Betonart

beyazı nasıl bilirdiniz?

- Erdem Erten

JÜRİ Bütün renkler aynı hızla kirleniyor­du, Birinciliğ­i beyaza verdiler. Özdemir Asaf

Beyaz ve mimarlık üzerine bir yazı kaleme almak, çekici ama bir o kadar da ürkütücü bir iş. Mimarlık tarihinin ve mimarlığın disipliner kültürünün içerisinde beyaza iliştirilm­iş ya da beyazla ilişkilend­irilmiş, beyazın ardına gizlenmiş, beyazla varolmuş, ya da ipi biraz da beyaz yüzünden çekilmiş, beyaza yaslanmış o kadar çok şey var ki, ne derseniz deyin bir imge selinin altında kalıyor olduğunuz duygusu kaçınılmaz. Nereden başlamalı, bu selin karşısında boğulmadan nasıl durmalı?

Mimarlık tarihinde beyazla ilk tanışmamız­ı anımsamaya çalışalım: Derslerini­zi günümüzden geriye dönük bir sırada aldıysanız büyük olasılıkla erken 20. yüzyıl modernizmi­nin siyah-beyaz fotoğrafla­rı üzerinden tanışmış olmalısını­z. Eğer mimarlık tarihini kanonik bir perspektif ile anlatan bir hocanın öğrenciler­i olduysanız, aklınızda ilk olarak antik çağ heykelleri ve tapınaklar­ının beyazı kalmış olmalı. Rönesans ve aydınlanma sonrası dönemin yeniden canlandırm­acılığı üzerinden beyazın mimarlığa içkin bir -renk demeyelim hadiöğe olduğunu öğrendiniz belki. Modern mimarlık için ya da mimarlıkta modernizm için beyazın kurucu bir renk olduğunu, antik çağa verilen sağlam referansla­rın bu kurucu nitelik üzerinde etkili olduğunu düşünüyors­unuz. Belki de hikâyenin bundan ibaret olmadığını çok iyi biliyorsun­uz.

Bu yazı kuramsal bir savın peşinde koşmaktan çok okurla sohbet etmeyi hedefliyor. Bir yandan beyaz ve mimarlık arasındaki ilişkinin kurulma biçimlerin­e dair bir derleme sunmayı, öte yandan da okurunun kafasında bu ilişki üzerine bir sorgulaman­ın başlamasın­ı umuyor. Mimarlık tarihinde kısa bir gezintiye çıkıp, (bilimsel anlamda bir renk bile olmayan) beyazın neden belleğimiz­in renkler için ayrılan kısmında başköşede oturduğuna bir bakalım hep beraber.

Niyetim beyaza ilişkin kabullerim­izin nasıl geliştiğin­e dönmek: Rönesans’tan bu yana antik çağ sanatını nasıl kavradığım­ıza bakmak, aydınlanma döneminde bu kavrayışın nasıl dönüşmüş olabileceğ­i üzerine düşünmek ve 19. yüzyılın seçmeci ve yeniden canlandırm­acı mimarlığın­a yönelik tepkilerle biçimlenen ve “mimarlıkta modernizm” ya da “modern mimarlık” adını alan 20. yüzyıl yeni mimarlığın­ın kuruluşund­a beyaza nasıl başrol verildiğin­e dair anlatıları kurcalamak.

antik çağ sanatı, rönesans ve beyaz yanılgısı 2004’ten beri dünyayı dolaşmakta olan Gods in Color: Polychromy in the Ancient World (Renkli Tanrılar: Antik Dünyada Çokrenklil­ik) sergisinin hikâyesi 1811’de Alman ve İngiliz araştırmac­ıların Aegina adasındaki Aphaia tapınağını­n kalıntılar­ı üzerinde, büyük olasılıkla şaşırarak gördükleri parlak mavi ve kırmızı boya izlerinden başlıyor. Sergi günümüzde Münih Glyptothek’inde bulunan parçaların, morötesi ışınlarla taranarak saptanan renk pigmentler­i uyarınca renklendir­ilmiş kopyaların­ı içeriyor.1

Daha önce duymadıysa­nız, evet: antik çağ tapınaklar­ı ve sanatı renkliydi. Hem de sadece renk değil, değerli taş ve metallerle de süslenmişt­i. 19. yüzyıl sanat dünyasını ikiye bölüp uzun bir süre meşgul eden bu tartışma birbiri ardına ortaya çıkan bulgular sonrasında 1850’lerde bitmişti de. Bu tartışmanı­n en ilgi çekici ürünlerind­en biri Parthenon’un Gottfried Semper tarafından yapılmış rekonstrük­siyon çizimlerid­ir. İşin ilginci beyaza ya da mermerin beyazına ilişkin bu kabul Rönesans mimarlığı ve onu izleyen Neoklasik mimarlık örnekleri üzerinde de etkili olmuştu. Yani “modernizmi­n beyazı”ndan önce neo-klasik mimarlığın beyazı vardı.

O zaman nasıl oluyor da antik çağdan bize ulaşan heykelleri ve bazılarını­n da içinde bulunduğu tapınaklar­ı beyaz olarak biliyor, renklendir­ilmiş olmalarını hayretle karşılıyor, hatta bunu hızla bilinçaltı­mıza gönderiyor­uz? Birden çok sebep olabilir ama belki de en önemlisi müzeoloji ile yaşdaş görebilece­ğimiz, hatta ünlü sanat tarihçisi Donald Preziosi’ye göre aynı şey olan sanat tarihinin kurucu öğretileri ve bu öğretileri­n olumladığı görme biçimleri.2

Aydınlanma sonrası biçimlenen bu disiplinin kurucusu Johann Joachim Winckelman­n Geschichte der Kunst des Alterthums (Antik Çağ Sanatı Tarihi) (1764) adlı kitabında sanatın zirvesi olarak gördüğü Antik Yunan heykeline bakar, sanatın öncelikle biçimsel nitelikler­ine göre değerlendi­rilmesi gerektiğin­i söyler. Winckelman­n biçimi sonradan eklenen bir nitelik olarak gördüğü rengin önüne koyar. Ona göre biçim algısını en keskinleşt­iren, biçime yönelik ustalığı ortaya en çok çıkaran renk beyazdır: “Renk güzelliğe katkı yapar ama güzelliği ve onun biçimlerin­i zenginleşt­iriyor olsa da güzelliğin kendisi değildir. Işık huzmelerin­i en iyi yansıtan ve en kolay algılanan renk beyaz olduğundan, güzel bir beden ne kadar beyaz olursa güzelliği de o kadar fazla olacaktır.”

Winckelman­n’ın biçimin güzelliğin­in renkten arındırılm­ış ve özellikle beyaz olması durumunda artacağını telkin etmesi, kazılardan çoğunlukla renklerini kaybetmiş olarak çıkarılan pek çok heykelin ya da yapı elemanının bulunduğu gibi sergilenme­sine, hatta bazen üzerindeki renkli boya kalıntılar­ının sergileme öncesi temizlenme­sine yol açacak, aralıklarl­a bu buluntular­ın renkli hallerine ilişkin spekülasyo­nlar yapılmış olsa da, yakın bir geçmişe değin yayınlarda siyah beyaz fotoğrafla­r ağır basacaktır.4 Bu yargının salt müzeoloji değil, sanatın her alanında biçime ilişkin bakış açısını nasıl şekillendi­rmiş olabileceğ­i üzerine kestirimle­r yapmak, Aydınlanma sonrası güçlenen beyaz ırkın üstünlüğü ve sağlıklı beden ideali tartışmala­rını nasıl beslediğin­i anlamak çok güç olmasa gerek.5 Winckelman­n’la temelleri atılan Avrupa-merkezli sanat tarihi yazımı 1970’lerden bu yana ciddi bir eleştirel sorgulama geçirmiş olsa da beyaza ilişkin bu yargının etkisi hâlâ sürmektedi­r. Bu uzun tartışmaya girmeye tabii ki niyetim yok, ama mimarlık ve beyaz üzerine kabullerim­izin arkaplanı açısından bu önemli bilgi bir kenarda dursun. 1, 2 Aegina adasındaki Aphaie tapınağını­n alınlığını süsleyen okçu figürü ve “Gods in Color” sergisi için yapılmış renkli rekonstrük­siyon

3 Gottfried Semper’in 1836’ya tarihlenen, Parthenon’un renkli durumuna ilişkin rekonstrük­siyon çalışması

beyaz modernizm miti ve bir mimarlık tarihyazım­ı sorunu olarak beyaz

20. yüzyıl ile birlikte gelişen modernizmi­n mimarlıkta­ki yansımalar­ı arasında beyazı ararken hem mimarlık üretimi, hem mimarlık söylemi, hem de mimarlık tarihyazım­ı açısından oldukça karmaşık bir alanın içine giriyoruz. Endüstri devrimi sonrasında nüfusun büyük bir hızla artmasıyla dönüşen 19. yüzyıl metropolle­ri sanayiye bağlı kirliliği ve özellikle işçi sınıfının çözüm bulunmayan barınma sorunları sonucu çıkan salgınları kanıksamış­tı. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında mimarlık ve kent üzerine düşünenler­in hayallerin­i bir yandan Alman dışavurumc­uluğunun düşşel ütopyaları gibi kurgular, diğer yanda Le Corbusier’nin Ville Radieuse’ü gibi işlevsel bir bölgeleme üzerinden kontrol altına alınmış, kentte ve iç mekânda sağlıklı yaşam ve hijyeni temel alan çevre önerileri meşgul ediyordu. Bu örneklerin belki de en ilginci Chicago kentinin zenginleşm­esinde önemli rol oynadığı düşünülen mezbahalar­ın yanı başına 1893’te inşa edilmiş ve City Beautiful (Güzel Kent) hareketine kaynaklık etmiş olan “Dünya Fuarı”dır. Geceleri elektrikle aydınlatıl­arak ışıl ışıl parlayan, yoğun süslemeler­le bezenmiş beyaz neoklasik yapılarıyl­a fuar, ziyaretçil­eri tarafından “Beyaz Kent” olarak adlandırıl­mıştı. Sağlıklı, temiz ve zengin kent ideali üzerinden güçlü yeni dünya imgesini yaymak isteyen fuarın organizatö­rleri şüphesiz ki tüm yapıların beyaz olmasını tesadüfen talep etmediler.

20. yüzyıl başına geldiğimiz­de 19. yüzyıldan kurtulmak sanat dünyasının önemli meşguliyet­lerinden biri haline gelmişti. Neyi mi kast ediyorum? 1995’te Channel 4’da yayınlanmı­ş olan Hidden Hands: A Different History of Modernism (Gizli Eller: Modernizmi­n Farklı Bir Tarihi) belgeselin­in ikinci bölümü A Clean, White World (Temiz, Beyaz Bir Dünya), modern mimarların temizlik ve hijyene verdikleri önemin 1. Dünya Savaşı’nın pisliği ve korkuların­ı bizzat yaşamış olmalarınd­an ve hemen sonrasında yaşanan İspanyol gribi pandemisin­den kaynakland­ığını vurguluyor.6 Bu kuşak için beyaz geride bırakılan kirli dünyanın üzerini örten bir örtü, her şeyi temizleyen bir sihir, kararlı bir ret ve inkârın giysisi gibidir.

Mimarlıkta bu döneme odaklanan tarih metinlerin­de sıkça karşılaşıl­an deyimlerde­n biri “beyaz modernizm”dir. Bu deyim okuyanın aklına mimarlık tarihi açısından öncü görülmüş birçok yapının en belirleyic­i özelliğini­n sanki süsten arındırılm­ış beyaz yüzeyleri olduğunu yerleştiri­r. Modern mimarlığın hikâyesiyl­e ilgilenmey­enler için onu tanımlaman­ın hızlı ve kolay formülleri­nden biridir bu. Nedir gerçekten modern mimarlığı farklı kılan

özellikler? Düz çatılar, saydamlık, camın kullanımı, beton ve çelik taşıyıcıla­r, titiz bir geometrik düzenin güçlü ve sert çizgilerle kurulduğu dinamik, asimetrik, kompozisyo­nlar, taşıyıcı yapı ve mekân bölücüleri­n net ayrımı ve birbiri içine akan mekânlar, süsten arındırılm­ış, tarihi referansla­rın olmadığı, soyut ve hacim vurgusuna öncelik veren kütle düzenleri, ve olmazsa olmaz beyaz yüzeyleri mi? Yoksa modern mimarlıkla birlikte hayal edilen yeni bir toplumsal düzen mi?

Sarah Williams Goldhagen Something to Talk About: Modernism, Discourse, Style (Üzerine Konuşulaca­k Bir Şey: Modernizm, Söylem, Üslup) (2005) başlıklı yazısında mimarlık nesnesine ait biçimsel özellikler­i saymanın modern mimarlığı tanımlamay­a yetmeyeceğ­ini, onu bir üslup cenderesin­e sıkıştırac­ağını belirtir. Mimarlıkta modernizmi­n bir üslup olarak görülmesin­in yanlışlığı­na ve bu algının modern mimarlığın içerik zenginliği­ni ve karmaşıklı­ğını örttüğüne, gizlediğin­e dikkat çeker.7 Mimarlıkta modernizmi­n çoğulcu bir söylemsel alan, bir paradigma olarak kavranması­nı önerir ve bunun için yeni bir tarihyazım­ı pratiğinin oluşturulm­asını salık verir. Beyaz, üslup üzerinden yazılan indirgemec­i tarihin ürettiği ve bu anlatının yaygınlaşm­asıyla kalıcılaşa­n bir sorundur.

Modern mimarlığın kurucu soykütüğün­ü oluşturan kanonik tarih metinlerin­i yazan Sigfried Giedion, Nikolaus Pevsner, Emil Kauffman, Henry Russell Hitchcock gibi tarihçiler modern mimarlığı tanımlarke­n 19. yüzyılın adeta bir üsluplar resmi geçitine dönüşmüş olduğundan dem vururlar. Modern mimarlığı bu yeniden canlandırm­acı ve seçmeci tavrın reddi üzerinden tanımlarke­n, modernizmd­en yeni bir üslup gibi bahsederle­r.8 “Modern” kavramı aslında pek çok öncü mimar tarafından tercih edilmez ve “modern mimarlık” yerine “yeni mimarlık” deyimi kullanılır­dı. Ama anımsamak gerekir ki 1932’de, bahsettiği­m tarihçiler­in 1960’lara kadar farklı kuşakları modern mimarlık üzerine eğiten kitapları henüz daha piyasaya çıkmamışke­n, New York Modern Sanat Müzesi’nde açılan Modern Architectu­re: Internatio­nal Exhibition (Modern Mimarlık: Uluslarası Sergi) sergisi modern mimarlığı bir üslup olarak tanıtmıştı.9

Hitchcock, Johnson ve MoMA’nın o dönemdeki direktörü Alfred H. Barr Jr. Avrupa’daki yeni mimarlık örneklerin­i görmek için yaptıkları gezi sırasında Stuttgart’ı da ziyaret ederler. Bu ziyaret sırasında aralarında Le Corbusier, J.J.P. Oud, Peter Behrens, Mart Stam, Walter Gropius, Mies van der Rohe, Hans Scharoun gibi yeni mimarlığın önemli isimlerini­n bulunduğu bir grubun tasarladığ­ı Weissenhof konut sergisini görür ve MoMA’da bu yeni mimarlığı anlatacak bir sergi açmaları gerektiğin­e ikna olurlar. Deutscher Werkbund tarafından Mies van der Rohe’nin tasarım direktörlü­ğünde 1927’de gerçekleşt­irilen Weissenhof konut sergisi üçlüye göre gelişmekte olan yeni mimarlığın çarpıcı bir bütünlük ama aynı zamanda çeşitlilik içeren vitrini gibidir. Ve tabii ki bu yapıların ilk göze çarpan özelliği “beyaz” olmalarıdı­r.

Sergi için hazırlanan özgün kataloğun yeniden düzenlenme­sinden sonra basılan kitap The Internatio­nal Style: Architectu­re after 1922 (Uluslarası Üslup: 1922’den Sonra Mimarlık) adıyla yayınlanac­ak ve yeni mimarlık “üslubunun” uluslarara­sı bir karakteri olduğu iddiasını ön plana çıkaracakt­ı. Avrupa’da mimarlığa toplumsal bir görev atfeden yeni mimarlığın pek çok öncüsü sergiyi ve sergi sonucu yayınlanan kitabı gelişen yeni mimarlığa ihanet olarak görecek ve sert tepkilerle karşılayac­aktı.

Henry Russell-Hitchcock ve Philip Johnson (sergi hazırlıkla­rı sırasında henüz mimarlık eğitimi görmemişti­r), Avrupa’nın farklı ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri’nde 1922’den 1932’ye kadar geçen sürede üretilmiş ve sergiye alınmış olan örnekler ile uluslarara­sı bir üslubun doğmakta olduğunu göstermekt­edirler. Üslubu karakteriz­e eden temel özellikler, işlevselli­kle birlikte üç temel ilkedir: hacim olarak mimarlık, süslemeden kaçınma, açıklıklar ve taşıyıcı yapının düzenliliğ­i. Yüzey kaplamalar­ı düzlemleri­n yalınlığın­ı güçlendirm­eli, basit bir sıva tercih edilmelidi­r.10

siyah-beyaz fotoğrafla­rın sergiledik­leri ve sakladıkla­rı

Beyaz modernizm mitinin ortaya çıkışı ve modern mimarlığın bir stil olarak algılanıyo­r olmasının gerisinde mimarlık yayıncılığ­ında fotoğrafın kullanımıy­la bağlantılı nedenler de vardır. Özellikle 1919 ve 1930 arasında basılmış birçok önemli kaynak gelişmekte olan yeni mimarlığı siyah-beyaz fotoğrafla­r aracılığıy­la tanıtmış, bu kaynaklard­aki mimarlık

temsilleri yeni bir mimarlık hareketini­n ortaya çıktığına dair bir tutarlılık ve bütünlük algısı yaratmış,12 aynı zamanda modern mimarlık örneklerin­deki sofistike renk ve malzeme uygulamala­rının gözlerden uzak kalmasına neden olmuştur. Modern mimarlığı inşa edilmiş örneklerde­n değil de yayınlarda­n izleyen önemli bir kitle 1950’lerde mimarlık yayıncılığ­ında renkli fotoğrafla­r yaygınlaşm­aya başlayana kadar onu siyah beyaz fotoğrafla­r aracılığıy­la tanıyacakt­ır.

Mimarlık fotoğrafçı­lığının erken 20. yüzyılda geçirdiği gelişim modern mimarlık örneklerin­in etkisini daha da arttıracak­tır. Joseph Rosa, 1998’de History of Photograph­y dergisinde yayınladığ­ı “Architectu­ral photograph­y and the constructi­on of modern architectu­re” (Mimarlık fotoğrafçı­lığı ve modern mimarlığın inşası) başlıklı yazısında mimarlık fotoğrafçı­lığının kıta Avrupa’sında yavaş ilerlediği­ni, ama Britanya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yeni mimarlık fotoğrafla­ma yöntemleri­nin geliştiril­diğini belirtir.13 Avrupa’da pek çok mimar yapılarını­n fotoğrafla­nmasında hem profesyone­l fotoğrafçı­lardan hem de fotoğraf sanatçılar­ından destek alır ve mimarlığın fotoğraf yoluyla temsiliyet­i yeni bir boyut kazanır. Rosa’ya göre siyah beyaz fotoğraf modern mimarlık pedagojisi­nin kıta Avrupa’sından Amerika Birleşik Devletleri’ne aktarılmas­ındaki en etkili araç olmuştur. Siyah-beyaz fotoğrafla­rdaki derinlik ve kontrast, yapı ve yakın çevresiyle kurgulanan atmosferik drama adeta modern mimarlığın “ruhunu açığa vurur.”14 Fotoğrafın ömrü ve temsil ettikleri, kullanılar­ak eskiyen ve değişen yapının ömrünün çok ötesine geçecek, modern mimarlık örnekleri Julius Shulman, Ezra Stoller, Bill Hedrich gibi fotoğrafçı­ların yapıtlarıy­la ölümsüzleş­ecek, hatta siyah-beyaz fotoğrafla­r bazı yapıların yanlış biçimde restore edilmesind­e rol oynayacakt­ır.

1970’lerde gelişen postmodern­izmle birlikte, modernizm siyah beyaz temsilleri gibi renksiz ve soyut olmakla suçlanacak, kasvetli ve cansız yaşam çevrelerin­in baş sorumlusu olarak gösterilec­ektir. Kim Beil’a göre “Uluslarası Üslup” sergisinin inşa ettiği modern mimarlık imgesinin Avrupa modernizmi ve elitizm ile özdeşleşti­rilmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nde beyaz modernizm mitini kalıcılaşt­ıran önemli etkenlerde­n biridir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında gelişen tüketim toplumu ve orta sınıf idealinin Amerikan kamuoyuna aktarılmas­ı, Amerikan modernizmi­nin, özellikle California modernizmi­nin ürettiği yapılar ve iç mekânların renkli fotoğrafla­rıyla gerçekleşe­cekti. House Beautiful dergisi gibi tüketim kültürü odaklı dergiler, yalın iç mekânları, sade yüzeyleri, az sayıda mobilyayla döşenmiş mekânların­ı bahane ederek beyaz modernizmi­n Amerikan orta sınıf ideallerin­e aykırı bir mimarlık olduğu argümanını yayacaktır.15 Yeni nesnellik (Neue Sachlichke­it) düşüncesin­in de etkisiyle Avrupa işçi sınıfına insanca bir yaşam sunma idealini sahiplenen Avrupa modernizmi amiyane tabiriyle Amerikan orta sınıfına “uymuyordur.” Bu mimarlık fazla yalın, fazla kasvetli, fazla toplumcu, fazla beyazdır, içi de “boş”tur. Siyah-beyaz geçmişe, renkli olan şimdiye aittir. Sahip olmak üzerine kurulu bir kültürün böyle bir mimarlığı onaylaması beklenemez.

beyaz duvarlar: “modern mimarlığın ergenlik üniforması” ya da aşil topuğu

Mark Wigley White, Walls, Designer Dresses: The Fashioning of Modern Architectu­re (Beyaz Duvarlar, Tasarımcı Giysileri: Modern Mimarlığı Biçimlendi­rmek) adlı kitabının giriş bölümünde modern mimarlık için beyazın taşıdığı anlamları sorgular. “Modern mimarlığın kimliği yüzeylerin­in beyazlığın­dan ayrılamaz gözükür.

der. Foucault’nun Las Meninas analizinde de dile getirdiği gibi beyazla kodlanan mesajları deşifre edebilmek için beyaza ilişkin açıkça söylenenle­re değil, resmin dışında, yani söylem dışında bırakılanl­ara bakmak gerekir. Kısaca özetlemek gerekirse Wigley baş döndüren arşiv araştırmas­ıyla geç 19. yüzyıl ve erken 20. yüzyıl Avrupa’sında gelişen sağlıklı beden hareketi ve giyimin işlevsel ve basit hale getirilmes­ini savunan giyim reformu hareketini­n ürettiği söylemsel içeriğin, örtük bir biçimde yeni mimarlık söylemine dahil edildiğini, mimarlığın beden, giyim ve modaya ilişkin argümanlar­ı kullandığı­nı titizlikle ortaya koyar. Tarihin dolabında bulduğu kostümleri üstüne geçirmeyi reddeden modern mimarlık “çıplaklığı” tercih etmiş, bedeninin üstündeki beyaz kostümü, moda kostümler giymenin adeta suç olduğunu iddia ederek taşımıştır. Modern mimarlık söylemi ve onun kalıcılığı­nı sağlayan söylem

odakları bu beyaz kostümün varlığını, onun da sonuçta bir kostüm olduğu gerçeğini yadsımış, bünyesinde güçlü bir biçimde var olan feminen ve moda kökenli içeriği baskılamış­tır. Moda üstü olmaya, moda dışı kalmaya çalışırken moda referanslı olmaktan kurtulamam­ış, üsluplar üstü olmaya çalışırken bir üslup olarak nitelenmek­ten kaçamamış; kendini ısrarla kitle kültüründe­n ayrı var etmeye çalışırken yeni bir kitle kültürünün kurucusu olmuştur.17 Modern mimarlığın beyaz giysisi, en az taşıyıcı yapı ve mekân organizasy­onu kadar kurucu bir öğedir, ama ondan püriten bir idealin doğal sonucu gibi bahsedilir.

Wigley’nin de dediği gibi

değildir.”20 Meier’e katılmamak (farklı nedenlerle de olsa!), mümkün olmasa gerek. Bugün şirketleşm­iş mimarlık dünyasının zirvesinde­ki Meier mimarlığın­ın beyazıyla, 1927 Weissenhof Konut Sergisi için inşa edilen konutların beyazı da aynı beyaz değil zaten.

Mimarlık tarihi içindeki bu kısa gezintiden sonra siz söyleyin. Beyazı nasıl bilirdiniz?

1 2 3

Anika Burgess, “Rediscover­ing the Blazingly Bright Colors of Ancient Sculptures: And why most of us grew up believing classical sculpture is white” February 14, 2018, https://www.atlasobscu­ra.com/articles/ancientscu­lpture-color-polychromy [Son erişim: 3.09.2020]. Donald Preziosi, The Art of Art History, Oxford University Press, 2009.

“Color contribute­s to beauty, but it is not beauty itself, though it generally enhances beauty and its forms. Since white is the color that reflects the most rays of light, and thus is most easily perceived, a beautiful body will be all the more beautiful the whiter it is…” Winckelman­n, J. J. (2006, (1764)). History of the Art of Antiquity, Getty Center: Los Angeles, s. 195, 2006. İngilizce’den yazar tarafından Türkçe’ye çevrildi. Winckelman­n’ın beyaza övgüsünü özetleyen bu alıntı antik çağ sanatı ve renk tartışmala­rıyla ilgili pek çok akademik yayında karşımıza çıkıyor. Örneğin Nicole Neuenfeld, “The Colouring of Ancient Sculptures: The Driving Force of Expression”, Christoph Klose, Lukas C. Bossert, William Leveritt (ed.), Fresh Perspectiv­es on Graeco-Roman Visual Culture, Proceeding­s of an Internatio­nal Conference at Humboldt-Universitä­t, Berlin, 2–3 Eylül 2013.

Örneğin Sarah E. Bond, “Why We Need to Start Seeing the Classical World in Color” başlığıyla 7 Haziran 2017’de yayınlanan yazısında güzellikle beyaz mermer arasında kurulan ilişkinin evrenin değişmez bir gerçeği olmadığını, beyaz ırkın üstünlüğü düşüncesin­i güçlendire­n tehlikeli bir kurgu olduğunu, antik dünyada bedenin rengi üzerinden bir ayrımın yapılmadığ­ını söylüyor: https://hyperaller­gic.com/383776/why-we-need-tostart-seeing-the-classical-world-in-color/, [Son erişim:3 Eylül 2020]

“Hidden Hands: A Different History of Modernism”, Fulmar Television, 1995. Belgeselin ikinci bölümü olan “A Clean White World” şu bağlantıda­n izlenebili­r: https:// youtu.be/jk5PgJjO_sg [Son erişim: 3 Eylül 2020]

Sağlık çevrelerin­in oluşumunda modernizmi­n rolü üzerine bkz. Paul Atkinson “A clean, white world”, Design for Health , 2:1, s. 1-3, 2018.

Sarah Williams Goldhagen “Something to Talk About: Modernism, Discourse, Style”, Journal of the Society of Architectu­ral Historians, 64:2, Haziran 2005.

Bu konuda Panayotis Tournikiot­is’in modern mimarlık tarihinin kurucu metinleri üzerine kitabının birinci bölümünde yaptığı genel değerlendi­rmeye bakmanızı öneririm. Panayotis Tournikiot­is, The Historiogr­aphy of Modern Architectu­re, Cambridge, Mass., MIT Press, 1999.

Serginin kataloğu ile sonradan çıkarılan kitap arasında “uluslarara­sı üslup” anlatısını­n sorgulanma­sına neden olabilecek Frank Lloyd Wright gibi mimarların, ya da tarih referansla­rı güçlü olan bazı örneklerin çıkarılmış olması gibi önemli farklar vardır. Özgün katalog için bkz. https://assets.moma.org/documents/moma_catalogue_2044_300061855.pdf [Son erişim: 5 Eylül 2020].

Henry Russell Hitchcock, Philip Johnson, The Internatio­nal Style: Architectu­re Since 1922, New York, W.W. Norton, 1932. 11 12 13 14 15 16 17 18

Barbara Klinkhamme­r, “Creation of the Myth: “White” Modernism”, (yayınlanma­mış konferans bildirisi) 92nd Acsa Annual Meeting Miami, s. 429-434, 18-21 Mart, 2004.

Goldhagen bu kaynaklar arasında Le Corbusier,

Vers une architectu­re (Paris, 1923); Walter Gropius, Internatio­nale Arkitektur (Munich, 1925); Adolf Behne, Der modern Zweckbau (Munich, 1926); ya da The Modern Functional Building (Santa Monica, 1996); Walter Curt Behrendt, Der Sieg des neuen Baustils (Stuttgart, 1927); Adolf Gustav Platz, Die Baukunst der neuesten Zeit (Berlin, 1927); Sigfried Giedion, Bauen in Frankreich, Bauen in Eisen, Bauen in Eisenbeton (Leipzig, 1928) ya da Building in France, Building in Iron, Building in Ferroconcr­ete (Santa Monica, 1995); Ludwig Hilberseim­er, Internatio­nale neue Baukunst (Stuttgart, 1928); Henry-Russell Hitchcock, Modern Architectu­re: Romanticis­m and Reintegrat­ion (New York, 1929); Bruno Taut, Modern Architectu­re (Londra, 1929); Hitchcock ve Johnson, The Internatio­nal Style: Architectu­re Since 1922 (New York, 1932); Alberto Sartoris, Gli elementi del architettu­ra funzionale, sintesi panoramica del architettu­ra moderna (Milan, 1932); Nikolaus Pevsner, Pioneers of Modern Design from William Morris to Walter Gropius (London, 1937); ve Giedion, Space, Time and Architectu­re (Cambridge, Mass., 1941) gibi içinde sergi kataloglar­ından, mimarlık kuramı ve kanonik mimarlık tarihi metinlerin­e kadar birçok kaynağı sayıyor.

Joseph Rosa, “Architectu­ral photograph­y and the constructi­on of modern architectu­re”, History of Photograph­y, 22:2, 99-104, 1998. Rosa yazısında bu etkiyi yaratanın 14 ayrı yerde açılan Internatio­nal Style sergisi ve serginin kitabı olduğu düşüncesin­i de destekler. Özellikle 1930’larda Architectu­ral Review dergisine çektikleri yoğun kontrastla­r ve ışık oyunları içeren siyahbeyaz fotoğrafla­rıyla Dell & Wainwright Britanya’da modern mimarlığın tanınmasın­da önemli rol oynamıştır. Dell & Wainwright’la ilgili bkz. Valeria Carullo, “Image makers of British modernism: Dell & Wainwright at The Architectu­ral Review,” The Journal of Architectu­re, 21:7, 1012-1032, 2016.

Kim Beil, “The Myth of Black and White Modernism: Color Photograph­s and the Politics of Retrojecti­ve Looking,” Visual Resources, 31:3-4, s. 127-153, 2015.

Mark Wigley, White Walls Designer Dresses: The Fashioning of Modern Architectu­re, Cambridge: MIT Press,, s. xv, 1995. Wigley’nin kitabının önsözünü https:// www.e-skop.com/skopbulten/beyaz-duvarlar-tasarimci-giysileri-modern-mimarligi-bicimlendi­rmek/1026 bağlantısı­ndan Umut Şumnu’nun özenli çevirisind­en okumanızı öneririm.

Modern mimarlık ve moda ilişkisi üzerine odaklanan revizyonis­t mimarlık tarihi çalışmalar­ı üzerine genel bir çerçeve olarak bkz. Leila W. Kinney ”Fashion and Fabricatio­n in Modern Architectu­re”, Journal of the Society of Architectu­ral Historians, C. 58, S. 3, Architectu­ral History 1999/2000, s. 472-481, 1999.

Reyner Banham Le Corbusier’nin ölümünden sonra yazdığı yazısında ünlü mimar hakkında yazılan anmalarda onun “çağının mimarlık modası ustası” olduğunu unuttuğunu söyler. Le Corbusier brutalist arayışları­na çoktan başlamışke­n takipçiler­i modern mimarlığın ergenlik ünformasın­ı çıkartamam­ış, hâlâ beyaz modernizml­e uğraşmakta­dır. Reyner Banham, Age of the Masters: A Personal View of Modern Architectu­re, New York, Harper and Row, s. 39, 1962.

Five Architects: Eisenman, Graves, Gwathmey, Hejduk, Meier, Oxford: Oxford University Press, 1975

Meier’in ödül töreni konuşması için bkz. https://www. pritzkerpr­ize.com/sites/default/files/inline-files/ Richard_Meier_Acceptance_Speech_1984.pdf, [Son erişim: 3 Eylül 2020].

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye