasyonunun bulunmadığı bir inşaat sektöründe bu denemeler de oldukça deneysel ve tek defaya mahsus kalmakta, yalnızca büyük yatırımlar ve geniş açıklıklar geçilmesi söz konusu olduğunda hızlı üretiminden ve ekonomikliğinden dolayı tercih edilmektedir.16 Oldukça dikkat gerektiren bir organizasyon ve teknik bilgi dağarcığı ile çözümlenebilen bu sistemler, inşaat sektörünün yapım sürecinde planlamanın sadece “malzeme ve işgücü akışından ibaret olduğu algısı ve teknik uygulama yetersizliği” yüzünden benimsenmemiştir. Bu bağlamda konut imalatının hâlâ emek-yoğun üretimden beslendiğini, çeşitli standart malzemelerin cephe kaplamalarında kullanımının yaygınlaştığı günümüzde, prefabrik beton kullanımının daha çok endüstriyel üretim alanları, köprü, viyadük, geçit, tünel, kent mobilyaları ve fabrika yapıları ekseninde gerçekleştirilen örnekleri yoğunluğu oluşturmaktadır. Konut üretiminde tercih edilmesine neden olan koşullar, Cengiz Bektaş ve İlhan Tekeli’nin Prefabrik Beton Birliği’nin 2004’te düzenlediği 11. Beton Prefabrikasyon Sempozyumu’nda gerçekleştirdikleri sunumlardaki ortak görüşte, mimarlık fakültelerinde prefabrikasyon ile ilgili eğitimin yetersizliği, prefabrik beton kullanımının diğer ülke örnekleri üzerinden yaratılan olumsuz algısı, yapım süreci planlamasında müteahhit, mimar ve mühendisler ile teknik becerinin yetersizliği gibi sebepler dahilinde müşterinin olumsuz görüşü olarak değerlendirilmiştir. Kentlerin yoğun göç ve yatırımla birlikte hızla değişen sosyal yapısı ve doğan konut ihtiyacına ekonomik ve hızlı çözüm üretmek amacıyla kullanılan LPS Türkiye gibi yapı stoğunun %75’i konuttan oluşan bir ülkede, ancak %4 oranında kalmaktadır.
Ancak büyük yatırımlarla kurulabilecek prefabrik yapı elemanı üretimi bu bağlamda devlet eliyle örgütlenmesi beklenen bir sosyal gereklilik hâline dönüşmüşse de, yasal olarak yetersiz altyapı ve niteliksiz işgücü fazlalığından dolayı tercih edilmemiştir. Bu-
nun yanısıra 1963-1979 aralığında prefabrik kullanımı zorunlu hâller dışında kısıtlanmış, istihdam yaratılması adına teşvik edilmemiştir. Bu sebeple karşımıza çıkan örnekler genellikle geniş açıklıklı endüstriyel yapılardır. Deprem dayanımı ve esneklik konusunda yapı parçalarının bağlantılarının zayıf olduğu gibi spekülatif gerekçelerle Türkiye’de bu sistemin kullanılabilirliği üzerine büyük tartışmalar olmuştur. Aynı zamanda LPS sistemin kullanımının ön hazırlık safhalarındaki planlama ihtiyacı, geleneksel yöntemlere kıyasla tasarımın olgunluğuna bağlıdır. Aynı şekilde sahada montaj ve sevkiyatın da iyi organize edilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda sektörel olarak sermayenin konut üretiminde böyle bir çalışmaya yanaşmaması tüm teknik yetersizliklerin giderilme ihtimaline rağmen Aydın Boysan’a göre aslında yeniye karşı duyulan “kültürel bir kaçınma”dan kaynaklanır. Kaldı ki Türkiye’de kentleşmenin konutu ele alışı in-situ üretebilecek alternatifleri dahi çoğunlukla değerlendirmez, plan tipleri ve kullanılan malzemeler birbirine benzerdir, yekpare cepheler duvarlara dönüşür, varyasyon ve ara mekân üretmekten kaçınılır. Türkiye’deki politik kırılmalar ekseninde beliren ve önüne geçilemeyen süreçlerin kaçınılmaz sonuçlarından biri de toplumsal yaklaşımların neticesinde konutun ele alınışının mimarlık pratiğinde yarattığı deformasyonlardır.
ekonomi-politik bir kimlik olarak prefabrikasyon
Bu noktada prefabrik yapı denilince aklımıza gelen görüntüleri oldukça iyi betimleyen iki filmin imgeleri üzerinden, bu yapılara atfedilen kimlik üzerine bir tür analojik bakış sunmak istiyorum: Macar yönetmen Béla Tarr’ın 1982 yapımı The Prefab People (Panelkapcsolat) filmi,17 diğeri Buster Keaton’ın 1920 yapımı One Week filmi.18 Bu filmlerin zihnimizde canlanan imgeleri ışığında prefabrikasyonun tarihsel olarak okunabilen iki dönemine farklı farklı sirayet eden, konutun endüstrileşmeyle ilişkisini, yönetim biçimlerinin yaşamı şekillendiren döngülerini, ideolojilerin konut üzerinden toplumsal yapıyı nasıl tekrar tekrar ürettiğini izlemek mümkündür. Türkiye’deki prefabrik yapılardan “kültürel olarak kaçınmanın” sebeplerini bu anlamda bir de bu süreçte değişen politik iklimde aramakta fayda var.
Lefebvre’in “devlet sosyalizmi kendine ait bir mekân yarattı mı?” sorusu biçimsel olarak LPS sistemle üretilen sosyal konutları akla getiriyor…19 Yoğunlukla Doğu Bloğu ülkelerinde neredeyse sosyalist yapılanmanın sosyal konut ve kimliğinin bir parçası olmuş, devasa mono kütleleriyle Berlin, Macaristan gibi Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde, ardından Küba, Meksika, Çin, Japonya gibi ülkelerde benzerleriyle karşılaştığımız bir yapım sistemi olarak beton prefabrikasyon, bu kez Béla Tarr sinemasında karakterlerin sosyoekonomik durumunu, hayallerini ve yaşam döngülerini tanımlayan bir kimlik olarak karşımıza çıkıyor. Jacques Ranciére bu filmi “gençlerin konut sorununa” indirgeyerek dönemin baskıcı “iktidar retoriklerinin zamansal şemalarından kurtaran, politik dayatmalar ve beş yıllık kalkınma planlamaları içinde sıkışan gerçekliğin”, dağılma sürecindeki zamanmekânı devamlı sıkıştıran kapitalist çelişkilerle çarpışmasını, esnekleşen, çözülen gündelik hayat pratiklerindeki kırılmalarla ve karakterler arasında geçen oldukça yalın diyaloglarla anlatıyor.20 Burada ilginç olan, mekânı ele alırken bir malzemenin ürettiği sistemin betimlediği çoklu çelişkiler ve bunun arkaperdede oluşturduğu mekânsallığın kültür üretiminde süreklilik sağlayan yeri. Bir malzemenin farklı kullanım biçimlerinin ürettiği kimlikler ve bu kimliklerin inşasının toplumsal yapı içindeki oldukça keskin tanımları. Toplumsal yapının mekânla özdeşleşen/belirlenen örneklerinde prefabrikasyonu üreten ve kullanan ideolojileri.
Buster Keaton 1920 yapımı One Week filminde ise endüstrileşmenin getirdiği yeni “gündelik hayat” biçimlerine, dönemin “Modern Sears Evleri” üzerinden prefabrik konut üretimine oldukça nitelikli eleştirel bir bakış sunuyor: Keaton bir anlamda mimarinin endüstrileşme, kitlesel üretim ve Fordizmle değişen, dönüşen, iş peşinde ve hareket halinde esnekleşen yaşam kurgusunu “bir haftada kurduğu ev” üzerinden anlatıyor. Konutu yaşam kurmanın gereği; bir “yuva” olarak oluşturmaya çabalayan Keaton, ısmarlama evin standardize mekânları ve bu mekânların biçimlendirdiği yaşamlarını kurarken yaptıkları bir hatanın beklenmedik mekânsal üretimlerin yolunu açmasıyla parodisel bir anlatım kuruyor. Modern Zamanlar gibi dönem filmlerinde sıkça karşılaştığımız “hata affetmez üretim bandı”na atıfta bulunuyor. “Konut” artık kolaylıkla donanım ve teknik yazılım olarak okunabilendir; “birbirine eklemlenen/tekrarlanan parçaları,
jenerik konut planları, taşınabilirlik üzerinden kurulan mekânsızlık duygusuyla” endüstrileşmenin yerinden etme mekanizmalarını görünür kılar.21
sonuç
Prefabrik yapım, nakliye ve şantiye organizasyonunda oldukça dikkat gerektiren bir sistem olmasının yanısıra malzeme, hava, su, toz, gürültü kirliliği ve toplam enerji maliyetlerinde sağladığı tasarruftan dolayı sürdürülebilir bir sistem önerisidir. Prefabrik yapı üretimi ve LPS sistem güncel konut üretim süreçleriyle karşılaştırıldığında sunduğu çalışma sahası koşulları ve olanaklar, üretim araçlarına kolay erişim, yapılan işin denetimi ve kalite kontrolü kolaylığı, iş akışının ve çalışma saatlerinin düzenlenmesindeki planlama, özellikle yerinde üretimin gerçekleşemeyeceği aşırı sıcak, nemli veya aşırı soğuk gibi kötü hava koşullarında yapılması planlanan yapılarda artan işçi güvenliği ve daha iyi çalışma koşullarıyla olumlu bir üretim modeli sunar. Modüler yapı tasarımı, bu bağlamda malzeme ve kaynak tasarrufunun yanısıra azalan inşaat sahası ve üretim atıklarının yönetiminde de büyük kolaylıklar sağlar.22 Konut üretiminde büyük bir açığı hızla kapatabilme kapasitesine sahip bu sistem güncel kentleşme pratiklerinde, doğal afetler ve zorunlu durumlarda yeni kullanım alanları ve biçimleri sunabilir.
Betonun ham yapı malzemesi olarak sahada uygulanmasından öteye geçirilmesi ve bir ürüne dönüştürülmesi, malzemenin kullanım imkânlarını genişletirken, kalıplamanın sahada yapılmaması, birçok değişkene bağımlı şekilde dökülen betondan doğacak olası iş kazalarının, gecikmelerin ve zayiatın önüne geçilmesini sağlar. II. Dünya Savaşı sonrası İngiltere’de yoğunlukla kullanılan prefabrik beton panellerle üretilen yüksek katlı konut bloklarından 1967’de Ronan Point’in kısmi çökmesinin ardından sistemin çok katlı yapılarda kullanımının yeniden düzenlenmesi, çeşitli kısıtlamalar ve denetlemelere tabi tutulması, prefabrik beton taşıyıcılı LPS sisteme duyulan güveni azaltmış gibi görünse de, modüler sistemlerin üretim verimliliği gibi avantajları onları iyileştirerek yeniden kullanıma sokmuştur. LarsenNielsen’den devşirilerek geliştirilen Macar Koncsz sistemi gibi bağlantı noktalarında yapılan ek düzenlemelerle birlikte; yoğunlukla Kuzey ve Doğu Avrupa, post-Sovyet ülkeleri, Meksika, Japonya, Kore, Çin gibi Güney Amerika ve Asya ülkelerinde LPS ile konut üretiminin yaygın kullanımına devam edilmiştir. LPS sistemin tüm bu avantajlarının yanında uygulamalarının oldukça sönük kalması, “ideolojik olarak sembolikleşmesi” nedeniyle de olabilir. Tasarlandığı dönemin gereklilikleri bağlamında konut üretimine olan katkısının önüne geçen kimliği, ideolojik ve politik çağrışımlarıyla beraber yaygınlaşması, yeni gettoların mekânına dönüşmesiyle birlikte lanetlenmiştir. Bu anlamda GropiusStadt, BerlinMarzahn gibi yoğun ekonomik konut üretimi yapılmış bölgeler bir dönemin modernleşme notaları taşıyan prefabrik sistem ve malzeme kullanımının toplumsallığı açısından ilginçtir. Günümüzde benzer sebeplerle Bakü gibi post-Sovyet ülkelerin kentlerinde beton prefabrikasyon konutların ürettiği kimlik, üzerlerine giydirilen taş görünümlü XPS cephelerle gizlenmeye çalışılmakta…
Prefabrik yapılarda zorunlu olan standardizasyonun sınırlandırmalarının üretebileceği benzer yaşam alanları, mekânsal kurguları üzerinden eleştirilebilir. Genellikle taşıyıcı olan duvarların uygulandıktan sonra kaldırılamaması, boyutlarının değişkenlik göstermesinin çeşitli teknik ve güvenlik sınırları olması gibi etkenlerle esnek tasarıma engel teşkil ettiği öne sürülebilir. LPS sistemin yaşamı her anlamda tektipleştirdiğini ve bunu modüler sistemin yetersizliği olarak değerlendiren birçok görüşün yanında panel sistem, çeşitlenebilen kalıplarla tek sefere mahsus olmanın ötesine geçebilir. Hatta düzenlemeler getirilerek, konut piyasasında bir açık sistem olarak maliyet, fonksiyon, üretim kolaylığıyla birlikte emek yoğun üretimden işgücü tasarrufu sağlanabilir. Bu, aynı zamanda mekanik, elektrik ve tesisat hatalarını en aza indirebilecek, karbon salımını azaltan bütüncül bir yapı üretimi önerisi olarak sürdürülebilirlik açısından değerlendirilmelidir. DIY kültürü, off-the-grid yaşam sunumları, metropollerin kalabalıklaştıkça artan konut ve barınma sorunununa alternatif olanakların yanısıra doğal afetler ve savaş gibi zorunlu göç olgusunun yerinden ettiği topluluklara da teknik kontrolleri yapılmış optimum yaşam alanları sunma potansiyeli taşımaktadır. Standart panellerle hızlı çözüm sunabilen bir yapım yöntemi olarak prefabrikasyonun karma malzemeler ve yeni üretim metotlarıyla gelecek senaryolarında yeniden ele alınması önerilmektedir. * Large Panel System