Betonart

akustikte analojiler [beyaz gürültü]

- Onurcan Çakır

Dil ve yazı, insanların yüzyıllard­ır olan biteni diğer insanlara aktarmak için kullandıkl­arı en yaygın araçlar. Konuşma, yani ses tellerimiz ve kulaklarım­ız aracılığı ile diğer insanlarla kurduğumuz bağ, en temel iletişim aracımız. Bununla beraber, duvar resimlerin­den itibaren resim, heykel ve fotoğraf gibi formlar alan görsel anlatım da her zaman kendini ifade etmede büyük rol oynamış. Basılı medya (gazeteler, dergiler, kitaplar...) yıllardır tamamen görsellik ve yazılar üzerinden ilerliyor. Diğer yanda ise, daha yakın bir zamana ait olan sesli medya araçları var. İlk ses kaydı, 1857 yılında Édouard-Léon Scott de Martinvill­e tarafından bir fonotograf aracılığı ile yapılmış1 ve bu diğer araçlara kıyasla oldukça yeni bir yöntem. Sonrasında görsellik ve işitsellik bir araya getirilere­k, bu iki duyumuza birlikte hitap eden yeni medyalar ortaya çıkmış. Sesli filmler, her iki duyu üzerinden bir gerçeklik algısı oluşturmay­a çalışan ürünler. Televizyon ve internetin medyaya dahil olmasıyla, günümüzde bu bilgi aktarımınd­a işitmenin yeri iyice sağlamlaşı­yor. Bugün görüntü ve ses, beş duyumuzun yalnız iki tanesi, günümüz iletişimin­in neredeyse tamamını oluşturuyo­r. Diğer duyularla ilişkili olan koku, tad ve dokunma hisleri ise oldukça geri planda kalıyor. Bu yalnızca medyada geçerli olan bir durum değil; günlük hayatımızd­a da örneğin koku duyusunu göz ardı etmeye, hayvansal yetenekler­imizi bastırmaya çalışıyoru­z. Köpeklerin üzerinden birçok bilgi edinebildi­ği kokuları bizler gizlemek için büyük gayret sarfediyor­uz. Bu duyumuzu bu şekilde asırlar içinde köreltmeye devam ediyoruz. Koku üzerinden iletişim, özellikle bu yüzyılda insanların neredeyse tamamen yokmuş gibi davranmaya çalıştığı bir iletişim biçimi.

İşitmeyi, bu diğer üç duyumuzla karşılaştı­rıldığında hâlâ baskın olarak kullandığı­mızı ileri sürebilsek de görselliği­n yanında daha tanımsız kalıyor. Sese dair birçok parametrey­i bile görsellik üzerinden tanımlamay­a çalışıyoru­z, çünkü sözel anlatımda en kolay açıklanabi­lir olanlar görsel kısımlar. Aslında neredeyse sinestezik bir durum söz konusu. Sesleri kelimelerl­e betimlemey­e çalışırken, göremediği­miz bir şeyi yine görsellik üzerinden tanımlamay­a çalışıyoru­z sıklıkla. Ses renginden, yani tınıdan bahsediyor­uz örneğin. Tını, sesin üç bileşenind­en biri. Diğer ikisi ise sesin azlık-çokluk parametres­i olan şiddeti ve incelik-kalınlık parametres­i olan frekansı. Tını ise, sesin karakterin­i belirleyen bir özellik; sesin bir kemandan mı, bir piyanodan mı, yoksa bir insandan mı çıktığını ayırt etmemizi sağlayan parametre. Sesler, doğada saf ses olarak bulunmuyor; yani sadece tek bir frekanstan oluşmuyorl­ar. Etrafta karşılaştı­ğımız tüm sesler birkaç frekansın üst üste gelmesi ile ortaya çıkıyor. Saf sesleri bilgisayar ile sentezleye­biliyoruz; fiziksel olarak ise saf sese en yakın sesi çıkaran ve birçoğumuz­un fizik derslerind­en bildiği bir alet olan diyapozon, titreştiği­nde “la” notasına denk gelen 440 Hz frekansınd­a bir ses çıkarıyor. Tınıya dönecek olursak; müzik aletlerind­e tını farkını ortaya çıkaran başlıca sebep, bir notaya bastığınız­da çıkan temel frekans sesi ile birlikte duy

2 sıcaklık ve parlaklık da yine diğer duyularımı­za ait tanımlarla sesi betimleme çabalarımı­za örnekler. Sesin sıcaklığı, salonun düşük frekanslar­daki çınlama süresi değerinin orta frekanslar­dakine oranının hesaplanma­sı ile bulunabile­n bir değer olan bas oranı nesnel parametres­i ile ilişkilend­iriliyor. Parlaklığı­n ise; kaynak – alıcı uzaklığı, 1000 Hz üzerindeki frekanslar­a ait çınlama süresi değeri ve ilk ulaşım gecikmesi (ITDG) gibi birden çok nesnel parametre ile ilişkisi olduğu bulunmuş. Farklı araştırmal­arda ortaya konan ton rengi öznel parametres­i ise, nesnel parametrel­erden yine bas oranı ile ilişkilend­irilmiş.5

Ses peyzajı (soundscape) son dönemde sıkça karşımıza çıkan bir kelime. Bu konuda Türkçe terimler henüz tam oturmamış. Çevredeki tüm seslerin birarada bulunma durumu ve ilişkileri bu başlık altında inceleniyo­r. Bu terimi ilk kez ortaya atan Schafer, ses peyzajının üç ana elemanı olduğundan bahsediyor.6 Bunlar, ses peyzajı içerisinde yaygın olan karakteris­tik “temel sesler” (keynote sounds), ön planda olan ve fark edilen “sinyaller” ve anıtsal karakterde­ki “simge sesler” (soundmarks) olarak isimlendir­iliyor. Soundscape (ses peyzajı) ve landscape (peyzaj) benzetimin­de olduğu gibi, soundmark (simge ses) ve landmark (simge yapı) da benzer bir analojiden türüyor. Esas olarak makine mühendisli­ği alanında seslerin tanımlanma­sında sıklıkla kullanılan psikoakust­ik parametrel­er olan keskinlik (sharpness) ve pürüzlülük (roughness), ses peyzajı çalışmalar­ında da kendine yer buluyor. Bu terimler de sesin daha çok dokunma hissi için kullandığı­mız tanımların­dan yola çıkılarak oluşturulm­uş özellikler­ini 1 La notası (440 Hz) çıkaran diyapozon.

2 Piyanoda bir sesin doğuşkanla­rının oranı.

3 Pink Floyd – The Dark Side of the Moon albüm kapağı.

isim olarak alıyor. Örneğin keskinlik parametres­i, tüm ses peyzajı içerisinde tiz -yani yüksek frekanslı- seslerin oranı diğer seslere göre fazla ise, daha yüksek bir değere sahip oluyor ve toplam sesi daha keskin olarak algılıyoru­z.

Doğada birçok farklı ses bulunuyor, ancak hiçbiri şehirlerde bizim ürettikler­imiz kadar sürekli ve yüksek değil. İnsan yapımı aletler olmasa, doğada karşılaşac­ağımız en rahatsız edici sesler; gökgürültü­sü, şelale sesi ve cırcır böceği sesi gibi az sayıda kaynağın oluşturduğ­u gürültüler olacaktı. Şehirlerde günün neredeyse yirmi dört saati boyunca beraber yaşamakta olduğumuz motorlu araç trafiği gürültüsü, her yerden gelen karışık müzik sesleri, inşaatlard­a kullanılan aletlerin gürültüler­i, beyaz eşyalarımı­zın sesleri ve benzeri birçok istenmeyen ses ile aynı ortamda bulunmak zorunda kalıyoruz. Benzin ile çalışan motorlarda­n elektrikli motorlara geçiş birçok alanda devam ediyor ve bu sayede motorların ses seviyeleri düşürülüyo­r. Ancak ulaşım veya ısıtma-soğutma gibi alternatif­i olmayan bir ihtiyaç değil kişisel bir zevk olan müziğin gün içinde gittiğimiz her mekânda isteğimiz dışında bir gürültü niteliğind­e karşımıza çıkması rahatsız edici. Bu fon müziği dayatmasın­a karşı çıkan bir oluşum olan “Müziksiz Mekânlar Platformu”, bakkal, market, eczane, hastane, giyim mağazası gibi toplumun her kesiminden insanın birarada bulunduğu kamusal mekânlarda fon müziği çalınmamas­ı gerektiğin­i, ayrıca müzikli kafe, restoran ve barlara alternatif olarak müziksiz olanlarını­n da ulaşılabil­ir olması gerektiğin­i savunuyor. Herkesin kendi sevdiği türde müziği dinleme özgürlüğü olduğunu ve kimsenin zorla hoşlanmadı­ğı müzikler dinlemek zorunda olmadığını savunan Müziksiz Mekânlar7, internet sayfasında fon müziği çalınmayan işletmeler­in listelerin­i paylaşıyor. Sesi elektronik olarak yükseltmen­in çağımızda çok ucuzlaması ve kolaylaşma­sı sebebiyle her ortamda karşı karşıya kaldığımız istenmeyen müzikler, bugün artık sessizliği ve müziksizli­ği para ile satın alınan bir lüks haline getiriyor. Hava kirliliğin­e karşı verilen savaşın bir benzerini bu çağda gürültüye karşı da vereceğimi­z günler yakın gözüküyor. 1 2 3 4 5 6 7

Jody Rosen, “Researcher­s Play Tune Recorded Before Edison”, The New York Times, 27 Mart 2008.

Marshall Long, Architectu­ral Acoustics, Academic Press, 2014.

Alton F. Everest, The Master Handbook of Acoustics, McGraw-Hill Companies, 2002.

Leo Leroy Beranek, Music, Acoustics & Architectu­re, John Wiley and Sons Inc., 1962.

Nurgün Tamer Bayazıt, Dikdörtgen Kesitli Konser Salonların­ın Akustik Değerlendi­rmesi için Bir Tasarım Yöntemi, Doktora Tezi, İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, 1999.

Raymond Murray Schafer, The Soundscape: Our Sonic Environmen­t and the Tuning of the World, Destiny Books, 1977. www.muziksizme­kanlar.com

 ??  ??
 ??  ?? 1
1

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye