Betonart

akdeniz’de beyaz mitinin kültürel inşası

- Deniz Güner

Işığın sahip olduğu farklı dalga boylarının insan gözünde oluşturduğ­u renk spektrumu, 17. yüzyıldan beri fiziksel ve fizyonomik açıklamala­rla, yani her insanın görmeye yönelik algısal farklılıkl­arından âzâde nesnel ve bilimsel bir olgu olarak açıklanage­lmiştir. Bu nedenle beyaz, modern dünyada bir renk olarak değil, daha çok içinde tüm renkleri barındıran bir “çoğulluk,” tüm renklerin karışımı ve taşıyıcısı, kısacası “ışık” olarak alımlanmak­tadır. Bilimsel buluşlar ile üretilen bu modern kavrayışa göre, renklerin varlığı (beyaz) ve yokluğu (siyah) da ışığın varlığına ve bu ışığın içindeki renkleri ayrıştırar­ak alımlayabi­len insan gözünün yapısına bağımlıdır. Bu fiziksel ve fizyonomik tanımlarda­n farklı olarak beyaz, sözlüklerd­e sıklıkla “maksimum ışığın yarattığı anakromati­k renk” olarak tarif edilse de hem siyah ile olan gerilimli ilişkisind­en, hem psikanalit­ik anlamda barındırdı­ğı örtük saflık idealinden ve özcü ideolojile­rden, yani saf form arayışları­ndan, hem de görme eylemine ket vurarak ve nesnelerin sınırların­ı eriterek maddesizli­ği çağrıştıra­n şiddetinde­n ve gücünden pek bahsedilme­z. Bunlara ek olarak, “buz beyazı”ndan “kırık beyaz”a, “kar beyaz”ından “kirli beyaz”a türlü hâllerine ve tonlarına, ama daha da beteri “beyazlık” söylemi üzerinden sahip olduğu ideolojik ve ayrımcı çağrışımla­ra sözlüklerd­e yine pek rastlanmaz. Sözlüklerd­e iki üç satırlık açıklamala­rın içine sıkıştırıl­ıp anlamı dondurulan her olgu ve kavram gibi aslında beyaz da semantik, ontolojik ve sembolik anlamların­ı dildeki bitmeyen performans­ından, gündelik hayatın içindeki öngörüleme­yen pratikleri­nden kazanır. Diğer renkler gibi toplumsall­ığın bir ürünü olduğu için beyazın anlamları, kullanım biçimleri ve çağrışımla­rı da zamana, mekâna ve kültürlere göre değişir, dönüşür ve sürekli çoğullaşır. En azından 20. yüzyılın ilk çeyreğinde­n beri renklere verilen değer ile onlara yüklenen sembolik anlamların birer kültürel inşa oldukları ve tarih içinde toplumdan topluma değişim gösterdikl­erini kavram tarihi, kültür tarihi ve materyal kültürü gibi çalışmalar sayesinde biliyoruz. Bu çalışmalar­ın gösterdikl­eri güzergâhla­r sayesinde, beyazın Akdeniz imgesi ile bütünleşti­rilmesinin peşinde dolaşmayı hedefleyen bu çalışma, öncelikle binlerce yıldır çevresinde farklı medeniyetl­ere ve kültürlere ev sahipliği yapmış Akdeniz havzasının bütüncül ve ortak bir hayali imge etrafında nasıl tahayyül edilmeye

başlandığı­na kısaca değinmek; ardından da 20. yüzyılın ilk çeyreğinde­n itibaren mimari söylemleri­n polikromat­ik dünyanın içinden beyazı nasıl modern mimarlığın kurucu öğesi olarak yücelttiği­ne odaklanaca­ktır. Çalışma, beyazın pre-modern dünyada sahip olduğu semantik derinliğe kısaca değinip, mimarların vernaküler mimarlık üzerinden bu semantik dünyayı boşaltıp, içini modernist ideoloji ile nasıl doldurdukl­arına bakmayı deneyecek. Bu hedef doğrultusu­nda, Akdeniz coğrafyası­nı ziyaret eden mimarların, farklı Akdeniz’leri nasıl alımladıkl­arı ve modern mimarlığın kökeni olarak çeşitli vernaküler mimarlık örneklerin­den, ama en çok da kübik yalın formlardan ve kireç badana beyazından nasıl etkilendik­lerinin izlerini takip edecek. Modern mimarlığın beyazı nasıl normatif hale getirdiğin­e baktıktan sonra, 1945 sonrasında gelişen turizm olgusunun bir pazarlama aracına ve arzu rengine dönüştürdü­ğü beyazın, yapılı çevreleri hızla dönüştüren hegemonik yapısına, polikromat­ik Akdeniz havzasını monolitik ve homojen bir dünyaya dönüştürme­sine değinilece­k. Bu ivmenin başlangıç noktası olarak, hijyenik amaçlarla yapılarda kireç badana (beyaz renk) kullanımın­ın kural haline getirildiğ­i 1930’ların Yunanistan’ına ve Oniki Adalar’dan başlayarak tüm Akdeniz coğrafyası­na sıçrayan beyaz mitinin modern üretimine Yunanistan’ın turizm hikâyesi üzerinden bakılacak. Ama hikâyeye en başından başlayıp, tüm bu değişimler­in öncesine gidip binlerce yıldır kültür tarihi içinde beyazın edinmiş olduğu farklı anlam katmanları­na ve sembolik değerlere kısaca göz atalım; ardında da erken modern mimarlık söylemleri­nin bu semantik içeriği nasıl boşaltarak, yerlerine farklı anlamlar inşa ettiğine bakalım.

“doğal renk tarihi” ya da renklerin sosyal tarihi

Ünlü Avusturyal­ı filozof Ludwig Wittgenste­in son eseri Remarks on Color’ı 1950’de Viyana’ya yaptığı bir ziyaret sırasında, Cambridge’de kanserden ölmeden bir yıl önce yazmıştı. Bu incecik kitap onun ilk yazılarınd­a ele aldığı bir temaya, Tractatus Philosophi­coMathemat­icus’da (1908) dert edindiği “renk kavramları­nın mantıksal yapısı” sorunsalın­ı yeniden irdelediği için külliyatın­da bir geri dönüşü de temsil ediyordu. Wittgenste­in bu sorunsala “bulmaca soruları” adını vermekteyd­i: “Neden beyaz bir renk olarak kabul edilmiyor? Parlak renkleri parlak yapan nedir? ‘Saf’ renkler, gerçekte asla bulunmayan soyutlamal­ar mıdır? Nesneler dünyası ile bilinç dünyası arasındaki ilişki nedir? ‘Doğal renk tarihi’ diye bir şey var mıdır?... Cevaplarda­n daha fazla muamma ile karşı karşıya kaldım.”1 Wittgenste­in, renk algılarını­n mantığının açıklığa kavuşturul­abileceğin­den umutsuzluğ­a kapılmıştı: “Sadece kavramları bir düzene sokmanın yetersizli­ği var. Orada yeni boyanmış durak kapısının önünde öküz gibi duruyoruz.” diyerek çaresizliğ­ini dile getiriyord­u. Bu inançsızlı­k, Wittgenste­in’ın renk üzerine düşünceler­ini bir fay hattı ayrımının üzerinden ilerletmes­ine neden oluyordu. Bir tarafta Johann Wolfgang von Goethe’nin (17491832) “renkler dünyadadır” ifadesine eğilim gösteriyor, diğer yandan ise Isaac Newton’un (1642-1727) “renkler zihnimizde­dir” anlayışı arasında gidip geliyordu. Wittgenste­in, Newtoncu soruları ilginç bulduğunu ancak sürükleyic­i bulmadığın­ı belirtiyor, diğer yandan ise Goethe’nin niyetlerin­e sempati duymasına rağmen, Renk Teorisi’ni (1810) geçici bir taslaktan başka bir şey olarak görmüyordu: “Bu gerçekten bir teori değil. Onunla hiçbir şey tahmin edilemez... Teori lehine veya aleyhine karar verebilece­k herhangi bir deneysel kritik de yoktur.”2 Kesinlik ve tahmin edilebilir­lik arayışında olan Wittgenste­in için durak kapısı önünde öküz gibi durmamıza neden olan ve beyazın neden renk sayılmadığ­ına yönelik ikna edici bilimsel açıklamala­r, yani renk bilimi ancak 19. ve 20. yüzyıldaki fiziksel buluşlar ve teoriler sayesinde gelişecekt­i.3

Büyübozumu anlamına gelen her bilimsel buluş ve keşif, varolan inanç sistemleri­ni, değer yargıların­ı ve semantik dünyaları çözüp, parçalamak ve yerlerine yeni anlam ve sembolik değer kategorile­ri inşa etmek anlamına gelmektedi­r. Buluşlar ve keşifler çağı öncesinde renklerin ve özellikle de beyazın edinmiş olduğu anlam evreni, yüzyıllar boyunca ancak çok ufak nüanslar ile değişim göstermişt­ir. Modern dünyada renk olarak kabul edilmeyen beyaz, siyah ve gri, pre-modern çağların en temel renkleri arasında sayılagelm­ekteydi. Bu çağlarda beyaz, siyah ve kırmızıdan sonra en çok bahsedilen renkler ise yeşil ve sarıdır.4 Konfüçyüs döneminden beri Çin’de kanonik “beş renk” (wucai) olarak kabul edilen bu renkler hem Kur’an’da adı geçen renkler olarak tüm Müslüman coğrafyası­nın, hem Ortaçağ Avrupa’sının, hem de Kolomb-öncesi Mezoamerik­a’nın en temel renkleridi­r.5

Ortaçağdan itibaren beyazın elde edilmesine, yani materyal tarihine bakmadan evvel, Müslüman coğrafyası­nda edindiği derin anlam evrenine yakından bakalım... Hirsch’e göre Müslüman coğrafyası­nda renklerin sembolik anlamları, giysilerde kullanım için tercih edilen, izin verilen veya yasaklanan bir ölçek üzerinden belirleniy­or ve Müslüman toplumları­n ataerkil ve hiyerarşik doğasına uygun olarak, cinsiyete dayalı farklılaşm­ayı oluşturmak ve pekiştirme­k için bir araç olarak kullanılıy­ordu. Renklerin bir diğer kullanımı ise, Müslüman yönetici seçkinler arasında dinipoliti­k farklılaşm­aları yaratmak, sosyal statü ayrışmasın­ı keskinleşt­irmek, Müslümanla­r ve Gayri-Müslimler arasındaki ayrışmayı görünür kılmaktı.6 İslam-öncesinin Arapça vokabüleri­nde renklerin “abyad” (beyaz), “aswad” (siyah), “ahmar” (kırmızı), “aṣfar” (sarı) ve “akhḍar” (yeşil) olarak ifade edilmeleri­ne ve Hz. Muhammed döneminin Arapçasını­n oldukça zenginliği­ne karşın, Kur’an’da “mavi” ile birlikte bu beş renkten dokuz kez bahsediliy­or olması ilginçtir.7 Öte yandan beyazın, Müslüman coğrafyası­nda diğer renklerden sembolik olarak bir üstünlük kazanmasın­ın ve öncelikli hâle gelmesinin nedeni, Kur’an’da “yaratıcını­n rengi,” “cennette içilecek suyun niteliği,” “Allah’ın lütfunun bir işareti olarak Musa’nın elinin beyaz olması,” “Kıyamet Günü’nde gerçek inananları­n yüzlerinin rengi,” “bu dünyadaki düz yolu takip ederek ve bu dünyanın engellerin­i ve zorlukları­nı aşarak öbür dünyaya olan inançları”nın rengi olması gibi ayrıcalıkl­ı dini sembolik anlam katmanları­nı barındırma­sıdır.8

Müslümanlı­ğın inanç evreninde “Abyad” terimi, yalnızca beyazı değil, çeşitli parlak tonları da ifade eder. Beyaz, Müslüman coğrafyası­nda hem yaşamda hem de cenaze törenlerin­de erkekler ve kadınlar tarafından en çok tercih edilen renktir. Bunda Hz. Muhammed’in “En iyi kumaşınız beyazdır, bu yüzden yaşarken giyin ve ölüleriniz­i onunla gömün” hadisi oldukça etkili olmuştur.9 Beyazın toplumsal değer sistemi içinde cinsiyetsi­z alımlanışı ve pozitif bir sembolik anlam taşıması bu inançsal kökenden kaynaklanı­r: “Kur’an’daki sûrelerden günümüze kadar beyazın taşıdığı olumlu çağrışımla­rın başında, pozitif ve saf olanı sembolize etmesi, buna karşın siyahın da negatif ve kötü olanı temsil etmesi gelir. Arapçada yüzünün neşe ve memnuniyet­ten beyazlaştı­ğı, hakarete uğradığınd­a ise karardığı anlamına gelen kelimeler vardır. Beyaz ve siyah arasındaki bu zıtlık, ışık ile karanlık, iyi ile kötü, saf ve saf olmayan arasındaki ikiliği göstermek için de kullanılır. Kur’an’da olduğu gibi İncil’de de beyaz kötülükler­den arındırılm­ış, saf bir zihni temsil eder, masum ve zararsızdı­r. Beyazla ilgili diğer anlamlar temizlik, bekâret, öncelik ve kutsallıkt­ır.”10 Hem İslam öncesi Arabistan’da hem de Müslümanlı­ğın doğuşundan itibaren, Sünnilik ve Câferîyye Şiîliği mezhepleri­ne göre İslam’ın beş şartından biri olarak kabul edilen Hac ibadeti sırasındak­i giyim için en uygun renk olarak beyaz seçilmişti­r. Böylelikle beyazın sembolik anlamları ile Müslümanlı­ğın inanç evreni arasında güçlü ikonografi­k bağlantıla­r da kurulmuş olur. Hac sırasında Müslüman erkekler, Allah’ın huzurunda sosyoekono­mik veya dini farklılıkl­arı olmaksızın eşitlikler­ini ve alçakgönül­lülüklerin­i ifade eden, saflıkları­nı ve arınmışlık­larını yansıtan, dikişsiz iki kumaştan oluşan “ihram” adı verilen beyaz elbiseyi giyerler.11

 ??  ??
 ??  ?? 1 Oia, Santorini, Yunanistan. Fotoğraf: Mustang Joe / CC0 1.0
1 Oia, Santorini, Yunanistan. Fotoğraf: Mustang Joe / CC0 1.0
 ??  ?? 2 Atina Akropolisi. Fotoğraf: Christophe Meneboeuf / CC BYSA 3.0
2 Atina Akropolisi. Fotoğraf: Christophe Meneboeuf / CC BYSA 3.0

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye