beyazı nasıl bilirdiniz?
JÜRİ Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, Birinciliği beyaza verdiler. Özdemir Asaf
Beyaz ve mimarlık üzerine bir yazı kaleme almak, çekici ama bir o kadar da ürkütücü bir iş. Mimarlık tarihinin ve mimarlığın disipliner kültürünün içerisinde beyaza iliştirilmiş ya da beyazla ilişkilendirilmiş, beyazın ardına gizlenmiş, beyazla varolmuş, ya da ipi biraz da beyaz yüzünden çekilmiş, beyaza yaslanmış o kadar çok şey var ki, ne derseniz deyin bir imge selinin altında kalıyor olduğunuz duygusu kaçınılmaz. Nereden başlamalı, bu selin karşısında boğulmadan nasıl durmalı?
Mimarlık tarihinde beyazla ilk tanışmamızı anımsamaya çalışalım: Derslerinizi günümüzden geriye dönük bir sırada aldıysanız büyük olasılıkla erken 20. yüzyıl modernizminin siyah-beyaz fotoğrafları üzerinden tanışmış olmalısınız. Eğer mimarlık tarihini kanonik bir perspektif ile anlatan bir hocanın öğrencileri olduysanız, aklınızda ilk olarak antik çağ heykelleri ve tapınaklarının beyazı kalmış olmalı. Rönesans ve aydınlanma sonrası dönemin yeniden canlandırmacılığı üzerinden beyazın mimarlığa içkin bir -renk demeyelim hadiöğe olduğunu öğrendiniz belki. Modern mimarlık için ya da mimarlıkta modernizm için beyazın kurucu bir renk olduğunu, antik çağa verilen sağlam referansların bu kurucu nitelik üzerinde etkili olduğunu düşünüyorsunuz. Belki de hikâyenin bundan ibaret olmadığını çok iyi biliyorsunuz.
Bu yazı kuramsal bir savın peşinde koşmaktan çok okurla sohbet etmeyi hedefliyor. Bir yandan beyaz ve mimarlık arasındaki ilişkinin kurulma biçimlerine dair bir derleme sunmayı, öte yandan da okurunun kafasında bu ilişki üzerine bir sorgulamanın başlamasını umuyor. Mimarlık tarihinde kısa bir gezintiye çıkıp, (bilimsel anlamda bir renk bile olmayan) beyazın neden belleğimizin renkler için ayrılan kısmında başköşede oturduğuna bir bakalım hep beraber.
Niyetim beyaza ilişkin kabullerimizin nasıl geliştiğine dönmek: Rönesans’tan bu yana antik çağ sanatını nasıl kavradığımıza bakmak, aydınlanma döneminde bu kavrayışın nasıl dönüşmüş olabileceği üzerine düşünmek ve 19. yüzyılın seçmeci ve yeniden canlandırmacı mimarlığına yönelik tepkilerle biçimlenen ve “mimarlıkta modernizm” ya da “modern mimarlık” adını alan 20. yüzyıl yeni mimarlığının kuruluşunda beyaza nasıl başrol verildiğine dair anlatıları kurcalamak.
antik çağ sanatı, rönesans ve beyaz yanılgısı 2004’ten beri dünyayı dolaşmakta olan Gods in Color: Polychromy in the Ancient World (Renkli Tanrılar: Antik Dünyada Çokrenklilik) sergisinin hikâyesi 1811’de Alman ve İngiliz araştırmacıların Aegina adasındaki Aphaia tapınağının kalıntıları üzerinde, büyük olasılıkla şaşırarak gördükleri parlak mavi ve kırmızı boya izlerinden başlıyor. Sergi günümüzde Münih Glyptothek’inde bulunan parçaların, morötesi ışınlarla taranarak saptanan renk pigmentleri uyarınca renklendirilmiş kopyalarını içeriyor.1
Daha önce duymadıysanız, evet: antik çağ tapınakları ve sanatı renkliydi. Hem de sadece renk değil, değerli taş ve metallerle de süslenmişti. 19. yüzyıl sanat dünyasını ikiye bölüp uzun bir süre meşgul eden bu tartışma birbiri ardına ortaya çıkan bulgular sonrasında 1850’lerde bitmişti de. Bu tartışmanın en ilgi çekici ürünlerinden biri Parthenon’un Gottfried Semper tarafından yapılmış rekonstrüksiyon çizimleridir. İşin ilginci beyaza ya da mermerin beyazına ilişkin bu kabul Rönesans mimarlığı ve onu izleyen Neoklasik mimarlık örnekleri üzerinde de etkili olmuştu. Yani “modernizmin beyazı”ndan önce neo-klasik mimarlığın beyazı vardı.
O zaman nasıl oluyor da antik çağdan bize ulaşan heykelleri ve bazılarının da içinde bulunduğu tapınakları beyaz olarak biliyor, renklendirilmiş olmalarını hayretle karşılıyor, hatta bunu hızla bilinçaltımıza gönderiyoruz? Birden çok sebep olabilir ama belki de en önemlisi müzeoloji ile yaşdaş görebileceğimiz, hatta ünlü sanat tarihçisi Donald Preziosi’ye göre aynı şey olan sanat tarihinin kurucu öğretileri ve bu öğretilerin olumladığı görme biçimleri.2
Aydınlanma sonrası biçimlenen bu disiplinin kurucusu Johann Joachim Winckelmann Geschichte der Kunst des Alterthums (Antik Çağ Sanatı Tarihi) (1764) adlı kitabında sanatın zirvesi olarak gördüğü Antik Yunan heykeline bakar, sanatın öncelikle biçimsel niteliklerine göre değerlendirilmesi gerektiğini söyler. Winckelmann biçimi sonradan eklenen bir nitelik olarak gördüğü rengin önüne koyar. Ona göre biçim algısını en keskinleştiren, biçime yönelik ustalığı ortaya en çok çıkaran renk beyazdır: “Renk güzelliğe katkı yapar ama güzelliği ve onun biçimlerini zenginleştiriyor olsa da güzelliğin kendisi değildir. Işık huzmelerini en iyi yansıtan ve en kolay algılanan renk beyaz olduğundan, güzel bir beden ne kadar beyaz olursa güzelliği de o kadar fazla olacaktır.”
Winckelmann’ın biçimin güzelliğinin renkten arındırılmış ve özellikle beyaz olması durumunda artacağını telkin etmesi, kazılardan çoğunlukla renklerini kaybetmiş olarak çıkarılan pek çok heykelin ya da yapı elemanının bulunduğu gibi sergilenmesine, hatta bazen üzerindeki renkli boya kalıntılarının sergileme öncesi temizlenmesine yol açacak, aralıklarla bu buluntuların renkli hallerine ilişkin spekülasyonlar yapılmış olsa da, yakın bir geçmişe değin yayınlarda siyah beyaz fotoğraflar ağır basacaktır.4 Bu yargının salt müzeoloji değil, sanatın her alanında biçime ilişkin bakış açısını nasıl şekillendirmiş olabileceği üzerine kestirimler yapmak, Aydınlanma sonrası güçlenen beyaz ırkın üstünlüğü ve sağlıklı beden ideali tartışmalarını nasıl beslediğini anlamak çok güç olmasa gerek.5 Winckelmann’la temelleri atılan Avrupa-merkezli sanat tarihi yazımı 1970’lerden bu yana ciddi bir eleştirel sorgulama geçirmiş olsa da beyaza ilişkin bu yargının etkisi hâlâ sürmektedir. Bu uzun tartışmaya girmeye tabii ki niyetim yok, ama mimarlık ve beyaz üzerine kabullerimizin arkaplanı açısından bu önemli bilgi bir kenarda dursun. 1, 2 Aegina adasındaki Aphaie tapınağının alınlığını süsleyen okçu figürü ve “Gods in Color” sergisi için yapılmış renkli rekonstrüksiyon
3 Gottfried Semper’in 1836’ya tarihlenen, Parthenon’un renkli durumuna ilişkin rekonstrüksiyon çalışması
beyaz modernizm miti ve bir mimarlık tarihyazımı sorunu olarak beyaz
20. yüzyıl ile birlikte gelişen modernizmin mimarlıktaki yansımaları arasında beyazı ararken hem mimarlık üretimi, hem mimarlık söylemi, hem de mimarlık tarihyazımı açısından oldukça karmaşık bir alanın içine giriyoruz. Endüstri devrimi sonrasında nüfusun büyük bir hızla artmasıyla dönüşen 19. yüzyıl metropolleri sanayiye bağlı kirliliği ve özellikle işçi sınıfının çözüm bulunmayan barınma sorunları sonucu çıkan salgınları kanıksamıştı. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında mimarlık ve kent üzerine düşünenlerin hayallerini bir yandan Alman dışavurumculuğunun düşşel ütopyaları gibi kurgular, diğer yanda Le Corbusier’nin Ville Radieuse’ü gibi işlevsel bir bölgeleme üzerinden kontrol altına alınmış, kentte ve iç mekânda sağlıklı yaşam ve hijyeni temel alan çevre önerileri meşgul ediyordu. Bu örneklerin belki de en ilginci Chicago kentinin zenginleşmesinde önemli rol oynadığı düşünülen mezbahaların yanı başına 1893’te inşa edilmiş ve City Beautiful (Güzel Kent) hareketine kaynaklık etmiş olan “Dünya Fuarı”dır. Geceleri elektrikle aydınlatılarak ışıl ışıl parlayan, yoğun süslemelerle bezenmiş beyaz neoklasik yapılarıyla fuar, ziyaretçileri tarafından “Beyaz Kent” olarak adlandırılmıştı. Sağlıklı, temiz ve zengin kent ideali üzerinden güçlü yeni dünya imgesini yaymak isteyen fuarın organizatörleri şüphesiz ki tüm yapıların beyaz olmasını tesadüfen talep etmediler.
20. yüzyıl başına geldiğimizde 19. yüzyıldan kurtulmak sanat dünyasının önemli meşguliyetlerinden biri haline gelmişti. Neyi mi kast ediyorum? 1995’te Channel 4’da yayınlanmış olan Hidden Hands: A Different History of Modernism (Gizli Eller: Modernizmin Farklı Bir Tarihi) belgeselinin ikinci bölümü A Clean, White World (Temiz, Beyaz Bir Dünya), modern mimarların temizlik ve hijyene verdikleri önemin 1. Dünya Savaşı’nın pisliği ve korkularını bizzat yaşamış olmalarından ve hemen sonrasında yaşanan İspanyol gribi pandemisinden kaynaklandığını vurguluyor.6 Bu kuşak için beyaz geride bırakılan kirli dünyanın üzerini örten bir örtü, her şeyi temizleyen bir sihir, kararlı bir ret ve inkârın giysisi gibidir.
Mimarlıkta bu döneme odaklanan tarih metinlerinde sıkça karşılaşılan deyimlerden biri “beyaz modernizm”dir. Bu deyim okuyanın aklına mimarlık tarihi açısından öncü görülmüş birçok yapının en belirleyici özelliğinin sanki süsten arındırılmış beyaz yüzeyleri olduğunu yerleştirir. Modern mimarlığın hikâyesiyle ilgilenmeyenler için onu tanımlamanın hızlı ve kolay formüllerinden biridir bu. Nedir gerçekten modern mimarlığı farklı kılan
özellikler? Düz çatılar, saydamlık, camın kullanımı, beton ve çelik taşıyıcılar, titiz bir geometrik düzenin güçlü ve sert çizgilerle kurulduğu dinamik, asimetrik, kompozisyonlar, taşıyıcı yapı ve mekân bölücülerin net ayrımı ve birbiri içine akan mekânlar, süsten arındırılmış, tarihi referansların olmadığı, soyut ve hacim vurgusuna öncelik veren kütle düzenleri, ve olmazsa olmaz beyaz yüzeyleri mi? Yoksa modern mimarlıkla birlikte hayal edilen yeni bir toplumsal düzen mi?
Sarah Williams Goldhagen Something to Talk About: Modernism, Discourse, Style (Üzerine Konuşulacak Bir Şey: Modernizm, Söylem, Üslup) (2005) başlıklı yazısında mimarlık nesnesine ait biçimsel özellikleri saymanın modern mimarlığı tanımlamaya yetmeyeceğini, onu bir üslup cenderesine sıkıştıracağını belirtir. Mimarlıkta modernizmin bir üslup olarak görülmesinin yanlışlığına ve bu algının modern mimarlığın içerik zenginliğini ve karmaşıklığını örttüğüne, gizlediğine dikkat çeker.7 Mimarlıkta modernizmin çoğulcu bir söylemsel alan, bir paradigma olarak kavranmasını önerir ve bunun için yeni bir tarihyazımı pratiğinin oluşturulmasını salık verir. Beyaz, üslup üzerinden yazılan indirgemeci tarihin ürettiği ve bu anlatının yaygınlaşmasıyla kalıcılaşan bir sorundur.
Modern mimarlığın kurucu soykütüğünü oluşturan kanonik tarih metinlerini yazan Sigfried Giedion, Nikolaus Pevsner, Emil Kauffman, Henry Russell Hitchcock gibi tarihçiler modern mimarlığı tanımlarken 19. yüzyılın adeta bir üsluplar resmi geçitine dönüşmüş olduğundan dem vururlar. Modern mimarlığı bu yeniden canlandırmacı ve seçmeci tavrın reddi üzerinden tanımlarken, modernizmden yeni bir üslup gibi bahsederler.8 “Modern” kavramı aslında pek çok öncü mimar tarafından tercih edilmez ve “modern mimarlık” yerine “yeni mimarlık” deyimi kullanılırdı. Ama anımsamak gerekir ki 1932’de, bahsettiğim tarihçilerin 1960’lara kadar farklı kuşakları modern mimarlık üzerine eğiten kitapları henüz daha piyasaya çıkmamışken, New York Modern Sanat Müzesi’nde açılan Modern Architecture: International Exhibition (Modern Mimarlık: Uluslarası Sergi) sergisi modern mimarlığı bir üslup olarak tanıtmıştı.9
Hitchcock, Johnson ve MoMA’nın o dönemdeki direktörü Alfred H. Barr Jr. Avrupa’daki yeni mimarlık örneklerini görmek için yaptıkları gezi sırasında Stuttgart’ı da ziyaret ederler. Bu ziyaret sırasında aralarında Le Corbusier, J.J.P. Oud, Peter Behrens, Mart Stam, Walter Gropius, Mies van der Rohe, Hans Scharoun gibi yeni mimarlığın önemli isimlerinin bulunduğu bir grubun tasarladığı Weissenhof konut sergisini görür ve MoMA’da bu yeni mimarlığı anlatacak bir sergi açmaları gerektiğine ikna olurlar. Deutscher Werkbund tarafından Mies van der Rohe’nin tasarım direktörlüğünde 1927’de gerçekleştirilen Weissenhof konut sergisi üçlüye göre gelişmekte olan yeni mimarlığın çarpıcı bir bütünlük ama aynı zamanda çeşitlilik içeren vitrini gibidir. Ve tabii ki bu yapıların ilk göze çarpan özelliği “beyaz” olmalarıdır.
Sergi için hazırlanan özgün kataloğun yeniden düzenlenmesinden sonra basılan kitap The International Style: Architecture after 1922 (Uluslarası Üslup: 1922’den Sonra Mimarlık) adıyla yayınlanacak ve yeni mimarlık “üslubunun” uluslararası bir karakteri olduğu iddiasını ön plana çıkaracaktı. Avrupa’da mimarlığa toplumsal bir görev atfeden yeni mimarlığın pek çok öncüsü sergiyi ve sergi sonucu yayınlanan kitabı gelişen yeni mimarlığa ihanet olarak görecek ve sert tepkilerle karşılayacaktı.
Henry Russell-Hitchcock ve Philip Johnson (sergi hazırlıkları sırasında henüz mimarlık eğitimi görmemiştir), Avrupa’nın farklı ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri’nde 1922’den 1932’ye kadar geçen sürede üretilmiş ve sergiye alınmış olan örnekler ile uluslararası bir üslubun doğmakta olduğunu göstermektedirler. Üslubu karakterize eden temel özellikler, işlevsellikle birlikte üç temel ilkedir: hacim olarak mimarlık, süslemeden kaçınma, açıklıklar ve taşıyıcı yapının düzenliliği. Yüzey kaplamaları düzlemlerin yalınlığını güçlendirmeli, basit bir sıva tercih edilmelidir.10
siyah-beyaz fotoğrafların sergiledikleri ve sakladıkları
Beyaz modernizm mitinin ortaya çıkışı ve modern mimarlığın bir stil olarak algılanıyor olmasının gerisinde mimarlık yayıncılığında fotoğrafın kullanımıyla bağlantılı nedenler de vardır. Özellikle 1919 ve 1930 arasında basılmış birçok önemli kaynak gelişmekte olan yeni mimarlığı siyah-beyaz fotoğraflar aracılığıyla tanıtmış, bu kaynaklardaki mimarlık
temsilleri yeni bir mimarlık hareketinin ortaya çıktığına dair bir tutarlılık ve bütünlük algısı yaratmış,12 aynı zamanda modern mimarlık örneklerindeki sofistike renk ve malzeme uygulamalarının gözlerden uzak kalmasına neden olmuştur. Modern mimarlığı inşa edilmiş örneklerden değil de yayınlardan izleyen önemli bir kitle 1950’lerde mimarlık yayıncılığında renkli fotoğraflar yaygınlaşmaya başlayana kadar onu siyah beyaz fotoğraflar aracılığıyla tanıyacaktır.
Mimarlık fotoğrafçılığının erken 20. yüzyılda geçirdiği gelişim modern mimarlık örneklerinin etkisini daha da arttıracaktır. Joseph Rosa, 1998’de History of Photography dergisinde yayınladığı “Architectural photography and the construction of modern architecture” (Mimarlık fotoğrafçılığı ve modern mimarlığın inşası) başlıklı yazısında mimarlık fotoğrafçılığının kıta Avrupa’sında yavaş ilerlediğini, ama Britanya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yeni mimarlık fotoğraflama yöntemlerinin geliştirildiğini belirtir.13 Avrupa’da pek çok mimar yapılarının fotoğraflanmasında hem profesyonel fotoğrafçılardan hem de fotoğraf sanatçılarından destek alır ve mimarlığın fotoğraf yoluyla temsiliyeti yeni bir boyut kazanır. Rosa’ya göre siyah beyaz fotoğraf modern mimarlık pedagojisinin kıta Avrupa’sından Amerika Birleşik Devletleri’ne aktarılmasındaki en etkili araç olmuştur. Siyah-beyaz fotoğraflardaki derinlik ve kontrast, yapı ve yakın çevresiyle kurgulanan atmosferik drama adeta modern mimarlığın “ruhunu açığa vurur.”14 Fotoğrafın ömrü ve temsil ettikleri, kullanılarak eskiyen ve değişen yapının ömrünün çok ötesine geçecek, modern mimarlık örnekleri Julius Shulman, Ezra Stoller, Bill Hedrich gibi fotoğrafçıların yapıtlarıyla ölümsüzleşecek, hatta siyah-beyaz fotoğraflar bazı yapıların yanlış biçimde restore edilmesinde rol oynayacaktır.
1970’lerde gelişen postmodernizmle birlikte, modernizm siyah beyaz temsilleri gibi renksiz ve soyut olmakla suçlanacak, kasvetli ve cansız yaşam çevrelerinin baş sorumlusu olarak gösterilecektir. Kim Beil’a göre “Uluslarası Üslup” sergisinin inşa ettiği modern mimarlık imgesinin Avrupa modernizmi ve elitizm ile özdeşleştirilmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nde beyaz modernizm mitini kalıcılaştıran önemli etkenlerden biridir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında gelişen tüketim toplumu ve orta sınıf idealinin Amerikan kamuoyuna aktarılması, Amerikan modernizminin, özellikle California modernizminin ürettiği yapılar ve iç mekânların renkli fotoğraflarıyla gerçekleşecekti. House Beautiful dergisi gibi tüketim kültürü odaklı dergiler, yalın iç mekânları, sade yüzeyleri, az sayıda mobilyayla döşenmiş mekânlarını bahane ederek beyaz modernizmin Amerikan orta sınıf ideallerine aykırı bir mimarlık olduğu argümanını yayacaktır.15 Yeni nesnellik (Neue Sachlichkeit) düşüncesinin de etkisiyle Avrupa işçi sınıfına insanca bir yaşam sunma idealini sahiplenen Avrupa modernizmi amiyane tabiriyle Amerikan orta sınıfına “uymuyordur.” Bu mimarlık fazla yalın, fazla kasvetli, fazla toplumcu, fazla beyazdır, içi de “boş”tur. Siyah-beyaz geçmişe, renkli olan şimdiye aittir. Sahip olmak üzerine kurulu bir kültürün böyle bir mimarlığı onaylaması beklenemez.
beyaz duvarlar: “modern mimarlığın ergenlik üniforması” ya da aşil topuğu
Mark Wigley White, Walls, Designer Dresses: The Fashioning of Modern Architecture (Beyaz Duvarlar, Tasarımcı Giysileri: Modern Mimarlığı Biçimlendirmek) adlı kitabının giriş bölümünde modern mimarlık için beyazın taşıdığı anlamları sorgular. “Modern mimarlığın kimliği yüzeylerinin beyazlığından ayrılamaz gözükür.
der. Foucault’nun Las Meninas analizinde de dile getirdiği gibi beyazla kodlanan mesajları deşifre edebilmek için beyaza ilişkin açıkça söylenenlere değil, resmin dışında, yani söylem dışında bırakılanlara bakmak gerekir. Kısaca özetlemek gerekirse Wigley baş döndüren arşiv araştırmasıyla geç 19. yüzyıl ve erken 20. yüzyıl Avrupa’sında gelişen sağlıklı beden hareketi ve giyimin işlevsel ve basit hale getirilmesini savunan giyim reformu hareketinin ürettiği söylemsel içeriğin, örtük bir biçimde yeni mimarlık söylemine dahil edildiğini, mimarlığın beden, giyim ve modaya ilişkin argümanları kullandığını titizlikle ortaya koyar. Tarihin dolabında bulduğu kostümleri üstüne geçirmeyi reddeden modern mimarlık “çıplaklığı” tercih etmiş, bedeninin üstündeki beyaz kostümü, moda kostümler giymenin adeta suç olduğunu iddia ederek taşımıştır. Modern mimarlık söylemi ve onun kalıcılığını sağlayan söylem
odakları bu beyaz kostümün varlığını, onun da sonuçta bir kostüm olduğu gerçeğini yadsımış, bünyesinde güçlü bir biçimde var olan feminen ve moda kökenli içeriği baskılamıştır. Moda üstü olmaya, moda dışı kalmaya çalışırken moda referanslı olmaktan kurtulamamış, üsluplar üstü olmaya çalışırken bir üslup olarak nitelenmekten kaçamamış; kendini ısrarla kitle kültüründen ayrı var etmeye çalışırken yeni bir kitle kültürünün kurucusu olmuştur.17 Modern mimarlığın beyaz giysisi, en az taşıyıcı yapı ve mekân organizasyonu kadar kurucu bir öğedir, ama ondan püriten bir idealin doğal sonucu gibi bahsedilir.
Wigley’nin de dediği gibi
değildir.”20 Meier’e katılmamak (farklı nedenlerle de olsa!), mümkün olmasa gerek. Bugün şirketleşmiş mimarlık dünyasının zirvesindeki Meier mimarlığının beyazıyla, 1927 Weissenhof Konut Sergisi için inşa edilen konutların beyazı da aynı beyaz değil zaten.
Mimarlık tarihi içindeki bu kısa gezintiden sonra siz söyleyin. Beyazı nasıl bilirdiniz?
1 2 3
Anika Burgess, “Rediscovering the Blazingly Bright Colors of Ancient Sculptures: And why most of us grew up believing classical sculpture is white” February 14, 2018, https://www.atlasobscura.com/articles/ancientsculpture-color-polychromy [Son erişim: 3.09.2020]. Donald Preziosi, The Art of Art History, Oxford University Press, 2009.
“Color contributes to beauty, but it is not beauty itself, though it generally enhances beauty and its forms. Since white is the color that reflects the most rays of light, and thus is most easily perceived, a beautiful body will be all the more beautiful the whiter it is…” Winckelmann, J. J. (2006, (1764)). History of the Art of Antiquity, Getty Center: Los Angeles, s. 195, 2006. İngilizce’den yazar tarafından Türkçe’ye çevrildi. Winckelmann’ın beyaza övgüsünü özetleyen bu alıntı antik çağ sanatı ve renk tartışmalarıyla ilgili pek çok akademik yayında karşımıza çıkıyor. Örneğin Nicole Neuenfeld, “The Colouring of Ancient Sculptures: The Driving Force of Expression”, Christoph Klose, Lukas C. Bossert, William Leveritt (ed.), Fresh Perspectives on Graeco-Roman Visual Culture, Proceedings of an International Conference at Humboldt-Universität, Berlin, 2–3 Eylül 2013.
Örneğin Sarah E. Bond, “Why We Need to Start Seeing the Classical World in Color” başlığıyla 7 Haziran 2017’de yayınlanan yazısında güzellikle beyaz mermer arasında kurulan ilişkinin evrenin değişmez bir gerçeği olmadığını, beyaz ırkın üstünlüğü düşüncesini güçlendiren tehlikeli bir kurgu olduğunu, antik dünyada bedenin rengi üzerinden bir ayrımın yapılmadığını söylüyor: https://hyperallergic.com/383776/why-we-need-tostart-seeing-the-classical-world-in-color/, [Son erişim:3 Eylül 2020]
“Hidden Hands: A Different History of Modernism”, Fulmar Television, 1995. Belgeselin ikinci bölümü olan “A Clean White World” şu bağlantıdan izlenebilir: https:// youtu.be/jk5PgJjO_sg [Son erişim: 3 Eylül 2020]
Sağlık çevrelerinin oluşumunda modernizmin rolü üzerine bkz. Paul Atkinson “A clean, white world”, Design for Health , 2:1, s. 1-3, 2018.
Sarah Williams Goldhagen “Something to Talk About: Modernism, Discourse, Style”, Journal of the Society of Architectural Historians, 64:2, Haziran 2005.
Bu konuda Panayotis Tournikiotis’in modern mimarlık tarihinin kurucu metinleri üzerine kitabının birinci bölümünde yaptığı genel değerlendirmeye bakmanızı öneririm. Panayotis Tournikiotis, The Historiography of Modern Architecture, Cambridge, Mass., MIT Press, 1999.
Serginin kataloğu ile sonradan çıkarılan kitap arasında “uluslararası üslup” anlatısının sorgulanmasına neden olabilecek Frank Lloyd Wright gibi mimarların, ya da tarih referansları güçlü olan bazı örneklerin çıkarılmış olması gibi önemli farklar vardır. Özgün katalog için bkz. https://assets.moma.org/documents/moma_catalogue_2044_300061855.pdf [Son erişim: 5 Eylül 2020].
Henry Russell Hitchcock, Philip Johnson, The International Style: Architecture Since 1922, New York, W.W. Norton, 1932. 11 12 13 14 15 16 17 18
Barbara Klinkhammer, “Creation of the Myth: “White” Modernism”, (yayınlanmamış konferans bildirisi) 92nd Acsa Annual Meeting Miami, s. 429-434, 18-21 Mart, 2004.
Goldhagen bu kaynaklar arasında Le Corbusier,
Vers une architecture (Paris, 1923); Walter Gropius, Internationale Arkitektur (Munich, 1925); Adolf Behne, Der modern Zweckbau (Munich, 1926); ya da The Modern Functional Building (Santa Monica, 1996); Walter Curt Behrendt, Der Sieg des neuen Baustils (Stuttgart, 1927); Adolf Gustav Platz, Die Baukunst der neuesten Zeit (Berlin, 1927); Sigfried Giedion, Bauen in Frankreich, Bauen in Eisen, Bauen in Eisenbeton (Leipzig, 1928) ya da Building in France, Building in Iron, Building in Ferroconcrete (Santa Monica, 1995); Ludwig Hilberseimer, Internationale neue Baukunst (Stuttgart, 1928); Henry-Russell Hitchcock, Modern Architecture: Romanticism and Reintegration (New York, 1929); Bruno Taut, Modern Architecture (Londra, 1929); Hitchcock ve Johnson, The International Style: Architecture Since 1922 (New York, 1932); Alberto Sartoris, Gli elementi del architettura funzionale, sintesi panoramica del architettura moderna (Milan, 1932); Nikolaus Pevsner, Pioneers of Modern Design from William Morris to Walter Gropius (London, 1937); ve Giedion, Space, Time and Architecture (Cambridge, Mass., 1941) gibi içinde sergi kataloglarından, mimarlık kuramı ve kanonik mimarlık tarihi metinlerine kadar birçok kaynağı sayıyor.
Joseph Rosa, “Architectural photography and the construction of modern architecture”, History of Photography, 22:2, 99-104, 1998. Rosa yazısında bu etkiyi yaratanın 14 ayrı yerde açılan International Style sergisi ve serginin kitabı olduğu düşüncesini de destekler. Özellikle 1930’larda Architectural Review dergisine çektikleri yoğun kontrastlar ve ışık oyunları içeren siyahbeyaz fotoğraflarıyla Dell & Wainwright Britanya’da modern mimarlığın tanınmasında önemli rol oynamıştır. Dell & Wainwright’la ilgili bkz. Valeria Carullo, “Image makers of British modernism: Dell & Wainwright at The Architectural Review,” The Journal of Architecture, 21:7, 1012-1032, 2016.
Kim Beil, “The Myth of Black and White Modernism: Color Photographs and the Politics of Retrojective Looking,” Visual Resources, 31:3-4, s. 127-153, 2015.
Mark Wigley, White Walls Designer Dresses: The Fashioning of Modern Architecture, Cambridge: MIT Press,, s. xv, 1995. Wigley’nin kitabının önsözünü https:// www.e-skop.com/skopbulten/beyaz-duvarlar-tasarimci-giysileri-modern-mimarligi-bicimlendirmek/1026 bağlantısından Umut Şumnu’nun özenli çevirisinden okumanızı öneririm.
Modern mimarlık ve moda ilişkisi üzerine odaklanan revizyonist mimarlık tarihi çalışmaları üzerine genel bir çerçeve olarak bkz. Leila W. Kinney ”Fashion and Fabrication in Modern Architecture”, Journal of the Society of Architectural Historians, C. 58, S. 3, Architectural History 1999/2000, s. 472-481, 1999.
Reyner Banham Le Corbusier’nin ölümünden sonra yazdığı yazısında ünlü mimar hakkında yazılan anmalarda onun “çağının mimarlık modası ustası” olduğunu unuttuğunu söyler. Le Corbusier brutalist arayışlarına çoktan başlamışken takipçileri modern mimarlığın ergenlik ünformasını çıkartamamış, hâlâ beyaz modernizmle uğraşmaktadır. Reyner Banham, Age of the Masters: A Personal View of Modern Architecture, New York, Harper and Row, s. 39, 1962.
Five Architects: Eisenman, Graves, Gwathmey, Hejduk, Meier, Oxford: Oxford University Press, 1975
Meier’in ödül töreni konuşması için bkz. https://www. pritzkerprize.com/sites/default/files/inline-files/ Richard_Meier_Acceptance_Speech_1984.pdf, [Son erişim: 3 Eylül 2020].