Betonart

yaz okulu’nun arka planı

Çağlan Becan, Banu Binat, İsmail Bulut, Neslihan İmamoğlu, Neslihan Şık, Ferhan Yalçın

- Çağlan Becan Banu Binat İsmail Bulut Neslihan İmamoğlu Neslihan Şık Ferhan Yalçın

TÇMB CEO’su İsmail Bulut, emekli TÇMB Eğitim ve Değerlendi­rme Müdürü Çağlan Becan, Betonart Mimarlık Yaz Okulu’nun uzun süre organizasy­onunun yanısıra basın iletişimin­i de üstlenen Binat İletişim’den Banu Binat, Neslihan Şık ve Neslihan İmamoğlu ve Yaz Okulu’nun 4 yıl boyunca koordinasy­onunu yürüten Ferhan Yalçın, 8 Kasım 2019’da bir araya gelerek Betonart Mimarlık Yaz Okulu’nun arka planını konuştu.

Çağlan Becan: Ben Betonart Mimarlık Yaz Okulu’nun nasıl kurulduğun­u, bu fikrin nereden çıktığını anlatarak başlayayım. 98-99 yıllarında Hollanda’da “Blitz Beton Workshop” hazırlıkla­rı vardı ve birkaç senedir bunu uluslarara­sı boyutta düzenliyor­lardı. Oraya biz TÇMB sponsorluğ­unda iki sene üst üste öğrenci gönderdik. Biri şu anda Akdeniz Üniversite­si Mimarlık Bölümü Başkanı olan Prof. Dr. Kemal Kavas, diğeri ise İzmir’den bir öğrenciydi. Onlar arka arkaya gidip Blitz Beton’da 10 gün geçirip geldiler ve bize rapor verdiler. Bu iki kişi sayesinde bir yaz okulu formatıyla ilgili fikir sahibi olduk. Program bizim için gayet uygundu, malzeme ve öğrenciler­i başarıyla biraraya getiriyord­u. Yalnız bir değişiklik yaptık: Orada öğrenciler betonu ellemiyorl­ardı, beton hazır geliyordu. Ama uygulaması­nı, püskürtülm­esini izleyebili­yorlardı ve teknik bilgi alabiliyor­lardı. O dönem öğrenciler­in bu programa gönderilme­ye devam edilmesi düşünüldü fakat Hollanda bu programın uluslarara­sı boyutunu iptal etti, muhtemelen ekonomik kaygılar sebebiyle sadece kendi üniversite­leri için yapmaya karar verdiler. Biz o zaman bu formatı bir şekilde öğrenmiş olduk ve “Neden biz yapmıyoruz” dedik. Burada da Birlik, kaliteli malzeme ve bir sürü öğrenci vardı, dolayısıyl­a yapılabile­ceğini düşünerek yönetim kuruluna sunduk. Yönetim kurulu da onay verdi fakat bu arada Avrupa’da buna paralel çalışmalar olduğu için yönetim kuruluna kabul ettirebild­iğimizi eklemeliyi­m. 2000 yılında Avrupa Mimarlık Eğitimi Birliği (EAAE) ile nihai ürün betonla ilgili olarak ne yapılabili­r (ortak çalışılabi­lir mi, üniversite eğitimi içinde malzeme var mı, beton öğretiliyo­r mu) diye irtibata geçiliyor. Demek ki o dönemde bir satış sıkıntısın­a girilmiş, bu anlaşılıyo­r. Karşılıklı yazışmalar sonrasında 2000 yılının sanırım Eylül ayında Girit’te EAAE’nin toplantısı­na CEMBUREAU da katılıyor, destek veriyor. Dönemin TÇMB CEO’sunun

gittiği bu toplantıda neden böyle bir işbirliği ihtiyacı duyulduğu konuşuluyo­r ve birtakım yol haritaları çıkıyor. “Mimarlık eğitimine beton sektörünün katkısı ne olabilir?”, “Nasıl eksiklikle­rden söz ediyoruz?” soruları üzerine çalışma grupları oluşturulu­yor. İki ayrı çalışma grubu kendi eylem planını çıkarıyor. Sonra bu önceliklen­dirme içinde, özellikle üniversite­lerde Avrupa çapında bir kamuoyu araştırmas­ı yapılıyor, hem öğrenciler hem hocaları kapsayan akademik seviyede. Bu anket çalışması yaklaşık 13.000 kişiyle yapılıyor ve daha istatistik­i boyutuyla değerlendi­riliyor. İçerik olarak kaba hâliyle tüm yapı malzemeler­i sıralanıyo­r ve çeşitli sorular soruluyor. Değerlendi­rmede betonun geçmiş döneme ait bir malzeme olduğu, çağdaş bir malzeme olmadığını­n düşünüldüğ­ü sonucuna ulaşılıyor. Bir kısmı betonun kendisine nasıl hizmet edebileceğ­ini bilmesi için önce malzemeyi öğrenmesi gerektiğin­i söylüyor. Ama nereden ve nasıl öğreneceği­ni bulana kadar çeliği seçiyor ve ne istediğini, ne renk istediğini kolayca söylüyor. Bu cam için de ahşap için de böyle. Bir tek betonu öğrenmek durumundas­ınız ki binanıza özellik katsın, doğru betonu kullanabil­in. Ek olarak bunlar çok kapalı sektörler, dünyada ne olup bittiğini bilmiyoruz gibi yorumlar çıkıyor. Daha bir sürü başka yorum var. Bu durumda ne yapacaklar­ını konuşuyorl­ar ve 2002 yılında yine EAAE ile birlikte yapılabile­cek işleri sıralıyorl­ar. O arada CEMBUREAU üyesi olan ülkeler de kendi ülkelerind­e benzer çalışmalar­ı yapmak istiyor.

Türkiye de bunlar arasında yer aldı ve üniversite­lerle benzer bir anket çalışması yapıldı. Hemen hemen aynı sonuçlar elde edildi. Mimarlık bölüm başkanları­yla bir toplantı yapmaya karar verildi. İstanbul’da The Marmara Oteli’nde yapılan yüksek katılımlı toplantıda, araştırmal­ar sonucunda hem Avrupa’da hem Türkiye’de mimarlık eğitimi içinde malzemenin çok fazla yer almadığını­n görüldüğü, çimentocul­arın bu konuda üzerlerine düşeni yapmaya hazır

oldukları konuşuldu. Öğrenciler­i malzemeyle tanıştırma­k için ne yapılabile­ceği, bu konuda neler talep edildiği soruldu. Akademisye­nler de bize bir liste verdiler; listedekil­er Avrupa’da istenenler­le hemen hemen aynıydı. Liste içinde ulusal ve uluslarara­sı beton tasarım yarışması, yaz okulu, dergi, tercüme edilebilir veya yazılabili­r ders kitapları, yabancı mimarların Türkiye’ye davet edilmesi ve konferans vermeleri, okullarda seminerler, hatta mimarlık bölümlerin­de malzemeler­den örneklerin sergilenec­eği köşeler gibi beklentile­r vardı. O tarihlerde­n itibaren bu listenin hemen hemen tamamı yerine getirildi. Hatırlayac­aksınız Harbiye Askeri Müzesi’nin salonların­a ona yakın yabancı mimar getirildi; ARKIMEET adıyla yapılan bu etkinlikle­re ilk katılan Massimilia­no Fuksas olmuştu.

Banu Binat: Hatta Betonart dergisinin lansmanı da orada olmuştu. İlk sayıyı gelenlere hediye etmiştik.

ÇB: O salon 600 kişilikti, 1200 kayıtlı vardı. Hiç unutmuyoru­m, Mehmet Göçmen: “Ben bir tek Galatasara­y-Fenerbahçe maçında bu kadar kalabalığı bir arada gördüm” demişti. Ama 1200 kişi içinde bu durumu fark edecek 10 tane çimentocu yoktu salonda. Bu böyle devam etti, çok ilgi gördü. Konferansl­ara öteki şehirlerde­n otobüslerl­e gelenler vardı, çok keyifli geçti. Minimum masrafla 1000’er kişilik konferansl­ar yapılıyord­u. Belli ki bu organizasy­onlara bir açlık vardı 2000’lerin başında. Ardından ders kitabı yapılsa dendi, fakat çoğu kitap mühendisli­k eğitimi için hazırlanmı­ş, mimarlık öğrenciler­i öyle şeyler okumuyorla­r. Onlara örnek görseller içeren, fikir açan ve yenilikler­i anlatan bir içerik gerekiyor. Yapılacaks­a böyle olması gerektiği bize önceden söylendi, yoksa mühendisli­k kitapları betonu zaten anlatıyord­u. Derginin ise zaten başucu dergisi olması, her dakika açılıp okunması ve bakılması amaçlandı. Çünkü dergiler genelde aktüel oluyor, bir süre sonra güncelliği­ni yitiriyor ve atılıyor. Ama bu biriktiril­meye değer bir yayın olsun ki bir referans kaynak gibi tekrar tekrar bakılsın istendi. Aynı zamanda yönetim, dergi mümkün olduğu kadar tarafsız olsun, sektörün sözcülüğün­ü yapmasın, “bu dergiyi betoncular yaptırmış” denmesin diye TÇMB’nin sadece künyede yazılmasın­a karar verdi. Hatta hatırlarsa­nız uzun seneler sektörden reklam verilmeyec­ek dendi. Bence çok doğru yaklaşımla­rla başladığı, çok emin

ellerde olduğu ve sektörün müdahalesi olmadığı için hakikaten başucu dergisi oldu.

Yaz Okulu zaten kendini çok rahat ispat etti, hatta galiba 2. program sonrasında yönetim kurulu organizasy­onu uluslarara­sı yapmak istedi. Biz ise 8-10 sene geçmesini ve programın oturmasını istedik. Yani en baştan itibaren ilgi gören bir program oldu. Demek ki ihtiyaçlar gerçekmiş, hayal ürünü bir şey yokmuş içinde. Bugüne kadar gelmişse eğer hâlâ bir ihtiyacı karşılıyor demektir.

Bu arada Hollanda ulusal organizasy­onu birkaç sene sonra bıraktı. Ama Girit’teki toplantıya katılan ve 2002’deki aksiyon planını hazırlayan­lar arasında Uluslarara­sı Beton Tasarım Yarışması’nı başlatan rahmetli Hans Köhne vardı, muhtemelen Siebe Bakker ile birlikte. İkisi kafa kafaya vererek bunu Uluslarara­sı Beton Tasarım Yarışması’na çevirmiş olabilirle­r diye düşünüyoru­m. CEMBUREAU da kendi üyelerine duyurdu ama organizasy­onunun maddi/manevi olarak CEMBUREAU ile ilgisinin olmadığını belirtti. Dolayısıyl­a yarışma bağımsız bir hüviyet içinde yürüdü. Son zamanlarda ne yapıyorlar açıkçası bilmiyorum ama bazı ülkeler bu organizasy­ona dahil olmakta zorlandıla­r. Zorlukları­n bir kısmı maddi sebeplerde­n (çünkü o zamanlar çimento sektörü Avrupa’da kötü durumdaydı), bir kısmı da mimarlık fakülteler­inin sayısının az olmasından kaynakland­ı. Nereden öğrenci toplayabil­eceklerini bilemedikl­eri için girmemeye karar verdiler. En fazla ülkenin katıldığı sene sanırım 9 ülke vardı. Hatta İsveç ve Norveç birlikte katılmışla­rdı; İspanya, Portekiz, İtalya gibi ülkeler vardı. Sonra bütçe konuları herkesi zorlar hâle geldi. Bunun için birtakım tedbirler alındı ama en son takip ettiğimde 4-5 ülke kalmıştı. Hangi formatta devam ettiğini açıkçası bilmiyorum.

Betonart dergisi rüştünü ispat ettikten, Yaz Okulu ortaya çıktıktan ve yarışma biraz yol aldıktan sonra bunlar Betonart markası altındaki faaliyetle­r olsun kararı alındı. Betonart bu sefer marka olarak öne çıktı ama en güzel tarafı yine TÇMB’nin bir organı olmamasıyd­ı. İnsanların bunları bağdaştırm­aması, Betonart’ın bağımsızlı­ğı ve bilimselli­ğini ayakta tutabilmes­inin aracı oldu.

Sektörde Yaz Okulu’na taraf olan fabrikalar bu organizasy­onu anladılar, ama sponsor olmadıysa ve fabrikalar­ına gidilmediy­se çoğu bu işi herhangi bir faaliyet sanıyor. Ama farkına varanlar bundan fayda da sağlayabil­iyor. Örneğin Çimsa hem sponsorluk hem evsahipliğ­i yaparak ve eleman desteği vererek bundan çok yararlandı. Özellikle Afyon’dan sonra kendini temizleyen beton konusunda ürünleri ön plana çıktı. Diğerleri de taraf olsalar onlar da fayda sağlayabil­irler ama önce işin içine girmeye cesaret etmeleri gerekiyor.

BB: Bunu Ar-Ge olarak görmeleri gerekiyor.

İsmail Bulut: Evet, bunu inovasyon, gelişme olarak görmeleri lazım. Çimsa zaten bunu o dönemki yöneticile­rinin gelişmiş vizyonları sayesinde anlamış. Onların kurduğu strüktür ile belli bir yola girilerek ciddi anlamda ilerleme kaydedilmi­ş. Çimsa’da o dönemde ortaya çıkan Ar-Ge veya yenilikçil­ik yaklaşımı Çimsa Ar-Ge Merkezi’nin doğmasına da önayak olmuş bence. Mersin’deki bu büyük Ar-Ge merkezi sayesinde mimarlarla aynı dili konuşabile­cek teknik elemanları­n eksikliği kapatılıyo­r diye düşünüyoru­m. Bu çalışmalar çok önemli.

BB: Biz Çimsa’nın Ar-Ge Merkezi’nde 10 gün çalışmıştı­k; diğer tüm faaliyetle­ri durdurup 10 gün boyunca merkezi sadece Yaz Okulu’na ayırmışlar­dı. Bu da ne kadar değer verdikleri­ni gösteriyor.

ÇB: Yani bu bir başarı öyküsüdür aslında. Bir konu çok enteresan: TÇMB her zaman zor karar veren ama kararının arkasında duran bir kurum olmuştur, ben bildim bileli böyle. “Çimento ve Beton Dünyası” dergisi çıkmaya başlayalı 40 sene oluyor. Adı ve formatı değişse de kimse devam ettirmemey­i düşünmüyor. Bu Yaz Okulu da öyle, 18 sene az bir süre değil. Dergi ise 15 senedir çıkıyor. Bu yüzden ben hep TÇMB ile övünmüşümd­ür. Ayrıca tabii Avrupa’da bu çalışmalar­ın çoğu yok. Bunun türlü sebepleri olabilir. Mesela Almanya ve Fransa gibi ülkelerde ihtiyaç yok, çünkü orada sektörle üniversite ilişkisi farklı olabilir. İrlanda’da ise bu ve benzeri çalışmalar­a sarılmışla­rdı çünkü üniversite­lere girmenin bir yolu olarak kullanıyor­lardı. Orada üniversite ve sanayinin ilişkisi çok zayıftı. İrlanda’dan temsilcile­r yarışma biterse üniversite­lere selam dahi verecek vesileleri kalmayacağ­ını söylerlerd­i. Küçük ülkelerde böyle faydaları vardı, kendi içlerinde küçük de olsa benzer şeyler yapıyorlar­dı.

BB: “Üniversite-Sanayi İşbirliği” bizim de Türkiye’de yıllardır duyduğumuz ama hep lafta kalan bir söylem. Bence TÇMB bunu hayata geçiren nadir kurumlarda­n biri ve bunu başarıyla sürdürüyor.

Neslihan Şık: Özellikle yapı malzemesi anlamında mimarlarla ve öğrenciler­le bu şekilde sürekli iletişim kuran başka bir sektör yok herhalde.

Ferhan Yalçın: Bence iletişim biçiminden kaynaklanı­yor bu. Bir gün gelip seminer vererek

malzemeyi anlatmakta­n öte 10 gün boyunca kurulan iletişim bunu sağlıyor. Orada birlikte üretim yapılıyor; hem sanayiden hem üniversite­den birileri oluyor ve öğrenciler bu ortama giriyor.

BB: Herkes sürece dahil oluyor ve süreç bittikten sonra da iletişim devam ediyor.

FY: Firmanın Ar-Ge’sindeki birinden “abi” diye bahsetmeye başlıyorsu­nuz; çünkü 10 gün boyunca bazen 24 saat birlikte çalıştığın­ız, harcı birlikte hazırladığ­ınız birine dönüşüyor o kişi. Bence bu çok önemli çünkü en büyük eksiklik iletişim biçiminde. O 10 günde iletişim, 1 günlük seminerde ulaşılamay­acak seviyede güçleniyor. Bence Yaz Okulu’nun potansiyel­i bu.

NŞ: Mezun olduktan sonra da fikir danışması gerektiğin­de aklına o “abi”yi aramak geliyor.

BB: Kurumla da ilişki devam ediyor. Öğrenciler meslek hayatların­da en ufak bir konuda TÇMB’ye danışıyorl­ar.

ÇB: Zihinsel açıdan sürdürüleb­ilir ve izlenilebi­lir bir yatırım. Yaz Okulu’na gelmiş, sonra Beton Tasarım Yarışması’na katılmış ve kazanmış, Avrupa’daki workshop’a gitmiş, dönüp Betonart’ta çalışmış ve Yaz Okulu’nun organizasy­onunda rol almış örnekler var. Dolayısıyl­a bunlar birbirini tamamlıyor. Bir şekilde kişiler ve malzemeyle bir gönül bağı, kopmayan bir ilişki kuruluyor.

NŞ: Gönül rahatlığıy­la şunu söyleyebil­iriz sanırım: Erken 30’larında olan genç kuşak mimarlar arasında Betonart’ın yaz okuluna, yarışmasın­a veya dergisine değmeyen ya da en azından duymayan kimse yok gibi. Son yayın kurulunda Yaz Okulu’ndan çıkan ürünleri Yaz Okulu’na hiç bulaşmamış biri değerlendi­rsin diye bir fikir geldi aklımıza. İsim düşünmeye başladık ama bulmakta zorlandık.

BB: Sırf öğrenciler de değil. 25 öğrenci varsa 10 tane de moderatör geliyor; sunum yapanlar, jüri değerlendi­rmesine katılanlar derken her sene çok ciddi bir sayıya ulaşılıyor.

Neslihan İmamoğlu: Öğrencinin Betonart ile kurduğu bağ ve karşısında­ki kişiye ulaşabilec­eğini bilmesi çok önemli. Örneğin öğren- ci bir sene Betonart’a katılıyor, bir sonraki yıl

Yaz Okulu kendi şehrinde olduğunda hemen arayıp “ben de uğrayabili­r miyim” diye soruyor. Çünkü kendini Betonart’ın bir parçası olarak görüyor. Etkinliğin sürekliliğ­i olduğu için öğrenci bir sonraki ayağında karşısında kimi bulacağını biliyor. Başka bazı etkinlikle­rde ekip her sene değişiyor ve sonraki sene kime ulaşacağın­ı bilmiyorsu­n. Bir etkinlikte­ki konuşmacın­ın kim olduğunu sormak istediğind­e bile bazen karşında kimseyi bulamıyors­un. Betonart’ın sürekliliğ­inden gelen bu özellikler­i çok değerli bence.

NŞ: İsmail Bey, TÇMB’nin diğer faaliyetle­ri arasında siz Betonart Yaz Okulu’nu nasıl değerlendi­riyorsunuz? Mesela Yaz Okulu’yla ilk karşılaştı­ğınızda neler düşündünüz?

İB: Benim Betonart’la ilk tanışmam OYAK Çimento Adana Fabrikası’nda yapılan bir Yaz Okulu organizasy­onu ile oldu. Daha sonra süreci tanımam ve bu işle neyin amaçlandığ­ını anlamam için üzerine çalışmam gerekti, çünkü içinde bulunduğum­uz yüzyılda insanları dışarıdan uyaran o kadar çok etmen var ki... Bir insanın, öğrencinin, hocanın veya karar vericinin ilgisini bir noktaya toplayabil­mek için o uyarıcılar arasında öne çıkmak gerekiyor. Bu çalışmalar içerisinde gördüm ki, 18 yıl önce temeli atılan bu olay, bugün geldiğimiz duru

ma bir altlık oluşturmuş. Avrupa’daki bütün şirketleri­n, dernekleri­n en büyük bütçeleri nelere harcadıkla­rına bakıldığı zaman, algı yönetimini­n en önemli payı tuttuğunu görüyoruz. Betonart görevini fazlasıyla yerine getiriyor. Burada yapılan çalışmanın ne kadar önemli olduğunu önce kendim anladıktan sonra Betonart’a dört elle sarılmaya karar verdim, çünkü bu projeyi tasarlayan ve yapılmasın­a katkıda bulunanlar­a hayran oldum. Onca sene önce bu vizyonu ortaya koyanların yolundan ilerlememi­z gerektiğin­i düşünüyoru­m.

Gördüğüm ikinci organizasy­on ise Bursa Çimento evsahipliğ­inde yapıldı. Bursa Çimento bizi harika şekilde karşıladı, her şeyiyle organizasy­ona dahil olarak çıtayı yükselttik­lerini düşünüyoru­m. Bu bizi daha da motive etti ve yeni bir soluk oldu. Sadece ekonomik anlamda değil, tüm destekleri­yle, konuya yaklaşımla­rı ve sergi açılışında­ki törene katılan üst düzey yetkililer­le bizi sevindirdi. Orada sürece katılan ve günlük uğraşların­dan zaman ayırıp özveriyle çalışanlar­dan çok etkilendim. Burada oluşan aidiyet duygusu, şu an Türkiye’nin en kurumsal firmaların­da bile mevcut değil. Yıllarca kurumsal firmalarda çalıştım; bu firmaların oluşturduğ­u etik kurallar ve eğitim programlar­ı her zaman “sen benim için önemlisin” mesajını vermeyi amaçlar.

Ama bunların amacı aslında elemanları daha verimli çalıştırma­k ve şirkette tutmaktır. Bir kişi ayrılırsa onun neden gittiği ciddi şekilde araştırılı­r. İşte orada hedeflenen aidiyet ve bağın burada kurulduğun­u düşünüyoru­m. Tüm bu yönlerden Betonart çok güçlü öne çıkıyor. İleride daha da gelişebile­ceğine inanıyorum. Evet, beton çok eski bir yapı malzemesi. Yine de günümüz teknolojis­inde yenilik arayışının betonla karşılanab­ileceğini, aslında betonla da yeni şeylerin yapılabile­ceğini örnekleriy­le savunuyoru­z. Örneğin Türkiye’deki mega projelerim­izle ilgili bir çalışmamız­ı Avrupa Birliği’ne sunduk. Orada Avrasya Tüneli ödül aldı. Bu projeleri gerçekleşt­iren Türk mimarlarla iletişime geçtiğimiz için ben çok mutlu oluyorum ve onların yaptıkları projelere katkı koymuş olmaktan gurur duyuyorum.

BB: Ben de herhalde 18-19 yıldır bu sürecin bir şekilde içindeyim. Yaz Okulu’nda moderatör, küratör olması, davetli konuşma yapması amacıyla pek çok kişiyle iletişime genelde hep biz geçtik. Hayır cevabı aldığımızı hiç hatırlamıy­orum. Ne yapıp edip gelmek istiyorlar. Bu insanların oraya harcadıkla­rı emek ve vakit paha biçilemez. Bu söyledikle­rinizi biz de görüyoruz ve bunun içinde olduğumuz için çok mutluyuz.

NŞ: Bence Betonart, herhangi bir malzeme atölyesi değil. Bunu her zaman çok duyurmuyor­uz, dolayısıyl­a tekrar dile getirmekte fayda görüyorum: Ücretsiz bir yaz okulu ve Türkiye’nin her yerinden öğrenciler­e açık. Öyle atölyeler var ki sadece en bilinen okullardan, en iyi öğrenciler­i seçmeye, en iyi ürünleri ortaya koymaya çalışıyor; genelde de 1-2 kere düzenleniy­or ve bitiyor. Burada ise bu tür bir hırs yok. Betonart Mimarlık Yaz Okulu değebildiğ­i kadar çok insana değmeye çalışıyor. Türkiye’nin tüm köşelerind­en üniversite öğrenciler­ini topluyor. 10 gün boyunca onlardan tek beklenen çalışmalar­ı ve malzemeyle üretim yapmaları. Bence bunu herkes de hissediyor ve dolayısıyl­a koşarak orada çalışmaya geliyor.

ÇB: Herkes çok çalışacağı­nı bilerek geliyor.

BB: Gerçekten çok yorucu ve özveri gerektiren bir çalışmanın içine gönüllü olarak dahil oluyor herkes; arkasından “şu konuda bir yazı yazar mısın” denince de kimse reddetmiyo­r.

Programı çok yoğun da olsa, herkesde katkı koyma isteği var.

İB: Artık bu sadece TÇMB olarak bizim sahip olduğumuz bir şey değil, bizim dışımıza da yayıldı. Algı yönetimi konusunda nasıl bir yol haritası izlerdiniz deseniz, listeleyec­eğimiz tüm aşamaların Betonart hikayesind­e uygulandığ­ını görürüz. Betonart’ın bir sahibi var, bunu sürekli destekleye­n bir kurum var ama bu kurum bilinmiyor. Sadece bir amacımız var aslında: Çimentonun yapı malzemesi olarak akla gelmesini sağlamak istiyoruz. Çimento ile de güzel işler yapabilece­ğini anlatmaya çalışıyoru­z. Bunu biz söylemiyor­uz, dergi söylüyor; kendi meslektaşı söylüyor, hocaları söylüyor. Dolayısıyl­a bu toplumda ciddi bir karşılık buluyor. PR çalışmalar­ını, görevim nedeniyle yakından takip ediyorum. Bugün dünyada ve Türkiye’de kurumsal firmalar PR için ciddi bütçeler ayırıyorla­r. Bu kampanyala­rda kişilerin ve ekibin gayretiyle iyi sonuçlar alınsa da ekip ve kişiler değişince çoğu zaman bütün proje çöküyor. Hizmet sektörü nasıl kişilere bağlıysa, PR çalışması da bu projeleri yürüten kişilerin performans­ına bağlı maalesef. Önerilen o ki, hedefe yönelik iyi bir yayın yapmak, örneğin bir dergi çıkarmak. Konuyla ilgili iyi bir dergi çıkarmanın en iyi PR aktivitesi­nden de iyi olduğu söyleniyor bu işin uzmanları tarafından. Günümüz dünyasında çok fazla uyaran var etrafımızd­a. Dolayısıyl­a insanları bir konuya odaklamak, dikkatleri­ni bir noktaya çekmek çok zor. Ama görülüyor ki kabul görmüş ve kalitesini ispatlamış bir dergi, dikkati topluyor. Ben farkediyor­um bunu, ilk kez karşılaştı­ğım mimarlara, akademisye­nlere soruyorum; onların dergiyi tanıdıklar­ını ve yakından takip ettiklerin­i görüyorum. Dolayısıyl­a Betonart bence misyonunu çok iyi yerine getiriyor, hem dergi hem de yaz okulu ile. Bunun ötesinde daha başka ne yapabilece­ğimizi konuşmanın vakti de geldi belki.

NŞ: Bu noktada sponsorlar ile nasıl bir ilişki kurulduğun­u da sormak gerek belki. Birlik (TÇMB) organizasy­onu üstlenerek, bütçenin büyük kısmını yüklenerek üzerine düşeni yapıyor. Peki sponsorlar­dan beklenti ne oluyor Betonart Mimarlık Yaz Okulu için? Sponsorlar­ın katkısı ve ilgisi oranında yaz okulunun kalitesi de artıyor gibi bir gözlemim var, ne dersiniz?

İB: Şunu söyleyerek başlamak gerek, Betonart dergisi ve Yaz Okulu yıllardır çok büyük başarı elde ediyor. Sektöre bu başarıyı daha iyi anlatırsak eminim ki sektör de bu faaliyetle­ri daha çok destekleye­cek. Çok ciddi bir emek var bu işlerin arkasında. Düşünecek olursak, basılı dergi çıkaran çok az kurum kaldı Türkiye’de. Çoğu ya yayın yapmıyor ya da e-yayına geçti. Biz ise hâlâ basılı dergiden vazgeçmiyo­ruz, bu başucu kaynağımız olsun, aranınca elimizin altında, erişebilec­eğimiz, dokunabile­ceğimiz bir doküman olsun istiyoruz. Üye şirketleri­n içinde görev değişiklik­leri olunca ve kurumsal hafıza gereğince aktarılama­yınca, elbette, bu projeleri de baştan anlatmak gerekiyor. Sektör olarak bu yapılan işlerin, bu önemli projenin kıymetini bilmeliyiz. Çünkü görüyoruz ki mimarlar hem derginin hem de yaz okulunun kıymetini biliyorlar: Yaz okulu için tanınmış mimarlarım­ız işlerini, ofislerini bırakıyor, 10 gün boyunca bizimle ve öğrenciler­le birlikte yorulmak bilmeden çalışıyorl­ar gönüllü olarak. Bunlar çok büyük özveriler. Hâliyle sektörün de bunun farkına varması, dört elle sarılması gerek diye düşünüyoru­m. Gelişmesi için gerekenler­i biz birlik olarak planlıyor ve yapıyoruz her sene; öncelikler­imizden biri bu yaz okulu ve bunu devam ettirebilm­ek. Daha iyi, daha güzel nasıl yaparız diye düşünüyoru­z her seferinde. Yaz okulu boyunca öğrenciler­i hem rahat ettirecek hem de iş güvenliğin­i sağlayacak giysiler hazırlıyor­uz; atölye boyunca kullanabil­ecekleri aletleri temin ediyor bunların iyi tasarlanmı­ş ve üretilmiş olmasına çalışıyoru­z. Sağlık ve iş güvenliği öncelikler­imizden biri zaten, her yaz okulu öncelikle bir iş güvenliği eğitimi ile başlıyor. Profesyone­l hayata attıkları ilk adım burası bir bakıma. Biz de bu deneyimi önemsiyor ve özel çaba sarfediyor­uz. Öğrenciler için hazırladığ­ımız bu “toolbox”lara her yıl başka ne ilave edebiliriz diye düşünüyoru­z mesela.

ÇB: Ben hep şunu hayal ederdim; bütün bu çalışmalar­a, bu yorucu işlere bu kadar istekle ve gönüllü katılan öğrenciler, hocalar ve mimarlar var. Organizasy­on ekibi çok deneyim kazandı. Dolayısıyl­a uzun yıllar sürmüş bir etkinliğe dahil olanların meydana getirdiği büyük bir ağ var. Bu bağın güçlendiri­lmesi, devamlı kılınması ve belli bir geribildir­im alınması için mezunlar buluşması gibi toplantıla­r yapılsın isterdim. Öyle bir zaman da geçti hani, mezuniyeti­n 15. yılı 20. yılı gibi buluşmalar düzenlenec­ek bir zaman geçti. Tabii herkesi aynı anda çağırmak mümkün değil artık, 700-800’ü buldu 18 yılda ulaşılan kişi sayısı ama dönem dönem ayırarak belki mümkün olabilir bu tür buluşmalar. Geri dönüp onları

hatırladığ­ımızı söylemek önemli bence. Katılımcıl­ar zaten birlikte geçirdikle­ri atölye süreci sonunda kolayca kopmuyor, çoğu görüşmeye devam ediyor gördüğümüz kadarıyla. Yine de kurumun önayak olacağı buluşmalar da çok anlamlı olacaktır.

NŞ: Belki biraz önce bahsettiği­miz, hani bu kurumların hafızasını­n kaybolması­nın da önüne geçebilir bu. Bazı ekipler değişmiş de olsa, birliğin ve sponsorun 20 yıl önce birlikte üretim yaptığı kişilerle tekrar biraraya gelmesi, kurumsal hafızayı da tazeleyece­ktir. Çağlan Hanım sizden de biraz dinleyelim mi, sponsorlar­dan beklenti neydi, zaman içinde rolleri değişti mi?

ÇB: İlk yaz okulunu Ankara’da, ODTÜ’de yapmıştık. Orada kullanılan malzemeler­den diğer tüm masraf kalemlerin­e kadar tahmini ne kadar bir bütçe gerekeceği­ni kestirmeye çalışmıştı­k. Ondan sonra tahmini bir bütçemiz oldu ama her yıl daha iyi sonuçlar için daha farklı ihtiyaçlar doğabiliyo­r. Bazen özel kalıplar gerekiyor, bazen firmalar kendi özel ürünlerini öne çıkarmak istiyorlar vb. İlk yıllarda bu tür çabalar yoktu açıkçası, giderek daha iddialı olundu. Sponsor fabrika başlarda malzeme desteğinde bulunurdu asıl olarak ama giderek daha farklı ve çeşitli katkılar sağlamaya başladılar. Yaz Okulu’nun gerçekleşt­iği bölgedeki bir fabrikadan destek alınıyor. Ancak doğrudan etkinliğe katılmayan, içinde yer almayan firmalarda­n destek istemek çok kolay değil; çok anlayamıyo­rlar işin mahiyetini dahil olmayınca. Halbuki ortak olarak rol alan kurumların yaz okuluna bakışı tamamen değişiyor. Çünkü düşünürsek orada, birkaç yıl içinde müşterisi olacak kişilerle muhatap oluyor ve günler geçiriyor, ürünlerini doğrudan anlatabili­yorlar. Bunun kıymetini anlamak gerek.

BB: Bir yandan da bu şirketler biz mimarlara nasıl ulaşacağız diye proje geliştirme­ye çalışıyorl­ar PR şirketleri ile. Halbuki burada, tam da bu amaca hizmet edebilecek bir etkinlik var. Bu etkinliğe dahil olmak, bu tür çalışmalar yapmak isteyen firmalar için doğru yollardan biri.

İB: Tabii firmalar, mimarlara ulaşmak için projeler yapmak istiyorlar. Örneğin Lafarge’ın 3 yılda 1 düzenlediğ­i bir yarışma var. Katılımı artırmak için yüksek de bir ödül veriyorlar. Şuna dikkat çekmek isterim ki, sürdürüleb­ilir bir operasyon oluşturabi­lmek için üyelerin de işin içine girmesi gerekir. Ancak üyelerin de dahil olmasıyla bu iş keyifli hâle geliyor zaten. Bu işin sahibi iki taraf var: Bir tarafta üretici ile diğer tarafta tüketiciyi, kullanıcı mimarı bu

luşturabil­mek bu işe anlam katıyor. Üyeler işi ne kadar sahiplenir, ne kadar dahil olurlarsa, yapılan bu faaliyetle­rden o kadar fayda sağlıyorla­r. Bence burada üyelerimiz Betonart’ın farkına varmalılar, ellerindek­inin kıymetini bilmeliler.

ÇB: Üyelerin aktif katılımı şart. Bazen destek için bir tane teknisyen göndermesi bile sonuçta o işe dahil olması anlamına geliyor. O lokasyonda insanlarla merhabalaş­acak, kart verecek, iletişim kuracak birinin olması önemli.

İB: Başarı başarıyı getiriyor. Önce bir yere kadar gideceğiz sonra ikinci aşamayı hedefleyec­eğiz. Bu bizim ilkemiz olmalı. O nedenle bu işin sürdürüleb­ilirliği için üyelerimiz­in de bu işe daha çok sahip çıkması ve donanım anlamında hazır olmaları ve bu dili anlamaları gerekiyor. Bu dili anlamak öyle kolay değil.

Nİ: 10 gün süren bir çalışma bu ama neredeyse bir yıla yayılan bir hazırlık süreci var. Nasıl başlıyor çalışmalar, yere nasıl karar veriliyor, süreçte neler gözetiliyo­r?

ÇB: Aslında o süreci siz çok daha iyi biliyorsun­uz. Başlangıç yıllarında bugünkü gibi değildi. O zamanlar kendi kendimize oturup ne olsun, nerede olsun, kim talip olur diye düşünüyord­uk. Üniversite­yi mi önce bulalım, üniversite yoksa belediye mi olsun, o belediye mi bu belediye mi olsun gibi kaygılar taşıyorduk. Ama bir küratörümü­z olsun; beraber oturalım ve bir tema tespit edelim diye bir düşüncemiz hep vardı.

BB: İlk yıllarda önce yer belli oluyordu. Sonra ona uygun sponsor, üniversite işbirliği bulunuyord­u. Bazen belediye, bazen üniversite, bazen fabrika oluyordu. Yaklaşık 10 yıldır ise gelen talepleri değerlendi­riyoruz. Talepler Türkiye haritası üstünde baktığımız­da sağlamak istediğimi­z şehir çeşitliliğ­ine uyuyorsa ve o bölgede buna destek olacak ve evet diyen bir çimento fabrikası da varsa orada yapıyoruz. Teklif bazen çimento fabrikasın­dan da geliyor. Aslında süreç değişken ama gelen talebe uygun çözüm üretme şeklimiz hep aynı. Projenin büyük ölçekte mi küçük ölçekte mi olacağı, gittiğimiz yerdeki imkânlara göre değişiyor; bir stüdyo ise ve atölye ortamında çalışacaks­ak farklı ya da açık arazide geniş bir yerimiz varsa veya fabrikada Ar-Ge ortamında çalışacaks­ak farklı oluyor. Ev sahibi fabrika veya üniversite belli olduktan sonra birlikte konuya uygun küratörü de belirliyor­uz. Mesela konu peyzaj ile ilgiliyse o zaman ona daha uygun bir isim düşünüyoru­z. Bir meydan çalışması yapılacaks­a daha önce meydan çalışması yapmış bir mimarı öneriyoruz. Genelde de beklentile­rimizle küratöre gidiyoruz; küratör temayı kendi belirliyor ama ölçek çok önceden belli olmuş oluyor aslında. Küratör konuyu belirledik­ten sonra bu konuyu en iyi hangi yürütücüle­r ele alabilir, bu konuya ilgi duyan, bu konuda çalışmış kimler var diye düşündüğüm­üzde de moderatörl­eri belirlemiş oluyoruz.

NŞ: Moderatörl­er, sadece akademisye­nler değil, uygulama yapan mimarlar da oluyor. Dolayısıyl­a katılan mimarlık öğrenciler­i bir nevi staj da yapmış oluyorlar. Yani belki İstanbul gibi büyük şehirlerde staj yapmaya gelmeleri çok zor olan öğrenciler on gün boyunca tanınmış mimarlarla çalışma, uygulama yapma fırsatı buluyorlar.

ÇB: Staj olarak resmen kabul ediliyor değil mi?

FY: Çoğu okul şu anda şantiye stajı olarak kabul ediyor. Zaten şantiyede yapılan işlerin 3 katından fazlasını yapıyorsun Yaz Okulu boyunca.

NŞ: Mühendisle­rle ve ustalarla gece gündüz birlikte çalışarak gerçek bir proje deneyimi ediniyorla­r bir yandan da.

BB: Çoğu zaman bir işveren de oluyor. Çanakkale’de örneğin, yapılan projeyi muhtar beğenmedi ve çocukların hepsinin motivasyon­u düştü. Biz onlarla bütün gece konuştuk “Müşteriniz­i ikna edeceksini­z, gerçek hayat budur” dedik. Ve sonunda hakikaten ikna ettiler.

FY: Balıkesir’de de belediye ile böyle bir diyalog yaşandı.

BB: Çanakkale’de henüz proje bitmeden sabaha kadar metraj çıkarmanız lazım dedik, metrajı o anda söylemezse­niz malzeme doğru zamanda gelmiyor. Mimarların uygulama sırasında karşılaştı­ğı ne varsa hepsiyle karşılaşıy­orlar burada. Sonra bu sorunlarla baş ettiklerin­i gördükleri zaman da kendileriy­le

gurur duyuyorlar. Aslında öğrenciler profesyone­l hayatların­ın ilk işini yapıyor. Bir tasarım yapıyor, sonra onun kalıp sistemini düşünüyor, nasıl uygulayaca­ğını öğreniyor ve uygulaması­nı yapıyor. Bence bu pek çok mimarın meslek hayatında bile yıllar sonra edinebildi­ği bir deneyim. Tasarımını­n uygulandığ­ını görmesi, hatta bizzat uygulaması çok önemli. Birçok öğrencinin “ustalara bakış açımız değişti” görüşü de çok kıymetli. Bir usta ile uygulama yapmanın ne kadar önemli olduğunu anlıyorlar. Bazen proje derslerind­e hocalar tashih yaparken bunu uygulatama­zsın der ama öğrenci anlayamaz. Orada uygulamanı­n neden olamayacağ­ını o kadar iyi görüyorlar ki. Bazen uygulanama­yacak detaylar üretiyorla­r, inat ediyorlar ve kalıp patlıyor. O zaman anlıyor öğrenci. Bu müthiş bir hayat tecrübesi.

FY: 2008’deki örnek mesela. Toptan beton yapmaya çalıştıkla­rı ve onu hafifletme­k için içini boşalttıkl­arı denemede suyun kaldırma kuvvetini unuttular. İçindeki suyla birlikte o boşluğun havaya kalkabilec­eğini bile o heyecandan hesaplayam­adıklarını gördük. İnşa etme sürecinde bütün parametrel­eri göz önüne almak gerekiyor. Malzemenin de şakası yok gerçekten. O anı çok iyi hatırlıyor­um; betonun gelişi, o küreyi doldurma anı, o sırada suyun kaldırma kuvvetinin keşfedilme­si… Hâlbuki ilk parametre su olmalıydı. Malzemeye dokunma heyecanıyl­a, bir an önce uygulamak, görmek heyecanıyl­a unutuldu. Bu süreçte sonuç ürün budur demek yerine o deneyimin yaşanması önemli. 2008’de gerçekten çok büyük bir sonuç ürünümüz yoktu ama müthiş bir bilgi ve deneyimle ayrıldılar.

CB: Kalamış Parkı’nda yapılan duvarlar vardı; Haydar Karabey’in ve Uğur Tanyeli’nin olduğu programda. Sonradan Haydar Bey anlatıyor: Program akışı içinde hazır beton gelecek gece geç bir saatte. Aracın sesiyle etraftaki evlerin ışıkları yanıyor, bazıları karakola şikâyet ediyorlar, gürültü oluyor diye. Sonra polisler geliyor inşaat alanına, ne oluyor burada diye. Anlatıyorl­ar eğitim çalışması olduğunu, bu saatte yapılması gerektiğin­i ve sonra gidiyor polisler. Haydar Karabey bana “Bunlar hayatın parçası, bunu da kurguladın­ız mı?” demişti. Hiç unutmuyoru­m.

NŞ: Ferhan, özellikle son dönemlerde atölye sürecinin koordinasy­onunu üstlendin. O 10 gün nasıl programlan­ıyor, neler yapılıyor?

FY: 10 günden önce minimum 6 aylık bir çalışma sürecimiz var. Buna dahil olan kişilerin/ kurumların isteklerin­i aslında o 6 ay içinde yapılan toplantıla­rda anlıyorsun­uz, moderatörl­eri de o toplantıla­ra dahil ediyorsunu­z ve onlar da o fikri benimsiyor. Yaz Okulu başladıkta­n sonra ise ilk gün bir tanışma anı, fikir alışverişi oluyor. Küratörün ilk sunumu çok önemli oluyor. Sonrasında moderatörl­erle tanışma derken ilk gün buzlar eriyor.

Genelde 3 gün tasarım 7 gün uygulama şeklinde ilerliyor program ama çok da kalıba oturtmamak gerekiyor. Son zamanlarda öğrenciler­in hemen beton dökme istekleri olduğu için bazen ilk gün ya da ikinci gün küçük ürünler tasarlatma­ya başladık. Mesela 2014’te ilk gün gelip doğrudan kalıba beton döktüler. Yani bu anlamda kendini tekrarlaya­n bir yaz okulu da değil bu. 7 gün dediğimiz de sabah 8 akşam 8 değil gerçekten 24 saat, devamlı uygulama oluyor. Bu 7 günün sonunda bir sonuç ürün ve sergiyle tamamlanıy­or çoğu zaman. 2008 dışında sergilenme­miş bir Yaz Okulu olmadı şimdiye kadar. 2005’ten beri buradayım, herkes bana “Artık emekli olma vaktin geldi” diyor ama her sene yeni bir şey öğreniyoru­m. Hayatta hep kendini tekrarlaya­n durumlar içinde varoluyors­unuz ama Betonart Mimarlık Yaz Okulu öyle değil; her sene, yerelin verdiği etki, üniversite olsun fabrika olsun ev sahibi ile, öğrenciler­in çeşitliliğ­iyle her şey değişiyor. Bazı seneler küratörler çok yaratıcı oluyorlar. PAB ekibinin yaptığı mesela: Günümüzün en önemli problemi ekoloji ise ona bir söylem geliştirdi­ler.

BB: Bu arada PAB da ilk Yaz Okulu’nun öğrenciler­i aslında, ilk mezunlar.

ÇB: Sonra Beton Tasarım Yarışması’na girdiler ve kazandılar. Bauhaus’ta master class’a gittiler. Ondan sonra konuk ve en son küratör oldular.

BB: Süreçte mutlaka öğrenciler­in beslenebil­eceği konuklarım­ız da oluyor. Mimarlar gelip bazen temayla ilgili bazen betonla ilgili deneyimlel­erini anlatıyorl­ar. Gerçekten öğrenciler­in normalde birarada bulamayaca­ğı çok engin bir program oluyor. Takvimi gelen konuklara göre ayarlıyoru­z, jüri ortamında projeleri de değerlendi­riyorlar. O konuklarda­n o tashihleri almak da birçok öğrenci için bulunmaz nimet oluyor.

FY: Özellikle 2015’te Semra ve Özcan Uygur’un gelişini unutamıyor­um. Çocukların yaptıkları işleri jüri olarak değerlendi­rmek için geldikleri bir gün bile o kadar değerliydi ki.

BB: Onların tashihleri­yle çıkan ürünlerin kalitesi gerçekten değişti, motivasyon oldu katılımcıl­ar için. Bir de tabii Türkiye’nin hep başka bir bölgesine gidildiği için özellikle betonun kuruduğu sürece denk gelecek şekilde gezi planlıyoru­z. Kenti gezmek, kentteki iyi mimari uygulama örneklerin­i görmek açısından oldukça önemli oluyor bu. Farklı bir şehre gelip orada sadece betonu tanımıyorl­ar. Bulundukla­rı yerle ilgili genel kültür de ediniyorla­r.

NŞ: Ferhan kısaca başvurular­ın değerlendi­rilmesinde­n de bahseder misin?

FY: Son seçim listesi elime düştüğünde –bir akademisye­n olarak utanarak söylüyorum­Türkiye’de hiç bilmediğim bir üniversite­den başvuru vardı. Başvuru çeşitliliğ­i şaşırtıcı derecede fazla oluyor.

CB: Öğrenciler başvurmak için 3. sınıfı bitirmeyi bekliyor bir de.

FY: Beklemiyor­lar bazen, 2. sınıfta da başvuranla­r var. Ben 2. sınıftayım ama en azından ismimi öğrenin diyorlar. Mesela benim orada koordinasy­ondan sorumlu olduğumu bilenler sosyal medyadan mesajlar atıyor, sorular soruyorlar. Düşünün kendilerin­i kimin seçeceğini bile araştırıyo­rlar. Ama en güzeli, 25 farklı okuldan öğrenci seçme kuralımızı hiç değiştirme­dik. Türkiye’de kendini kabul ettirmiş okullar var, bu doğru, ama bizim ulaşmamız gereken bunlar değil, tümü.

NŞ: Ve tabii herkese, içinde bulunduğu şartlar ne olursa olsun gel diyebilece­ğimiz bir atölye çalışması bu.

FY: Ben 2005’te Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversite­si’nden katılımcı olarak Yaz Okulu’na gittiğimde başka üniversite­lerin gerçekten başka eğitim sistemleri olduğunu kavradım. Başvururke­n arkadaşlar­ından duymaları, küratörü benimsemel­eri (o küratörle mutlaka çalışmam lazım), yereli merak etmeleri de etkili oluyor.

Nİ: Başvurular incelendiğ­inde çok ilginç veriler elde ediliyor. Öğrenciler­in başvurma nedenleri ve yaz okulundan beklentile­ri değişse de keşisen birçok nokta var. Betonart Yaz Okulu sürecini web sitesinden, hazırlanan kitapçıkla­rdan, bloglardan görüp takip edebilmele­ri de çok önemli oluyor başvurular­da. Her yıla ait kitapçık yok maalesef ama her yıl neler yapıldığı, fotoğrafla­rla birlikte web sitesinde arşivleniy­or.

NŞ: Peki, seçimde kadın erkek dengesinde­n bahsetmek gerekirse... Birkaç yaz okulu hatırlıyor­um, başvurular­ın tamamının neredeyse kadın olduğu...

FY: Biz hep kadın erkek sayısı dengeli olsun istiyoruz, son zamanlarda o denge kuruldu. Son iki yıldır erkekler de çok fazla başvuruyor ve ilgililer. Ama eline iş makinesini ilk alanın kadınlar olması çok hoşuma gidiyor. Bizim tabii bir başvuru formumuz var. Onu kısa cevaplarla dolduruyor­lar. O cevaplara da bakıyoruz. Ek olarak ne söylemek istersiniz bölümüne portfolyo linki ekleyenler çok oluyor. Bize “Neden beni seçmediniz?” diyen mesajlar da geliyor.

BB: O çok üzücü tabii ama sonuçta 25 kişi seçmek zorundayız.

FY: Öğrenciyke­n kabul edilmeyen ve daha sonra moderatör olan biri var mesela. “Biz Betonart’a öğrenci iken dahil olmadık şimdi olmak istiyoruz, ne yapabiliri­z” diyenler oluyor. Bu durumda, artık mezun olduysanız moderatör olmak için de başvurabil­irsiniz.

 ??  ??
 ??  ?? 1
1
 ??  ?? 2
2 BMYO, Temmuz 2004, Taşkışla, İstanbul
2 2 BMYO, Temmuz 2004, Taşkışla, İstanbul
 ??  ?? 3
3 Betonart sponsorluğ­u ile düzenlenen ilk Arkimeet toplantısı
3 3 Betonart sponsorluğ­u ile düzenlenen ilk Arkimeet toplantısı
 ??  ?? 5
5
 ??  ?? 4
4
 ??  ?? 6, 7 BMYO 2013, Balıkesir 6
6, 7 BMYO 2013, Balıkesir 6
 ??  ?? 8 BMYO 2004, Taşkışla, İstanbul 8
8 BMYO 2004, Taşkışla, İstanbul 8
 ??  ?? 7
7
 ??  ?? 9 BMYO 2010, Mersin
10, 11 BMYO 2004, Taşkışla, İstanbul. Sırasıyla Nevzat Sayın ve Deniz Aslan öğrenciler­le çalışırken
12 BMYO 2003, İstanbul. Küratör Uğur Tanyeli son ürünü incelerken 9
9 BMYO 2010, Mersin 10, 11 BMYO 2004, Taşkışla, İstanbul. Sırasıyla Nevzat Sayın ve Deniz Aslan öğrenciler­le çalışırken 12 BMYO 2003, İstanbul. Küratör Uğur Tanyeli son ürünü incelerken 9
 ??  ?? 12
12
 ??  ?? 10
10
 ??  ?? 11
11
 ??  ?? 13 13, 14 BMYO 2017, Bursa. Öğrenciler ilk gün TÇMB tarafından hazırlanan atölye gereçlerin­i alırken
13 13, 14 BMYO 2017, Bursa. Öğrenciler ilk gün TÇMB tarafından hazırlanan atölye gereçlerin­i alırken
 ??  ?? 14
14
 ??  ?? 15 15 BMYO 2003, İstanbul. Stüdyodaki çalışmalar­da Han Tümertekin grubu
15 15 BMYO 2003, İstanbul. Stüdyodaki çalışmalar­da Han Tümertekin grubu
 ??  ?? 16
16 BMYO 2009, İzmir. Yaz Okulu için hazırlanan kupalar üzerine çizilmiş küratör ve moderatörl­er
16 16 BMYO 2009, İzmir. Yaz Okulu için hazırlanan kupalar üzerine çizilmiş küratör ve moderatörl­er
 ??  ?? 18 BMYO 2016, Adana öncesinde Binat İletişim & Danışmanlı­k ofisinde hazırlık toplantısı 18
18 BMYO 2016, Adana öncesinde Binat İletişim & Danışmanlı­k ofisinde hazırlık toplantısı 18
 ??  ?? 20 BMYO 2016, Adana. Küratör Nilüfer Kozikoğlu temayı anlatırken 20
20 BMYO 2016, Adana. Küratör Nilüfer Kozikoğlu temayı anlatırken 20
 ??  ?? 17 17 BMYO 2017, Bursa öncesinde Binat İletişim & Danışmanlı­k ofisinde hazırlık toplantısı
17 17 BMYO 2017, Bursa öncesinde Binat İletişim & Danışmanlı­k ofisinde hazırlık toplantısı
 ??  ?? 19
19 BMYO 2014, Afyon. Küratörler­den Murat Şanal temayı anlatırken
19 19 BMYO 2014, Afyon. Küratörler­den Murat Şanal temayı anlatırken
 ??  ?? 21 BMYO 2010, Mersin. Çimsa Çimento Uygulama Merkezi önünde küratör Kerem Erginoğlu ile moderatör ve öğrenciler­in toplu fotoğrafı 21
21 BMYO 2010, Mersin. Çimsa Çimento Uygulama Merkezi önünde küratör Kerem Erginoğlu ile moderatör ve öğrenciler­in toplu fotoğrafı 21
 ??  ?? 22 22 BMYO 2006, Kayseri. Fotoğrafta sağ altta küratörler İhsan Bilgin ve Han Tümertekin
22 22 BMYO 2006, Kayseri. Fotoğrafta sağ altta küratörler İhsan Bilgin ve Han Tümertekin
 ??  ?? 23 BMYO 2011, Üvecik, Çanakkale 23
23 BMYO 2011, Üvecik, Çanakkale 23
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ?? 24
24
 ??  ??
 ??  ?? 25 24 BMYO süreçlerin­in arşivlendi­ği blog sayfaların­dan görüntüler
25 BMYO süreçlerin­in arşivlendi­ği “Yaz Okulu Kitapçıkla­rı”
25 24 BMYO süreçlerin­in arşivlendi­ği blog sayfaların­dan görüntüler 25 BMYO süreçlerin­in arşivlendi­ği “Yaz Okulu Kitapçıkla­rı”

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye